Bir Yağmur Damlasının Hikayesi
Taşkın Tuna


Gokyuzunden bir damla yağmur duşmesi icin once yoğunlaşma dediğimiz hadisenin gercekleşmesi gerekir. Ve gokyuzunde kucucuk, gozle gorulmeyecek kadar kucucuk katı parcacıklar olmazsa, su buharı yoğunlaşamaz... Yoğunlaşma demek, hava icindeki su buharının su damlacıkları haline gecmesi demektir. Bu katı parcacıklara ‘yoğunlaşma cekirdekleri’ adı verilir. İşte, hava icindeki su buharı, ancak bu cekirdeklerin uzerinde yoğunlaşabiliyorlar. Yoğunlaşma cekirdekleri olmazsa su buharı yoğunlaşamıyor, dolayısıyla ‘su’ haline, yani ‘bulut damlası’ haline gecemiyor.
Peki bu ‘yoğunlaşma cekirdekleri’ nasıl şeyler?

Onlar katı, kucucuk parcacıklar, toz ve tuz partikulleri, ruzgÂrlarla collerden savrulan minnacık kum tanecikleri, yanardağlardan fışkıran ve ust seviyelere kadar yukselen kucuk volkanik tozlar, meteor (goktaşları) sağanakları sırasında atmosfere giren dev kutlelerin ufalarak incecik hale gelen parcaları ve nihayet tuzlu okyanuslardan havaya karışan ve sonra ruzgÂrlarla atmosferin yuksek tabakalarına kadar taşınan tuz tanecikleridir.

İşte butun bu parcacıklara yoğunlaşma cekirdekleri ismi veriliyor.


Denizcilerin belki en fazla korktukları şey, fırtınaya yakalanmaktır. Korkunc dalgalar, kopuren, savrulan, calkalanan, birbiri uzerine binen yuksek dalgalar... Dalgalanmaya sebep olan nedir?: Fırtına. Fırtına olmazsa, denizler carşaf gibi olacak, ama, bu defa, fırtınalı, dalgalı denizdeki su yuzeyinden de kucucuk tuz tanecikleri havaya karışmayacak... Boylece yoğunlaşma cekirdekleri meydana gelmeyecek ve yağış gorulmeyecek.

Yağışın gercekleşmesi icin sadece denizlerden veya okyanuslardan havaya karışan tuz parcacıkları yeterli değildir... Şunu hemen hatırlatmak gerekir ki gok’ten dunyamıza, her saniyede ortalama 17 milyon ton su duşmektedir. Her saniyede 17 milyon ton yağmur suyunun yere duşmesi icin, ondan daha fazla miktarda yoğunlaşma cekirdeklerine ihtiyac olacağı şuphesizdir. O halde başka kaynaklar lÂzımdır.

Bir bulutun icinde milyarlarca ‘bulut damlası’ denilen damlacıklar vardır. Bunların capları cok kucuk olup 0.01- mm. kadardır. Yani bir milimetrenin yuzde biri kadar buyuklukte... Halbuki, bu kadar kucuk bir bulut damlası yere duşemeyecek kadar hafiftir. Bunun biraz daha derlenip toplanması, ağırlık ve hacim kazanması gereklidir.


Bulut damlasının olgun bir yağmur damlası haline gecmesi icin, capını birkac milimetreye kadar cıkartması lÂzımdır. Dikkat edin cıkartması lÂzım diyoruz. Bu basit bir iş değil. Akıl ve ilim sahibi insanların bile değil yapmaktan, anlamaktan dahi Âciz oldukları şu yuce sırrı, kendi başına o damlacığın elbette bilmesi ve yapması imkÂnsızdır.

Peki ama nasıl başaracak bu ince işleri o damlacık.

İşte bundan sonra, formuller, denklemler, hesaplar işin icine giriyor. Bircok gelişmiş ulke universitelerinin laboratuvarlarında bu konuda tezler tartışılıyor, makaleler, konferanslar ve seminerlerde bu konu işleniyor. Şu anda mevcut olan başlıca iki teori var.

Carpışma ve birleşme teorisi dediğimiz birinci teori, bulut damlacıklarının birbirleriyle carpışarak kartopu misÂlinde olduğu gibi, zamanla buyuduğunu ileri suruyor. Bu buyume sonucunda, bulut damlası, artık havada kalamayacak kadar irileşiyor ve duşmeye başlıyor.

Diğer teori ise, bulut ici sıcaklığının 0°C’ın altında olduğu zamanlarda meydana gelen buyumeyi ele alıyor. Bu teoriye kısaca Bergeron Teorisi ismi veriliyor. Su buharı basıncının su ve buz uzerinde farklı değerler gostermesine dayandırılan bu teori, buz kristal cekirdeklerinin mevcut olma şartlarına bağlı kalıyor. Cok karmaşık işlemleri ve formulleri ihtiva eden bu teorilerin tamamını zaten cok az sayıdaki ilim adamları anlayabiliyor. Ancak bu formulleri anlayanlar, ne kadar az olursa olsun, her yağmur damlacığının bu işi mukemmel bir şekilde başardığı ve o karmaşık formulleri hic şaşırmadan tatbik ettiği goruluyor. Ve bu ozellikleri ile meydana gelen her damla, sonsuz bir ilmin pırıltılarını taşıyor.

Evet, nihayet damlacıklar meydana geldi. Ancak o minicik bir yağmur damlası 3000 metre yukarıdan, gittikce artan bir hızla yere inseydi, dokunduğu şeyi Âdeta bir mermi gibi delecek ve boyle bir durumda, her ‘rahmet’ten sonra, bir ‘felÂket’ meydana gelecekti.

Ama hic de oyle olmaz! Yağmur damlası, yer cekimi kanununu koyan O yuce kudretin emriyle, o kanunun hukumlerinden muaf tutulmakta ve gittikce artan bir hızla değil de, sabit ve değişmez bir hızla yere suzulerek yağmura rahmet denmesinin sırrını ve onu yağdıran Rabbimizin merhametini apacık bir şekilde ilÂn etmektedir
.

Yuce Yaradanın buyruğu ve iradesi oyledir ki, yağmur damlaları; yavaş yavaş, incitmeden, yıpratmadan yeryuzune duşsun. Toprak, onunla dirilsin, cicekler onunla acsın, başaklar onunla yeşersin, fidanlar onunla buyusun. Kuşlar topraktan onun sayesinde yemlerini cıkartıp, sevinc cığlıklarıyla yavrularına goturebilsin... Acılan goncalarda kelebekler ucuşsun. Binbir ceşit kır cicekleri, bembeyaz papatyalar, al renkli lÂleler acılsın... Her taraf İlÂhi rahmetle dolup taşsın...


Bir gun yağmur yağarken, başınızı gokyuzune doğru cevirip bir bakın, yuzunuze duşen o minicik damlaların uzerinde, okyanuslardaki serin dalgaların, collerdeki kum fırtınalarının, yanardağlardan puskuren volkanik tozların izlerine rastlayacaksınız.

O damlayı biraz daha dikkatle incelerseniz, bu izlerin gercek SAHİBİNİ de mutlaka gorecek ve O’nun sonsuz merhametine, yağmur damlaları adedince şukredeceksiniz.

Not : Alıntıdır.
__________________