Hakk'ı Arayışın Brezilya'dan İstanbul'a uzanan oykusu...
Bize kendinizi tanıtır mısınız?

AHMED: Adım Ahmed Garcia. Dindar Katolik bir ailenin cocuğu olarak dunyaya geldim ve 13 yaşıma kadar tam bir teslimiyet icinde hristiyan olarak yaşadım, ailem ile beraber her pazar sabahı kiliseye giderdik. 13 yaşıma geldiğimde Hristiyanlıktaki, İncil’deki celişkiler beni kiliseden uzaklaştırdı ve Hakk’ı arayış seruvenim işte o zaman başladı diyebilirim. Tanrının var olduğunu tum kalbimle kabul ediyordum ama Hristiyanlık’ta anlatılan Tanrı benim kalbimde yaşattığım tanrıdan cok uzaktı.

20. yuzyıl başından beri suregelen devrimler, ic savaşlar neticesinde dunyanın dort bir yanından insanlar Brezilya’ya goc etmeye başladı ve doğal olarak gelirken beraberlerinde dinlerini ve kulturlerini de getirdiler. Ve bugun Brezilya, İslam’ın, Hristiyanlığın, Hudizmin ve kucuk buyuk her dinin rahatca barındığı ve bu dinlerin mensuplarının rahatca dinlerini tebliğ ettikleri bir ulke konumunda.

– Evet, gelelim Hakk’ı arayış seruveninizin başlangıcına. İlk once Allah’ı nerede aradınız?

AHMED: 13 yaşımdayken Fransız filozof Allan Kardec tarafından bulunan spiritizm doktrinini araştırdım. Bu doktrin ruhlar Âleminde ruhların serbestce dolaştıklarını, icinde bulundukları beden olunce başka bir bedene girdiklerini savunan bir doktrin, bir ceşit reenkarnasyon inancı diyebiliriz. Burada aradığımı bulamayınca once Taoizme sonra Budizme yoneldim. Bu arayışların o dinden bu dine gidiş gelişlerin arkasındaki hikmetin beni İslam’a hazırlamak olduğunu yıllar sonra Musluman olunca anladım.

– Nasıl bir hazırlanıştı bu, birkac ornekle muşahhaslaştırır mısınız?

AHMED: Orneğin Budizm ile tasavvuf arasında bazı benzerlikler var. Budist tapınağında kalırken bize gecenin 1/3 unde insanın enerjisinin cok yoğun olduğunu, bu saatte uyanmamızı ve meditasyon yapmamızı onemle soylerlerdi. Musluman olduğum zaman bana verilen ilk tavsiye de buydu, seher vakti uyanık olmak ve ibadet etmek ve bilhassa tevbe etmek.

Bir de riyazat orneği var ama hedefler farklı; Budizm’de hedef nefsi oldurmektir-ki bu imkansız bir şey- İslam’da ise nefsi kontrol altında tutmak ve dizginlemek hedeftir.

– Ozetle her kapıyı caldınız ama doğru kapıyı bir turlu bulamadınız. İslam’ın kapısını neden hic calmadınız?

AHMED: Bu cok onemli bir soru ama cevabı da bir o kadar acı ve hatta ummetin şu anki halini gozler onune serme acısından da dehşet verici: Brezilya’da İslam eşittir teror demekti. “Tum Muslumanlarda sebepsiz adam oldurme potansiyeli vardır” on yargısı hakimdir. Onlar yakar, onlar yıkar, onlar her şeyi mahveden insanlardı. İslam’ın gayesinin zıddıyla tanınmasında sadece taraflı medyayı da suclayamayız. Musluman olarak kendimizde de hatayı aramalıyız. Mesela; Brezilya’daki Musluman nufusunun coğunluğunu Araplar oluşturur ve aşırı milliyetci oldukları icin başka dinden ve milletten insanlarla iletişime acık değiller. Bu sebeplerden oturu o yıllarda İslam’ı araştırmayı hic duşunmedim.

– Budizmden sonraki durak neresiydi?

AHMED: Budizmden sonra gitmek istediğim bir yer yoktu o an icin. Tek hedefim rahip olup en uc noktaya yani nirvanaya erişmekti. Ve tabii burada da aradığımı bulamadım, kalbim hicbir şekilde itminana ermiyordu. O yıllarda 25 ya da 26 yaşımdaydım, bir gece ruyamda biri bana: ‘Sizler hepiniz yaşayan olulersiniz, hakikati oldukten sonra değil şimdi anlamak istiyorsan 1 haftaya kadar bavulunu hazırla ve yola cık.’

