Allah Resulu’ne (sellallahu aleyhi ve sellem) ve Ehl-i Beyt’e karşı sevgimiz nasıl olmalı? Onları severken nelere dikkat etmeliyiz?

“-Babam zĂ‚hir ve bĂ‚tın; yani kalbî ilimlerde cok Ă‚lim idi. Her zaman Ehl-i Beyt’i sevmeyi tavsiye ve teşvik eder, bu sevginin insanın son nefeste îman ile gitmesine vesile olacağını soylerdi. Vefatı esnasında, başucunda idim ve şuurunun azaldığı son anlarda kendisine nasihatini hatırlatıp sessizce sordum:

«-Ehl-i Beyt sevgin sana tesir ediyor mu?» O hĂ‚lde iken:

«-Ehl-i Beyt’in muhabbetinin deryasında yuzuyorum.» buyurdu.

Rabbime hamd ve senĂ‚ ettim. Anladım ki, Ehl-i Beyt’in sevgisi, Ehl-i Sunnet’in sermayesidir.” buyurmakta, buyuk mutasavvıf İmĂ‚m-ı RabbĂ‚nî Hazretleri…

Ehl-i Beyt, Peygamber Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-’in butun Ă‚ile fertlerine denir. Mubarek hanımları, kızı Hazret-i FĂ‚tıma, damadı Hazret-i Ali ve onların cocukları Hazret-i Hasan ve Hazret-i Huseyin Efendilerimiz ile, onların cocukları ve torunlarının hepsine verilen isimdir.

SİZİ TERTEMİZ YAPMAK İSTİYOR

Hz. Âişe -radıyallĂ‚hu anhĂ‚- Annemiz şoyle anlatmaktadır:

“Rasûlullah Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, uzerlerinde siyah yunden nakışlı bir elbise olduğu halde sabahleyin (evden) cıktılar. O esnĂ‚da Hasan bin Ali -radıyallĂ‚hu anh- geldi, onu ortunun altına aldılar. Sonra Huseyin -radıyallĂ‚hu anh- geldi, onunla beraber girdi. Sonra FĂ‚tıma -radıyallĂ‚hu anhĂ‚- geldi, onu da ortunun altına aldılar. Sonra Ali -radıyallĂ‚hu anh- geldi, onu da aldılar. Sonra da şu Ă‚yet-i kerimeyi tilĂ‚vet eylediler:

«Ey Ehl-i Beyt! Allah TeĂ‚lĂ‚, sadece sizden gunahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor!» (el-AhzĂ‚b, 33)” (Muslim, FedĂ‚ilu’s-SahĂ‚be, 61)

ALLAH’IN EHL-İ BEYT’E HİTABI

Bir bolumu hadîs-i şerîfte zikredilen bu Ă‚yet-i kerîmede, CenĂ‚b-ı Hak, Ehl-i Beyt’e hitĂ‚ben şoyle buyurmaktadır:

“Ey Peygamber hanımları! Siz, kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz. Eğer (Allah’tan) korkuyorsanız, (yabancı erkeklere karşı) cekici bir edĂ‚ ile konuşmayın! Sonra kalbinde hastalık bulunan kimse umide kapılır. MĂ‚ruf uzere, uygun, ciddî ve ağır başlı bir şekilde konuşun! Evlerinizde oturun, eski cĂ‚hiliye Ă‚detinde olduğu gibi acılıp sacılmayın! Namazı kılın, zekĂ‚tı verin, Allah’a ve Rasûlu’ne itaat edin! Ey Ehl-i Beyt! Allah TeĂ‚lĂ‚, sadece sizden gunahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.” (el-AhzĂ‚b, 32-33)

EHL-İ BEYT’İ SEVMEK MU’MİNLERE FARZDIR

Başka bir Ă‚yet-i kerîmede de CenĂ‚b-ı Hak:

“…De ki: Ben sizden yakınlarımı sevmekten gayri bir karşılık istemiyorum…” (eş-ŞûrĂ‚, 23) buyurarak Peygamber Efendimizin, peygamberliğinin mukĂ‚fĂ‚tı olarak, bize, O’nun yakınlarını boyle bir sevgiyle sevmemizi emretmiştir. Bu Ă‚yetle ilgili tefsirlerde farklı rivĂ‚yetler de vardır.[1]

Âyet-i kerîmede gecen “meveddet” kelimesi, muhabbetten daha şiddetli bir sevgiye denir. Ehl-i Beyt’i sevmek, mu’minlere farzdır. Son nefeste îmĂ‚n ile gitmeye bir vesîledir.

