1- Soru: İnsanlar, yaptıkları işleri Allah yazgısı ile mi yaparlar, yoksa irade-i cuz'iyeleri ile mi işlerler?
Cevap: Cenab-ı Hak, kulunun yapacağı işi ve onu ne şekilde işleyeceğini biliyor. Bunun icin, o işi, kulun yapacağından dolayı takdir buyurmuştur. Kulun, iradesine dayalı işlerde, once kendi cuz"i iradesi, sonra Allah'ın iradesi sadır olur.
2- Soru: Allah'a, Peygamber'e, (neuzu billah) Sin ve Kaf ile kufreden kişiye selam verilir mi?
Cevap: Selam, Muslumana verilir. Bu alcaklığı yapan kimse Musluman değildir ki selam verilmeye layık olsun.
3- Soru: Kalbe gelen vesveseleri uzaklaştırmak icin Allah'a sığınmak ve Ayete'l-Kursi'yi okumak fayda verir mi?
Cevap: Evet, fayda verir. Şeytanı kahredecek en guzel tedbirlerden biridir.
4- Soru: Allah'ın ve Peygamber Efendimiz'in ism-i şerifleri yatak odasında bulunsa bir mahzur var mıdır?
Cevap: Bu mubarek isimlerin bulunduğu odada yatmanızda bir mahzur yoktur. Elbise değiştireceğiniz zaman tesetture dikkat gostermeniz ve bu mubarek isimlere karşı acık bulunmamanız İslami terbiye icabıdır.
5- Soru: Hz.Allah, takdir ettiği kaderimizi bizim dualarımızla, isteğimizle ve uğraşmamızla değiştirir mi, yoksa ne kadar uğraşsak takdir-i İlahi değişmez mi?
Cevap: Cenab-ı Hakk'ın takdiratı iki kısma ayrılmaktadır. "Kaza-i mubrem", "Kaza-i muallak". Kaza-i mubrem, "Levh-i mahfuz"da tespit edilmiş bulunduğundan, burada tebdil olmaz. "Bizim katımızdaki bir hukum değiştirilmez"(1) mealindeki ayeti kerime bunun delilidir. Kaza-i muallak, "Levh-i mahv-u isbat"da tespit edilmiş olduğu icin bunda değişme olabileceği İslam uleması tarafından acıklanmıştır. "Allah dilediğini mahv, dilediği şey'i de isbat eder"(2) mealindeki ayet ile, "Allah onların kotuluklerini iyiliklere tebdil ediverir"(3) manasındaki ayet-i kerimeler bu goruşun delili olarak gosterilmektedir. (1-Sure-i Kaaf:29, 2-Sure-i Ra'd:39, 3- Sure-i Furkan:70)
6- Soru: Efendim, ben İslamiyetten haberdar olan iyi bir ailede buyudum. Bunun icin ne kadar şukretsem azdır. İslami bilgilerden ve İslami şuurdan mahrum bırakılmadım. Şeriatin nasıl bir nizam olduğunu ve biz genclerin bu uğurda nasıl calışmamız icap ettiğini, irtibat halinde bulunduğum hoca ve talebe arkadaşlardan oğrendim. Halen devam etmekte bulunduğum lisede, İslamiyetten habersiz veya koru korune ona duşman olan arkadaşlarıma bildiklerimi aktarmaktayım. Buraya kadar her şey guzel! Boyle bir nimet, 20. asırda herkese nasip olmuyor. Fakat son zamanlarda -şeytan ve nefis mustesna- hicbir baskı olmadığı halde, Allah'ın varlığı hususunda şupheye duşmeye başladım. Onceleri kucuk (zayıf) olan bu şuphe, gitgide beni rahatsız etmeye başladı. Mesela: Namaz icinde: 'Biz namaz kılıyoruz, ama ya Allah yoksa bu hareketimiz boşuna değil mi?' veya oruc tutar iken 'Ya Allah yoksa' şeklinde adi bir duşunce butun benliğimi sarıyor. O derece ki, bundan kurtulmak ve sıyrılmak mumkun olmuyor. O derece ki, bundan kurtulmak ve sıyrılmak mumkun olmuyor. Mahkulat hakkında tefekkur etmeyi denedim ve fakat muvaffak olup bu şupheyi tamamen giderebilsem -İnşaallah- İslamiyetin en iyi yaşayıcısı ve savunucularından bir mucahit olacağım. Buna, kendi kendime, yuzlerce defa soz verdim. Ne olur bana yardım edin.
