Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimizʼin azîz, latîf, mubĂ‚rek, pĂ‚k, rûh-i tayyibelerine; ehl-i beytin, ashĂ‚b-ı kirĂ‚mın, enbiyĂ‚-i izĂ‚mın, sĂ‚dĂ‚t-ı kirĂ‚m hazarĂ‚tının, cumlemizin gecmişlerinin rûh-i şerîflerine; dînimizin, vatanımızın, milletimizin selĂ‚metine; butun İslĂ‚m dunyasının selĂ‚metine; bu duĂ‚, bu niyĂ‚z ile bir FĂ‚tiha-i Şerîfe, uc İhlĂ‚s…

Muhterem Kardeşlerimiz!

CenĂ‚b-ı Hak bu îkĂ‚z-ı ilĂ‚hîlerden bir nasîb almayı, CenĂ‚b-ı Hak cumlemize nasîb eylesin.

Bu; “Veʼl-Fecri Sûresi” okundu. Ondan sonra İnşirah Sûresi okundu. CenĂ‚b-ı Hak yemin mĂ‚hiyetinde, yani yoğunlaşmamız zarûrî olan birkac hĂ‚diseden bahsediyor başta.

CenĂ‚b-ı Hak; “وَالْفَجْرِ” buyuruyor. Yani “Canlıların uyandığı zamana andolsun.” (el-Fecr, 1) diyor. Yani CenĂ‚b-ı Hak; kul duşunecek:

“‒Bugun Rabbim bana hayat defterinden, hayat takviminden bir sayfa daha actı.” Maddî uyanması gibi mĂ‚nen de uyanacak.

Zaman en kıymetli bir sermaye. CenĂ‚b-ı Hak diğer bir sûrede “وَالْعَصْرِ” buyuruyor. “Zamana yemin olsun.” (el-Asr, 1) buyuruyor.

Gecen zamanı geri getirmek mumkun değil. Dunu geri getirmek mumkun değil. Dun, hasenatlarımızla, seyyiatlarımızla bitti. Fakat CenĂ‚b-ı Hak; “وَالْفَجْرِ” bugun bize bir hayat defterinden, hayat takviminden bir sayfa daha actı.

Hayat bir sefere mahsus olan bir zaman. Tekrarı yok. Cok kıymetli, fakat kıymeti bilinmeyen bir husûsiyet.

CenĂ‚b-ı Hak hattĂ‚ son nefesteki pişmanlıkları bildiriyor, bu, gecen boş zamanı:

“…Keşke (diyor) sadaka versem de sĂ‚lihlerden olsam…” (el-MunĂ‚fikûn, 10) diyor. Fakat bitmiş oluyor. Kabirde telĂ‚fi etme yok. Âhirette telĂ‚fî etme yok.

VelhĂ‚sıl zaman cok kıymetli. Herkes bir takvimle dunyaya geliyor, butun mahlûkat. İnsan da bir takvimle geliyor, ilĂ‚hî bir kaderle, ilĂ‚hî bir azamet tecellîsi.

Hayvanat da bir takvimle geliyor. Nebatat da bir takvimle geliyor. Her şey bir takvimle geliyor. İlĂ‚hî bir ekolojik denge…

Bir kaset dolduruyor. Bu kaset kıyamet gunu acılacak. Bize kıyĂ‚mette bu kaset gosterilecek.

اِقْرَاْ كِتَابَكَ كَفٰى بِنَفْسِكَ الْيَوْمَ عَلَيْكَ حَسِيبًا buyruluyor.

“Kitabını oku! (Denilecek. Hayat kasetini oku. Gecirdiğin anları oku.) Bugun sana hesap sorucu olacak nefsin kĂ‚fidir.” (el-İsrĂ‚, 14) buyrulacak.

Yani kendi işlediklerin, kendine gosterilecek. Tabi bircok şeyleri unuttuk belki. Orada hepsi karşımıza cıkacak.

