Makalemizde, farz ibadetle beraber, bizi Rabb'imize yaklaştıran nafile ibadetten soz etmeye calışacağız. Nafile kelimesinin Turkcede 'yararsız, boşa giden, boş, işe yaramayan' mÂnÂlarında kullanıldığını, ancak dinî bir kavram olarak nafilenin bu anlamda olmadığını sozun başında belirtmek isteriz. Giriş mahiyetinde, kaynaklarımızda daha cok kurbet kavramıyla dile getirilen Allah'a yaklaşmanın keyfiyeti uzerinde bir nebze durduktan sonra, nafile ibadetle alÂkalı bazı konular hakkında kısa acıklamalarda bulunmaya gayret edeceğiz. 'Yakın olma'1 mÂnÂsına gelen 'kurb' kelimesi, kavram olarak daha cok tasavvufî eserlerde ele alınmış ve biri Allah'ın insana yakınlığı (umumî kurb), diğeri de insanın Rabb'ine yakınlığı (hususî kurb) şeklinde ikiye ayrılmıştır. El-Karîb ismine sahip olan Allah (celle celÂluhu), keyfiyetini tam anlayamasak da, şuphesiz ilmi, kudreti, rızık vermesi, koruması vb. diğer isim ve sıfatlarının tecellisiyle, inanan-inanmayan ve her nerede olurlarsa olsunlar butun insanlarla beraberdir (Hadîd, 57/4) ve onlara şahdamarlarından daha yakındır (Kaf, 50/16). Bu umumî yakınlığın butun varlıkları kuşattığı da şuphesizdir.
Konumuz olan muminlerin Allah'a yakınlığı, yani hususî veya manevî yakınlığa gelince o, hem Âyet-i kerîmelerde hem de hadîs-i şerîflerde şoyle ifade edilmiştir:
"Şuphesiz Allah, takvaya sarılanlar ve ihsan şuuruyla iyiliği ve guzelliği takip edenlerle beraberdir." (Nahl, 16/128) "Şuphesiz beraberimdedir Rabbim ve bana yol gosterecektir." (Şu'ara, 26/62) "Şuphesiz Allah bizimle beraberdir." (Tevbe, 9/40)
Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) de bir hadîs-i şerîflerinde şoyle buyuruyor: "Kulun Rabb'ine en yakın olduğu hÂl secdedir; oyle ise secdede O'na cokca dua edin."2
Zuhd ve tasavvuf kaynaklarında da konuyla alÂkalı acıklamalar yapılmıştır. Mesel Seri es-Sakatî (257/870), "Kurb itaattir." der. Ruveym (303/915), "Kurb engelleri aradan kaldırmaktır."3 derken, Serrac (378/988), kurbu "Kurb kulun kalbiyle Hakk'ın kendisine yakın olduğunu hissedip itaat ve ibadetiyle O'na yaklaşması; dili ve kalbi ile O'nu zikredip butun dikkatini O'na vermesidir." şeklinde acıklar.4 Tasavvuf ehlinin yaptığı diğer tarif ve yorumlar ile seyr u sulûk usulleri dikkate alındığında, kurb icin şu tarifi yapmak mumkundur: "Kurb bir nefha-i İlÂhî olan insan ruhunun iman, amel-i salih, teveccuh, ihlas ve nefis mucahede ve tezkiyesiyle inkişaf ettirilip, Hakk'a bir mir'at-ı mucella hÂline getirilmesi ve boylece insanın cismaniyet ceperini aşarak Allah'a yaklaşması demektir. Urûc kavramı ile de anlatılabilen bu mesele, insan-ı kÂmil olma yolunda mesafe almanın da adıdır."5
Oyle ise bir mumin icin en onemli şey Allah'a yakınlık kazanmaktır. Bunun yolu da, şuphesiz insanın yaradılış gayesine uygun hareket ederek, farzı ve nafilesiyle, ibadette derinleşmesidir. Yani ibadetle kurbet doğru orantılıdır. Şunu da eklemek mumkundur: Butun ibadetler ve ahlÂkî davranışlar birer vasıtadır, asıl gaye Allah'a yakınlık kazanmak, diğer bir ifadeyle O'nun rızasına nail olmaktır.