Hic tereddut etmeden ertesi gun işimden istifa ettim. Cok meşhur bir tiyatroda oyuncu olarak calışıyordum, istifamı duyan herkes delirdiğimi sanmış. Bir ruyaya gore hayatımın akışını belirlemek başkalarına gore sacmaydı ama o yaşa kadar hep mistik dinlerle ilgilendiğim icin tabii olarak sadece ruyalara değil; cevremde yaşanan her olaya, karşılaştığım her duruma buyuk ehemmiyet verir, ben anlamasam da her işte bir hikmet muhakkak gizlidir diye duşunurdum. Neyse 1 hafta dolmadan yola cıktım, Brezilya’nın başkentine gittim.

O gunlerde dini bir festival vardı Brezilya’da, o festivalde Pablo isminde biriyle tanıştım. Pablo, gunde 3 kez secde ederek ibadet ediyordu ve bu ibadet şeklini Muslumanlardan gorduğunu ve hoşuna gittiği icin yaptığını soyledi. Birkac gun icinde aramızda manevi bir yakınlık hasıl oldu. Festival bittikten sonra bana: “Arjantina’ya bir alternatif tarım araştırma merkezine gidiyorum. 12 kişilik bir ekibimiz var, bize katılmak ister misin?” diye sordu. Hemen kabul ettim. Birlikte Patagonya’ya gittik. Patagonya ormanlarının icinde ki bu araştırma merkezinde Pablo da ben de teknisyen olarak calışıyorduk. Pablo bir gun ‘Kur’an’da matematiksel mucizeler’ isimli bir makale getirdi bana ve “oku, ilgini cekeceğine eminim” dedi. Makalede Fatiha suresinin meali ve Portekizce okunuşu vardı. ‘Elhamdulillahi Rabbil Alemin’ ayetini tekrar tekrar okumaktan kendimi alamıyordum, sonra mealini okudum: ‘Hamd olsun alemlerin Rabbına’. Bir an zahiren sessizliğe burundum, ama aynı anda bÂtınımda da fırtınalar koptu sanki.

Yani Kur’an ile ilk tanışmam, Allah ismine ilk aşık olmam Kur’an’ın ilk suresinin ilk ayet-i celilesiyle oldu. Fatiha suresinin tamamını okuduğum zaman ise o gune kadar olan tum yaşamım gozumun onunden gecti ve sanki bu 7 ayet benim tum yaşadıklarımın ozetiydi. O anki duygularımı kelimelere sığdırmam cok zor; ancak, bu hissi yaşamışlar anlayabilir.

Musluman olduktan sonra Kur’an-ı Kerim’de Ra’d Suresi’nde gecen “Kalpler ancak Allah’ın zikriyle mutmain olur” ayetini okuduğumda Fatiha Suresi’ni ilk okuduğum anda kalbimde olan o değişikliği daha iyi anladım. Cunku kalbimin ihtiyac duyduğu gıda zikirdi ve o yıllarda henuz Musluman olmamış ta olsam “Elhamdulillahi Rabbil Alemin” lafzı celilesi kalbimde kısa sureli bir sekinet hali sağladı.

O makalede ayrıca Kur’an-ı Kerim’de var olan matematiksel şifrelerdi, ozellikle Allah’ın 99 ismi olduğundan; 19 sayısının ve katlarının tekrarından, Arap alfabesindeki her harfin bir sayı değerinin olmasından bahsediliyordu.

Ertesi gun hemen Kur’an-ı Kerim’in İngilizce tercumesini buldum ve okumaya başladım. Okuduğum bir sureyi tekrar tekrar okumak istiyordum. Ne kadar ilginc diye de kendime hayret ediyordum cunku o gune kadar okuduğum hicbir kitabı 2. kez okumayı duşunmemiştim. İnsan bildiği bir şeyi tekrar okuyunca pek zevk almaz ama Kur’an oyle değildi, her okuyuşta ayrı bir ufuk acıyordu sanki bana. Ve şundan cok emindim ki, bu kitap yıllardır izini surduğum O Yaratıcının yeryuzune yolladığı bir kitaptı.

– Peki o donemde neden hemen İslam dinini kabul etmediniz? Kafanızı kurcalayan şupheleriniz mi vardı?

AHMED: Kur’an coktan kalbimi feth etmişti bir kere. Ama İslam dinine nasıl girilir, her isteyen bu dine mensup olabilir mi, olunursa nasıl Musluman olunur? İşte bunların hicbirini bilmiyordum ve sorabileceğim kimse de yoktu etrafımda.

Şuphe meselesine gelince, tek bir şeyden iyice emin olmak istiyordum; o da İslam’da manevi hayat meselesi, yani İslami tabirle tasavvufmuş aslında aradığım. İnternetten hemen bu konuyu da araştırdım ve sonsuz kere şukrolsun ki karşıma Mevlana ve Mesnevisi cıktı.

