UMMÎ MUALLİM
CenÂb-ı Hak, Peygamber Efendimiz -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-’e;
وَاِنَّكَ لَعَلٰى خُلُقٍ عَظٖ۪يمٍ
“(Ey Habîbim!) Elbette Sen muhteşem bir ahlÂk uzeresin.” (el-Kalem, 4) buyurdu.
Efendimiz, bu muhteşem ahlÂkı nereden tahsil etti?
Sadece Rabbinden… Zira Efendimiz;
“Beni Rabbim terbiye etti. Edebimi, terbiyemi guzel eyledi.” (Suyûtî, CÂmiu’s-Sağîr, I, 12) buyurdu. Ne hic gormediği babasından, ne cocukken ayrı kaldığı annesinden, ne de bir başka muallim veya mektepten eğitim aldı, ders gordu. Şairin ifadesiyle;
Bir mektebe oldu ki mudÂvim
AllÂh idi zÂtına muallim…
Peygamber Efendimiz, ummî idi. Okuma-yazma bilmemesi de O’nun hicbir tesir altında kalmaması icin ilÂhî bir tedbir idi. Zaten Mekke’de okuma-yazma bilen cok az kişi vardı ve ilim tahsil edecek bir mektep ortamı yoktu. Şairlerin de coğu okuma-yazma bilmezdi, şiir maharetini ancak tulûat olarak sergilerlerdi. İlim alınacak bir kutuphÂne de yoktu. Sadece ticaret sebebiyle gittikleri yerlerde bazı efsanevî hikÂyelerden başka malûmatları mevcut değildi. Dînî kultur de aynı şekildeydi. Cunku Hazret-i İbrahim ve Hazret-i İsmail’in vaz ettiği tevhid dîninden tamamen uzaklaşmışlar, asılsız bir şirk saplantısı icine duşmuşlerdi.
LÂkin CenÂb-ı Hakk’ın lutfettiği o mustesn ahlÂk, o muazzam fıtrat, o tertemiz gonul, Kur’Ân-ı Kerîm’in nÂzil olduğu kalp oldu. Fahr-i KÂinat -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- Efendimiz; kullî ilmin menbaı oldu. Sır ve hikmetlerin tecellîgÂhı oldu. Hakikat ve mÂrifetin zirvesi oldu.
O ummî rehber, cÂhiliyye insanından fazîletler medeniyeti inşÃ‚ etti. EvlÂtlarına kıyabilen taş kalplerden, karıncayı incitmeyen şefkatli sîneler yetiştirdi.
O’nun talebelerinin kısa zamanda meydana getirdiği mezhebler, yani hukuk ekolleri; beşer aklının yuzlerce yılda yetiştirdiği zirveleri geride bıraktı, cırak cıkardı.
O’nun inşÃ‚ ettiği toplumda, zengin fakiri kendine zimmetli bildi. Yardım edecek fakir bulunamayan şehirler, devirler yaşandı.
O’nun yolundan giden halîfeler, geceleri sokak sokak kimsesizleri aradı. Mes’ûliyetle cırpındı.
O’nun vÂrisi olan takvÂlı Âlimler, murşid-i kÂmiller; yaşayarak ve yaşatarak İslÂm’ı tebliğ etti, nesiller yetiştirdi, ufukları nûra gark etti.
Fahr-i KÂinÂt Efendimiz’in muazzam muvaffakiyeti, istatistik ilmiyle de ispatlandı, tarih ilmiyle de îtirÂf olundu.
EN BUYUK LİDER
Amerikalı ilim adamı Michael Hart, 1979 yılında dunyanın gelmiş gecmiş en tesirli 100 buyuk insanını secme calışması yaptı. Buyuk insanların kabiliyetlerini, mucadelelerini, icraat ve başarılarını bilgisayara kaydetti. Aylar suren calışmadan sonra bilgisayar, verilen bilgiler ışığında dunyanın en buyuk ismini secti. Bu isim, Hazret-i Muhammed -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- idi.
