Allahu ZulcelÂl’in muhabbeti icin vesileler arayalım
Allah-u Zulcelal insanı sevmek, sadakatle bağlanmak istidadıyla yaratmıştır. Her insan dunyaya geldiği gunden itibaren ceşitli sevgi ve bağlanma tecrubeleri yaşayarak gelişir. Anasını babasını sever, eşini, cocuğunu, dostunu sever, arabasını evini sever fakat bu sevgi dairelerinden gecerken insan hep imtihan olur. Allah-u Zulcelal; “Mallarınız ve cocuklarınız ancak birer fitnedir; Allah katında ise buyuk bir mukÂfat vardır.” (TeğÂbun; 15) buyurarak, buyuk bir sevgi duyarak gonul bağladığımız şeylerin şiddetli bir imtihan olduğunu haber veriyor.
Allah-u ZulcelÂl kullarının kalbine ceşitli sevgilere karşı meyil vermiştir fakat bu sevgileri Allah sevgisi icin feda etmesini de istemiştir. Allah-u ZulcelÂl, kullarının kalbinin tam bir ihlÂsa ermesi, saflaşması ve karışıklıktan kurtulması icin onları ceşitli duygularını feda etmekle imtihan etmektedir. Mesela; Sahabe-i Kiram, Allah yolunda hicret ve cihad icin mallarını ve ailelerini terk etmekle mukellef tutuldular. Hatta bunu yapmayanlar fasık sayıldılar ve şiddetle tehdit edildiler; “Onlara de ki; eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, kadınlarınız, akrabalarınız, kabileniz, elde ettiğiniz mallar, kesada uğramasından korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız evler ve meskenler, size Allah ve Resulunden ve Allah yolunda cihaddan daha sevimli ise, artık Allah'ın emri gelinceye kadar bekleyin. Allah boyle fasıklar topluluğuna hidayet nasip etmez.” (Tevbe; 24)
Kişinin gonul bağladığı şeylerle yaşadığı imtihanlar ateş ustunde arınmak gibi insanı arındırır ve bunun sonucunda kalbindeki sevgi de saflaşır. Zaten Cenab-ı Hakk’ın kullarını yeryuzu gurbetine indirip, ceşitli belalar ile imtihan etmesinin bir hikmeti de budur. Allah-u Zulcelal istiyor ki kulları, Rabbini arasın, istesin, muhabbetle şevk ve iştiyak duysun…
Rabbimiz bizi her an goruyor olsa da biz O’na karşı perdeliyiz ve ona hasret duyuyoruz. Ama ote yandan O’nu bize tanıttıran ve bizi O’na ulaştırabilecek olan ceşitli hidayet ve yakınlaşma vesileleri de ihsan edilmiş ve o vesilelere sarılmamız emredilmiştir: “Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve O'na yaklaşmak icin vesile arayın.” (Maide; 35)
Allah'a yaklaştıran butun vesilelerin butun ortak noktası ise, Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi veselleme uymaktır: “De ki: Eğer Allah'a muhabbetiniz varsa hemen bana uyun ki, Allah da sizleri sevsin ve suclarınızı affetmekle ortsun. Allah Gafûr'dur, Rahîm'dir.” (Âl-i İmrÂn, 31)
Allah'ın kitabı, bizi Allah'a yaklaştıran bir vesiledir. Okumak, uzun uzun okuyarak namaz kılmak ve icindeki hukumleri uygulamak. Hepsinin talim ve tatbiki Peygamberimize uymakla gercekleşir. Peygamber efendimize uydukca kalbimizdeki karmakarışık bir suru meyil ve eğilim duzene girer, kendine ait olan yeri bulur.