Sa’lebî’nin “el-Kebîr”, Zemahşerî’nin “el-KeşşĂ‚f” ve Fahreddin RĂ‚zî’nin “el-Kebîr” isimli tefsirlerinde ŞûrĂ‚ Sûresi 23. Ă‚yet-i kerimesinde gecen “meveddet” kelimesinin tefsiri sadedinde şu ifadelere yer verilmiştir:

“Biliniz ki, her kim Âl-i Muhammed’in (Ehl-i Beyt’in, Peygamber Efendimiz’in Ă‚ilesinin) sevgisiyle olurse, şehid olarak olmuştur. Biliniz ki, her kim Âl-i Muhammed’in muhabbetiyle olurse, bağışlanmış olarak olmuştur. Biliniz ki, her kim Âl-i Muhammed’in muhabbetiyle olurse, tevbe etmiş olarak olmuştur. Biliniz ki, her kim Âl-i Muhammed’in muhabbetiyle olurse, îmĂ‚nı kĂ‚mil olan mu’min olarak olmuştur. Biliniz ki, her kim Âl-i Muhammed’in muhabbetiyle olurse, olum meleği onu cennetle mujdeler.”

Peygamber Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- yine Ehl-i Beyt’i kastederek şoyle buyurmuşlardır:

“AllĂ‚h’a yemin ederim ki, sizi Allah icin ve benim yakınlığım dolayısıyla sevmedikce hicbir musluman kişinin kalbine îman girmez.” (Nesaî, Tirmiz&#238

“Size bahşettiği nimetler sebebiyle Allah TealĂ‚’yı sevin. Beni, Allah sevgisi icin sevin. Ehl-i beytimi de benim sevgim dolayısıyla sevin.” (Tirmizî, MenĂ‚kıb, 31/3789)

İmam ŞĂ‚fiî Hazretleri, Ehl-i Beyt’in muhabbetiyle ilgili olarak bir gazelinde şoyle demektedir:

“Ey RasûlullĂ‚h’ın Ehl-i Beyt’i! Sizi sevmek, Allah tarafından Kur’Ă‚n’da farz kılınmıştır. Size bu kadar buyukluk ve fazilet yeter ki; size salavĂ‚t gondermeyenin namazı bĂ‚tıldır.”

Ferezdak ise kasîdesinde:

“Oyle bir topluluk ki, onları sevmek îman, onlara duşmanlık ise kufurdur. Onlara yaklaşmak da kurtuluş vesîlesidir. Eğer takvĂ‚ ehlini sayarlarsa, onlardır onderler… Eğer «Yeryuzunun en hayırlıları kimlerdir?» diye sorulursa, onlardır denilir.”

EHL-İ BEYT’E SAYGI VE SEVGİ

Bu yıl umrede vazifeli olarak bulunduğum zaman diliminde ciddî imtihanlarım oldu. An geldi dunya daraldı da altında kalır gibi oldum. O gun işlerimi bitirir bitirmez Kubbe-i HadrĂ‚’nın (Efendimizin kabr-i şerîflerinin uzerine ortulmuş yeşil kubbe) hizasında soluğumu alıp mĂ‚nen Efendimize ilticĂ‚ ettim. Suud gorevlisi:

“-Bid’at!..” diyerek oradan ayrılmamı soyleyince, bu kez Cennetu’l-BĂ‚kî kabristanı ile Kubbe-i HadrĂ‚ (Yeşil Kubbe) arasında, duvar dibinde hĂ‚limi CenĂ‚b-ı Hakk’a arz ettim. Her şeyden haberi olan yuce Rabbe hĂ‚limi acıklamak, olacak şey değilse de, sıkıntım beni:

“-İlĂ‚hî, hĂ‚limi biliyorsun; hĂ‚lim Sana mĂ‚lum! Elimden tut, Efendimizin sevgisi yuzu suyu hurmetine, Ehl-i Beyt’in sevgisi yuzu suyu hurmetine yetiş…” deme cur’etine sevk etti.