Cevap: Bircok dunya ilimlerinin doğuşunda şuphe ilk noktadır. Bu duygu, kuvvetlenerek zan haline gelmiş, hududu tesbit edilmiş ve tarifi yapılmış ise "musbet" olma vasfını kazanmıştır. Felsefe gibi bu vasfı kazanamayanlar mazide ve hÂlde cokup gitmişlerdir. Fakat Halık'ımızın varlığı o kadar acıktır ki, onun varlığında izahata bile ihtiyac yoktur. Allah (cc) olmasa, aslı faslı, ismi ve cismi olmayan alem ve Adem nasıl ve ne şekilde olacaktı? Camurdaki bir iz, oraya basan ve oradan gecip giden bir canlıya delalet etmeye yeterken, bu muazzam kainat ve icindeki varlıklar, Allah'ın varlığına acık birer delil değil midir? Tahmin ederim ki, şupheciliği esas alan felsefecilerin tesiri altında kalmış veya yahut derslerinize giren hocaların bir kısmının kafalarınıza doldurduğu, felsefe yoluyla gonlunuze aktardığı evham ve şupheler sizi ve bircok bahtsız genci bu hale suruklemektedir. Siz aldığınız dini terbiyenin tesiri ile imanınızı korumak icin nefs ve şeytanın tohumlarını yeşertmesine karşı cihad vermektesiniz. Bu imkan ve iktidara malik olamayanlar, kufrun ve inkarın icine duşmekte ve cok kere kendini kurtaramadan fani hayatını bitirmekte ve yitirmektedir. Kalbinize bu şuphe gelince, "Euzu billahi mineşşeytanirracim"i okuyunuz. O devam ettikce siz de bu mubarek kılıcla nefsin boynunu vurmaya devam ediniz. Cenab-ı Hak, Kur'an-ı Kerim'de; "Eğer şeytandan bir fit seni durtecek olursa hemen Allah'a sığın. Cunku O, hakkıyla işitici, tam bilicidir"(4) buyurmaktadır. Umarım ki, şeytanı bu şekilde kahredip, uzaklaştırmış olursunuz. Bunu takiben, yurekten gelen bir samimiyetiyle, yedi "Kelime-i tevhid" ile yedi defa "La havle vela kuvvete illa billahil-aliyyil azim" deyiniz. Boyle bir şuphe bulunmadığı zamanlarda Salevat-ı Şerife'ye devam ediniz. Gunde yuz defa Efendimiz'in (sav) ruh-i şerifi icin Salevat okuyunuz. Sesiniz, Allah Resulu'nun (sav) manevi antenlerine intikal etmeye başlar. Bunu takiben Efendimiz'in (sav) şefaat ve yardımlarını isteyiniz. Cankurtaran simidi, nasıl denize duşeni kurtarmakta yardımcı olursa, Salevat-ı Şerife de "itikadi meselelerde" şupheye duşeni kurtaran bir "manevi gemi"dir. Bu şuphe hali, namaz icinde geldiği zaman, kalbinizin dili ile iblise şu cevabı veriniz: "Allah (cc) olmasaydı, olmayan bir şey icin, sen bana bu vesveseyi yapar mıydın? Senin yaptığın bu vesvese bile Allah'ın var (sav) olduğunun delilidir." Bir de banyo yaptığınız yere kucuk abdest bozmayınız. (5) Sure-i A'raf: 200
7 - Soru: Allah'tan (cc) başkasına secde caiz olmadığı halde, meleklerin Adem Aleyhisselam'a secdesi nasıl caiz olmuştur?
Cevap: Meleklerin Adem Aleyhisselam'a secde etmeleri, kendi arzularından doğmuş değildir. Bu secde, Cenab-ı Hakk'ın emriyle olmuştur. Allah'ın (cc) emriyle ve yuce Halıkımızın Hz. Adem'in (as) vucudunda tecelli eden ilahi kudret ve kemalatı onunde secde etmişlerdir. Bu sebeple yaptıkları secde Allah'ın (cc) emriyle olduğu icin, Allah'a (cc) yapılmış olmaktadır. Diğer bir ifade ile bu secde, teabbudi değil, hurmetle bir eğilmedir.
