Lugatte “kup şeklinde nesne” mÂnÂsına gelen KÂbe, Kur’Ân-ı Kerîm’de iki yerde zikredilmektedir. Âyetlerde “el-Beyt, el-Beytu’l-atîk, el-Beytu’l-harÂm, el-Beytu’l-muharram, el-Mescidu’l-harÂm” gibi muhtelif isimlerle de anılan KÂbe’ye halk arasında ekseriyetle “KÂbe-i Muazzama” denilir.[1]
Hazret-i Âdem -aleyhisselÂm- yeryuzune indirildiğinde Mekke’de BeytullÂh’ın bulunduğu yerde bir mÂbed inşÃ‚ etmekle vazîfelendirilmişti.[2]
AllÂh TeÂl şoyle buyurur:
اِنَّ اَوَّلَ بَيْتٍ وُضِعَ لِلنَّاسِ لَلَّذِى بِبَكَّةَ مُبَارَكًا وَهُدًى لِلْعَالَمِينَ
“Şuphesiz, Âlemlere bereket ve hidÂyet kaynağı olarak insanlar icin kurulan ilk ev (mÂbed), Mekke’deki (KÂbe)dir.” (Âl-i İmrÂn, 96)
RasûlullÂh -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- de Ebû Zer[3] -radıyallÂhu anh-’ın bir suÂline cevap olarak yeryuzunde ilk inşÃ‚ edilen mescidin “Mescid-i HarÂm”, ikinci inşÃ‚ edilenin ise “Mescid-i Aks” olduğunu beyan buyurmuştur.[4]
Gorulduğu gibi Mekke vÂdisi ilk insanla birlikte secilip mukaddes kılınmıştır.
KÂbe, Nûh TûfÂnı’ndan sonra, uzunca bir sure kumlar altında kaldı. Hazret-i İbrÂhîm, seneler sonra hanımını ve oğlunu bıraktığı Mekke’ye geldiğinde İsmÂîl -aleyhisselÂm-’a:
“–Rabbimin emri var. Bir beyt inşÃ‚ edeceğiz. Sen de bana yardım edeceksin!” dedi.
İsmÂîl -aleyhisselÂm- taş taşıdı, Hazret-i İbrÂhîm de beytin duvarlarını inşÃ‚ etti. MakÂm-ı İbrÂhîm diye bilinen ve uzerinde İbrÂhîm -aleyhisselÂm-’ın ayak izi bulunan mermer de, KÂbe duvarları inşÃ‚ edilirken asansor vazîfesi gordu.[5]
Âyet-i kerîmede buyrulur:
وَإِذْ يَرْفَعُ إِبْرهِيمُ الْقَوَاعِدَ مِنَ الْبَيْتِ وَإِسْماعِيلُ رَبَّنَا تَقَبَّلْ مِنَّا إِنَّكَ أَنْتَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ
“Bir zamanlar İbrÂhîm, İsmÂîl ile berÂber BeytullÂh’ın temellerini yukseltiyor, (ve şoyle diyorlardı: ) «Ey Rabbimiz! Bizden bunu kabûl buyur; şuphesiz Sen işitensin, bilensin.»” (el-Bakara, 127)[6]
İbrÂhîm -aleyhisselÂm-, insanların KÂbe’yi tavÂfa başlamalarına bir alÂmet olsun diye Hacer-i Esved’i KÂbe’nin bir koşesine yerleştirdi.
RasûlullÂh -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-’in bildirdiğine gore bu siyah taş, cennetten cıktığı zaman sutten ve kardan daha ak olduğu hÂlde, insanların gunahları, onun kararmasına sebeb olmuştur. (Tirmizî, Hac, 49/877; Ahmed, I, 307)[7]
Ayrıca cÂhiliye ve İslÂm donemlerinde birbiri ardınca meydana gelen yangınların, onu daha da siyah bir hÂle getirdiği rivÂyet edilir. Nitekim bu siyahlığın sÂdece gorunen kısımda bulunduğu, Hacer-i Esved’in KÂbe duvarına gomulu kısmının hÂl beyaz olduğu bildirilir.
MucÂhid şoyle demiştir:
“AbdullÂh bin Zubeyr -radıyallÂhu anh-, BeytullÂh’ı yenilemek icin yıktığında Hacer-i Esved’e baktım; Beyt’in icinde kalan kısmı beyazdı.”
