Din; kendi icindeki bilgi kaynaklarıyla engin bir ilim havzı olması itibarıyla, hakikat aşkı, hakikat tutkusu acısından hayatî bir unsur, onemli bir dinamik ve bilginin ufkunu aşan konularda da acık usluplu, ama derin edÂlı yanıltmayan bir rehberdir.

22 Haziran 1633 gunu yaşlı bir adam Roma Katolik Engizisyonu tarafından Kitab-ı Mukaddes’teki fikirlere aykırı inanclar oluşturmakla suclandı. Adamın sucu: “Guneş’in merkez olduğunu, doğudan batıya hareket etmediğini, Dunya’nın ise hareket ettiğini ve merkez olmadığını” soylemesiydi. Bu duşuncenin Kitab-ı Mukaddes’e aykırı olduğu iddia ediliyordu. Yetmiş yaşındaki bu zanlı, Galileo Galilei idi. Galileo’nun bu sucuna karşılık once hapis cezası ongorulmuş; ancak bu ceza daha sonra ev hapsine cevrilmiş ve evinde iken de yedi tovbe ilÂhisini (12. Mezmur) uc yıl boyunca haftada bir defa okumasına hukmedilmişti. Galileo, engizisyon mahkemesi reisi Aziz Lord Cardinal onunde diz cokerek uzerine atfedilen curmu kabul etmiş ve tam bir itaatle kutsal Katolik kilisesine bağlılığını ve Guneş merkezli duşunceden rucu ettiğini deklare etmişti.1 Galileo’ya verilen bu cezayla -buyuk bir ihtimalle- din ve bilim arasında gunumuze kadar uzanan kavganın fitili de ateşlenmiş oldu.

Guneş'in merkez olduğu fikri onceleri antik Yunan filozofları, daha sonra da1543'te Copernic tarafından one surulmuş, Galileo'ya kadar da daha cok astronomlar arasında tartışılan bir konu olarak kalmıştı.2

Bilim kelimesi ile irtibatlı kelimelere bakacak olursak, "bilmek" kelimesinin bilgi sahibi olmak, anlamak, okumak, gormek, hissetmek, değerlendirmek, tanımak, duşunmek, analiz etmek, pratik yapmak veya uzmanlaşmak mÂnÂlarına geldiğini goruruz.3

BİLİM-DİN MUNASEBETİNE YAKLAŞIMLAR

Bilim ve din arasında daha yakın zamanlara kadar catışmacı ve ayrımcı olmak uzere sadece iki akımın duşunulduğu goruluyor.4 Ancak Ian G. Barbour, din ve bilim icin dort ayrı yaklaşım tezini one surmektedir. Bu yaklaşımlar sırası ile şoyle: Catışma, Bağımsızlık, Diyalog ve Entegrasyon. Ancak Barbour'un yaptığı bu sınıflama genellemeci, donuk ve sınırlayıcı olmakla tenkit edilmiş, Barbour ise bu tenkitlere cevaplar vermeye calışmıştır.5

1. CATIŞMA KURAMI

Catışma tezine gore, bilim ve din birbirleri ile catışır. Hem bilimsel materyalizm hem de dinî literalizm savunucuları ilk bakışta, her ne kadar iki aşırı ucu temsil ediyor gibi gorunseler de aynı safta yer almış olmaktadırlar. Cunku her iki gruba gore de bilim ve din birbirinin duşmanıdır.6

Ozellikle de on dokuzuncu yuzyılın sonlarına doğru bilime, insanın yeni ve sekuler bakışının oluşturulabileceği bir arac olarak bakan kimselerin ortaya koyduğu bilimin ustunluğu iddiası, onu yerleşik dinî inanclara karşı zaruri bir şekilde ve oldukca enerjik sayılabilecek bir catışma icerisine cekmişti. T.H. Huxley, bilimsel naturalizm felsefesinin savunucularından biriydi.