8 - Soru: Uzerinde Allah'ın (cc) adı bulunan bir yuzuk ile helaya girilebilir mi?
Cevap: Bu yuzuk parmağında iken helaya girmek mekruhtur. Fakat bu yuzuk parmağında iken kırda abdest bozmakta bir sakınca yoktur. Muhim olan bununla kirli bulunan mahalle, helaya girilmemesidir.
9 - Soru: Allah Teala'nın varlığına ve birliğine iman etmenin farz oluşu akli midir, yoksa şer'i midir?
Cevap: Biz Maturilere gore aklidir. İmam Ebu Hanife Hazretleri şoyle demektedir: "Şayet Allah, peygamber gondermemiş olsaydı, yarattığı (insan) uzerine, onun varlığını akılla bilmek vacip olurdu."
10 - Soru: Bir cemiyette bize adamın biri 'Allah nerede ve bana goster' dedi. Bu kişiye nasıl davranmak gerekirdi?
Cevap: Siz de ondan aklını ve ruhunu gostermesini isteyin. Gostersin bakalım. Var olan her şeyin gorulmesi gerekmediği gibi, gorulmeyen bir şeyin de yok olması gerekmez.
11 - Soru: Gazetelerde "Allah" lafzı geciyor ve bu gazeteler ceşitli yerlere atılıyor. Bu Allah (cc)'ın ismine karşı bir saygısızlık olmuyor mu?
Cevap: Gazete ve benzeri neşir vasıtaları icinde Lafza-i Celal ve benzeri mubarek kelimeler varsa, onları ayak altında bırakmamalıdır. Caresizlik karşısında toplayıp yakmak daha munasip bir tedbir olur.
12 - Soru: Yatak odasında Kelime-i Tevhid veya Kelime-i Şehadet yazılı levhaların bulundurulmasında bir sakınca var mıdır?
Cevap: Tesetture tam riayet edilemiyorsa yatak odasına bu gibi levhaları asmamalıdır.
13 - Soru: Zebur kitabına tapanlar hala var mıdır? Eğer varsa onlara ne deriz?
Cevap: Zebur kitabına tapma olmamıştır. Ancak onunla amel edenler bulunmuştur. Esasen Zebur birtakım va'z munacatlardan meydana gelmiştir. Hz. Davud ve onun ummetleri Tevrat'ın hukumleriyle amel etmişlerdi.
14 - Soru: İman mahluk mudur, değil midir?
Cevap: Sualinizin va'z ediliş tarzında bir yanlışlık vardır. Doğrusu "Kur'an mahluk mudur, değil midir?" olacaktır. Cevabı buna gore verelim: Kur'an-ı Kerim mahluk değildir.
15 - Soru: Din ile iman arasındaki fark nedir?
Cevap: Din, "Cenab-ı Hakk'ın va'z ettiği ilahi bir kanundur ki, akıl sahiplerini kendi ihtiyarları ile neticesi hayır olan şeye sevk (ve teşvik) eder." İman da, "Peygamber Efendimiz'i (sav), Allah (cc) tarafından getirdiği kesinlikle bilinen şeylerin tamamında tasdik etmek"ten ibarettir.
16 - Soru: "İlim son sozunu soylemiştir" cumlesini lutfen izah eder misiniz? Mesela, bir İmam Gazali icin de durum boyle midir
Cevap: Bu sozde bahsi gecen ilim, "dini ilimdir." Musbet ilim ise, emekleme ve zirveye doğru tırmanma gayreti icinde bulunmaktadır. Bu sebeple son sozu soyleyememekte ve acze duşmektedir. Yoksa dini ilimlerde gereken soylenmiş bulunmaktadır. İslami ilimler, her hususta sozunu soylemiştir.
17 - Soru: Din ve imanı veya bunların esaslarından birini -maazallah- inkar eden "kafir" olur mu?
Cevap: Din ve imanı inkar eden ve İslamiyetin emirlerinden yahut yasaklarından herhangi birini reddeden kimse, derhal kafir olur.
18 - Soru: Tedbir, takdiri bozar mı?
