Hazret-i Omer -radıyallÂhu anh- bir gun arkadaşlarıyla beraber yolda yururken, bir manastır gorurler. Hazret-i Omer, manastırın yanına iyice yaklaştığında durur ve hafif bir nid ile:
“–Ey rÂhip, ey rÂhip!” diyerek seslenir.
Bir muddet sonra rÂhip, yukarıdaki pencereden başını uzatarak «Ne istiyorsun?» dercesine Hazret-i Omer’e bakar. Onu goren Hazret-i Omer ise, birdenbire kendisini tutamayarak arkadaşlarının onunde ağlamaya başlar. Hem rÂhibe bakmakta, hem de icli icli ağlamaktadır. Cevresindekiler buyuk bir merakla:
“–Ey Mu’minlerin Emîri, bu rÂhip sebebiyle sizi ağlatan nedir?” diye sorduklarında, nebevî terbiye ile yoğrularak hassas ve rakîk bir gonle sahip olan Hazret-i Omer -radıyallÂhu anh-:
“–RÂhibi gorduğum esnÂda, Allah TeÂlÂ’nın; «Calışmış fakat boşuna yorulmuştur. Kızışmış bir ateşe atılır.» (el-ĞÂşiye, 3-4) Âyetini hatırladım. (İslÂm ile şereflenmediği takdirde, rÂhibin de bu Âyetin muhÂtabı olacağı gerceği, beni ziyÂdesiyle uzdu.) İşte beni ağlatan budur.” cevÂbı verir. (İbnu’l-Cevzî, MenÂkıb, s. 210)
BÂzen insan, butun gayretini guzel ve doğru olduğunu duşunduğu bir konuda sarf eder. LÂkin gittiği yol, İslÂm’a ters olduğundan, bu gayreti onu sadece hakikatten daha da uzaklaştırır. Âhiret saÂdetini ve saltanatını ziyan edenler de işte bu kimselerdir. Nitekim Âyet-i kerîmede şoyle buyrulur:
“De ki: Size, (yaptıkları) işler bakımından en cok ziyana uğrayanları bildireyim mi? (Bunlar) iyi ve guzel işler yaptıklarını zannettikleri hÂlde, dunya hayatındaki cabaları boşa giden kimselerdir. İşte onlar Rab’lerinin Âyetlerini ve O’na kavuşmayı inkÂr etmiş, bu yuzden de yaptıkları iyi işler boşa gitmiştir. Tartılacak şeyleri kalmadığından kıyamet gunu onlar icin artık hicbir terazi koymayacağız.” (el-Kehf, 103-105)
Dolayısıyla bizlere duşen; “Allah nezdinde hak din İslÂm’dır…” (Âl-i İmrÂn, 19) hakikati gereği, niyetlerimizin ve gayretlerimizin Allah katında gecerli ve makbul olmasına buyuk bir ehemmiyet gostermektir.
Zira; “…Bugun size dîninizi ikmal ettim, uzerinize nimetimi tamamladım ve sizin icin din olarak İslÂm’ı beğendim…” (el-MÂide, 3) Âyeti mûcibince CenÂb-ı Hak, kullarının ilÂhî huzura sadece İslÂm ile gelmesini arzu buyurmaktadır.
LÂkin gunumuzde bir kısım insanlar:
“Şuphesiz îman edenler; yahudilerden, hristiyanlardan ve sÂbiîlerden de AllÂh’a ve Âhiret gunune inanıp sÂlih amel işleyenler icin Rab’leri katında mukÂfatlar vardır. Onlar icin herhangi bir korku yoktur, onlar uzuntu cekmeyeceklerdir.” (el-Bakara, 62) Âyet-i kerîmesini one surerek, hÂl diğer dinlerin de Hak katında gecerli olduğu mÂnÂsına gelebilecek ifÂdelerde bulunabilmektedirler.
Bu Âyet-i kerîmede CenÂb-ı Hak, İslÂm gelmeden evvelki hristiyan ve yahudilerin sÂlihlerini methetmektedir. Bu ovgu, Âlemlere Rahmet Efendimiz’in nubuvvetinden evvel yaşamış olanlar icin gecerlidir. Zira Efendimiz’in teşrifinden sonra, İslÂm dışındaki butun dinler gecersiz sayılmıştır.
Bu sebeple diğer dinlere mensup kimselerle aramızda hak-hukuk, adÂlet ve hakkı tebliğ cercevesinde beşerî munÂsebetler kurulabilir. Fakat gercek dostluk ve kardeşlik, yalnızca mu’minler arasındadır.