Ancak bilim ve din arasındaki savaş temelde J. W. Draper'in (1882) History of the Conflict between Religion and Science (Bilim-Din Catışması Tarihi, 1874) ve A. D. White'ın (1918) History of the Warfare of Science with Theology (Bilim-Din Mucadelesi Tarihi, 1896) adlı kitapları ile projelendirildi. Bilimsel naturalizm temsilcileri bilim din catışmasının kacınılmaz olduğuna inanıyorlardı. Cunku din onlara gore geleneksel dogmalara bağlı iken, bilim ise gerceğe yonelen ve gecmiş fikirlerin yetersizliğini ortaya koyan yeni bir yol oneriyordu. Bu, bilimin mecburen kazanacağı bir savaştı; cunku bilginin tek guvenilir kaynağıydı.7

Ancak Huxley ve Tyndall'ın bu goruşleri hicbir zaman geniş bilimsel topluluğun din hakkındaki temel goruşlerini yansıtmamıştır.

Bazı Batılı filozofların din bilim catışmasına yonelik tezlerini daha sonraları İslÂm'a teşmil etmeye kalkmaları uzerine, eş zamanlı olarak İslÂm dunyasında da Namık Kemal (1888), CemÂleddin AfgÂni (1897), Muhammed Abduh (1905), Huseyin el-Cisr (1909) ve Reşid Rıza (1935) başta olmak uzere devrin İslÂm uleması cevaplar kaleme aldılar. İslÂm'ın akla-ilme verdiği onem ve değer, Dunya'nın oluşumu, buyuk patlama, gok cisimlerinin arasındaki munasebet gibi kozmolojik meselelere kadar pek cok konu hakkında acık veya kapalı, geniş veya ozet hÂlde Kur'Ân-ı Kerîm'de bilgiler ve işaretler olduğu anlatılmaya calışıldı.8

2. BAĞIMSIZLIK KURAMI

Bilim ve din arasındaki catışmadan kacınmanın tek yolu, bu alanları birbirinden tamamen ayrı olan bolumler hÂlinde ele almaktır. Bu anlayışa gore, bilim ve din sordukları sorular, uğraştıkları konular ve kullandıkları metotlar acısından birbirlerinden ozerk ve bağımsız olmalı, birbirlerinin işine karışmamalıdırlar. Her iki alanın da kendilerine gore sınırları vardır. Bu bolumleştirme, sadece gereksiz catışmalardan kacınmayı değil, aynı zamanda her iki duşunce tarzının kendine ozgu huviyetine sadık kalabilmelerine vesile olacaktır.9

Gilkey, konu ile alÂkalı şu şekilde bir izahat yapmaktadır:

1. Bilim nesnel, genel ve tekrarlanabilir verileri acıklamaya calışır. Din ise, Âlemdeki duzen ve guzelliğin varlığını ve ic dunyamızdaki (bir taraftan suc, endişe ve mÂnÂsızlık, diğer taraftan da merhamet, guven ve hayırseverlik gibi) tecrubeleri araştırır.

2. Bilim nesnel olarak "nasıl" sorularına, din ise, mÂnÂ, gaye, ilk koken ve nihai kaderimize dÂir ferdî "nicin" sorularına odaklanır.

3. Bilimde otoritenin temeli mantıkî tutarlılık ve deneysel yeterliliktir. Dinde ise nihai otorite Tanrı ve aydınlanmış peygamberler vasıtasıyla anlaşılan ve şahsî tecrubelerimizce onaylanan vahiydir.

4. Bilim, deneysel olarak denetlenebilir nicel tahminlerde bulunmaktadır. Din ise, Tanrı aşkın olduğu icin sembolik ve analojik dil kullanmak zorundadır.10

3. DIYALOG KURAMI

Diğer bir tez ise, iki farklı alan olan bilim ve din arasında birtakım benzerlikler bulunduğu farz edilerek, yontemsel karşılaştırmalar yaparak, bilimin kendi sınırları icinde cevap bulamadığı sorulara cevap aramak veya ilmî kavramlardan teolojik olarak faydalanarak oluşturulan diyalog bicimidir.11