Cevap: Tedbirin alınması takdire aykırı bir iş değildir. Eğer bir husustaki takdir-i ilahi, Levh-i Mahfuz'da takdir ve tesbit edilmiş ise, onda değişiklik cari olamaz. Şayet Levh-i Mahv u isbatda tesbit edilmiş ise, onda değişiklik olabilir. Bu değişiklik Cenab-ı Hak tarafından olur. Yoksa bizim tedbirimizden değil.
19 - Soru: Bugun, dunya uzerinde san'at pek buyuk onem taşımaktadır. Resim, muzik ve heykelcilik vs. de san'attan sayılmaktadır. Dunya milletleri, sanatlarının gelişmiş olması oranında zahiren ve hukmen itibarlı oluyorlar.Bizler, okullarda şu sorularla karşılaşıyoruz: "Uygarlığın gelişmesi demek olan san'ata karşı cıkmak, uygarlıkla bağdaşmaz. İslam dini, resim, heykel ve muziğe musaade etmemiş. Bu sebeple insanlığın san'at alanında ilerlemesine set cekmiş oluyor. Nasıl olur boyle şey?"
Cevap: İslam dini, resmin tamamını ve hacmi şekillendirmek demek olan heykelciliğin hepsini yasaklamış olmayıp canlı varlıkların resmini yapmayı ve heykel yontmayı men etmiştir. İslami eserlerdeki tezhipler ve minyaturler, cansız varlıkların resmini cizmek ve nakş etmekte bir mahzur bulunmadığının acık delilidir. Minberlerin yapılmasındaki oymacılık, sutunların ve direk başlıklarının yapılmasında yontma san'atının ve mihraplardaki mukarnasların yapılmış olması, heykelciliğin ancak canlı varlıklara ait olanının yasaklanmış ve geri kalanının serbest bırakılmış olduğunu acıkca gostermektedir. Resim ve heykelcilikteki bu kucuk daraltma, nesiller boyunca devam eden puta tapıcılığın onune set cekmek gayesiyle olmuştur. İslami olculer onunde san'at, san'at icin değil, gaye icin kullanılacaktır. "Uygarlığın gelişmesine" calışırken, san'atı başıboş bırakmayan İslam, onu disipline etmiştir. "Bugunun medeni insanları, resme tapmıyor. Bu endişe, gecmiş zamana ait olarak kalmalı, hale mudahale etmemeli değil midir?" diyenlerin bulunduğuna şahit olmaktayız. Bu iddia tam olarak doğru değildir. Zamanımızın insanları arasında fetişizmin kalıntılarına rastlanmakta ve putperestliğin ozentisini taşıyanların bulunduğunu gormekteyiz. Esasen, gecmiş tarihlerde de insanoğlu, resmi yapıp karşısına gecip tapınmaya başlamış değildir. Belki, once Ma'bud-ı hakıykî olan Allah'tan (cc) gayrisine tapmaya başlamış ve daha sonra bunların resim ve heykelini yapmaya kalkmıştır.
İslam dini, "uygarlığın gelişmesi demek olan" san'ata karşı cıkmamış; "uygarlığın" aygırlığa donuşmesini onlemiştir. Biz Muslumanlar, ilme tapmayız. Musbet ilmin kanunlarını vaz eden Allah'a (cc) iman ederiz. İslam, muziğin belden aşağısına ve nefse hitap eden ceşidine karşı tavır almış ve bunların bestelenip seslendirilmesine karşı cıkmıştır. "Rakı şişesi icinde balık olsam" diyen sozde şairlerin, "Donlara Destan" yazan beyinsizlerin,
bir tutacak dal mı verdi,
Bir giyecek şal mı verdi,
Kucak kucak mal mı verdi?
Ya nem alır "felek" benim? diyen dinsizlerin guftesini besteye, daha sonra sahneye ve hatta devlet radyosunda okutmaya kadar vardıran zihniyetin muzik anlayışı ile İslam'ın musaade ettiği musiki arasında, uzumden elde edilen şıra ile şarap arasındaki kadar buyuk fark vardır. İslam, san'atın aslını değil, yozlaştırılmış vasfını yasaklamış bulunmaktadır. Bu hukmu ile de insanlığın hayrına ve ilim haysiyetinin korunmasına matuf tedbir koymuş bulunmaktadır.
20 - Soru: İnsanlar rızık hususunda musavi olarak yaratılmışlar mıdır?