Araştırmanın ardından Fransız dergisi Le Point, Hazret-i Muhammed -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-’i 1979’da «Yılın Adamı» secti. 29 Aralık 1979 tarihli gazeteler, habere yer verirken bunun gerekcesi olarak şunları yazdılar:
“Hazret-i Muhammed, 571-632 yılları arasında yaşamış olmasına rağmen dunyadaki tesiri cığ gibi buyuyor ve milyonlarca insan, hÂl O’nun gosterdiği yolda yuruyor.” (Zafer Dergisi, 97/3-8)
O, iki dunyada saÂdete eriştiren ilmi oğretti. Boş lÂkırdıyı, mÂnÂsız mavalları, satırlarda kalan malûmÂtı, faydasız bilgiyi değil, ilm-i nÂfii, faydalı ilmi oğretti:
FAYDALI İLİM
CenÂb-ı Hak Âyet-i kerîmede şoyle buyurmuştur:
“(Rasûlum) de ki: Rabbim, ilmimi artır!..” (TÂhÂ, 114)
Faydalı ilmin artması icin du ve gayret eden Fahr-i KÂinÂt Efendimiz, faydasız ilimden ise AllÂh’a sığınıyordu.
Nedir ilmin faydası?
İlmin faydası, takvÂya eriştiren tefekkurdur. Haşyeti meydana getiren urperiştir. Huşûu sağlayan mÂrifettir. İlmin faydası; kulu AllÂh’a yaklaştıran tesirdir, feyizdir, rûhÂniyettir, mÂneviyattır.
Hazret-i Ali Efendimiz de işte boyle bir faydalı ilim icin;
“Bana bir harf oğretenin kolesi olurum.” buyurur. Herkesin bildiği birtakım basit bilgileri değil, «mÂrifetullah»tan bir tecellî oğretene medyûniyetini ifade eder. ZÂhirî ilmin zirvesinde iken HÂlid-i BağdÂdî’nin Abdullah Dehlevî Hazretleri’nden oğrendiği ilim budur. Bu ilimle O, butun dunyaya rûhÂniyet tevzî etmiştir. Hic şuphesiz Hazret-i MevlÂnÂ’nın Şems-i Tebrizî’den oğrendiği ilim de budur. Oyle ki, zÂhirî ilmin zirvesindeki hÂlini; «Hamdım» diye hulÂsa ederken, mÂrifetullah tecellîlerine erişini; «Piştim», Fahr-i KÂinÂt Efendimiz’e yaklaştıkca pervÂneler gibi tutuşmasını; «Yandım» şeklinde ifade etmiş ve bu idrÂke eriştikten sonradır ki Peygamberimiz hakkında;
“O’nun ayağının tozuyum. O’nun getirdiği Kur’Ân’ın kulu-kolesiyim!” demiştir.
Es‘ad Erbilî -kuddise sirruh- Hazretleri de; kendisinde tecellî eden yoğun rûhÂniyet icinde, ışık altında yanan pervÂneler gibi bir hÂle burundu, her şeyde bu aşkın in‘ikÂs ettiği ateşleri temÂşÃ‚ etti. Buyuk bir gonul yangını icinde şoyle dedi:
TecellÂ-yı cemÂlinden Habîbim nevbahÂr Âteş,
Gul Âteş, bulbul Âteş, sumbul Âteş, hÂk u hÂr Âteş.
“Ey Habibim! Sen’in cemÂlindeki guzelliğin tecellîsinden dolayı ilkbahar bile ateş kesildi. Gul de ateş, bulbul de ateş, sumbul de ateş, toprak ve dikenler de ateş hÂlinde…”
Demek ki ilim, gonle ulaşmamış ve sahibini Allah sevgi ve korkusuna goturmemişse; sahibine zÂhiren Âlim dense bile, hakikatte Âlim sayılmaz. Boyle bir ilim, gafletten başka nedir?
Âyet-i kerîmede buyurulur:
“Kulları icinden ancak Âlimler; Allah’tan (gereğince) haşyet duyar, korkar.” (FÂtır, 28)
İslÂmî ilimlerde dahî vaziyet boyle iken, sırf dunyevî ilimlerle meşgul olup, bunların «kîl u kāl»iyle omrunu tuketerek Rabbini unutan kimselere İmam GazÂlî, şoyle hitÂb eder:
“Ey oğul! KelÂm, mantık, belÂgat, şiir, sarf, nahiv ve emsÂli ilimleri irfÂna gecirememişsen yazık sana! Allah -celle celÂluhû-’nun, kendisine ibÂdet edesin diye vermiş olduğu omru zÂyî etmekten başka eline ne gecti?!.”
