''Duşunun ki iyi bir insan hayatı boyunca yaptığı iyiliklerle guzelliklerle belirli bir miktar cennet kazanmış. Başka bir adam hayatını kotuluklerle israflarla gunahlarla gecirmiş. Sonra tovbe ediyor. Ama basit bir tovbe değil, Tovbe-i Nasuh denen şuur yukseltici, yeni bir acılım getirici bir tovbe. Boylece, gunahkÂr adam artık gunahkar değildir. Ustelik defterinde ne kadar gunah yazılmışsa hepsi o kadar sevaba donuşturuluyor. Sonra kayda değer bir hayır hasenat işleyemeden oluyor diyelim.. Bu ikinci adam da birinci adam kadar cennet kazanmış oluyor.
Yukardaki olculer ornektir. Teşbihte hata aranmaz. Ama gercek bu ornektekinden pek farklı değil. Peki nicin boyle oluyor? Hayatını gunah kazanmakla gecirmiş bir insanın butun gunahlarının affedilmesini anlıyoruz fakat nicin gunahları sevaplara cevriliyor?
Birinci adamda gonul huzuru – ic rahatlığı var. İnsanız, nefis taşıyoruz. Ne olursa olsun “ben yaptım” deriz yaptığımız iyiliklerle kıvanc duyarız. Hakikatte ise, ozde sahiplenmemek gerekiyor. Bununla beraber, iyilik sahibi muminler “ben sahiplenmiyorum, yaptıran Allahtır, sadece şukrediyorum” diye iddiada bulunsalar da coğu doğru soylemiyor. Edindiği bilgilere gore oyle inanmanın doğru olduğunu biliyor ve oyle soyluyor. Hatta belki oyle konuştuğu icin bile nefsi kabarıyor, kendisinin farklılığına, mubarekliğine inanıyor. Gerektiği gibi sahiplenmemek ancak peygamberlerin işidir, bu ozellik Allah dostlarından pek azına nasip olur.
Hayır işlerimiz icin “ben yaptım” diye boburlensek bile Allah hayırlarımızı kabul ediyor cunku en azından niyetimiz hedefimiz Allah rızasıdır, bu yeterli olur. Evet, nefsimizi ak pak mumin etmemiz kolay değil, bu yuzden Allah yine yuce merhameti ile hizmetlerimize ve niyetlerimize bakıyor amellerimizi oyle değerlendiriyor. En onemlisi niyettir ama bazı hizmetlerin değeri o kadar yuksektir ki Allah o hizmeti kulun niyetinden ustun tutarak kulun hakkettiği odulu verir. Bu odul ise genelde iki yonlu oluyor: biri sevabın karşılığı guzellikler, diğeri kulun kalbinin tedavi edilmesi.
İkinci adam hatalarını cok iyi anlamış, idrak etmiş. Cok buyuk bir pişmanlık icinde. Vicdan azabı cekiyor. Ne kadar gunah işlemişse o sayıda hakikatin şuuruna varmış. Ne sayıda gunahı varsa o sayıda hakkı idrak etmiş tasdik etmiş, o sayıda batılı, şerri, kotulukleri şiddetle reddediyor. Butun bunlar iyice kalbine inmiş, kalbinde yerleşmiş. Nasuh tovbe budur.
Zaten dunyaya hayrı ve şerri, hakkı ve batılı ayırt edelim diye, şerri değil hayrı tercih edelim, batılı değil hakkı savunalım ve oyle yaşamak icin mucadele edelim diye gelmedik mi?
Her şeyi tanıyalım bilelim idrakine varalım sonunda bu şuurlanmışlıkla hem kendimizi hem Allah’ı bilelim, bu guzellikler kalplerimize tam anlamıyla nakşolunsun, dunya hayatından bu guzelliklerle ayrılalım. Âmin. İşte bu guzel şuurlanmışlık bazen umulmadık şekillerde cereyan edebiliyor.