Bir sure o hĂ‚l uzere kaldım. Ne gariptir ki, dar zamanlarda dilden kelĂ‚m dokulmuyor, sadece salavĂ‚t getiriyorsun. SalavĂ‚t bir nevî hĂ‚limizi izhĂ‚r gibi oluyor. Biliyorum ve îman ediyorum ki, Peygamber Efendimize getirdiğimiz bir salavĂ‚t, CenĂ‚b-ı Hakk’ın bircok derdimize yetişmesi icin harika bir vesile…

SalavĂ‚tların en hası, en Ă‚lĂ‚sı Peygamber Efendimizin, sahĂ‚be-i guzîn efendilerimize oğrettiği salli ve bĂ‚rik duĂ‚ları olarak bildiğimiz salavatlar olduğu icin, onunla salavat getirmek cok daha huzur veriyor. SahĂ‚be-i kirĂ‚m efendilerimiz:

“-YĂ‚ RasûlĂ‚llah! Size nasıl salĂ‚t edelim?” diye sorduğunda Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- şoyle cevap vermiştir:

“-«AllĂ‚h’ım! Hazret-i İbrahim’in Ă‚ilesine salĂ‚t ettiğin gibi, Hazret-i Muhammed’e, eşlerine ve soyuna da salĂ‚t et! Şuphesiz Sen ovulmeye lĂ‚yık ve yucesin AllĂ‚h’ım!.. Hazret-i İbrahim’in Ă‚ilesine bol hayır ve bereket verdiğin gibi, Hazret-i Muhammed’e, eşlerine ve soyuna da bol hayır ve bereket ihsĂ‚n eyle!» deyin.” (Buharî, DeavĂ‚t, 32; Muslim, SalĂ‚t, 66)

Bir diğer rivĂ‚yette, Allah Rasûlu Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- şoyle buyurmuştur:

“Kim bize, Ehl-i Beyt’e salavat getirdiği zaman tam ve bol ecir almak isterse, «AllĂ‚h’ım! Âl-i İbrahim’e salĂ‚t ettiğin gibi, Nebî Muhammed’e, mu’minlerin anneleri olan eşlerine, soyuna ve Ehl-i Beyt’ine de salĂ‚t et; zira Sen Hamîd’sin, Mecîd’sin.» desin.” (Ebû DĂ‚vud, SalĂ‚t, 179)

Bu salavĂ‚t hĂ‚linde bir sure gecirip akşam namazı yaklaştığı icin kadınlar bolumune doğru yol almaya başladım. Daha dorduncu adımı attım atmadım, birden uzerimde bir hafiflik hissettim. Sanki sıkıntılar ucup gitmişti ve kuş gibi hafifledim. Allah şahit, o hafiflik, vazifemi tamamlayıp memlekete donene dek devam etti. Gercekten Peygamber ve Ehl-i Beyt muhabbeti, Rabbim kabul buyursun inşĂ‚allĂ‚h, benim gibi bir Ă‚cize yetişivermişti.

Ehl-i Beyt’in sevgisi, CenĂ‚b-ı Hakk’ın izni ile kulu darlıktan kurtarıyor, ferahlatıyor. İllĂ‚ dunya ferahlığı icin değil, Kur’Ă‚n ve Sunnet’e ittibĂ‚ icin, AllĂ‚h’ın emirlerini yerine getirmekte irĂ‚de sahibi olabilmek, hele de Peygamber Efendimizin sevgisine nĂ‚il olabilmek icin samimi bir Ehl-i Beyt muhabbeti, bizler icin buyuk himmet kapısı oluyor… İki cihanda da AllĂ‚h’ın izni ile yetişen bir himmet…

SahĂ‚be-i kiram doneminden itibĂ‚ren bu ummet, Peygamber Efendimizin Ehl-i Beyt’ine daima edep ve saygı olculeri icinde muĂ‚mele etmiş, onları muhtac, mahrum ve yoksul bırakmamıştır. Beytu’l-mĂ‚l’de (Muslumanların devlet hazinesi) onlar icin dĂ‚imĂ‚ bir odenek bulundurulmuş ve her turlu ihtiyacları oradan karşılanmıştır.