Hazret-i MevlÂn şoyle der:
“Sırf zÂhir Âlimi olanlar, sahalarına gore; geometri, astronomi, hekimlik ve felsefenin inceliklerini bilirler. Bilirler ama, bunlar hep goz acıp kapayıncaya kadar gelip gecen şu fÂnî dunyaya ait bilgilerdir. Bunlar, insana yedinci kat goğun ustune, yani mîrÂca cıkacak yolu gosteremezler.”
“Allah yolunu ve o yolun varılacak menzillerinin bilgisini, nefislerine mahkûm gafiller bilmezler! Allah yolunun bilgilerini ancak, gonul ehli olan Ârifler, akılları ile değil, gonulleri ile bilirler!”
Faydalı ilimden, yani ilimdeki kalbî olgunluktan mahrum kimseler, neticede ne oğrenirlerse oğrensinler, en buyuk hakikat olan Hakk’a vuslattan mahrum kalırlar.
İlim, ancak kulak ve zihinden kalbe inip kalben de hazmedildiği takdirde, sahibi icin guzel tecellîler hÂsıl eder. Ancak boyle bir ilim kişiyi eserden muessire, sebepten musebbibe, sanattan sanatkÂra goturur. Kulu amel-i sÂlihler ve haşyetullah ile muzeyyen kılar.
TAHSİL DENİNCE
Gunumuzde ilim ve tahsil denince; yanlış bir telÂkkî ile meslek edinme, makam-mevkî elde etme arzusuyla gercekleştirilen tahsil akla gelmektedir. Anne-babalar evlÂtlarına daha iyi bir dunya hayatı sağlayabilmek icin canlarını dişlerine takıp onları okutma endişesi cekmektedir. Hatt bu uğurda; «Ne yapalım, zaruret var!» diyerek dînî hassÂsiyetleri ikinci plÂna atanlar, cocuklarını; fikir, inanc ve yaşayış bakımından bir muslumanı zehirleyecek zeminlere yerleştirenler, hatt bunun icin ustune avuc avuc para vermeye hazır ve rÂzı olanlar ortaya cıkmıştır.
İlmin, tahsilin dînimizdeki kıymetini bununla karıştırmak fÂhiş bir hata olur.
Cunku, farz olan ilim, insanın Âhiretine dair ilimleri oğrenmesidir. Kur’Ân ve sunnette meth u sen edilen ilim, insanı AllÂh’a yaklaştıran ilimdir.
Dunyevî ilimler de kulun takvÂsı neticesinde eğer tefekkure vesile olur, o tefekkur, şuur ve takvÂsını artırırsa; faydalı ilim olur, kendisini ebediyet saÂdetine, yani cennet davetine hazırlar. Ancak boyle bir gayenin tahakkuku icin; o ilmin tahsil edileceği şartların da maksatla mutenÂsip olması, yani şer‘î mahzurlardan sÂlim olması elbette ki zarûrîdir.
Eğer dunyevî ilim ihtiyacı ile uhrevî zaruretler karşı karşıya geliyorsa; bir mu’min, tercihini elbette ebedî hayattan yana yapmak mecburiyetindedir.
Cunku;
Esas hayat Âhiret hayatıdır.
Elde edilecek esas diploma da, son nefeste alınan îman şahÂdetnÂmesidir. Bir mu’min icin tahsiline gayret edilecek en muhim diploma budur. Sair bilgileri elde etmek ise mubahtır. Sair zÂhirî diplomalara, bu şahÂdetnÂmeyi kaybetmek pahasına talip olmak ahmaklıktır. Zira deryÂyı bırakıp, damlayı almak hamÂkatin ta kendisidir.
Tahsil edilecek ilim, İslÂmî ilimler dahî olsa, gaye; ilmin zÂhiri değil, bÂtını yani faydasıdır. Yani kalp ve davranışlarda istikamet Âhengi icinde yaşananıdır. Cunku İslÂmî ilimlerin ozu de takvÂdır. Allah Rasûlu ile beraberliktir.
Bu sebeple Ebû Hanîfe; zamanın en buyuk mevkii olan Bağdat kadılığını, halîfenin arzusuna uymadığı durumlarda takvÂsının zedeleneceği endişesiyle reddetmiştir.
Dolayısıyla bir kişinin Ebû Hanîfe kadar ictihad kudreti de olsa, İslÂm hukukunu tedvin edebilecek salÂhiyete sahip olsa; fakat o mustesn şahsiyetteki takvÂsı olmasa bu ilim faydasızdır. İlm-i lÂyenfa‘dır. Cunku faydasız ilim, kişiyi dunya menfaatlerine rÂm ettiği icin kalpte zararlı bir zehire donuşur.