Meseleyi daha geniş şerh edebileyim diye sozu biraz daha uzatıyorum…
Eskiden dergÂhlarda sık yaşanan bir sorun:
Bir derviş yıllarca aralıksız hizmetlerde bulunduğu halde şeyhi ona bir şey demiyor, adam hizmetlere devam ediyor. İckici ve cok gunahkÂr bir adam dergÂha gelip şeyhin huzurunda tovbe ediyor, aklı başına geliyor, birkac ay sonra şeyh tarafından vekÂletle veya halifelikle gorevlendiriliyor. Eski derviş bunu gorunce isyan ediyor.
Eski derviş bir makama gelebilmek icin didiniyordu. Yeni derviş ise hatalarını anlamış, tek derdi Allahın affetmesi olmuş. Gozu başka şey gormuyor. Kalbi her turlu nura sonuna kadar acık. Her turlu tedaviye acık. Hakk’ın guzelliğini gecmişinde yakınen tanıdığı batıl yuzunden daha iyi anlamış, daha iyi idrak etmiş ve cok daha iyi kıymetini bilir olmuş. Bu yuzden ilerliyor. Makam mertebe icin calışan ise umduğu yere varamıyor.
Yukardaki meselelere gore, kotuluklerin icine illa girmek mi gerekir diye bir soru aklımıza gelebilir. Hayır, gerekmez. “İhlas” boylesi sorunlarda en iyi yoldur. İhlas Yunus Emre’nin bir sozunde şoyle gorunuyor: “Ne varlığa sevinirim ne yokluğa yerinirim.” Rabia Adeviyye’den “Ya Rabbi narın da hoş nurun da”.. Kısaca, her şeyde sırf Allahın rıazısı aramak ve başka şeyi gormemek. İnsanların aferinlerini de kınamalarını da aynen yok saymak lazımdır. Bunun gibi, nefsimizin haz almasını ve sıkntı duymasını da, her ikisini de gormemek, onlardan yuz cevirmek lazımdır. Allah razı mı, tek dert bu olmalıdır. İhlaslı olmak icin derdi bire indirmek şart.
Mumin kişinin mukemmel tekÂmulu ilahi hakikatlerde şuurlanmakla ve imanî guzellikleri kalbe nakşetmekle, bunları daima ihlas cercevesinde halletmekle mumkundur. Hani derler ya dağlara kacmakla ermek olmaz (veya eksik kalır) onemli olan şey toplum icinde mucadelelerle ermektir. Yani kacmayalım ki tanıyalım; ozumuzun hakkı ve batılı tanıması, bilmesi, anlaması ve Allahın razı olduklarını ozellikle tercih etmesi sıkı sıkıya yapışması gerekir. İhlasın olması toplum icinde olur. Dağbaşında ihlasa pek gerek yoktur, dolayısıyla ihlaslılık hali iyi gelişemez. Anlayana Kuranda cok yardım var.
Gunahlardan tovbe basit bir anlayışla olmamalı. İnsan gunah bir iş işleyince hic olmazsa o işin gunahı nedir diye araştırmalı, o işin gunahına inanmalı ve yeri geldiğinde başkalarının da inanması icin uğraşmalı. Yok ben estağfirullah dedim, bin kere dedim diyorsak boşa cene yorarız. İşlediklerimizle yuzleşeceğiz, hesabımızı yapacağız. Hakk’ı tasdik edeceğiz, işlediğimiz her bir şer icin, o şerrin cirkinliğini iyi bilmiş olarak pişman olabilme şuurluluğuna varacağız, o pişmanlıklarla Allah’tan af dileyeceğiz.
Alıntı
__________________
Allah'ın Yuce Adaleti / Aklımızın Alamadığı Rahmet
Dini Bilgiler0 Mesaj
●27 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Eğitim Forumları
- İslami Bilgiler
- Dini Bilgiler
- Allah'ın Yuce Adaleti / Aklımızın Alamadığı Rahmet