Allah'ın butun emirleri bizi sevgi imtihanından gecirir. Namaz ve oructa, nefsimizin sevdiği şeylere karşı olan duygularımızı feda etmeden Allah'ı razı edemeyiz. Mali ibadetleri yerine getirirken sadece mala karşı duyduğumuz sevgiden değil, kendileri icin mal mulk biriktirme sevdasına duştuğumuz evlatlarımıza karşı duyduğumuz sevgiden de fedakÂrlık ederiz. Peygamber efendimiz torunlarını opup severken, “Siz cocuklar, anne babalarınızı (infakta) cimriliğe, (cihatta) korkaklığa, (ilim oğrenmekten geri kalıp) cahilliğe suruklersiniz,” (Tirmizî, “Birr”, 11; İbn MÂce, “Edeb”, 3) buyuruyordu.
Kısacası, sevgilerimiz Allah'a giden yolda engellerimizdir. Bu sebeple tasavvufta kalpten masivayı, yani Allah'tan başka her şeyi cıkarmak onemli bir gayedir.
Başka sevgiler Allah’a
itaatimize engel olmamalı
KÂinata baktığımızda akıl almaz bir buyuklukle karşılaşıyoruz. Sayısı belirsiz galakside trilyonlarca yıldız, gezegen… Bu kadar buyuk bir kÂinatta butun insanlar, kucuk bir gezegene, dunyaya doldurulmuş.
Allah-u TeÂlÂ, her şeye kadir olduğuna gore dileseydi her bir insanı Hz. Âdem aleyhisselam gibi yetişkin halinde topraktan yaratır, her bir gezegeni de dunya gibi hayata elverişli kılıp, butun insanları onlara tek başına yaşayabilecekleri şekilde yerleştirebilirdi. Sonra her bir insana kÂinatın omru kadar omur verip, “Başka hicbir şeyle meşgul olma, yalnız bana kulluk et” diye emredebilirdi. Hepimizi bir dunyada yaratması, birbiri ardınca nesiller olarak getirmesi, aramıza turlu turlu bağlar koyması hep onun iradesinin neticesi.
Allah TeÂl bir ayet-i kerimede insanı ceşitli turden akrabalık ilişkileri icinde yaratmasına dikkat cekerek şoyle buyurur, “Sudan bir insan yaratıp ona bir soy ve hısımlık bağları yapan O'dur. Rabbinin her şeye gucu yeter.”(Furkan; 54)
Demek ki Allah-u Zulcelal, bizi birbirimizden ve birbirimize karşı sevgi ve şefkat duyar şekilde yaratmayı secmiş, aramıza ceşitli duygular koymuş. Hem bizi aramızdaki bağları koparmayı, bencilleşmeyi de yasaklamış, sıla-ı rahmi emretmiştir: “Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan ve ikisinden bircok erkekler ve kadınlar uretip yayan Rabbinizden sakının. Adını kullanarak birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah'tan ve akrabalık haklarına riayetsizlikten de sakının. Şuphesiz Allah sizin uzerinizde gozetleyicidir.”(Nisa; 1)
Dikkat edersek Allah-u ZulcelÂl insanlarla ilişkilerimizde gorevlerimizi yerine getirmeyi ve şefkatle muamele etmeyi emrediyor. Ote yandan Allahu Zulcelal’in sevgisinden başka sevgilere takılıp kalmak, bunları asıl gaye haline getirmek de insanda eksen kaymasına sebep oluyor. Bu sebeple Allah'ın herhangi bir emri ile bir sevdiğimize karşı olan duygularımız arasında kaldığımız zaman Allah'ın emrinin hemen ağır basması, diğer duyguyu hakkı olan sınıra doğru itmesi gerekiyor.
Eğer insan kalbinin asıl eksenini Allah sevgisine gore ayarlayıp, diğer butun sevgileri ise “Allah icin” ve “Allah'ın rızasına uygun olacak şekilde” uygun birer yorungeye oturtursa, işte ancak o zaman semadaki o mukemmel ahengi ic Âleminde de kurabiliyor. O zaman her bir sevgi, kendi ağırlığına uygun bir yorungede akıp gidiyor ve hicbir sevgi diğeriyle carpışmadan insanın ic dunyasını zenginleştiriyor.