Şu husûsu bilhassa ifÂde etmek gerekir ki; hak din, tevhîdi kabulle başlar. Efendimiz -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-, bu sebeple her tarafa tevhîde davet mektupları gondermiştir. Mektuplarında; “Ey ehl-i kitap! Sizinle bizim aramızda muşterek olan bir soze (kelime-i tevhîd’e) geliniz: Allah’tan başkasına tapmayalım; O’na hicbir şeyi eş tutmayalım ve AllÂh’ı bırakıp da kimimiz kimimizi ilÂhlaştırmasın. Eğer onlar yine yuz cevirirlerse, işte o zaman: «Şahit olun ki biz muslumanlarız!» deyiniz.” (Âl-i İmrÂn, 64) ifÂdelerine yer vermiştir.
Hristiyanlarda teslis, yahudilerde antropomorfik Allah inancı varken, bunlar tevhid inancını benimseyen İslÂm ile nasıl aynı cerceve icerisinde değerlendirilebilir?
Bizdeki îman esaslarıyla, onlardaki esasların hicbiri birbirine uymaz. Onların peygamberlik anlayışıyla bizim peygamberlik anlayışımız arasında buyuk farklılıklar vardır. İslÂm’da butun peygamberlerin beş sıfatı[1] varken, onlarda ise iki sıfatı bulunmaktadır. Onlara gore peygamber; Allah’tan aldığı emirleri bildirir ve istikbÂlden haber verir. Yalnızca bu kadar… Peygamberler -hÂşÃ‚- gunah işleyebilir, yalan soyleyebilir, icki icebilir, hatt zina bile yapabilirler. Bizde ise peygamber ummete ornek olmalı, dini en guzel bir sûrette yaşayarak tebliğ etmelidir.
Hristiyanlıkta ukûbat, muÂmelÂt ve ahlÂk kÂideleri yoktur. Fakat İslÂm’da fÂil-i mutlak, CenÂb-ı Hak’tır. CenÂb-ı Hakk’ın kÂnunları gecerlidir. Bu gercekler ortadayken nasıl bir te’lif yoluna gidilebilir?
Efendimiz -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-’in, 10 Muharrem gunu tutulan orucu, 9-10 veya 10-11 Muharrem’de tutmamızı istemesi, hangi gÂyeye mÂtuftur?
“Herhangi bir topluluğa benzemeye calışan, onlardandır.” (Ebû DÂvûd, LibÂs, 4/4031) buyurması, hangi hikmet gereğidir?
Yine “Muhammed’in nefsini kudret eliyle tutan ZÂt’a yemîn ederim ki, bu ummetten her kim -yahudî olsun, hristiyan olsun- beni işitir, sonra da bana gonderilenlere (risÂletime) inanmadan olecek olursa mutlaka cehennem ehlinden olacaktır.” (Muslim, İman, 240) hadîs-i şerîfi, idrÂk sahibi bir gonulde nasıl yankılanmalıdır?
Yahy ibn-i Ca’de’den rivÂyet edildiğine gore Hazret-i Peygamber -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-’in ashÂbından bÂzı kimseler, yahudilerden duyarak bir kurek kemiğine yazmış oldukları bÂzı yazıları Hazret-i Peygamber -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-’e getirmişlerdi. AllÂh’ın Rasûlu onlara baktı, yere attı ve:
“Kendi peygamberlerinin kendilerine getirmiş olduğundan, başkalarına gelmiş olan peygamberlerin getirmiş olduklarına veya kitaplarından başka bir kitaba meylederek onlara rağbet etmeleri, bir kavmin dalÂletine (sapıklığına) kÂfî bir alÂmettir.” buyurdu. Bunun uzerine şu Âyet-i kerîme nÂzil oldu:
“Kendilerine okunan bu kitabı, Sana indirmiş olmamız onlara yetmiyor mu? Bunda elbette îman eden bir kavim icin rahmet ve oğut vardır.” (el-Ankebût, 51) (DÂrimî, Mukaddime, 42/484; Taberî, XXI, 6)
VelhÂsıl Efendimiz -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-, insanlığı tevhîde davet etmiştir. İslÂm, bir tevhîd dinidir. “İbrahimî dinler” diye bir şey olamaz. Cunku Yahudilik ve Hristiyanlık, İbrahimî din olmaktan cıkıp aslını kaybetmiştir.
Mesel tahrif edilmiş şekliyle gunumuzdeki Yahûdîlik, sadece Benî İsrÂil’e hasredilmiştir. Yine tahrife uğramış olan Hristiyanlık da sadece kulun kalbi ile Allah arasına hapsedilmiş, hayatın diğer sahaları uzerinde herhangi bir bağlayıcı mueyyidesi, tanzim ve tatbikÂtı olmayan bir sistem hÂline getirilmiştir. AkÂid/îman esasları bile konsillerde insanlar tarafından tespit edilmiş ve zaman zaman değiştirilmiştir. HÂlen de değiştirilmektedir.