Karmatîler, yerinden sokup goturmuş oldukları Hacer-i Esved’i, hicrî 339 senesinde iÂde ettiklerinde, yerine konulmadan once Muhammed bin NÂfî el-HuzÂî onu incelemiş ve şoyle demiştir:
“Hacer-i Esved’i yerinden sokulmuş olduğu hÂlde inceledim; siyahlık sÂdece baş tarafındaydı, diğer tarafları ise beyazdı.”
Yine hicrî 1039 senesinde KÂbe buyuk bir sel netîcesinde yıkılmıştı. Yeniden inşÃ‚ edildiği esnÂda orada bulunan İmÂm İbn-i AllÂn el-Mekkî, inşaatın safhalarını izleyerek tafsîlÂtıyla kaydetmiş ve Hacer-i Esved hakkında şunları soylemiştir:
“Hacer-i Esved’in KÂbe icinde ortulu kalan kısmının rengi MakÂm-ı İbrÂhîm gibi beyazdır…”[8]
KÂbe’nin inşÃ‚sı tamamlanınca Hazret-i İbrÂhîm ve İsmÂîl -aleyhimesselÂm-, AllÂh’a şoyle du ettiler:
رَبَّنَا وَاجْعَلْنَا مُسْلِمَيْنِ لَكَ وَمِنْ ذُرِّيَّتِنَا أُمَّةً مُسْلِمَةً لَكَ وَأَرِنَا مَنَاسِكَنَا وَتُبْ عَلَيْنَا إِنَّكَ أَنْتَ التَّوَّابُ الرَّحِيمُ. رَبَّنَا وَابْعَثْ فِيهِمْ رَسُولاً مِنْهُمْ يَتْلُوا عَلَيْهِمْ آيَاتِكَ وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَيُزَكِّيهِمْ إِنَّكَ أَنْتَ العَزِيزُ الحَكِيمُ
“Ey Rabbimiz! Bizi Sana teslîm olanlardan kıl! Neslimizden de Sana itaat eden bir ummet cıkar; bize ibÂdet usûllerimizi goster; tevbelerimizi kabûl et; zîr tevbeleri cokca kabûl eden, cok merhametli olan ancak Sen’sin. Ey Rabbimiz! Onlara, iclerinden Sen’in Âyetlerini kendilerine okuyacak, Kitap ve hikmeti oğretecek, (nefislerini) tezkiye edecek bir peygamber gonder! Cunku ustun gelen, her şeyi yerli yerince yapan yalnız Sen’sin!” (el-Bakara, 128-129)
KÂbe’nin inşÃ‚sı bittikten sonra, AllÂh TeÂl İbrÂhîm -aleyhisselÂm-’a butun insanları hacca dÂvet etmesini emretti:
وَاَذِّنْ فِى النَّاسِ بِالْحَجِّ يَأْتُوكَ رِجَالاً وَعَلَى كُلِّ ضَامِرٍ يَأْتِينَ مِنْ كُلِّ فَجٍّ عَمِيقٍ
“İnsanları hacca dÂvet et; yuruyerek veya zayıflamış binekler ustunde (uzak yollardan) her derin vÂdiyi aşarak sana gelsinler.” (el-Hacc, 27)
Bu ilÂhî tÂlimat uzerine Hazret-i İbrÂhîm Ebû Kubeys Dağı’na cıkarak veya MakÂm-ı İbrÂhîm uzerinde yukselerek dort bir yana seslendi ve AllÂh’ın, KÂbe’yi haccetmeyi insanlara farz kıldığını bildirdi.[9]
İbrÂhîm -aleyhisselÂm- bu îlÂnı yaptıktan sonra CebrÂîl -aleyhisselÂm- gelerek, kendisine Saf ile Merve’yi ve Harem-i Şerîf’in sınırlarını gosterdi, alÂmet olmak uzere de birer taş dikmesini soyledi. Daha sonra haccın butun farîzalarını oğretti.
Bundan sonra yakın ve uzak beldelerden ziyÂretciler Hicaz’a gelerek BeytullÂh’ı ziyÂrete başladılar. KÂbe muhim bir dînî merkez hÂline gelerek butun insanların teveccuhunu kazandı.