Cevap: Rezzak-ı Kerim olan Rabbimiz, herkesin rızkını farklı yaratmıştır. Bunda pek cok hikmetler vardır. Kimine fazla verse azacaktır, kimisine de az verse kızacak ve ahlakını bozacaktır. Bunların uhrevi sorumluluğunu onlemek icin kimine az verir, kimine de bol ihsan eder. Bu, ilahi bir tensip ve akılla izahı kolay olmayan bir taksimdir. Kullar teslimiyet-i kulli ile hareket etmeli ve kadere rıza gostermelidir. Bu hususla ilgili bir Ayet-i Kerime, (eş-Şura suresinin 27. Ayet-i Celilesi) bulunmaktadır. Uzerinde ibretle duşunmenize vesile olur umidiyle aşağıya yazıyorum: "Eğer Allah butun kullarına (musavat uzere) bol rızık verseydi, yeryuzunde muhakkak ki taşkınlık ederler, azarlardı. Fakat O, ne miktar dilerse (rızkı o kadar) indirir. Şuphe yok ki O, kulların (ın her halin)den hakkıyla haberdardır, (her şeyi) kemaliyle gorendir."
21 - Soru: Cenab-ı Allah, butun ruhları alem-i ervahta yarattı. Biz, ecdadımızın torunları sayılmaktayız. Biz mi onların torunlarıyız, yoksa onlar mı bizim torunlarımızdır? Bu husus bilinmemektedir. Cunku ruhlarımız hep birlikte yaratıldı. Bu hususta bizi aydınlatır mısınız?
Cevap: Bunu bilinmeyecek ve aydınlatılmaya ihtiyac gosterecek bir tarafı yok. Fakat her nasılsa sizin icinize bir kurt duşmuş olacak. Bildiğimiz kadarı ile durumu acıklayıp size faydalı olmaya calışacağız. Vucutların ruhlarla imtizacı neticesinde bu aleme gelişlerindeki sıra ile, dunyaya gelmelerine sebep olan babanın tesiri dikkat alınınca, once gelen, daha sonra doğandan buyuk olmakta ve yakınlık derecesine gore baba ve dede diye isim almaktadır. Aynı gun meydana gelen bircok yumurta, kulucka makinasına veya tavuğun altına değişik zamanlarda konulsa, aralarındaki bu fasıla ikişer ay olsa, yumurtadan ilk cıkan civciv, ikinci cıkacak yavrulardan iki ay buyuk, daha sonra cıkacak civcivlerden dort ay buyuk olmaz mı? Yumurtalar aynı gun doğduğu icin, bu fasılalarla meydana gelen civcivleri aynı yaşta kabul etmeye mantık ve ilmi hakikatler musait mi? Ne dersiniz?
22- Soru: Zamanın tebeddulu ile ahkam tebeddul eder, sozu her sahada gecerli midir?
Cevap: Ayet ve hadis ile hukme bağlanmış şeylerde zamanların tebeddulu ile en kucuk bir değişiklik asla caiz olmaz. Bu fıkıh kaidesinde değişeceği bildirilen hukumler, ancak orf ve adete dayalı şeylerdedir. Beldelerin "Kile" diye isimlendirdikleri olcek, bircok memlekette birbirinden farklı bulunmaktadır. Bunda bir mahzur yoktur. Zira orf-i belde boyle devam edegelmiştir. Havaların sıcak ve soğukluğuna gore değişik giyiniş tarzı da orf ve adetlerle tesbit edilebilir. Yoksa namaz, oruc gibi ibadetlerin ne zamanında, ne edasında asla bir değişiklik duşunulemez. Bu, zamana değil, Kur'an'a bağlı bir hukumdur.
23 - Soru: Elfaz-ı kufru telaffuz edenin hukmu nedir?
Cevap: Boyle bir kelimeyi soyleyen kufre girer, îman ve nikahını yenilemesi gerekir. İman edince nikah geri gelir. Bu soz, boşanmada kullanılan bir lafız gibi nikahı noksanlaştırmaz.
__________________
bir kac soru ve cevabları!!
Dini Bilgiler0 Mesaj
●32 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Kültür & Yaşam & Danışman
- Eğitim Öğretim Genel Konular - Sorular
- Dini Bilgiler
- bir kac soru ve cevabları!!