NAFİLE İBADETİN KİTAP VE SUNNETTEKİ YERİ
Bizi kurbete ulaştıracak ibadetler ana hatlarıyla, farz ve nafile şeklinde iki gruba ayrılmaktadır. Farzlar Rabb'imizin emri, nafileler (Sunnetler genel anlamıyla nafileye dÂhildir) de Efendimiz'in (sallallahu aleyhi ve sellem) emir ve uygulamaları şeklinde bilinmektedir. Ancak yaygın olan bu kanaat kısmen doğru olsa da, nafile ibadetlerin Sunnet'in yanı sıra Kur'an ve kudsî hadîslerde de genişce yer aldıklarını belirtmek gerekir. MeselÂ, "Sana mahsus bir nafile olmak uzere gecenin bir kısmında teheccud namazı kıl! Boylece Rabbinin seni makam-ı mahmûda eriştireceğini umabilirsin." (İsra, 17/79) mealindeki Âyette nafile kavramı gectiği gibi, "Her kim de, gonullu olarak kendi hayrına (tatavvu') olarak fidye miktarını artırırsa bu, kendisi hakkında elbette daha hayırlıdır." (Bakara, 2/184) mealindeki Âyette de yine gonullu olarak eda edilen fazla ve nafile ibadet mÂnÂsında 'tatavvu' kelimesi gecmektedir. Birinci Âyette gecen nafile kelimesi Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) acısından farz, biz mu'minler acısından ise nafile mÂnÂsındadır. Yani O'na (sallallahu aleyhi ve sellem) teheccud namazı farz, bize ise nafiledir.
Rabb'imiz (celle celÂluhu), Efendimiz'in (sallallahu aleyhi ve sellem) diliyle, yani kudsî hadîslerde de, nafile ibadetlerden soz etmektedir. İki misÂl vermekle iktifa ediyoruz. Efendimiz'in (sallallahu aleyhi ve sellem) şoyle dediği rivayet edilmiştir: "Kıyamet gunu insanlar ilk once namazdan sorguya cekilirler. Rabb'imiz (celle celÂluhu), sorguya cekilen kişinin durumunu cok daha iyi bilmekle birlikte, meleklerine şoyle emreder: 'Kulumun namazına bakın, tam mı eksik mi?' Eğer eksik değilse tam bir namaz olarak kayda gecer, eğer eksik ise Rabb'imiz, 'Bakın bakalım kulumun nafile namazları var mı?" der. Eğer nafile (tatavvu') namazları varsa, 'Farzlarını onlarla tamamlayın.' emrini verir. Sonra diğer ameller de bu şekilde hesaplanır."6
Konumuzla yakından alÂkalı olan diğer bir kudsî hadîste ise şu ifadeler bulunmaktadır: "Her kim benim veli (has) kuluma duşmanlık ederse, Ben de ona karşı harp ilÂn ederim. Kulum kendisine farz kıldığım şeylerden daha sevimli hicbir şeyle bana yakınlık kazanamaz. Kulum (farzlara ilÂve olarak yaptığı) nafile ibadetlerle bana yakınlık kazanır da nihayet Ben onu severim. Onu sevince de onun işiten kulağı, goren gozu, tutup yakalayan eli ve yurumesine vasıta olan ayağı olurum (HÂsılı; onun işitmesi, gormesi, tutması, yurumesi doğrudan doğruya meşîet-i hÂssa dairesinde cereyan etmeye başlar). Boylesi bir kul Ben'den bir şey isterse istediğini muhakkak ona veririm. Bana sığınırsa onu hıfz ve sıyanetim altına alırım."7
Hadîs-i şerîflerde ise, değişik şekil ve dereceleriyle nafile ibadete dÂir cok sayıda tatbikat ve emir olduğu herkesin malumu olduğundan burada sadece bir misal vermekle yetineceğiz: "Her kim bir gun ve gecede, farz namazlar dışında on iki rekÂt namaz kılarsa, Allah TeÂl ona Cennet'te bir ev bina edecektir. Bunlar şu namazlardır: Sabah namazından once iki rekÂt, oğleden once dort rekÂt, oğleden sonra iki rekÂt, akşamdan sonra iki rekÂt ve yatsıdan sonra iki rekÂt."8 Butun bunlar, farz ibadetlerin dışında insanı Allah'a yaklaştıracak ve sevgisine mazhar kılacak, kaynağı Kitap ve Sunnet olan nafile ibadetler de bulunduğuna işaret etmektedir.
FARZ-NAFİLE MUNASEBETİ
Yukarıda zikredilen hadîs-i şerîfler uzerinde bir nebze durmak istiyoruz.
