Namaz o kadar buyuk bir nimettir ki, insanlar namazın buyukluğunu ve kıymetini ancak oldukten sonra anlayabilirler. Hadislerden anlaşılacağı uzere bir Musluman olur olmez kabir hayatında ve diriltilip mahşer meydanında, once namazdan sorguya cekilecektir. Namazın hesabını verenin diğer sorgulamalarının hafif gececeği belirtilmektedir.
Namazın esprisi ise peygamberimizin şanını ve kadrini yucelten mirac gecesinde gizlidir. Şuphesiz her mumin peygamberimiz gibi bir mirac olayını yaşamak ister. Allah’la konuşmayı, O’nu gormeyi kim istemez ki?.. Bu hususta her mumin peygamberimize gıpta ile bakar. Allah (c.c.) ezeli bilgisi ile elbette kıyamete kadar gelecek ummetinin bu konuda kalbinden gecenleri bilmekteydi. Bu nedenle beş vakit namaz mirac gecesinde bu ummete farz oldu. Bu gecede farz olmasının pek cok hikmetlerinden sadece birisi de namazın muminin miracına işaret olmasıdır. Yani beş vakit namazını kılan birisi inşallah Allah’a doğru bir manevi mirac icerisindedir. Şu unutulmamalı ki, insanlar daha dunyada iken bile manevi olarak ya yukarıya yani cennete doğru ucmakta ya da aşağı doğru yani cehenneme doğru duşmektedirler. Mirac hadisesinden ve başka hadislerden de biliyoruz ki cennet de cehennem de yaratılmış durumdadır ve bizleri gozlemektedirler. Olum bu yerlerden birisine gecilen bir kopru gibidir. Bundan dolayı hadis-i şerifte kabrin ya cehennem cukurlarından bir cukur ya da cennet bahcelerinden bir bahce olduğu ifade edilmektedir. Kabir gidilecek yeri işaret eden bir istasyon gibidir. Beş vakit namaz muminin miracı olarak onu Allah’ın izni ile cennete ulaştırır. Zaten onlarca ayet-i kerime ve hadis-i şerif bizlere bu mujdeyi vermektedir.
İlahi dinlerin ve peygamberlerin olmadığını, insanların da bir araya gelerek şoyle bir karar aldığını farz edelim: ‘Allah (c.c.) bizleri yarattı. Elbette bizleri bir sanat eseri gibi mukemmel bir şekilde yaratan yuce Allah’a (c.c.) şukretmemiz gerekir. Bunu nasıl bir ibadetle gercekleştirebiliriz? Herkes bu konuda duşuncelerini soylesin.’ Acaba hicbir insan namazı bulabilir miydi? Namazı keşfedebilir miydi? Namaza ucundan kıyısından yaklaşabilir miydi? Emin olun, hicbir insana namaz nasip olamazdı. Cunku namaz icin yapılması gereken bedeni ibadetler nefse ağır gelirdi. Hele rukû ve secde gibi nefsin belinin bukulduğu ibadetleri insan nefsinin duşunmesi, keşfetmesi, sonra da yerine getirmesi mumkun değildir. Tamam, bir padişahın, zalimin, zenginin onunde insanlar genellikle iki buklum olup secde edebilirler ama imtihan gereği Kendisi gorunmeyen ve Kendisini gizleyen yuce Allah’ın onunde kimse secde etmek istemeyecektir. Elbette burada kimse derken herkesin nefsini kastediyoruz. İnsanlar en fazla şoyle diyeceklerdi: ‘Bir binada toplanıp Allah’a dua edelim, O’nunla ilgili ilahiler dinleyelim, haftada bir gunu O’na tahsis edelim.’ Zaten, diye duşuneceksiniz, onceleri dinlerinde namaz ibadeti bulunan Yahudilik ve Hıristiyanlık da şimdi boyle değiller mi? Evet, boyledir. Bu buyuk dinlerin bu duruma duşmeleri de namaz ibadetinin nefse ne kadar ağır geldiğini ve nefsin namaz kılmak istemediğini ispatlamaktadır. İşte bu durum da namazın insan buluşu olmadığını, Allah (c.c.) tarafından insanlara ihsan edildiğini gostermektedir.
Namazın değerini anlamak icin onu keşfetmek gerekir. Sanki namaz farz edilmiş değildir. Bizler bulacağımız bir ibadetle Allah’a yaklaşacağız. Namazın her rukununu biz tek tek bulmuşuz gibi yaşarsak bir perde gozler onunden kalkar. O zaman namazın ne kadar buyuk bir ibadet olduğu anlaşılır.