Ote yandan KÂbe, sÂhip olduğu kıymet ve kudsiyyeti cekemeyen pek cok muşrik kavmin saldırısına da mÂruz kaldı. Yemen hukumdÂrı Ebrehe’nin menfur taarruzundan onceki asırlarda, putperest olan Yemen hukumdarlarından ucu daha KÂbe’yi yıkmak istemişti. Bu taarruzlardan birisinde Huzeyloğulları’ndan bÂzı kimseler, Tubba’ı[10] KÂbe’yi yıkıp oradaki hazîneyi alması icin kışkırttılar. Onu boylesi menfur bir taarruza sevk etmelerinin sebebi, Tubba’dan kurtulmak istemeleri idi. Zîr Huzeyloğulları, KÂbe’nin kudsiyyetine inanıyor ve tÂrihî tecrubelere istinÂden ona karşı yapılacak herhangi bir suikastin kesinlikle helÂke sebeb olacağını cok iyi biliyorlardı.
KÂbe’yi yıkmak icin yola cıkan Tubba’ ve cemaati, yolda kuma saplanıp kalınca, Tubba’, maiyyetinde bulunan Âlim kimselerin îkÂzı ve irşÃ‚dı ile KÂbe’ye karşı beslediği kotu niyetlerden vazgecti. BeytullÂh’a tÂzim gosterip Mekke halkına da izzet u ikramda bulunacağını ahdetti ve boylece helÂk olmaktan kurtuldu.[11]
Bu ve benzeri hÂdiselerle KÂbe’nin Hak katındaki kadr u kıymeti zÂhir olunca, buna bağlı olarak halk nazarındaki îtibÂrı da yukseldi. KÂbe, Mekke ve Kureyşlilerin ilÂhî muhÂfaza altında oldukları inancı, Arabistan ahÂlîsi tarafından benimsendi.
Hazret-i İbrÂhîm’den sonra BeytullÂh’ta ibÂdet, putperestliğin başladığı zamÂna kadar tevhîd esaslarına uygun bir şekilde devÂm etmiştir. Ancak Mekke’de putperestliğin yayılmasıyla berÂber, muşrikler tarafından KÂbe’nin icine ve etrÂfına bircok put dikilmiştir. Buna rağmen KÂbe hicbir zaman putlara izÂfe edilmemiş, dÂim “BeytullÂh” ismiyle yÂd edilmiştir.[12]
Mekke’nin fethinde, KÂbe’nin icindeki putlar tamÂmen kırılıp atılmış ve KÂbe’nin ici dışı, Peygamber Efendimiz’in nezÂretinde Zemzem’le yıkanmıştır. O gunden beri KÂbe, Kurban bayramının arefesinde Zemzem ve gul suyu ile yıkanıp temizlenir, misk u amberle kokulanır ve ortusu yenilenir.
CÂhiliye devrinde, muşriklerin cok kıymet verdikleri MuallakÂtu’s-Seb’a gibi edebî eserlerin ve muslumanlarla her turlu alÂkayı kesme kararının yazılı olduğu boykot metni gibi muhim siyÂsî vesîkaların KÂbe duvarına asılması, onun her cihetten buyuk bir ehemmiyete sÂhip olduğunu gostermektedir.
KÂbe ile alÂkalı, inşÃ‚ edildiği gunden itibÂren îf edilegelen birtakım husûsî vazîfeler vardı ki, bunları ilk zamanlar Hazret-i İsmÂîl yurutmuştu. Ardından bu şerefli vazîfeler İsmÂîl -aleyhisselÂm-’ın oğluna gecmiş, sonra Curhumîlere ve onlardan da ceşitli kabîlelere gecerek nihÂyet Kureyş’e intikÂl etmişti. Daha sonra kurulan Mekke şehir devletinde de îtin ile yerine getirilen bu vazîfeler şunlardı:
SidÂne veya HicÂbe: KÂbe’nin perdedarlığı ve anahtar koruyuculuğu vazîfesi.[13]
SikÂye: Hacılara tatlı su ikrÂm etmek ve Zemzem kuyusu ile alÂkalı vazîfe.
RifÂde: Fakir hacılara yemek ikrÂm etmek, onları barındırıp ağırlamak vazîfesi.
Bu vazîfeleri deruhte etmek, en buyuk şeref sayılırdı. Bu hizmetler Asr-ı SaÂdet’te Mekke’nin ileri gelen Âileleri arasında paylaşılmıştı. Hazret-i Omer, hilÂfeti zamÂnında mezkûr hizmetler icin tahsisÂt ayırmış, Hazret-i MuÂviye’den itibÂren de bu işler bir nizÂma konulmuştur. Osmanlı idÂresinde ise KÂbe hizmetlerine her yıl Haremeyn tahsisÂtından pay ayrılmıştır.