NAKİBUL EŞRAF, SEYYİDLER VE ŞERİFLER

Osmanlı sultanlarından Yıldırım Bayezid, bir gun kederli ve duşunceli bir hĂ‚ldeydi. Onun bu hĂ‚lini fark eden vezir Candarlı Ali Paşa:

“-Efendim! Sizin bu hĂ‚liniz bizi endişelendirmektedir. Derdiniz nedir?” diye soruverdi. Buyuk sultan:

“-Devlet işleri zordur; zaman olur insanların kalbini kırıveririz. İcimi sıkan şey odur ki, ya gonlunu kırdığımız kimse Allah dostu ise, hele de Peygamber Efendimizin soyundan mubarek birisi ise… O zaman biz bu vebĂ‚li nasıl kaldırırız? Ya emrimiz altında bulunurlarken kirli ve guc işlerde onları calıştırıyor ve kalplerini kırıyorsak? Soyle bana Devlet-i Osmanî’de Seyyidlerin ve Şerîflerin isimlerini, nerelerde yaşadıklarını ve durumlarını bilir misin?”

Candarlı, tanıdığı birkac ismi soylese de bu hususta tam bir bilgi sahibi değildi. Yıldırım Bayezid bir muessese kurularak, başına evlĂ‚d-ı Rasûl’den birisinin getirilmesini, devlet icinde yaşayan Ă‚l-i Rasûl’un belirlenip doğumlarının ve olumlerinin kayıt altına alınmasını, borc altında olmamaları, guzel işlerde calışmaları icin gayret edilmesini istedi. “Nakîbu’l-EşrĂ‚flık” denilen bu muessesenin başına getirilecek kişinin de Emir Sultan Hazretleri tarafından belirlenmesini uygun gordu.

Durum, buyuk velî ve seyyid Emir Sultan Hazretleri‘ne intikal ettirildi. Allah Rasûlu’nun soyundan gelen gonuller sultanı, boyle bir muessese kurulmasından cok memnun oldu. Osmanlı Devleti’nde ilk “nakîbu’l-eşrĂ‚f” olmak uzere, gozde talebelerinden ve evlĂ‚d-ı Rasûl’den bulunan Seyyid Ali NattĂ‚ bin Muhammed’i gorevlendirdi.

Osmanlı doneminde te’sis edilmiş bulunan Nakîbu’l-Eşraflık Muessesesi, sadece EvlĂ‚d-ı Rasûl’un istismarlara karşı korunması vazifesini ustlenmekle kalmamış, aynı zamanda onların hukukunun muhafaza ve mudafaası işini de yurutmuştur. Devlet-i Aliyye, bu muessese kanalıyla “soy şeceresi” sahih olarak tespit edilen “Seyyid” (Hazret-i Huseyin’in soyundan gelenler) ve “Şerîf”lerin (Hazret-i Hasan’ın soyundan gelenler) kayıtlarını belli defterlerde tutturmuş ve bunları îtinayla muhafaza etmiştir. Hic şuphesiz bu uygulama, EvlĂ‚d-ı Rasûl’e gosterilen derin hurmet ve muhabbetin bir nişĂ‚nesidir.