Faydalı ilim ise, sÂlim bir tefekkurle îmÂnı teyid eder, ihlÂs ve ihsan uzere amel-i sÂlihlerle akîdeyi kalpte tescil eder. İlmin bu faydaları olmaz ise, îman kalbe tam yerleşemez. Bir fiskede savrulur. Şeytan, Kārun ve SÂlebe gibi, sonradan dalÂlete dûcÂr olanlar cÂhil değildiler, onlarda ilim vardı; fakat bu, faydasız bir ilimdi. Tesirsiz bir ilimdi. ÎmÂnı değil, inadı ve kibri artıran bir ilimdi. Bu yuzden ayakları kaydı. Boyle niceleri kendileri kaydığı gibi, nicelerinin de ayaklarını kaydırdı.
AtillÂ, İskender, HulÂgû ve emsÂli zÂlimler; dunyevî ilimleri kendi zulumlerine Âlet ettikleri icin butun insanlığın duşmanı oldular. Bilgileri hem kendilerine hem insanlığa felÂket getirdi. Diğer taraftan ilimlerini takv ile yoğurarak Hak dostluğuna mazhar olan ŞÃ‚h-ı Nakşibend, MevlÂn ve Yûnus misÂli Âbide şahsiyetler de, butun insanlığın gercek dostları oldular ve fÂnî omurlerinden sonra da mÂnen yaşamaya devam ettiler. Onların turbeleri bile nice hayattakilerden daha fazla ziyaretcilerle dolup taşmaktadır. Fakat zÂlimlerin kabirleri ise, bir huzun enkazı hÂlinde ve insanlığın yuzkarası olarak sadece ibret sergilemektedir.
Ebu’l-Hasan Harakānî Hazretleri buyurur:
“İki kişinin dinde cıkardığı fitneyi şeytan bile cıkaramaz, onlardan kac:
CÂhil sofu,
TakvÂya ermemiş, dunya hırsına mağlûp Âlim.”
Cunku bunlar hakikati kendi menfaatine gore yamultur. Bilgiyi zulmun maşası yapar. Te’vili, bÂtılın yoluna serer.
TakvÂlı Âlimler ise, ciğnenmek pahasına da olsa hakkı tutup kaldırırlar.
İki meşhur misal:
MÂlûm, Ebû Hanîfe Hazretleri, halîfe Ebû CÂfer Mansur’un baş kadılık teklifini reddetti. Cunku ilmî konumunun, halîfenin keyfî icraatlarına dayanak yapılmak istendiğini anlamıştı. Kabul etse, dunyası mÂmur, Âhireti harÂb olacaktı. Reddetti. Zindanda kalmayı tercih etti. «Haksızlığa fetv vermektense zindanı tercih ederim.» dedi.
Ahmed bin Hanbel Hazretleri, iktidarı ele gecirmiş dalÂlet ehli zÂlimler tarafından; «Kur’Ân mahlûktur.» demeye zorlandı. Kabul etmediği icin zindana atıldı. Hakikatten taviz vermedi.
TakvÂları olmasaydı, sadece bilgi onları muhafaza edebilir miydi?
İslÂmî ilimlerde dahî durum boyle ise; tamamen beşerî, meslekî gayelerle yapılan tahsillerin, insana mÂnen bir pÂye vermeyeceğini, ilimden asıl murÂdın bu olmadığını, insanın gercek tahsile muhtac olduğunu iyi anlamak îcÂb eder.
ESAS TAHSİL
SÂmi Efendi Hazretleri, sohbetlerinde; asıl ilmin, Allah TeÂlÂ’nın kudret ve azametini kalpte hissetmek olduğunu ifade ederler ve bu ilme sahip olmanın şerefini her vesileyle hatırlatırlardı.
Bir gun ziyaretine gelenlerden biri, hem Hazret’in duÂsını almak hem de yeğenlerini tanıştırmak istemişti. Huzûruna girip el operken;
“–Efendim! Bu delikanlılar Amerika’da okuyup muhendis oldular. DuÂlarınızı istirhÂm ederiz!” diye takdim etti. SÂmi Efendi Hazretleri ise mÂnidar bir tebessumle onlara;
“–Fakir de DÂru’l-Funûn mezunuyum. Fakat asıl tahsil, «mÂrifetullÂh»ın tahsilidir!” buyurdu.