Diyalog, ya ilmî tahminler ele alınırken, ya ilmî ve dinî yontemler arasındaki benzerlikler acıklanırken veya diğer alanda karşılığı olan kavramlar cozumlenirken ortaya cıkmaktadır. Bağımsızlık, bilim din karşılaştırmasında tahminler, metotlar ve kavramlar arasındaki farklılıklar uzerinde dururken, diyalog, bunlar arasındaki benzerliklere dikkat cekmektedir.12

Bilim ve din arasında yapıcı ve işbirliğine dayalı bir diyalog fikri gunumuzde Yahudi, Hristiyan ve Musluman bilim adamlarınca da onay gormektedir.13 Filozoflar, bilim adamları ve bilim tarihcileri, bilim ve din arasında catışmacı modelin yerini işbirliğinin alması icin gayret gostermektedirler. İsvecli filozof Mikael Stenmark, oldukca geniş ve buyuk akademik calışmalarının yanı sıra, bilim ve din işbirliği uzerine de duzinelerce farklı modeller onermiştir.14

4. BUTUNLUK KURAMI

Din ile bilim munasebetine dÂir diğer bir tez ise, bilim ile dinin butunleşmeleridir. Cunku yuzyıllardır bilim ve din arasında devam etmiş hÂlen de devam eden yoğun munasebet, bu her iki alanın bir butun olduklarını gostermektedir. Gunumuzde dahi hic kimse sadece bilimin butun sorulara cevap verebildiğini ve yine hic kimse butun ihtiyaclarımızın sadece bilimde olduğunu soyleyememektedir.15 Einstein'ın, dinsiz bilimin topal, bilimsiz dinin de kor olduğunu ifade etmesi bu gerceğin bir başka acıdan itirafıdır.16

Muhterem Gulen, "Yeni Bir Bakış Acısıyla İlim ve Din" kitabına yazdığı takdimde17 ilim ve din butunluğu ile alÂkalı olarak şu onemli tespitlerde bulunmaktadır:

"İslÂm Âleminde -İslÂm'ı bilmemeden kaynaklanan bağnazca bir-iki huruc istisna edilecek olursa- kat'iyen ilim-din cekişmesi soz konusu olmamıştır. Kur'Ân her zaman bizi, eşya ve hÂdiseleri yorumlamaya, değerlendirmeye, bu konuda ictihad kapısını ardına kadar acık tutarak, zamanın yorumlarını da yanımıza almak suretiyle yeni yeni hukumler vaz'etmeye ve olaylar uzerinde derin derin duşunmeye sevk etmiştir. Aklı, mantığı hislerle beraber kullanmaya teşvikte bulunmuş, melekelerimiz acısından herhangi bir boşluk yaşamamamız icin de bize, surekli ilmî metot yolunu, muşahede uslûbunu ve istikr ÂdÂbını talim etmiştir. Hatta denebilir ki, Kur'Ân-ı Kerîm'in en acık bir şekilde karşı cıktığı şeylerin başında skolastizm, zan, tahmin, taklit ve şablonculuk gelmektedir."18

Muhterem Gulen aynı takdim yazısında bir başka yerde ise, bizlere şu hususları hatırlatmaktadır:

"Kur'Ân'ın yuzlerce tenbih, ikaz, tevcih ifade eden Âyetleri sayesinde, Hicrî ikinci asırda başlayıp beşinci asra kadar devam eden ve bugunku Batı duşuncesine de onemli katkıda bulunan ilk Muslumanların duşunce ufukları, ilim aşkları, meslek ahlÂkları gostermektedir ki; t baştan beri İslÂm dini ile ilim arasında hicbir zaman herhangi bir problem soz konusu olmamıştır. Hem nasıl olur ki, akla, duşunceye, tecrubeye gerektiğinden fazla değer veren Kur'Ân ve onun mucmelini tafsil, muphemini tefsir eden Sunnet bu konuda, onu yakın takibe almış ve ona surekli duşunme, yapma, değerlendirme emirlerini vermekte; tembellikten dolayı onu tehdit, gayret ve başarılarından dolayı da takdir ve tebcil etmektedir. Kur'Ân-ı Kerim'de tefekkur ve aklın diğer fonksiyonlarını nazara veren altmış kusur ve cehaleti yeren de otuzu aşkın Âyet vardır. Kur'Ân, ya doğrudan doğruya veya dolaylı bir yolla hemen her fırsatta ve hususiyle de tevhid duşuncesini tesis mulÂhazasıyla sık sık insanları bakıp değerlendirmeye ve tefekkur edip derinleşmeye davet eder ki, zaman itibariyle taptaze ve gunumuz acısından da derinleşen bir yenilikle değişik konulara her zaman dikkatlerimizi cekerek, ilim ve duşunce hayatımız itibariyle bizlere, surekli "ba'su ba'de'l-mevt"ler yaşatmaktadır."19

Kur'Ân-ı Kerîm'in kendi ruhunu ve Âlemşumul mesajını takdim etme mevzuunda teemmul, tedebbur, tefekkur, akletme ve vicdanı dinleme yolunu sectiğinde şuphe yoktur. Evet, o, hemen her yerde, zihinleri hakikate uyaran bir yol takip etmiş; her hÂdise karşısında duşunceyi harekete gecirmiştir. Aklın onundeki butun mÂniaları kaldırarak, onun eline tutuşturduğu sÂbite ve disiplinlerle ona Âdeta sınırsız bir hareket imkÂnı bahşetmiş ve insana varlığın hakikatini keşfetme gibi daha nice gercekleri gostererek ona himmetini hep Âlî tutmasını salık vermiştir.

Barbour'a gore butunleşmenin uc şeklinden bahsedilebilir: Doğal teoloji, doğa teolojisi ve sistematik sentez.

Doğal teolojide Tanrı'nın varlığı, bilimin bizi daha cok bilgilendirdiği doğa duzeni delilinden cıkarılabimektedir. Tanrı'nın bazı ozellikleri sadece kutsal metinlerdeki vahiy aracılığı ile bilinebilse de Tanrı'nın varlığı tek başına akılla da bilinebilir.20

Doğa teolojisi ise, doğal teolojinin yaptığı gibi bilimden yola cıkmamaktadır. Tam tersine, dinî tecrube ve vahye dayalı bir dinî gelenekten hareket etmektedir. Fakat buna gore bazı geleneksel doktrinler gunumuz bilimi ışığında yeniden duzenlenmelidir. Bu noktada bilim ve din, kendi bağlamlarında bazı alanların ortuştuğu, fakat oldukca bağımsız birer fikir kaynağı olarak gorulmektedir.21

Sistematik sentezde ise, hem bilimin hem de dinin kapsamlı bir metafizik icinde işlenmiş bir dunya goruşu meydana getirme gayreti vardır. Kavram olarak doğa, insanın varlığı, Âlem ve Tanrı hakkında kesin ahlÂkî varsayımlar uzerinde duran surec felsefesi, kapsayıcı bir metafiziğin geliştirilmesine katkıda bulunabilir. Surecci duşunurlere gore Tanrı, yenilik ve duzenin kaynağıdır.22

Doğal teoloji savunucuları arasında Robert Broom (1951), J. S. Haldane (1936), Oliver Lodge (1940), Lloyd Morgan (1936), E. W. MacBride (1940), William McDougall (1938) ve J. Arthur Thomson (1933) gibi isimler sayılabilir. 1930'larda, fizikteki yeni gelişmelerle birlikte bu isimlere iki yeni isim daha ilÂve oldu: A. S. Eddington (1944) ve James Jeans (1946). Bu durum, sahanın uzmanı olmayanlar icin ilmî topluluğun artık kendi taraflarında olduğunu gostermeye yeterliydi. Bilim ile din arasında bağ kurulmasına karşı cıkan rasyonalistlere gore ise, bilim adamlarının dine sempati duymaya başladıklarını soylemek icin henuz erkendi.23