İkinci hadîs-i şerîfte Allah'a (celle celÂluhu) en sevimli olan ve O'na en cok yaklaştıran ibadetlerin farz ibadetler olduğu acıkca ifade edilmektedir. Bunlara ek olarak, yani bunları yerine getirdikten sonra, Allah'a (celle celÂluhu) daha cok yaklaşmak isteyen kişi nafile ibadetler de yapmalıdır. Buradan nafilenin hicbir zaman farzdan daha onemli olamayacağı, onune gecemeyeceği, ondan daha sevaplı olamayacağı, dolayısıyla tek başına Allah'a (celle celÂluhu) daha cok yaklaştıramayacağı anlaşılmaktadır. Zîr nafileye bu adın verilmesi, farzlara ek olarak yapılan ama farz olmayan ibadetler olmasıdır. Oyle ise kim farzı eda eder, ona nafileyi ekler ve buna devam ederse, işte o zaman Allah'a daha cok yakınlık elde eder.
Diğer taraftan birinci hadîs-i şerîfte nafilelerin, farzların eksikliklerini tamamlamaya yarayacağı dile getirilmektedir ki, buna cebren linnoksan (eksiklikleri kapama, yarayı sarma) denir. Eksikliğin iki şekilde olması muhtemeldir: Ya sayısal (kemmi) olarak farzlar eksik olur, nafilelerle bu eksiklikler tamamlanır ya da farzların huşu, hudu, ta'dil-i erkÂn gibi keyfiyetleri, tabir yerinde ise ic donanımları yeterli değildir yani yaralıdırlar ve bu eksiklik/yara nafilelerle tamamlanır/sarılır.9
Kurb-u feraiz ve kurb-u nevÂfil izah edilirken, birincisinin nebiler, ikincisinin de, başta evliyaullah olmak uzere diğer muminlere ait olduğunun beyan edilmesi de nafilenin bu esprisinde aranmalıdır. Zîr farzları hem kemmî hem de keyfî olarak eksiksiz yapmak ancak peygamberlerin başarabileceği bir husustur. Onun icin de onların nafileleri farzların eksikliklerini gidermeye yonelik olmayıp derin bir şukrun ifadesidir. Nitekim bir hadîs-i şerîfte Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) bunu acıkca dile getirmektedir. Hz. Aişe Validemiz (r. a) anlatıyor: "Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem), gece namaz kılmak icin iki ayağı şişene kadar ayakta dururdu. Kendisine, 'Ey Allah'ın Resulu! Allah, senin gecmiş ve gelecek gunahlarını bağışlamıştır (Fetih, 48/2), buna rağmen ibadet konusunda niye kendini bu kadar zorluyorsun?' deyince, 'Ben (Allah'ın bu mağfiretine karşı) şukreden bir kul olmayayım mı?' cevabını verdi."10 Peygamberlerin dışında kalan kişiler ise, onların seviyesinde farzları yerine getirmeye muvaffak olamayacakları icin, farzları tamamlama noktasında nafileye ihtiyacları olacaktır.
Oyle ise asıl olan farzlardır, butun gayret onları tamamlamaya matuf olmalıdır; nafilelerin birinci vazifesi de budur. Yani farzlarla arzulanan netice onlara ek olarak eda edilen nafilelerle gercekleşmiş olur. Yani once, keyfiyeten eksik olsa bile, farzlar yerine getirilmeli sonra da nafilelerle uğraşılmalıdır. Aksi takdirde nafilenin temel amacı olan farzı tamamlama gercekleşmez; zîr yerine getirilen bir farz bulunmamaktadır.