CenĂ‚b-ı Hak yine hep îkaz hĂ‚linde. Kulunun Cennetʼine girmesini istiyor. Seksen yerden fazla yerde “Ey îmĂ‚n edenler!” geciyor.

CenĂ‚b-ı Hak:

“Ey îmĂ‚n edenler! Allahʼtan korkun. Herkes yarına ne hazırladığına baksın! (Buyuruyor.) Allahʼtan korkun. Cunku o Allah yaptıklarınızdan haberdardır.” (el-Haşr, 18)

Yani, şimdi nasıl burada benim konuşmam kameraya alınıyor, hepimizin her anı ilĂ‚hî bir kameraya alınıyor. KirĂ‚men KĂ‚tibin devamlı şey hĂ‚linde, bunu, dosyaları, kıyĂ‚met gunune aktarma yapıyor.

Hayat, omur, uzerinde metrajı yazmayan bir makara gibi. Nerede kopacağı, ne zaman kopacağı da belli değil. Onun icin; “Yarın diyenler, helĂ‚k oldu.” buyruluyor.

Yarın var mıyız, yok muyuz? Dun olan bircok insan vardı bugun yok onlar. Dun onların hayat takvimi bitti.

Efendimiz buyuruyor:

“İki nîmet vardır. İnsanların coğu bu nîmetleri kullanmakta aldanmışlardır. Biri sıhhat, biri de boş vakit.” (BuhĂ‚rî, Rikāk, 1)

Her gunumuz ayrı bir kıymet. Demek ki kendi kendimize tefekkur edeceğiz. Sabahleyin kalktık, uyandık. Bu hayat defterinden bir sayfa daha verildi. Yeni gunu bize nasîb eden Rabbimizʼe bir teşekkur edeceğiz. Bir teşekkurle, bir hamd ile başlayacağız.

Dunyaya hic bedel odemeden “insan” olarak geldik. Onun cok cok daha otesinde bir “HĂ‚dî” sıfatının tecellîsiyle “muʼmin” olarak dunyaya geldik. Hic sermayeyle dunyaya geldik. CenĂ‚b-ı Hak ilĂ‚hî lûtuflarını, “…Nîmetlerimi sayamazsınız…” (İbrahim, 34) buyuruyor.

“Goklerde ve yerde ne varsa Ă‚mĂ‚de kıldık; duşunen bir toplum icin…” (el-CĂ‚siye, 13) buyruluyor.

NefsĂ‚nî arzularımızı bertaraf etmemiz arzu ediliyor. “LĂ‚ ilĂ‚he” bertaraf; “illĂ‚llah” kalp CenĂ‚b-ı Hakʼla beraber olacak.

Buyruluyor:

مَنْ عَرَفَ نَفْسَهُ فَقَدْ عَرَفَ رَبَّهُ

(Nefsini bilen, Rabbini de bilir.)

Kim hicliğini bilirse, CenĂ‚b-ı Hakkʼı tanır, Rabbini tanımış olur.

İki şeyi unutmama tavsiye ediliyor -rahat, huzurlu bir hayat icin-:

“CenĂ‚b-ı Hakkʼı unutmayacağız.”

Kaderimizi cizen CenĂ‚b-ı Hak. Kaderimiz bir mechul.

لَا يَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلَّا الله

Gaybı bilen (yalnız) CenĂ‚b-ı Hak. Ne hakkımızda hayırdır, ne şerdir? Şerri insan hayır gorur, hayrı şer gorur.

Demek ki CenĂ‚b-ı Hak burada teslîmiyet istiyor. Kul CenĂ‚b-ı Hakkʼı unutmayacak. CenĂ‚b-ı Hakʼla huzur bulacak.

اَلَا بِذِكْرِ اللّٰهِ تَطْمَئِنُّ الْقُلُوبُ

(“…Bilesiniz ki, kalpler ancak AllĂ‚hʼı anmakla mutmain olur (huzura kavuşur).” [er-Ra‘d, 28])

CenĂ‚b-ı Hakʼla huzur bulacak. SaĂ‚det de CenĂ‚b-ı Hakʼla beraberlikte. Olumu unutmayacak. FĂ‚nîliği unutmayacak. Her an hazırlıklı hĂ‚le gelecek.