Namaz nefse ağır gelir ama ruha buyuk bir ilactır. Nefis namazdan hic hoşlanmaz. Ruh namazdan buyuk bir haz alır. Ama diyeceksiniz insanlar pek ruhlarının seslerini dinlemezler. Nefislerine gore hareket ederler. Namazda ruhun duyacağı huzurdan once nefsimizin bir sıkıntısı hemen hissedilmektedir. Evet, itiraf edeyim genclik donemimdeki namazlarımda hep bu tatsızlık vardı. Alelacele kıldığım o namazları şimdi kaza yapmak istiyorum. Bu epey zamandır da icimden geciyor. İnşallah bir gun başlarım. Ama şimdi namazlarda nefsimin sıkıntısından ziyade ruhumun buyuk bir huzur duyduğunu, ruhun gıdasının namazda olduğunu bizzat yaşıyorum. Şunu anladım ki, insanın ozunun bir diğer yarımı da ruhtan oluşmakta, ama bizler eğilimimizi nefisten yana tercih ettiğimizden ruhumuzun buyuk zevklerinden de mahrum bırakılmaktayız.
Nefis yeme icme, guzel giyinme, ciftleşme gibi edimlerden buyuk zevk alır ve tatmin olur. Ama bunlar ruha hic hoş gelmez. Ruh nurlarla ve feyizle beslenir. Bunlar da ancak kÂmil manada namazda vardır. Namazdaki huzur ac ve susuz bir insanın icecek ve yiyeceğe kavuşması gibidir. Ruhun karnını doyurmak ve susuzluğunu gidermek en başta namazla mumkundur. Ruh Allah’tan ilahi bir nefha (soluk) olduğu icin bunlara muhtactır. Bunlarsız zayıflar, erir, adeta donup kalır. Ruhu ibadet hayatından yoksun olan bir insan olu gibidir. Her şeye nefis hesabı ile bakar. Onun icin dunya hayatı nefis şeyleri yemek, guzel şeyleri giyinmek, karşı cinsten hoş kimselerle ciftleşmektir. Hayatın amacları bunlardır. Bu tur bir yaşam tarzı bizleri hayvanlarla bir seviyede tutar. HÂlbuki ruhumuz aşkın bir anlama sahiptir. Bizler bu fani dunya icin değil ebediyet icin yaratıldık. Elbette bu dunyanın zevkleri de vardır. Ama bunlarla her şeyden once imtihan edilmekteyiz. Yalnız bunlarla yetinmek doğru değildir. Dunyanın zevkleri nefse guzel gorunse de ruha sıkıntı bırakırlar. Zira ruh bunların ebedi olmadığını bildiğinden rahatsız olur. Bunlarla tatmin olmaz. Dunya zevklerinin her birisi faniliği sebebi ile bir de kaygı taşırlar. Bu bakımdan verdikleri haz kadar da insanı sıkıntıya sokarlar. Dunyada gercek huzur sadece ibadetlerden alınır. Bu bakımdan yuce Allah (c.c.) şoyle buyurmaktadır: ‘Kalpler ancak Allah’ı anmakla mutmain olur (Rad suresi, ayet 28)’
Cocukken yediğimiz ilk meyveleri bir hayal edelim. Onların ağzımızdaki bıraktığı lezzetler ne kadar guzeldi… Şimdi de aynı meyveleri yiyoruz ama aynı tatları alamıyoruz. Bunun en başlıca sebebi ruhumuzun dunyaya bakış acısındaki değişimdir. Ruh meyvelerdeki faniliğin acısını almakta, bu yuzden eski lezzetleri alamamaktadır. Her şey bunun gibi. Yaş ilerledikce cocuk ve genclik dunyamızdaki şeyler faniliğini hissettirmekte ve bunlarla lezzetlerini kaybetmektedirler. Ama namaz boyle değildir. Cocuk ve genclikte nefse ağır gelir. Olgun yaşlardan itibaren insana nasip olursa namaz onun en cok zevk aldığı bir ibadete donuşur. Ruh namazdan sonsuz bir zevk almaya başlar. Bu yaş ilerledikce daha bir artar ve pekişir. Namaz ruha fani dunyanın sıkıntılarını, kaygılarını unutturarak ebedi Âlemin feyizlerini ve nurlarını bahşeder. Bu acıdan namaz bir psikoterapidir.