Ancak nafilelerin tek gayesinin farzların eksiğini tamamlamak olmadığını yine Efendimiz'den (sallallahu aleyhi ve sellem) oğreniyoruz. Başta sabah namazının sunneti, teheccud, evvabin olmak uzere, nafile namaz ve diğer nafile ibadetler hakkında varit olan ovucu sozleri ve onları edaya devam etmesi, nafile ibadetlerin ayrıca sevap getirdiklerini, dolayısıyla Allah'a yakınlık sağladıklarını bize acıkca gostermektedir. Mesel sabah namazının sunneti icin şoyle buyuruyor: "Sabah namazının iki rekÂtı sunneti dunyadan ve dunyada bulunan her şeyden daha hayırlıdır."11
İmam-ı RabbÂnî farzlarla Allah'a yakın olmanın ehemmiyetine dikkat cekerek, nafilelere cok duşkunluk gosterip duşunce ve kanaat itibariyle dahi olsa, farzlara golge duşurmenin tehlikesine dikkat cekiyor. MeselÂ, her gun 100 rekÂt nafile namaz kılan biri "Şu farzı kılayım da kendi namazlarıma başlayayım." şeklinde duşunse ve "kendimin" dediği nafileleri adeta farzların onune gecirse, onun, kurb-u ferÂizle alınan mesafenin cok gerisinde kalacağını belirtiyor.12
Hadîs-i şerîfte ozel bir kurbetten de soz edilmektedir. Yani, "Allah'ım, yalnız Sana kulluk eder, yalnız Sen'den yardım dileniriz." (Fatiha, 1/5) diyerek surekli istediğimiz bir kurbet daha vardır. Bu, kendimizi, kendi uzaklığımızı aşmaya matuf bir kurbet talebidir. Yardım O'ndan (celle celÂluhu) olduktan sonra, CenÂb-ı Hak hic umulmadık şekilde oyle kurbetler ihsan eder, oyle kurbet cilvelerine mazhar kılar ki, belki hic duşunmediğimiz, aklımızın koşesinden hic gecmeyen, hic tasavvur etmediğimiz, hayalimize de hic gelmemiş olan yakınlıklara ulaştırılırız. Cunku nafileler ile kurbet ifade edilirken "Ben kulumu sevince de artık onun işiten kulağı, goren gozu, tutan eli, yuruyen ayağı mesabesinde olurum." deniliyor. Evet, bu ifadeler bir mÂnÂda muteşÃ‚bih olsa da, farz blokajı uzerinde kurulan nafileler yoluyla daha derince bir kurbete ulaşmanın mumkun olduğu da vurgulanmış oluyor.
Meselenin diğer bir yonu de şudur: Farzları yerine getirmenin yanı sıra, haramlardan da kacınılmalıdır ki, tam bir yakınlık gercekleşsin. Aslında bu iki durum birbirinin tamamlayıcısıdır. İkinci adım olan nafilelerle yakınlığın sağlanması icin ise, nafilenin zıddı sayılabilecek ve değişik dereceleri olan mekruh fiil ve durumlardan da kacınılmalıdır. Buna vera' ve takva denir.
NAFİLE İBADETTE DENGE VE DEVAMLILIK
Nafile ibadetler, onları anlatan nafile ve tatavvu kelimelerinin sozluk mÂnÂlarında da gorulduğu gibi, isteğe bağlı, gonulluluk esasına dayalı, Allah'ın emri olan farzlara ek, terk edilmeleri hoş karşılanmamakla beraber, terk edene şer'î bir cezanın terettup etmediği ibadetlerdir. Nafile ibadetlerin bir kısmında (mesel mutlak nafilede olduğu gibi) ust sınırın net olmaması ve bir nevi kişinin durumu ve takatine havale edilmiş olması, sahabe-i kiram arasında ibadetle şahlanan misÂllerin ortaya cıkmasına vesile olmuştur. Efendimiz'in (sallallahu aleyhi ve sellem) nafile ibadetler konusunda gostermiş olduğu titizlik boyle bir neticeyi doğurmuş; ancak bazılarının altından kalkamayacağı ve eşleri tarafından şikÂyet edilecekleri bir hÂl almasına da sebep olmuştur. Bunun uzerine Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) hem tatbikatları hem de mubarek sozleri ile ashabına orta yolu gostermiştir. Mesel şu hadîs-i şerîf onlardan biridir: Hz. Ebû Hureyre (ra) anlatıyor: Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) şoyle buyurdu: "Şuphesiz ki bu din kolaylıktır. Hic kimse kaldıramayacağı mukellefiyetlerin altına girerek dini gecmeye calışmasın; (insan ne yaparsa yapsın yine de mutlaka bir kısım eksik ve kusurları vardır ve) galibiyet dinde kalır. O hÂlde orta yolu tutunuz, amellerinizde en iyisini yapmaya muktedir olamadığınızda ona yakın bir seviyeyi yakalamaya calışınız. Boyle yaptığınız takdirde size mujdeler olsun. Gunun başlangıc ve sonunu, gecenin de son kısmını (dunya ve ukba hesabına iyi değerlendirip Allah'ın yÂr ve) yardımcı olmasını talep ediniz."13
Hadîs-i şerîfte, ozellikle bir vakte bağlı olmayan nafile ibadetler icin kişinin dinc olduğu zamanları gozetmesi de tavsiye edilmektedir. Sabah, akşam ve gece yolculuklarının misÂl verilmesi, kuşluk, evvabin ve teheccud namazlarına işaret olduğu gibi, gun icerisinde dinc olunan zamanları da gostermektedir.14
İbadette mukemmeli yakalamak arzu edilen bir şeydir; ancak huşu ve hudu gibi kişinin marifet ufkuna gore sınırı belirlenen ve mutlak nafile namaz ve oruc gibi, ust limiti belirtilmeyen bazı meselelerde bunu gercekleştirmek mumkun değildir. Surekli azimet eksenli yaşayıp ruhsatlardan istifade etmemek de kolay olmadığı gibi herkese teşmil edilecek şekilde tavsiye de edilmemektedir. Durum boyle olunca, dini yaşamayı zor hÂle getirecek ve usanc verecek ifrat ve tefritlerden kacınmalı, en dinc, hatt coşkulu zamanlarımızı, onemli zannettiğimiz başka işlere değil ibadete ayırmalı, boylece ibadetin zevkine varmalı; nefsin vesvesesine kapı acmadan, başlanan ve alışılan ibadeti terk etmeden, başta nefsimiz, eşimiz vb. uzerimizde hakkı olan kişilerin hakkına riayet ederek; kısacası Sunnet'e uyarak ibadet hayatımızı olum (yakîn) gelinceye kadar ihlÂsla surdurmeliyiz.