“Esas hayat Ă‚hiret hayatı.” (BuhĂ‚rî, Rikāk, 1)

Her gun duşuneceğiz akşamları, Allah bana hayat takviminden bugun bir yaprak actı. Bugun ben ne kadar kendime, nefsime, ne kadar nefsimin dışında Allah icin gayret ettim.

Efendimiz misal veriyor:

“Nefsim yed-i kudretinde olan Allahʼa yemin ederim ki muʼminin misali bir bal arısı gibidir…” buyuruyor.

اِقْرَاْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذِى خَلَقَ

(“Yaratan Rabbinin adıyla oku.” [el-Alak, 1])

Yani her gorduğunu musluman, Yaratan Rabbinin adıyla okuyacak.

“…Bal arısı guzel yer…”

Ciceklerin ozunden alır.

“…Guzel bırakır…”

Ambalaj yapar.

“…Konduğu dalı kırmaz, incitmez.” (Ahmed bin Hanbel, II, 199)

Bozmaz aldığı o usĂ‚reyi. Bir muʼmin de boyle olacak diyor. DĂ‚imĂ‚ hayır işinde. Âyette:

فَاِذَا فَرَغْتَ فَانْصَبْ وَاِلٰى رَبِّكَ فَارْغَبْ

(“Boş kaldın mı hemen (başka) işe koyul ve yalnız Rabbine yonel.” [el-İnşirah, 7-8]) buyruluyor.

Bir işi bitirdin Allah yolunda, diğer işe koş. Arada boşluk olmayacak. Arı gibi olacak. Arı kırk beş gunluk omrunde o kovanları dolduruyor, insana sunuyor.

Demek ki bir muʼmin de Allah yolunda gayret edecek. İbĂ‚det, muĂ‚melĂ‚t, ahlĂ‚k vs… Elinden dilinden ummet-i Muhammedʼin mustefîd olduğu bir kul olacak. Arı gibi olacak.

Yine Efendimiz buyuruyor, yine diğer bir yeni bir madde uzerinde buyuruyor:

“Muʼminin misĂ‚li bir altın parcası gibidir…” diyor. (Ahmed, II, 199)

Altın tozlansa, uflediğin zaman tozu gecer diyor. Yani muʼmin de o aslî karakter, o aslî şahsiyetini muhĂ‚faza eder.

CenĂ‚b-ı Hak bizi her seher vakti kaldırıyor, uyandırıyor. Bilhassa seherler cok muhim. CenĂ‚b-ı Hak:

وَالْمُسْتَغْفِرِينَ بِالْاَسْحَارِ buyuruyor.

“…Seherlerde istiğfar ederler.” (Âl-i İmrĂ‚n, 17) buyuruyor. Demek ki Rabbimiz bize seherlerde tevbe kapılarını acıyor. Nasıl ilĂ‚hî bir lûtfu CenĂ‚b-ı Hakkʼın.

Fakat CenĂ‚b-ı Hak burada bir fedakĂ‚rlık istiyor. O tevbe kapısı acılacak. Orada ilticĂ‚ edeceksin. Hem o gunahı bir daha işlemeyeceksin. CenĂ‚b-ı Hak senin gonlune oyle bir duygu ve hissiyat verecek. Hem de CenĂ‚b-ı Hak seni affedecek. En muhim zĂ‚yî edilen; kacırılan seherler… Hep peygamber hayatları seherde hep dolu dolu.

Âişe VĂ‚lidemiz:

“Efendimizʼin ayakları şişerdi (buyuruyor) namazda. Secde yerini (gozyaşlarıyla) ıslatırdı.” buyuruyor.