İnsan ruhunun en derin ızdırabı yaşamın olumle sonlanmasıdır. Bu her insanı şu veya bu şekilde bir bunalıma sokar. Hicbir nefis olumu kabullenemez. Yaş ilerledikce de bu bunalım artar ve belli bir yaşa gelindiğinde artık kişiyi de bunatır. Ama namaz kılan insanlar bundan mustesnadır. Ben namaz kılmayan yaşlıların yanında iken genellikle rahatsız olmuşumdur. O kadar cok ve gereksiz konuşurlar ki insanı bezdirirler. Kendimi onların evlatları yerine koyduğumda bir caresizliği hisseder, bir insan olarak onların bu durumuna uzulur ve evlatlarının genellikle bunları neden oyle huzur evlerine koyduklarını veya koymayı duşunduklerini cok iyi anlarım. Ama namazında niyazında olan ihtiyarların yanında ise genellikle buyuk bir huzur bulurum. Onların sohbetleri yureğime işler. Bildiğim şeyleri anlattıkları halde dinlemekte buyuk bir haz alırım. Yanlarından hic ayrılmak istemem. Fakat işin tuhafı bu ihtiyarlar genellikle işlerini guclerini bahane ederek benim yanımdan ayrılırlar. Testi icindekini sızdırır. İc dunyasında namazla huzura ermiş bir nefis insana huzur verir, namazdan uzak bir insan ise kaygı ve sıkıntı. Kimse bunları bilerek karşıdakine vermez. Ruh ruhlarla sozsuz iletişime gecer. Herkes ister istemez halini diğer insanlara yayar. Bu dunyada huzur kaynağı olan insanlara ne mutlu!
Namazın huzur kaynağı olmasının sırları uzerinde biraz duralım.
Namaz oncesi alınan abdest insanda bir arınmışlık duygusu uyandırır. Gunahlara tovbe etmek de boyledir. Abdest de adeta bu tovbe halini simgelemektedir. Tabii abdest oncesinde birkac kere gecmiş gunahlara tovbe niyetiyle estağfurullah demek bu hali pekiştirir.
Su Allah’ın rahmetidir. Yağan yağmura ‘rahmet’ denmesi de bu nedenle manidardır. Abdest sırasında vucudun uc noktalarını temsil eden azaların yıkanması muhakkak ki insan ruhunda huzuru temin edecek manevi kirlerin de akıtılmasını sağlamaktadır. Bunlar strese neden olan negatif enerjiler olmalı. Abdestten sonra duyulan bir rahatlık hali de bunun kanıtıdır. Ayrıca su bulunmadığında teyemmumle abdest alınması da abdestte amacın gorunen bedeni yıkamak olmayıp gorunmeyen bedendeki kotu enerjileri atmak olduğuna daha kuvvetli işaret etmektedir.
Namazda yonun KÂbe’ye donulmesi de manevi huzuru temine yoneliktir. KÂbe’nin ustunde olduğu sanılan Beyt-i Mamur da meleklerin tavaf ettiği bir mekÂndır. Hadislerden her iki mekÂn arasında bir ilgi olduğu anlaşılmaktadır. KÂbe insanların ibadet icin yoneldikleri bir mescit olmanın otesinde Allah’tan gelen bir feyz kaynağıdır. Feyz kalp ehlince somut olarak algılanır. Adeta goğus kemiklerini catlatırcasına dışarıdan gelen hoş bir baskıdır. Bir sevgilinin sarılması gibidir. Ruhun manevi organlarının adeta besin kaynağıdır. Kuşkusuz sıradan Muslumanlar, bu feyzi algılamadan namaz kılarlar. Ama bu durum feyzden nasipsiz olma anlamına gelmez. Onlar da elbette yararlanırlar. Nasipleri oranında feyzden bir şeyler alırlar. Ruhları bunlardan gıdalanır. Ama ne olup bittiğini bilmezler. Sadece yoneldikleri yerden bir guven duygusu duyarlar.
Akıllı kişi namazını evde değil KÂbe’de kılar. Bu sayede bu feyze ciddi bir şekilde sarılır. Namaz sırasında KÂbe’de olduğunuzu varsaydığınızda namaz KÂbe’de kılınmış gibi daha feyizli olur. Bunun icin KÂbe’yi zihinde canlandırmak doğru değildir. Bu durum, şeytanların ve nefsin gelen feyzden rahatsız olduğu icin yaptığı bir oyunu ve vesvesesidir. Zira biraz sonra da şoyle bir vesveseye başvururlar: ‘Bak sen bu işi yapamıyorsun. Kafanda canlandırdığın mekÂn KÂbe’ye benzemiyor. Namazın fasit oldu.’ Onun icin kendinizi KÂbe’nin karşısında, huzurunda namaz kılıyor farz etmeniz yeterlidir. Tabii aynı durumu Allah karşısında ve huzurunda olduğumuzu da yaşamamız gerekir. Kısacası gozunuzun onunde KÂbe’yi canlandırmaya calışmanız yanlıştır. Tabii ilahi bir iltifatla KÂbe’den sahneler bu vartayı aştıktan sonra hayal dunyanızda kendiliğinden canlanmaya başlar ki buna kimse bir şey diyemez.