[1] KÂbe, yaklaşık 1,5 metre genişliğinde olan temeller uzerine kurulmuştur. Mekke civÂrından getirilen bazalt taşlarıyla yapılan KÂbe’nin duvarında muhtelif ebatlarda 1614 taş bulunmaktadır. Doğu koşesinde, yerden 1,1 metre yukseklikte gumuş mahfaza icerisinde “Hacer-i Esved” bulunur ki, tavÂfın başlama ve bitiş noktasını işÃ‚ret etmektedir. KÂbe’nin doğudaki koşesine Rukn-i Hacer-i Esved veya Rukn-i Şarkî, kuzey koşesine Rukn-i IrÂkî, batı koşesine Rukn-i ŞÃ‚mî ve guney koşesine de Rukn-i YemÂnî denir. KÂbe’nin uzerine yağan yağmur sularının aktığı oluk (Mîzab-ı KÂbe), “Altın Oluk” ismiyle bilinir. KÂbe’nin kuzeybatı duvarı (Rukn-i IrÂkî ile Rukn-i ŞÃ‚mî arası)nın karşısındaki zeminden 1,32 metre yukseklik ve 1,55 metre kalınlığında yarım dÂire şeklindeki duvarla cevrili yerin KÂbe’den itibÂren ilk 3 metrelik kısmına Hatîm denir. Hazret-i İbrÂhîm -aleyhisselÂm-’ın yaptığı KÂbe binÂsına bu kısım da dÂhildi. Kureyş tarafından KÂbe tÂmir edilirken malzeme yetmediği icin bu kısım dışarıda bırakılmıştı. Geri kalan 5,46 metrelik kısım ise Hicr-i KÂbe, Hicr-i İsmÂîl veya Hatîra diye isimlendirilir. İbrÂhîm -aleyhisselÂm-, HÂcer vÂlidemiz ve oğlu İsmÂîl icin buraya erÂk ağacından bir golgelik yapmıştı. Hazret-i HÂcer’le oğlu İsmÂîl -aleyhisselÂm-’ın Hicr bolgesine defnedildiği rivÂyet edilir. TavÂfın Hicr’in dışından yapılması vÂcip gorulmuştur. KÂbe’nin kapısı, binanın kuzeydoğusunda zeminden 2,25 metre yuksekliktedir. Duvarın, kapı ile Hacer-i Esved arasında kalan kısmına “Multezem” denir. KÂbe’nin yuksekliği 14 metredir. Multezem tarafının uzunluğu 12,84 metre, Hatîm cihetinin uzunluğu 11,28 metre, Hatîm ile Rukn-i YemÂnî arası 12,11 metre, Rukn-i YemÂnî ile Hacer-i Esved arası 11,52 metredir. KÂbe’nin icinde, tavanı tutan uc direk vardır. Bunlar ortada, guneydeki duvardan Hatîm’e doğru sıralanırlar. Kapıdan girince sağ tarafta tavana cıkan bir merdiven mevcuttur. Merdivenin girişinde de bir kapı olup “Tevbe Kapısı” olarak isimlendirilir. KÂbe’nin ic duvarları ve tavanı ipekten mÂmul yeşil bir ortu ile ortulur. (Muhammed İlyÂs Abdulganî, s. 33-66; KÂmil MîrÂs, Tecrid Tercemesi, VI, 17-20)
[2] Bkz. Taberî, TÂrih, I, 124
[3] Ebû Zerr Hazretleri’nin ismi, Cundeb bin CunÂde’dir ve GıfÂr kabîlesine mensuptur. Bu sebeple Ebû Zerr el-GıfÂrî diye meşhur olmuştur. Muslumanların beşincisidir. Zuhd, takvÂ, kanaat ve istiğn sÂhibi bir kimseydi. Bu sebeple AllÂh Rasûlu’nun kendisine “İslÂm’ın ÎsÂ’sı” (Mesîhu’l-İslÂm) lakabını verdiği bildirilmektedir. İslÂm’ın yayılması icin buyuk gayret sarf etmiştir. DÂim Hazret-i Peygamber’in huzûrunda bulunur, ondan istifÂde ederdi. Oğrenme husûsunda buyuk arzu ve iştiyak sÂhibiydi. Bilmediği her şeyi RasûlullÂh -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-’e sorardı. Hazret-i Ali onun icin “ilim dağarcığı” demiştir. 281 hadîs-i şerîf rivÂyet etmiştir. Hicrî 31 senesinde Mekke yakınlarındaki Rebeze’de vefÂt etmiştir. Oradan gecmekte olan kucuk bir grup cenÂze namazını kılıp defnetmiştir.