“Nakîbu’l-Eşraf” seyyidlerden secilir, ulemĂ‚ sınıfından sayılırdı. Padişahtan sonra en yuksek makam, onların makamı idi. Padişah tahta cıktığında ilk biat eden, culûs duĂ‚sını yapan, bayram tebriklerinde ilk tebrik edip bayram duĂ‚sını yapan, padişahlara zaman zaman kılıc kuşandıran bu mubarek insanlar olup, savaşlarda maiyyetlerindeki EvlĂ‚d-ı Rasûl ile sancak altında, Fetih Sûreleri okuyup tekbir ve salavĂ‚tlar getirirlerdi. Padişah, hurmeten sadece “Nakîbu’l-EşrĂ‚f”ın karşısında ayağa kalkar, onları tahtın hemen yanı başına oturturlardı.

EN COK İSTEDİĞİMİZ ŞEY

On beş yıldır Medîne’de yaşayan bir Turk hanımdan dinlemiştim:

“-Ben bu beldelere ilk geldiğimde, sıcaktan gunduz dışarı cıkamayıp akşama doğru cıktığımız, gun boyu uyuyup gece uyanık kaldığımızdan dolayı gecem gunduzume karışmış ve duzenim cok bozulmuştu. Evlerdeki “Guneş girmesin, sıcaktan yanmayalım” diye sıkı sıkı kapatılan kucucuk pencerelerden, dertleşeceğim bir insan evlĂ‚dı bulamamaktan cok bunalmış ve aklımı kacıracak gibi olmuştum. Bu zaman diliminde oyle bir şey keşfettim ki, bunu dunyalara değişmem. Sıkıntım, kederim, ofkem vb. olumsuz hangi duygum var ise, soluğu Mescid-i Nebî’de, Ravza-i Mutahhara ya da Kubbe-i HadrĂ‚’nın karşında alıp Efendimize ve Ehl-i Beyt’e salĂ‚t u selĂ‚m getirerek icimin rahatladığını, sıkıntılardan Ă‚zĂ‚de, tertemiz evime donduğumu gordum. Artık bağımlılık yaptı; sadece kederli olduğumda değil, fırsat buldukca mescidde soluğu almaya başladım. Yoğurt mu mayalayacağım, hamur mu yoğuracağım, cocuklarım hastalandığında alınlarına elimi koyup duĂ‚ mı edeceğim; hemen:

«-El benim değil, FĂ‚tıma Anamızın eli!..» diyorum.

Sanki mĂ‚nen elini, elimin ustunde hissediyorum. O mubarekler gercekten bizler icin buyuk rahmet… Allah o mubarek Ă‚ileden rĂ‚zı olsun.” demişti.

Hanımın yuzune bakınca gercekten hic yaşını gostermediğini ve cok huzurlu bir cehresi olduğunu fark ettim. Huzur; en cok istediğimiz şey… Biz bu nîmete mubĂ‚rek beldelerde olmadığımız icin kavuşamaz mıyız? Tabiî ki kavuşuruz. Her nerede olursak olalım, aynı muhabbet ve hurmet ile o mubĂ‚reklere salĂ‚t u selĂ‚m getirip mĂ‚nen ilticĂ‚ edilse, AllĂ‚h’ın izni ile icĂ‚bet olunuyor, hamd olsun.

RESÛL’E VE EHL-İ BEYT’E AŞIK OLANA ZAMAN DURUYOR

Peygamber ve Ehl-i Beyt Ă‚şıkları bir başka oluyorlar. Umre vazifelisi iken yine bir gun oğle vakti otelimizden cıktım. Vaaz edeceğimiz otele doğru yuruyorum. Dilime pelesenk etmişim:

“Es-salĂ‚tu ve’s-selĂ‚mu aleyke yĂ‚ RasûlĂ‚llah.
Es-salĂ‚tu ve’s-selĂ‚mu aleyke yĂ‚ Habîballah.
Es-salĂ‚tu ve’s-selĂ‚mu aleyke yĂ‚ Nebiyyallah.
EssalĂ‚tu vesselĂ‚mu aleyke yĂ‚ Seyyide’l-evvelîne ve’l-Ă‚hirîn ve selĂ‚mun ale’l-murselîn ve’l-hamdulillĂ‚hi Rabbi’l-Ă‚lemîn.
AllĂ‚humme iftah lî ebvĂ‚be rahmetik.”