İbadette devamlılığa gelince: Cenab-ı Hak bir Âyette mealen, "Sana yakîn (olum) gelinceye kadar Rabb'ine ibadet et." (Hicr, 15/99) buyurmaktadır. Başka bir Âyette, ipini sağlamlaştırdığı hÂlde sonra gevşetip bozan kadın misali verilerek, bir ibadete başlayıp bırakan, bir konuda soz verip cayan kişiler yerilmekte ve ibadetin devamlı olanının faziletine dikkat cekilmektedir. (Nahl, 16/92)
Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) de: "Amellerin en hayırlısı, az da olsa devamlı olanıdır."15 buyurmuş ve Abdullah b. Amr'a; "Daha once gece ibadetine kalkıp şimdi terk etmiş falan gibi olma."16 tavsiyesinde bulunmuştur. Şuphesiz az bile olsa devamlı olan ibadet, arada bir yapılan cok ibadetten daha hayırlıdır. Cunku ibadetin devamıyla itaat, zikir, murakabe, niyet, ihlÂs ve Hakk'a teveccuh de sureklilik arz eder.17 "Damlaya damlaya gol olur." fehvasınca, az ama devamlı olan amel arada bir yapılan ameli kat kat geride bırakır. Ayrıca ibadet gibi bir nimetle nimetlendirilen kişinin bunu, gucu yettiği kadar surdurmesi bu nimete karşılık olarak vereceği en guzel şukur olacaktır. Devamsızlık ise, mÂnevî zevk ve sevaptan mahrum kalmanın yanı sıra, ruhbaniyet Âyetine (Hadîd, 57/27) işaret gibi gorunen şu Nebevî tehditle yuz yuze gelmeye de sebep olabilir: "Kim başladığı bir ibadeti, tembelliğinden dolayı terk ederse, Allah'ın gazabına ducar olur."18
NETİCE
İslÂm'ın biri itikad, diğeri de bu itikadın amelî ciheti olmak uzere iki yonu vardır. İtikad; İslÂm'ın temel iman esaslarıdır. İslÂm'ın bir de amelî ciheti vardır ki, farzı, nafilesiyle ibadet ve evrad u ezkar bu kategori icine girmektedir. İbadet, butun guc ve kuvveti ile itikada ait meselelerin blokajı ve onları inkişaf ettiren fakulteleridir. Zîr dinî hayatın kaymalardan korunması ve kollanması ancak ibadetle mumkundur. İbadeti olmayan insan, kendi tabiatıyla butunleşemez ve onun icin her zaman değişik inhiraf noktalarından kaymalar soz konusu olabilir.
İnsan, nazarî olarak inanılması gerekli olan hakikatleri kabul edebilir. Ancak, ister ilim adına yapılan araştırmalarda, isterse inanc ve ibadet dunyasıyla alÂkalı hususlarda olsun, mÂrifetullah ufkuna ulaşmak nazarî akılla değil; ancak amelî akılla mumkun olacaktır. Zîr insan, inancını ancak ibadetle tabiatının bir parcası ve derinliği hÂline getirebilir. İşte makalemizin konusu olan ve farz ibadet temeline oturan nafile ibadet de bu ibadet hayatının en onemli kısımlarından birini teşkil eder.
__________________
Allah'a Daha Yakın Olmanın Yolu: Nafile İbadet
Dini Bilgiler0 Mesaj
●32 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Eğitim Forumları
- İslami Bilgiler
- Dini Bilgiler
- Allah'a Daha Yakın Olmanın Yolu: Nafile İbadet