[4] Bkz. BuhÂrî, EnbiyÂ, 10.
[5] Said Bektaş, Fadlu’l-Haceri’l-Esved ve MakÂmi İbrÂhîm -aleyhisselÂm-, s. 108; Muhammed İlyÂs Abdulganî, s. 71-73.
Bir rivÂyete gore İbrÂhîm -aleyhisselÂm- daha sonra bu makÂmın uzerinde yukselerek insanları hacca dÂvet etmiştir. (Said Bektaş, s. 111) AllÂh TeÂl MakÂm-ı İbrÂhîm’in fazîletini bildirerek şoyle buyurmaktadır:
وَاِذْ جَعَلْنَا الْبَيْتَ مَثَابَةً لِلنَّاسِ وَاَمْنًا وَاتَّخِذُوا مِنْ مَقَامِ اِبْرٰه۪يمَ مُصَلًّى
“Biz, Beyt’i (KÂbe’yi) insanlara toplanma mahalli ve emniyetli bir yer kıldık. Siz de İbrÂhîm’in makÂmından bir namaz yeri edinin (orada namaz kılın)…” (el-Bakara, 125)
[6] HÂdisenin tafsîlÂtı icin bkz. BuhÂrî, EnbiyÂ, 9.
[7] Âlimler demişlerdir ki: Gunahlar bir taşa bile bu derece tesir edip onu siyahlaştırabiliyorsa, kim bilir kalb uzerinde ne buyuk ve ne dehşetli bir şekilde iz bırakır. O hÂlde gunahlardan butun gucumuzle sakınmamız îcÂb eder.
[8] Bkz. Said Bektaş, s. 36-38; Dr. Muhammed İlyÂs Abdulganî, s. 43.
[9] Bkz. KÂmil MîrÂs, Tecrid Tercemesi, VI, 20-21; Said Bektaş, s. 111.
[10] Tubba’: Yemen hukumdarlarına verilen sıfattır. PÂdişah, hukumdar gibi mÂnÂlara gelir.
[11] Bkz. İbn-i HişÃ‚m, I, 19-20; Abdurrezzak, V,153.
[12] İnsanlar şirke saplanarak pek cok taşa ve ağaca tapmalarına rağmen, cok kıymet verdikleri KÂbe, Hacer-i Esved ve MakÂm-ı İbrÂhîm’e hicbir zaman ibÂdet etmemişlerdir. Bu, AllÂh TeÂlÂ’nın husûsî bir sıyÂnetidir.
[13] KÂbe’ye ilk def ortu orten kişinin İsmÂîl -aleyhisselÂm- olduğu bildirilir. (Abdurrezzak, V, 154) İslÂm tÂrihinde KÂbe’nin ortusu buyuk bir hukumdar, halîfe veya Mekke vÂlisi tarafından yaptırılırdı. İc ve dış olmak uzere iki parca yaptırılan KÂbe’nin ortuleri 1517 yılında hilÂfetin Osmanlılara gecmesiyle bir muddet daha Mısır’da dokunmaya devÂm etmiş, KÂnûnî devrinde ic ortusu İstanbul’da dokunmuş, Sultan III. Ahmed zamÂnında ise hem ic hem de dış ortu kumaşları İstanbul’da dokunmaya başlamıştır. Devlet-i Aliyye tarafından dokunan en son ortu 1916 senesinde gonderilmiş, bu tÂrihten sonra ise Şerif Huseyin hareketi sebebiyle gonderilememiştir. Daha sonra bir muddet Mısır’da dokunup gonderilen ortu, gunumuzde Mekke’de tesis edilen husûsî bir fabrikada îmÂl edilmektedir.
Osman Nûri Topbaş
__________________
KÂbe’nin TÂrihi ve Kudsiyyeti
Dini Bilgiler0 Mesaj
●15 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Eðitim Forumlarý
- Ýslami Bilgiler
- Dini Bilgiler
- KÂbe’nin TÂrihi ve Kudsiyyeti