Hamdolsun, Rabbim aklımıza getirdikce yol boyu dilimizde virdimiz, yuruyoruz. Kubbe-i HadrĂ‚ hizasına geldim, ama otelden biraz gec cıktığım icin de endişeliyim. 14:00 da olmam gereken yere 13:45’de hareket ediyorum, bu biraz gecikeceğim mĂ‚nĂ‚sına geliyor. Karşıma sekiz-dokuz kadar hanım cıkıverdi. Ayaklarında kalın coraplar, naylon terlikler, eteklerinin altından gorunen kalın pazen donları, gomlekleri ve uzun kalın yeleklerinin uzerine upuzun namaz tulbentleri ile orta yaş uzeri hanımlar… TelĂ‚şlı yururken birisi beni durdurup sadece:

“-Yolu bilmiyoruz, bizi Ravza’ya gotur.” dedi.

Turk gibiydiler, ama kendi aralarında konuştukları zaman dillerini anlamıyordum. Tarif ettim, anlamadılar. Birisi elimden tutup: “-Bizi gotur!” dedi.

“-Duşun peşime!” dedim. Vazife yerimin tam ters istikĂ‚metinde, elele dokuz kadın yola duştuk. Hızlı yuruyemiyorlar, ağızlarında duĂ‚ları habire mırıldanıyorlar. Vaaza yetişme şansımı tamamen kaybettim. Yuruyoruz yavaş yavaş… Ziyaret başlayalı yarım saat olduğu icin kadınların ziyarete girdiği mescidin on bolumunu kapatmışlar. Mescidden dışarı cıkıp Ravza ziyareti icin gelen hanım cemaate kapıların acıldığı bolmeye gectik. Hanımları, Ravza ziyareti yapacak diğer umrecilere teslim edip cıkıyorum.

Vazifeli olduğum otele ter icinde geldiğimde bir de bakıyorum; benden on beş dakika once otelden cıkan vazifeliler daha gelmemişler. Biraz sonra onlar da iceri giriyorlar.

“-Hoca hanım sen nasıl erkenden geldin? Uctun mu?” diye sormazlar mı?!

“-Siz bir yere mi uğradınız?” diyorum.

“-Hayır, doğruca buraya geldik.” diyorlar. Saatime bir bakıyorum; saat, otelden cıktığım saat… Yani 13:45… Hayır, saatim durmamış, cok da guzel calışıyor. Bu nasıl sırlı bir iştir? Ben bu hanımları daha sonra hic gormedim. Kimdiler, onu da bilemedim. Sadece ben onları Ravza girişine bıraktığım zamanki bakışlarını hatırlıyorum. Rasûl’e ve Ehl-i Beyt’e Ă‚şık olana zaman duruyorsa, o aşkın kaynakları neler yapmaz?

“es-SalĂ‚tu ve’s-selĂ‚mu aleykum ve rahmetullĂ‚hi ve berakĂ‚tuhû yĂ‚ ehle’l-beyti, innehû hamîdun mecîd.”

[1] Bu Ă‚yetin indirildiği yer; “Mekke” ve hitĂ‚p ettiği ilk kimseler “Mekke muşrikleri”dir. Mekke doneminde Hazret-i Ali ve Hazret-i FĂ‚tıma henuz evlenmemiş ve cocukları olan Hazret-i Hasan ve Hazret-i Huseyin Efendilerimiz dunyaya gelmemişti. Burada Peygamber Efendimizin diliyle ifade edilen “akrabalık hakkı, dostluk, meveddet” de Mekkeli muşriklerle aynı gecmişe, ortak kabile bağlarına sahip olduklarını hatırlatmak ve en azından Kur’Ă‚n-ı Kerîm’i dinlemeleri noktasında insafa gelmelerine davet etmek icindir. Yoksa onlardan tebliğ vazifesine karşılık (mĂ‚nevî de olsa) bir bedel istememektedir.


Kaynak: Fatma HĂ‚le Sağım, Şebnem Dergisi, 129. Sayı, Kasım 2015
__________________