Bilhassa maddeciliğin, kapitalizmin ve globalleşmenin artırdığı dunyevî ihtiraslarla kalplerin kirlendiği devrimizde; medeniyet de yanlış anlaşılmakta. Makinenin terakkîsiyle meydana getirilen îcatlar, medeniyet zannedilmektedir. HÂlbuki makineden medet ummak, ne buyuk bir zaaftır. Zira makine, ruhsuz bir demir parcasıdır. Kendisine kul olan kimseyi de, kibir, gurur ve zulum bataklığında mahv u perişan etmektedir.
İnsanın Allah katındaki değeri; fÂnî dunyadaki zenginliği, asÂleti, kudreti, zekÂsı veya bilgi depoladığı aklı ile değildir. İnsan icin yegÂne kıymet olcusu, takvÂdır.
İNSAN KIYMETİ: TAKVÂ
Bu husûsu en guzel şekilde şu kıssa anlatacaktır:
Medine carşısına guclu, kuvvetli bir kole gelmişti. ÎmÂn etmiş bir koleydi. Talibi coktu. Fakat kolenin, kendisini satın almak isteyenlere, her turlu hizmet mukabili tek şartı vardı:
“–EzÂn-ı Muhammedî okununca gideceğim, Allah Rasûlu’nun arkasında namaz kılacağım. Hizmetime mukabil tek arzum bu!”
Nihayet bu şartı kabul eden birine satıldı. Kole, hizmette kusur etmiyordu ve namaz vakitlerinde de mutlaka Mescid-i Nebî’de Hazret-i Peygamber’in ardında saf tutuyordu. Efendimiz ile onun arasında muhabbetle dolu oyle bir cereyan hattı meydana gelmişti ki, Rasûlullah Efendimiz, mescide her gelişinde gonluyle ve gozleriyle onu arıyordu. Bir gun onu goremeyince sahibine sordu:
“–Kolen nerede efendi?”
Sahibi cevapladı:
“–YÂ RasûlÂllah, hasta.”
Bunun uzerine Efendimiz;
“–Haydi hep birlikte o koleyi ziyarete gideceğiz.” buyurdu.
O devirde koleler alt tabakanın da alt tabakası gorulurdu. Efendimiz ise; zengin, asil, onde gelen kim varsa herkesi bir koleyi ziyarete goturuyordu.
O kole, Efendimiz’in ziyaretinden bir muddet sonra yine bir gun mescide gelemedi. Onu Ravza’da goremeyen Hazret-i Peygamber -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- yine, onun sahibine sordu:
“–Efendi, kolen nerede?”
Bu suÂli; «İhmal mi ettin, yoksa namaza gelemeyeceği bir iş mi verdin?» mÂnÂsı taşıyordu.
Sahibi uzuntuyle;
“–YÂ RasûlÂllah, kolem sekerÂt-ı mevt hÂlinde… Oldu olecek…” diye cevap verdi.
Bunun uzerine Peygamber Efendimiz bu defa;
“–Haydi hep birlikte yine kolenin yanına gideceğiz.” buyurdu.
Yine ashÂb-ı kirÂmı topladı, kolenin yanına gittiler. Efendimiz, kolenin yanından ayrılmadı. Kole rûhunu teslim etti, yine yanından ayrılmadı. Defnine kadar yanında durdu.
Bu hÂdise karşısında muhÂcirîn-i kiram dedi ki:
“–Biz her turlu cefÂya katlandık. Allah Rasûlu bu koleye bizden daha fazla alÂka gosterdi. Hikmeti nedir?”
EnsÂr-ı kiram da aynı şekilde;
“–Biz inen her Âyete;
«سَمِعْنَا وَاَطَعْنَا : İşittik ve itaat ettik!» dedik. Ancak Allah Rasûlu, bu koleye daha cok itibar gosterdi. Acaba hikmeti nedir?” dedi.
Bunun uzerine Âyet-i kerîme indi:
اِنَّ اَكْرَمَكُمْ عِنْدَ اللّٰهِ اَتْقٰیكُمْ
“… Muhakkak ki Allah katında en değerli olanınız, takv bakımından en ustun olanınız, yani O’ndan en cok korkanınızdır…” (el-HucurÂt, 13)
Demek ki Allah ve Rasûlu’nun indinde kıymet bulmak icin takv zarûrî.