Namazda okunan sureler ve ayetler ise okunur okunmaz nura donuşurler. Nur ruhun temel besin kaynağıdır. Ac insan nasıl karnı doyunca rahatlarsa okunan ayet ve sureler de ruhu buna benzer bicimde rahatlatırlar.
Namazda rukû ve secde ise nefsin belini kırar. İnsana kulluğunu en guzel hatırlatan ibadetlerdir. İmam-ı Rabbani’ye gore namazda Allah’a (c.c.) yukselişi gercekleştiren manevi mirac bunlardır. Ozellikle imam değilsek bunları elden geldiğince uzatmakta fayda vardır. Peygamberimiz (s.a.s) yalnız kıldığı namazlarda bunları cok uzatırdı. Ruh manevi olarak yukseldikce buyuk bir neşe duyar, kabına sığmaz. Ruhun yukselişini pek kimse bilemez, anlamaz. Ruhun bir ucu bizdedir ama o başka bir ucuyla rukû ve secde sırasında Allah’a doğru suratle gok semalarını kat etmeye başlar. Bu sanki sundurulen bir lastik gibidir. Ruh mekÂndan bağımsızdır. Yukselişi de mekÂn kat etmek olarak anlamamak lazımdır. MekÂn ruhun yukselişinde insanların anlayabilmesi icin yapılan bir benzetme gibidir. Nefis de namazın bu rukunleri sırasında belinin bukulmesi ile ağlama sonrasında duyulana benzer bir hoşluk ve serinlik duygusuna gomulur. Duada da bu duyguyu devam ettirir.
Rukû ve secde sırasında soylenen tespihler ise ince sırlar icerir. Bunlar Allah’ı oven, yucelten, ululayan guzel isimlerinden oluşur. Bu tespihlerin dunyaya donuk hediyeleri de vardır. En başta namaz kılan insanları toplumda itibar sahibi kılar. Kalpler Allah’ın elindedir. Dilediği duyguyu kalplere Allah (c.c.) koyar. Namaz kılan bir kişi, Allah’ın izni ile kÂfir, munafık, Musluman olan her kalpte ulaşılmaz bir vakar duygusu ile karşılanır. Yani her insan ister istemez ona karşı bir saygı duygusu icerisine girer. Bu o Musluman’ı sevmezse bile gercekleşir. Namaz kılan kişi insanlara zulmetmedikce bu itibarını korur. Ne zaman kotu bir iş yaparsa ve bu da etrafa yayılırsa o zaman kalplerdeki bu saygınlık kalkar. İşte rukû ve secde sırasında o ilahi isimleri zikrin dunyadaki kucuk hediyesi budur. Bu da namaz kılan kişiye toplumsal sevgi ve saygı duygularını verir.
Son olarak şunu belirteyim ki her insan guzel gorunmek, cevresince beğenilmek ister. Bunun icin kendisini susler, guzel elbiseler giyinir. Bunlar icin avuc dolusu para da harcar. Ama dış gorunuşten ote bir de ruhun goruntusu vardır. Ruh her ibadetten ayrı bir gıda alır. Bunlar sadece ruhu beslemekle kalmaz ruha bir de tarif olunmaz guzellikler katar. Namaz kılan kimselerin yuzlerine ve ellerine vuran nurlardan soz etmiyorum. Namaz kılan kimselerin ruhlarındaki huzur duygusunun guzelliğinden bahsediyorum. İnsanlarda baş gozu gibi bir de kalp gozu vardır. Ama tabii bu genellikle insanlarda kapalıdır. Kapalı da olsa siyah beyaz kabilinden, daha doğrusu hakikatten golgevari bir şeyler algılar. Bu ruhun gozudur. Bu goz namaz kılan insanlardaki huzuru algılayınca buna hayran kalır. İnsanlar genellikle kitaplardaki sozlerden, hocaların vaazlarından etkilenerek namaza başlamazlar. Namaz kılan insanlardaki huzura imrenerek bu yuce ibadeti yapmak isterler.
Allah (c.c.) son nefese kadar bu buyuk ibadetten bizleri mahrum etmesin. Amin.
MUHSİN İYİ
__________________
Huzur Kaynağı Namaz, Namazın Bazı Sırları
Dini Bilgiler0 Mesaj
●23 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Kültür & Yaşam & Danışman
- Eğitim Öğretim Genel Konular - Sorular
- Dini Bilgiler
- Huzur Kaynağı Namaz, Namazın Bazı Sırları