Elbette bu ahengi kurabilmek icin once kalbi Muhabbetullah’a ayarlı bir eksene oturtmak gerekiyor. Bunun da bir usulu var elbette.
Sevgiler birbirinden ne kadar farklı olsa da hepimiz biliyoruz ki butun sevgilerin bir ortak yonu var; “Sevgi, beraberlik istiyor.” Bir kişiyi cok sevdiğinizi soyleseniz ama hic arayıp sormasanız, hic ziyaret etmeseniz, “Bu nasıl sevgi yahu?” demez mi? Demek ki kuru kuruya bir sevgi iddiasını herhangi fani bir insan bile kabul etmiyor.
Muhabbeti icin vesileler arayalım
Cevamiul kelim mucizesinin sahibi Peygamber efendimizin, “Kişi sevdiğiyle beraberdir” (BuhÂrî, Edeb, 96) hadis-i şerifi, bir yerde, “Seven, sevdiğiyle beraberlik icin fırsat kollar, beraber olmaya care arar” manasını da işaret ediyor. Oyleyse Allah'a karşı sevginin de ispatı ancak Allah'a yaklaşmak icin vesileleri kollamak, hicbir fırsatı kacırmamaya calışmakla mumkun.
Meşhur kudsi hadis-i şerifte Cenab-ı Hak; “Kulum kendisine farz kıldığım şeylerden daha sevimli herhangi bir şeyle Bana yakınlık kazanamaz. Kulum Bana (farzlara ilÂveten işlediği) nafile ibadetlerle durmadan yaklaşır. Nihayet Ben onu severim. Kulumu sevince de Ben onun (Âdeta) işiten kulağı, goren gozu, tutan eli, yuruyen ayağı, akleden kalbi ve konuşan dili olurum. Ben’den her ne isterse, onu mutlaka veririm. Bana sığınırsa, onu korurum.” (Bkz.BuhÂrî, Rikāk, 38; Ahmed, VI, 256; Heysemî, II, 248) buyuruyor.
Bunun icin, Allah-u Zulcelal ile baş başa kalmaya iştiyak duyarak ibadet etmek gerekiyor. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz buna işaretle, “Allah, bir toplulukla gece yolculuğuna cıkan ve o toplulukta bulunanlara uykunun en tatlı olduğu ve başlarını yere koyup uyudukları bir zamanda, kalkıp Allah’a yalvarıp yakaran ve Allah’ın Âyetlerini okuyan kimseyi sever.” (NesÂî, ZekÂt, 75) buyuruyor.
Samimiyetle itaat şartı
Sevginin bir gereği de, sevilenin rızasını kazanmayı her şeyden cok arzu etmektir.
Yahya b. MuÂz rahmetullahi aleyh buna işaretle, “Hukum ve hududuna riayet etmeden Allah'ı sevdiğini iddia eden samimi değildir” buyuruyor. Oyleyse Allah-u ZulcelÂl’in emir ve yasaklarına uymadan sevdiğini iddia etmenin bir gecerliliği olamaz.
Elbette coğumuz Allah'ı sevmediğimiz icin değil, ama Allah'ın emirlerine uyma konusunda nefsimize soz geciremediğimiz icin bu hususta eksiklik yapmaktayız. Bunun da sebebi kalbimizdeki Allah sevgisinin kuvvetli bir şekilde yerleşip butun varlığımızı kaplamamış olmasıdır. Bunun sebebi ise az zikretmektir. Kişinin Allahu ZulcelÂl’i zikri ne kadar artarsa, Allahu ZulcelÂl’e olan Muhabbeti de o kadar artar, kuvvetlenir. Kalpte de muhabbet ne kadar kuvvetli olursa Allah icin yapılan fedakÂrlıklar da gozde o kadar kuculur. Bayezid-i Bestami rahmetullahi aleyh, “Muhabbet, senden olan cok şeyi, (ibadet ve taati) az gormen; Sevgili’den olan lutuf ve ihsanı cok gormendir” buyuruyor.