Hangi davranışın takvÂya uygun olduğunu oğrenmek icin de ilim zarûrî… O ilim Allah Rasûlu -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’de… Cunku ilmin kullîsi Rasûlullah Efendimiz’de… Her şeyin bir zÂhirî tarafı bir de hikmet tarafı vardır. ZÂhir ve bÂtın butun ilimlerin menşei, Kur’Ân’ın nÂzil olduğu gonul olan Habîbullah Efendimiz’dir. O canlı bir Kur’Ân’dır. O’nun mubÂrek hayatı, bizi iki cihanda saÂdete eriştirecek sırÂt-ı mustakîmdir.
Ancak takvÂlı bir ilimle Allah Rasûlu’ne benzeyebilir, sırÂt-ı mustakîme erişebiliriz.
Demek ki bir mu’min ilimle mucehhez olacak ve Allah Rasûlu ile hayatının her safhasında beraber olacak. Boylece AllÂh’a yakın, kÂmil bir insan olacak.
Kim AllÂh’a yakın bir kul olursa, Allah da o kuluna yardım eder. O kulu unutmaz ve kullarına da o kulu unutturmaz. Mezheb imamları, muhaddisler, sÂdÂt, meşÃ‚yıh ve sûfiyyenin onde gelenlerine yani, gercek Âlimlere baktığımız zaman; bu hakikati temÂşÃ‚ etmekteyiz. Allah TeÂlÂ, ZÂtını hic unutmayan bu kullarını, kullarına unutturmuyor. MevlÂnÂları, Abdulkādir GeylÂnîleri, ŞÃ‚h-ı Nakşibendleri, Yûnus Emreleri unutturmuyor.
Demek ki insanlar bu zÂtların ilmine ve hikmetli tavsiyelerine muhtac.
İslÂm tarihi boyunca, sıkıntılı bÂdirelerden ummet-i Muhammed, bu Âlimler sayesinde gecmiş. Bu Âlimlere, murşidlere tÂbî olanlar, istikametten ayrılmamış.
Bugun globalleşen dunyada, birtakım şerlerin kaynadığı bir devirde kendimizi ve evlÂtlarımızı, ilim ve takv uzere yetiştirebilmek mecburiyetindeyiz.
MUHAMMEDÎ İLİM ve TAKVÂ…
Fahr-i KÂinÂt Efendimiz buyurur:
“Benim ummetimin misÂli, (bereketli bir) yağmurun misÂli gibidir. Evveli mi daha hayırlıdır, sonu mu daha hayırlıdır bilinmez! (Evveli de hayırlıdır, sonu da hayırlıdır.)” (Tirmizî, Edeb, 81/2869; Ahmed, III, 130)
SahÂbe Efendilerimiz o yağmurun evveliydiler. Muhammedî ilim ve takv ile, cÂhiliyye devrinin kirinden arındılar. Tertemiz yağmur damlaları gibi, kalb-i selîm ile Rablerinin huzûruna vardılar.
Şimdi Âhirzamanda yine bir cÂhiliyye devri yaşanmakta.
Zaten Rasûlullah Efendimiz;
“Ben ikindi sonrası peygamberiyim.” (İbn-i Kesîr tefsiri, XII/6549; Ayr. Bkz. BuhÂrî, EnbiyÂ, 50, Tevhid 31) buyuruyor. O’nun teşrifi dahî kıyÂmet alÂmetiydi. Aradan 1500 senelik bir zaman şeridi de aktı gitti. Artık dunyamızda fiten hadislerindeki alÂmetler bir bir zuhûr etmeye başladı.
Boyle bir zamanda bu kirli dunyadan tertemiz bir yağmur damlası gibi gecebilmek, ancak ilim ve takv ile mumkundur. Gitgide kirlenen dunyanın, yegÂne arınma umudu, Muhammedî ilim ve takvÂdır. Fahr-i KÂinÂt Efendimiz’in; «Kardeşlerim.» buyurduğu, Âhirzaman ummeti olabilmektir.
Hem kendimizi hem evlÂtlarımızı oyle bir yetiştirmeliyiz ki Âhirzaman ummeti olarak O’nun ozlediği kardeşleri olabilelim.
Bunun icin genclik cok muhim.