Bilim bize bir hediyedir; ama bilimin guclu urunu teknoloji bize daha onceden duşunulemeyen hususları yerine getirebileceğimizi hissettirir. Bu da henuz her şeyin tamam olmadığını, calışılacak daha başka konular bulunduğunu hatırlatan biraz daha belirsiz ve muğlÂk bir gostergedir. Dolayısı ile insanlık doğruyu secip alacağı, kotuyu fark edip reddedeceği daha yuksek bir irfan ve hikmeti arama ihtiyacındadır. Din ve bilim konusunda cok seckin birkac ornek dışında, dinî konulardan ziyade ahlÂkî konulara ise henuz yeterince odaklanılmamıştır.24

Şimdi de bilim ve din konusuna kozmik, antropolojik, kulturel ve ictimÂî temellerden bakmaya calışalım.

Pek cok bilim adamının ortaklaşa kabulune gore, bilim cok uzun bir sure boyunca dinin arkasından gelmiş, dinî duşunce modern bilime ve ilmî projelere rehberlik ve dÂyelik yapmıştır. Roger Bacon (1292), Copernicus (1543), Gregor Mendel (1884) hatt Newton (1727) ve Darwin (1882) dahi, ancak onceki mevcut dinî duşunceleri sayesinde etraflarındaki varlığı daha iyi anlama cabasına girebilmişlerdir. Bu bakış acısı Pascal'a (1662) hatt Augustin'e (430) kadar goturulebilir.25

Newton (1727), ikinci unlu eseri Optik'in basılmamış ilk surumunde Tanrı'nın, bilimin ilk aksiyomu olduğunu soyluyordu. Newton'a gore bilim, Tanrı'nın varlığını kabulle başlardı; ancak bu kabul dogmatik olmazdı. Tanrı'ya ancak tumevarım metoduyla ulaşılabilirdi.26

Dinin insan icin en az bilim kadar hatt ondan daha fazla luzumlu olduğunu aşağıdaki rakamlar acıkca gostermektedir.

Batı'da yapılan araştırmalara gore psikiyatri (%58) ve tıbbî tedavi goren hastalar (%50), tedavileri esnasında benzer dinî ihtiyacları talep etmişlerdir. Sıklıkla dile getirilen ihtiyaclar birinci sırada başka bir insanın destek ve yardımı; ikinci olarak Allah'ın varlığını ikrar etme duygusu; ucuncu sırada ibadet etme isteği; dorduncu sırada hayatın mÂnÂsı ve gayesi ve beşinci sırada da bir din adamının ziyareti ve duası olmuştur.27



İLİM DUŞUNCESİ

TehÂnevî, ilim kelimesinin birkac mÂn taşıdığını belirterek şunları soyluyor: "İlim kelimesi hukemÂya gore, yakînî olan ya da olmayan ister tasdik isterse de tasavvur olsun mutlak idrak anlamındadır. Mutekellimîne gore anlamı ise zihinde hÂsıl olan suret veya yakîn ya da mutlak yakîn ve tasavvurdur. Tehzîb-i kelÂmda idrak basamakları ise ihsas, tahayyul, tevehhum ve taakkuldur."28

Nursî: "Biz Kur'an şakirdleri olan Muslumanlar, burhana tÂbi oluyoruz. Akıl ve fikir ve kalbimizle hakaik-i imaniyeye giriyoruz. Başka dinlerin bazı efradları gibi ruhbanları taklid icin burhanı bırakmıyoruz. Onun icin akıl ve ilim ve fennin hukmettiği istikbalde, elbette burhan-ı aklîye istinad eden ve butun hukumlerini akla tesbit ettiren Kur'an hukmedecek." demektedir. 29

Bu konuda onemli tespitleri bulunan Muhterem Gulen, "İlim cok onemlidir, bu yuzden dinimiz de ona buyuk ehemmiyet atfeder,30 "zannediyorum bizim insanımızın ilim cağına katkısı buyuk olacaktır"31 demektedir. Gulen, ilimin tek başına herhangi bir milletin malı olmadığını, Batı'nın onu, eski kaynaklarından ozumleyip alırken, ilim ahlÂkıyla alÂkalı hususları da ihmal etmediğini, onun menşeindeki ahlÂkiliği, aşk u şevki, azim ve kararlılığı ilmin orijini gibi hep goz onunde bulundurduğunu belirtir.32