Âişe VĂ‚lidemiz:

“‒YĂ‚ RasûlĂ‚llĂ‚h! Kendini cok yoruyorsun.” dediği zaman:

“‒YĂ‚ Âişe! Şukreden bir kul olmayayım mı?” buyururdu. (BuhĂ‚rî, Teheccud, 16)

Efendimiz boyle bu hĂ‚lde olursa -ki Cennetʼle teminat altında, butun peygamberlerin zirvesinde- demek ki bizim nasıl olmamız îcĂ‚b ediyor?!.

Yine CenĂ‚b-ı Hak “bilenlerle bilmeyenler” buyuruyor Zumer Sûresiʼnde. Kimler biliyor, kimler bilmiyor? Yani kimler tahsil yapıyor, kimler tahsil yapmıyor?

Esas tahsil, CenĂ‚b-ı Hakkʼa kul olabilmek.

لِيَعْبُدُونِ, لِيَعْرِفُونِ: CenĂ‚b-ı Hakkʼa kul olabilmek, CenĂ‚b-ı Hakkʼı kalpte tanıyabilmek icin.

Âhiret icin geldik dunyaya. Başka bir iş icin gelmedik dunyaya. Dunya bir dershĂ‚ne. İlĂ‚hî bir laboratuvar, ilĂ‚hî azamet laboratuvarı. Onun icin “bilenlerle bilmeyenler”… Bilenler de demek ki nasıl bilecek? Ruh derinleşecek. İlk Ă‚yet:

اِقْرَاْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذِى خَلَقَ

“Yaratan Rabbinin adıyla oku!” (el-Alak, 1)

İşte sahĂ‚be okudu. Zirve bir medeniyet, bir asr-ı saĂ‚det medeniyeti inşĂ‚ etti. Bir kitap yoktu ellerinde KurʼĂ‚n-ı Kerîmʼden başka. Yalnız KurʼĂ‚n-ı Kerîm okuyorlardı. KurʼĂ‚nʼla istikĂ‚metlendiler. CenĂ‚b-ı Hak:

وَنُنَزِّلُ مِنَ الْقُرْاٰنِ مَا هُوَ شِفَاءٌ وَرَحْمَةٌ لِلْمُؤْمِنِينَ

(“Biz, Kur’Ă‚nʼdan oyle bir şey indiriyoruz ki o, muʼminler icin şifa ve rahmettir…” [el-İsrĂ‚, 82])

Rahmetini ve şifĂ‚sını ihsĂ‚n etti ve dunya tarihinde bir asr-ı saĂ‚det devri meydana geldi. Buyuk bir medeniyet. Gorulmemiş bir medeniyet. Kimden, nereden geldi bu? Yarı vahşi insandan geldi. CĂ‚hiliye insanından geldi. O insanlar buyuk bir medeniyet inşĂ‚ ettiler. Bugun insanlık o medeniyete muhtac. İnsan olma medeniyeti. Hakkʼa kul olma medeniyeti.

CenĂ‚b-ı Hak “bilenlerle bilmeyenler”, uc tane -Zumer Sûresiʼnde- vasıf bildiriyor. Birincisi:

سَاجِدًا وَقَائِمًا

“…Secde ve kıyĂ‚m hĂ‚linde (bulunurlar seherlerde)…” (ez-Zumer, 9)

CenĂ‚b-ı Hak yine ZĂ‚riyĂ‚t Sûresiʼnde:

“Geceleri pek az uyurlardı, seher vakitlerinde de istiğfar ederlerdi.” (ez-ZĂ‚riyĂ‚t, 17-18) buyuruyor. CenĂ‚b-ı Hak davet ediyor. Bir fĂ‚ninin dĂ‚veti değil. Yine CenĂ‚b-ı Hak İnsan Sûresiʼnde:

“Gecenin bir bolumunde Oʼna secde et, gecenin uzun bir kısmında da Oʼnu tesbih et.” (el-İnsĂ‚n, 26)

فَاِنَّ مَعَ الْعُسْرِ يُسْرًا اِنَّ مَعَ الْعُسْرِ يُسْرًا

(“Elbette zorluğun yanında bir kolaylık vardır. Gercekten, zorlukla beraber bir kolaylık daha vardır.” [el-İnşirah, 5-6])

O zaman yatak bir mıknatıs hĂ‚line geliyor, cekiyor, uyanmak zorlaşıyor. Fakat CenĂ‚b-ı Hak her zorluktan sonra kolaylık CenĂ‚b-ı Hak ihsĂ‚n ediyor. Buyuk bir lûtuf. Demek ki seherler bir istiğfar, uyanma.