O gunlerde her kapı sanki daha anahtarı elime almadan kendiliğinden acılıyordu ve bu acılan kapıların birinde beni 13.yuzyıldan elini bana uzatan Rumi (ks) bekliyordu. Sabah akşam Mesnevi okur hale gelmiştim. Sanki ben okumuyordum da Rumi (ks) bana okuyordu, ben de dizinin dibinde oturmuş O’nu dinliyordum. Zaman icinde anladım ki İslam, tasavvuf demek; tasavvuf, İslam demekmiş. Ve bugunlerde anladığım başka bir şey daha var; o da bu donemde okuduğum Mesnevi’nin beni ileride hocam olacak Osman Nuri Topbaş Hocaefendi’nin talebeliğine hazırladığı…

– Brezilya’ya geri donmeye nasıl karar verdiniz?

AHMED: Yine gorduğum bir ruya uzerine hareket ettim diyebilirim. Ruyamda bir mahkeme salonundayım, salonun tam ortasında bir ateş vardı; ateşin bir tarafında ben vardım, diğer tarafında azap icinde kıvranan insanlar vardı. Arkama baktım, hakim kursusunde bir adam oturuyor ve bana şoyle dedi: ‘Başka seceneğin yok evladım, buradan gitmek zorundasın. Hayatta seni bekleyen cok onemli vazifeler var, bu insanları ateşten kurtaracaksın vakti gelince ama şimdi git.’

Bu ruyayı 3 gece ust uste gordukten sonra artık iyice emindim gitmem gerektiğine ve sonucta Brezilya’ya geri dondum ve Curitiba’daki camiiye gittim. Camiinin girişinde bir Musluman ile tanıştım, adı Cemal’di. Cok cana yakın ve bilgili birisiydi. Bana İslam’ı en guzel şekilde hem hal hem de kal ile tebliğ etti diyebilirim. Ertesi gun tekrar camiye gittiğimde oradaki insanlara Cemal’i tanıyıp tanımadıklarını sordum, soruma cevap bile vermediler ve hatta kaba davrandılar diyebilirim. Tarif edilemez bir hayal kırıklığı yaşadım ve uzgun bir şekilde eve dondum. Bu hayal kırıklığından sonra tekrar doğaya donmeye, huzuru doğada aramaya karar verdim. Amazon ormanlarında Rio Bramco denilen bir bolgede 2 yıl kaldım. Bu iki yılın ilk altı ayını yalnız gecirdim, meditasyon yapıyordum. Bir sure sonra yalnızlık sıkıcı gelmeye başladı ve yine bu bolgede yaşayan St. Daime grubuna katıldım. Bu insanlar Hristiyanlık kulturu, Afrika kulturu ve Kızılderili kulturunden oluşan bir inanc sistemi geliştirmişlerdi. İslam’ı cağrıştıran bazı yonleri de vardı diyebilirim. Mesela beyaz ve yeşil rengin daha on planda olması, kıyafetlerinin beyaz olması ve kadınların tesetture riayet etmesi ve ibadet ederken haremlik selamlık oturmaya dikkat etmeleri gibi…

– Nasıl ibadet ediyordunuz? Onlara Kuran-ı Kerim’den hic bahsettiniz mi?

AHMED: Kadınlar bir tarafta biz erkekler diğer tarafta tambor denilen bir enstruman calıp ilahiler soyluyor sonra meditasyon yapıyorduk ve bazen de İncil’den okuyorduk.

Kuran-ı Kerim’e gelince; o donemde İslam, dolayısıyla Kur’Ân hayatımdan tamamen cıkmıştı diyebilirim. Ta ki istikbalde eşim olacak Nuran hanıma rastlayıncaya kadar.

O da benim gibi duşmuş yollara Hakk’ı hakikati arıyormuş. Bir gun bize daha evvel hic duymadığımız soz oğretti: Bismillahirrahmanirrahim.

Bu nedir diye sorduğumuzda: “Herşeyin başlangıcı, Cennet kapısının anahtarı” dedi.

Tıpkı Fatiha suresini ilk defa okuduğumdaki hislere burundu kalbim. Artık hepimizin dilinde telaffuzu zor da olsa bu muhteşem kelime vardı. Bize tarifsiz bir huzur ve kalbimize genişlik veriyordu.

Nuran hanımdan oğrendiğimiz bir başka guzellik de, hala dilimden duşuremediğim bir Mevlevi ilahisiydi:

Ya Rabbi aşkın ver bana
Hu diyeyim done done
Seni gorurum her yerde, Allah
Hu diyeyim done done.
__________________