İslÂm'a gore ilmin sebeplerini havass-ı selime, selim akıl ve haber-i mutevatir olarak işaretleyen Gulen,33 bilimin bir put hÂline getirilerek butun değerlerin ona goturulup bağlanmasını, hem insanlık adına hem de ilimler adına fevkalÂde tehlikeli ve zararlı gormektedir. Gulen, zihinlerin sonsuzluk duşuncesinden mahrum bırakıldığı, ruhun teknolojinin esiri hÂline getirildiği, kalbî hayatın butun butun ihmale uğradığı bir yerde ilimden de ilmin yararlı olacağından da bahsedilemeyeceğini belirtmektedir.34

Efendimiz'in (sallallahu aleyhi ve sellem): "Beyanda sihir vardır." hadîs-i şerîfinin, gelecekte her şeyin gucunu, beyandaki edadan alacağını haber verdiği şeklinde yorumlayan Gulen, bu hususu bir mÂnÂda ahir zamanda ilmin one cıkacağına, cağımızda her şeyin ilme bağlı olduğuna, ancak ilmin insanlığa sunulma gucunu de beyandaki edadan alacağına bir işaret olarak gormektedir.35

Rosenthal de, İslÂm'da, diğer medeniyetlerdekinin tam aksine bilgi konusuna cok buyuk ehemmiyet verildiğini, bilginin Muslumanların entelektuel, ruhî ve sosyal hayatlarında her acıdan tesirli olduğunu, bilimin eğitimli sınıf arasında kesinlikle muzaffer olduğunu belirtmektedir.36

NETİCE

Din ve ilim, bir hakikatin bolunup parcalanamayan iki yuzu gibidir. Hz. Âdem'den (as) Efendimiz'e (sallallahu aleyhi ve sellem) kadar butun peygamberler (a.s.e) din ve bilim butunluğunun en parlak temsilcileridirler. Kur'Ân-ı Kerîm'de gecen tefekkur, tezekkur, tedebbur, akıl, ilim, fıkıh, zikr, ulu'l-elbÂb, sem' ve basar gibi kelimelerin bulunduğu yuzlerce Âyet-i kerîmede, diğer temel mÂnÂlarının yanı sıra din ve bilim butunluğunun en yuksek hÂllerini gorebilmek mumkundur. Bu acıdan sadece "Âyet" kelimesini tahlil ettiğimizde, "el-ÂyÂt" kelimesinin bulunduğu Âyet-i kerîmelerde herkesce bilinen Kur'Ân-ı Kerîm Âyet-i kerîmelerinin kastedilmesinin yanı sıra, peygamberler aracılığı ile inkÂr-ı ulûhiyete karşı Allah'ın (celle celÂluhu) izni dairesinde meydana gelen mu'cizelerin de kastedildiğini goruruz. Ancak aynı şekilde "ÂyÂt" kelimelerinde genel olarak varlık dunyasının da nazara verildiğini, insanoğlunun varlık dunyasındaki ince hususları araştırması, bilimi ilerletmesi icin gaybî bir dest-i inayetin uzandığı gorulur. AllÂh'ın (celle celÂluhu) mukevvenatı da "Âyet" şeklinde nitelendirmesi, cok acık ve zaruri bir şekilde, mevcudatın da okunması istenen buyuk bir kitap olduğunu gosterir.

Gunumuzde ve gelecekte din ve bilim butunleşmesinin en yuksek seviyede gercekleşeceğini duşunuyor, bu konuda Doğulusu ve Batılısı, Kuzeylisi ve Guneylisi ile bilim insanlarının kuresel mÂnÂda doğru bir tutum geliştireceklerini umit ediyoruz.


__________________