Zaten bu dinler, aslî menşeinden kaydıkları icin CenÂb-ı Hak, Efendimiz’i gondermiştir. Bu sebeple yahudi ve hristiyanlara karşı soylenecek tek soz, “Sizin dîniniz size, benim dînim de banadır.” (el-KÂfirun, 6) Âyet-i kerîmesidir.
Peygamber Efendimiz -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- şoyle buyurmuşlardır:
“Muslumanlar, yahudiler ve hristiyanların durumu, şu zÂt ile işcilerinin misÂline benzer:
Bir kişi bir grup insanı, akşama kadar kendisine calışmaları şartıyla belli bir ucret karşılığında tutmuştur. Bunlar da gunun yarısına kadar calıştıktan sonra:
«‒Senin bize vereceğin ucrete ihtiyacımız yok. Yaptığımız iş de boşa gitsin.» dediler.
Kiralayan zÂt:
«‒Yapmayın, işinizin kalan kısmını tamam*layın ve ucretinizi tam olarak alın!» dedi. Onlar bu teklifi kabul etmeyip işi terk ettiler.
O zÂt da onlardan sonra başka insanlar kiraladı ve onlara:
«‒Gunun kalan kısmını tamamlayın, onlara vaad ettiğim ucreti size vereyim!» dedi. Onlar da calıştılar. İkindi vakti olunca onlar da:
«‒Şimdiye kadar yaptığımız işler senin olsun, biz anlaşmayı bozuyoruz. Calışmamız karşılığında bize vaad ettiğin ucret de senin olsun, onu da istemiyoruz.” dediler.
Kiralayan zÂt onlara da:
«‒Calışmanızın kalan kısmını tamamlayın, zÂten gunun bitmesine az bir şey kaldı!» dedi. Fakat direttiler ve calışmadılar.
O zÂt gunun kalan kısmında calışmak uzere bir top*luluk daha kiraladı. Onlar gunun kalan kısmında calıştılar, guneş batınca evvelki iki gruba da verilecek ucreti tam olarak aldılar. (Yani oncekilere teklif edilen ucretin iki katını aldılar.) İşte bu, muslumanların ve bu nûrdan ka*bul ettikleri şeyin misÂlidir.” (BuhÂrî, İcÂre, 11)
Bir gun Hazret-i Omer t, elinde bir kısım Tevrat sayfaları ile Peygamber Efendimiz -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-’e gelip:
“–Ey AllÂh’ın Rasûlu! Bunlar Tevrat’tan bazı kısımlar… Onları Zurayk Oğulları’na mensup bir arkadaşımdan aldım.” dedi.
Peygamber Efendimiz’in yuzunun rengi birden değişiverdi. Bunun uzerine Abdullah bin Zeyd -radıyallÂhu anh-, Hazret-i Omer’e:
“–Allah senin aklını başından mı aldı? RasûlullÂh’ın yuzu ne hÂle geldi, gormuyor musun?” dedi.
HatÂsını anlayan Hazret-i Omer -radıyallÂhu anh- hemen buyuk bir aşk ile:
“–Rab olarak Allah’tan, din olarak İslÂm’dan, peygamber olarak Muhammed -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-’den, onder olarak Kur’Ân’dan rÂzı olduk.” dedi.
Bunun uzerine Allah Rasûlu’nun yuzunde guller actı, uzuntusu gitti. Sonra da O Gonuller Tabîbi şoyle buyurdu:
“–Nefsim kudret elinde olan AllÂh’a yemin ederim ki, eğer Mûs -aleyhisselÂm- aranızda olup da ona uyarak beni terk etseydiniz, derin bir dalÂlete duşmuş olurdunuz. Siz ummetler icinde benim nasîbimsiniz, ben de peygamberler icinde sizin nasîbinizim.” (Heysemî, I, 174)
VelhÂsıl Âyet-i kerîmede buyrulduğu uzere:
“Kim İslÂm’dan başka bir din ararsa bilsin ki, ondan (boyle bir dîn) asl kabul edilmeyecek ve o Âhirette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrÂn, 85)
CenÂb-ı Hak, bizleri nasîbi olmakla şereflendirdiği Habîb-i Ekrem Efendimiz’in yuzu suyu hurmetine, Yuce ZÂt’ına lÂyık bir kul, Habîb’ine lÂyık bir ummet eylesin.
Âmîn…
Dipnot:
[1] Bu beş sıfat şunlardır: Sıdk, EmÂnet, FetÂnet, Tebliğ, İsmet.
Şebnem Dergisi
__________________
Hak Katında Din,İslÂm'dır
Dini Bilgiler0 Mesaj
●29 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Kültür & Yaþam & Danýþman
- Eðitim Öðretim Genel Konular - Sorular
- Dini Bilgiler
- Hak Katında Din,İslÂm'dır