İSTİKBÂLİMİZ
Genclik, bir milletin istikbÂlinin en acık gostergesidir. Her devrin gencliği; kendi karakterine uygun, enerjisini harcayabileceği ayrı bir heyecan Âleminde yaşar. Bu sebeple her millet, gencliğinin his ve fikir dunyasına gore şekil alır.
Eğer bir millette gencler guclerini; ilim, mÂneviyat, ahlÂk ve fazîlet yolunda sarf ediyorlarsa, o millette istikbal vardır. Aksine gencler, guc ve kuvvetlerini nefsÂnî arzular peşinde ziyan ediyorlarsa Âkıbet hezimet, esÂret ve felÂkettir.
İlim her yaşta farz, fakat ilmin en verimli mevsimi genclik… O gencliği, sadece dunyevî kazanc tahsiline sarf etmek, cok buyuk bir israf… MÂneviyat tahsilini, dunya tahsiline mÂnî gorup de bir tarafa koymak, ertelemek ve sonunda terk etmek ne ağır bir mes’ûliyet!.. Dunya icin aylar ve yılları ÂmÂde ederken, ukbÂya yonelik dînî tahsil icin sadece yazları, o da camilerdeki birkac haftayı kÂfî gormek ne buyuk bir gaflettir!
Yine zihinlerdeki şu telÂkkîyi kırmak gerekli:
Takv ve dindarlık, yaşlılara mahsus bir şey değildir!
Takv bulûğ cağından itibaren her insanın ayrılmaz vasfı olmalı; bilhassa kanların deli aktığı genclik, Muhammedî ilim ve takv ile, ebediyetle buluşturulmalıdır.
Cunku O’nun gosterdiği yolda yurumek; insanoğlu icin yegÂne kurtuluş, huzur, saÂdet ve rahmet kapısıdır.
O’nun izinde yurumek, fazîletlerle dolu bir omur surmeye vesiledir.
O’nun izinde yurumek, canlı bir Kur’Ân olabilme sırrına ermektir.
Gozun okuduğu, zihnin okuduğu değil, kalbin okuduğu bir ilim ve tahsil… Bu da en zor tahsildir.
AshÂb-ı kiram Muhammedî ilim ve takv ile mucehhez hÂle gelip, dunyaya yayılmış ve İslÂm’ın guler yuzlu mesajını insanlığa ulaştırmışlardı.
Bugun de dunya bizden hizmet bekliyor.
Sadece Hakk’ın rızÂsının arandığı, şefkat ve merhamet gosterirken hicbir gonlun birbirinden farklı tutulmadığı, gonullerin bir dergÂh hÂline getirildiği, yani bir guneş gibi her karanlığı aydınlatan, her uşuyeni ısıtan bir hizmet bekliyor.
Yaralı gonullerin sarılmasını, akan gozyaşlarının silinmesini gaye edinen bir hizmet bekliyor. Mazluma kucak acan, muhtacı incitmeyen bir hizmet… Yaratılanı, Yaratan’dan oturu sevmenin, butun mahlûkāta şÃ‚mil merhametin muktezÂsı bir hizmet… VelhÂsıl mahlûkāta hizmeti, Hakk’a yakınlığın bir basamağı telÂkkî eden bir hizmet…
Bu hizmeti verebilecek gonuller icin de Muhammedî bir ilim ve takv elzem…
Rabbimiz cumlemize ve neslimize nasip buyursun!..
Rabbimiz bizleri; faydalı ilim ile mucehhez ve takv ile muzeyyen kılsın. Bizleri ve nesillerimizi faydasız ilimden, cehÂletten ve dalÂletten muhafaza buyursun.
Rabbimiz bizleri; ÂhirzamÂnın kirlerinden muhafaza olup, tertemiz bir yağmur damlası gibi bu cihandan kalb-i selîm ile gecerek, Rasûl-i ZîşÃ‚n Efendimiz’in havz-ı kevserine ulaşan bahtiyarlar zumresine ilhÂk eylesin.
Âmîn!..
Yuzakı Dergisi
__________________
O'nun Muhteşem AhlÂk'ı -2- (Faydalı İlim)
Dini Bilgiler0 Mesaj
●31 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Kültür & Yaþam & Danýþman
- Eðitim Öðretim Genel Konular - Sorular
- Dini Bilgiler
- O'nun Muhteşem AhlÂk'ı -2- (Faydalı İlim)