Yine seherlerde istiğfarla beraber kelime-i tevhîd;

“لَا اِلٰهَ اِلَّا اللهُ الْمَلِكُ الْحَقُّ الْمُبِينُ”

Bir, “îmĂ‚nınızı tecdid edin” buyruluyor, “yenileyin” buyuruyor -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz. (Ahmed, II, 359; HĂ‚kim, IV, 285/7657)

Bir îman yenileme. Her seherde CenĂ‚b-ı Hakkʼa bir akitte bulunmak.

“قَالُوا بَلٰى” (el-A‘rĂ‚f, 172); oradaki, ezelde ruhlara olan hitĂ‚ba verdiğimiz cevabın burada bir tasdikini yapmak.

“لَا اِلٰهَ” demek ki “YĂ‚ Rabbi!” diyoruz, bu nefsĂ‚nî arzulardan uzaklaşıyoruz, nefsinin putperesti olmuyor, “اِلَّا اللهُ” yalnız CenĂ‚b-ı Hakkʼın cemĂ‚lî sıfatlarının bir tecellîsi icinde olacağız.

“لَا اِلٰهَ اِلَّا اللهُ الْمَلِكُ الْحَقُّ الْمُبِينُ”

Tecdîd-i îman. Sayısı da yok bunun. HattĂ‚ bir sahĂ‚bî:

“‒YĂ‚ RasûlĂ‚llah! İki bin salevĂ‚t-ı şerîfe getireyim mi?” diyor.

“‒Getir (diyor), daha fazla getirsen daha iyidir.” diyor. (Benzeri rivĂ‚yet icin bkz. Tirmizî, KıyĂ‚met, 23/2457)

SalevĂ‚t, hep Efendimizʼle olan bir munĂ‚sebeti artırma.

Bir isim gectiği zaman, meselĂ‚ bir şehrin ismi gectiği zaman o şehri duşunuruz eğer o şehre mensup isek. O şehrin yolları, cicekleri vs. ağacları, meyveleri hep hatırımıza gelir. Demek ki Rasûlullah Efendimizʼe de her salevĂ‚t-ı şerîfede, CenĂ‚b-ı Hakkʼın bize en buyuk lûtfunu hatırlayacağız. CenĂ‚b-ı Hak bizim idrĂ‚kimizin cok cok otesinde.

“Allah ve melekler salĂ‚t eder, siz de (ey muʼminler, Oʼna) salĂ‚t edin, tam bir teslimiyetle selĂ‚m verin.” (el-AhzĂ‚b, 56) buyuruyor.

Oʼnun bir usve-i hasene, ornek şahsiyet, ornek karakter olduğunu. Fakat uc şartı olanlara.

Bir: “AllĂ‚hʼa kavuşmayı umanlar.”

CenĂ‚b-ı Hakkʼa dost olmanın gayreti icinde.

“Âhirete kavuşmayı umanlar.”

Âhiret gozumuzun onunde olacak.

فَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ خَيْرًا يَرَهُ وَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ شَرًّا يَرَهُ

(“Kim zerre miktarı hayır yapmışsa onu gorur. Kim de zerre miktarı şer işlemişse onu gorur.” [ez-ZilzĂ‚l, 7-8])

Her amelimize, her nefesimize, her adımımıza dikkat edeceğiz. Zerrelerden bile korkacağız.





Alıntı;
Osman Nûri Topbaş

__________________