Esasen insan, Allah'ın lutuflarını hakkıyla tefekkur edecek olsa, Onun istediği fedakÂrlıkların onun yanında ne kadar az olduğunu kavrar. Allah'ın verdiği nimetlerin sadece birazını feda etmemizi istediğini, ustelik buna ebedi bir mukÂfat vaad ettiğini gorur. Bunları tefekkur edince de muhabbeti ziyadeleşir.
İnsan aklıselimini guzel kullandıkca Allah'ı ne kadar cok sevmesi gerektiğini anlar. Bu sebeple İbni Ata rahmetullahi aleyh der ki: “Muhabbet, kalplere dikilen fidanlardır; aklın olcusunde meyve verir.”
Muhabbetullah kalbte bir nurdur
Âlim ve evliyaların tarifine gore, muhabbetullah ve marifetullah kalpte bir nurdur. Bu nur, ibadetle, zikirle iyice kalbe kok salar ve sonunda kul sırf “Allah icin” olur. Kalbindeki butun sevgiler ve sarf ettiği butun cabalar sadece Allah icindir.
Bu sebeple de kendi nefsi adına bir duygusu kalmamıştır ve Allah'ın dinine hizmetin veya Allah'ın emirlerine uymanın onun dunyevi hayatına getireceği zorluk ve sıkıntıları hissetmez olur. Yahya b. Muaz muhabbetin bu derecesi hakkında, “Hakiki muhabbet eza ve cefa ile eksilmez, iyilik ve ihsan ile de artmaz,” buyurur. Boyle bir muhabbete eriştiği zaman, Allah'tan gelen hicbir bela ve imtihan kişinin kalbini bulandırmaz.
Kuvvetli muhabbetin bir işareti de, sevilen Zat’ın adı anıldığı zaman kalpte bir urperişin meydana gelmesidir. Mecazi bir aşkta bile Âşık olan sevgilisinin adı anıldığı zaman yuzunun rengi değişerek kendini ele verir. Elbette boyle bir kul da, “Allah bunu emretti” sozunu duyunca hemen harekete gecer ve hicbir tereddut gecirmez. Ayet-i kerimede boyle bir kalp hassasiyetine sahip olan sahabelerin hali şu ifadelerle ovulmuştur: “Mu’minler ancak o kimselerdir ki, Allah’ın adı anıldığı zaman kalbleri titrer. Kendilerine Onun Âyetleri okunduğunda imanları artar ve onlar yalnız Rablerine tevekkul ederler.” (EnfÂl; 2)
İnsanın kalbi Allah'ın muhabbetiyle hassaslaşınca, şehvetlerin verdiği ağırlık ve gafletten kurtulur ve her şeyi selim bir akılla gormeye başlar. Bu durumda da fani olan dunyaya değer vermez, insanların duşkunluk gosterdiği şeyleri kucumser, Allah'ın sevgisine layık bir kul olmayı asıl gaye edinir. Boyle yaptıkca da Allah o kulunu daha cok sever ve ona sevgisini nasip eder. Peygamber efendimiz şoyle buyuruyor: “Allah, takva sahibi, gonul zengini ve kendisini ibadete vererek şan ve şohretten uzak duran, nefsinin ıslahı ile meşgul olan kulunu sever.” (Muslim, Zuhd, 11)
İşte tasavvuf yolunun gayesi de insanı Allah'a sevdirmek ve Allah'ın sevgisiyle insanı yuksek makamlara eriştirmektir.
Alıntı;
HATİCE KUBRA ERGİN
__________________
İnsanın Sevgi İmtihanı
Dini Bilgiler0 Mesaj
●30 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Kültür & Yaşam & Danışman
- Eğitim Öğretim Genel Konular - Sorular
- Dini Bilgiler
- İnsanın Sevgi İmtihanı