Peygamber Efendimiz'in Bir Gunu
Yeryuzunde gunluk hayat sabah gun doğmadan başlar. Şebnemlerin oluşmasından, tomurcukların acılmasına; kuşların otuşunden, nesimin esmesine varıncaya kadar hemen butun varlık kendilerine mahsus dilleriyle gun doğmadan kulli bir zikir halkasına otururlar.
Normal bir omur yaşamış herhangi bir insanın hayatından yirmi dort saatlik kısa bir dilimi, yani ‘bir gun’u anlatmak, o kişiyi tanıtma adına ciddi yetersizlikler taşır. Zira yaşanan gunlerin hemen hic biri diğeriyle aynı değildir. Hele o kişi Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) gibi,
— gokler otesi Âlemle surekli irtibat halinde,
— manen surekli yukselen,
— her biri ayrı bir heyecan verici ve hayatı yeniden inşa edici vahiyler alan,
— butun insanlığın dertlerine derman olmakla gorevlendirilmiş,
— her yonu hikmet dolu bir aile reisliği yapan,
— can dostlarının yanı sıra azılı duşmanları da olan,
— yuzu daha cok ahirete donuk,
— engin bir ibadet hayatı yaşayan,
— gecmiş ve gelecek insanlar arasında butun guzelliklerde zirveyi tutan, mustesna bir zat ise ve konu kısa sayılabilecek bir makale cercevesinde ele alınacaksa, iş daha da zorlaşacaktır. Ancak Efendimiz’in hayatı hemen her gunu ile tesbit edildiğinden oturu bu zorluk kısmen hafiflemektedir. Okuyucu O’nun (sallallahu aleyhi ve sellem) diğer gunlerini de bildiğinden oturu kolay bir şekilde irtibat kurabilir ve bir butunluk elde edebilir. Gunu belli dilimlere ayırarak, aynı gunde olmazsa bile, o zaman diliminde genellikle işlenen fiilleri, sahih kaynaklar ışığında ele alarak konuyu işlemeye gayret ettik.
Asr-ı Saadet ve sonraki donemlerde gunler daha cok cami etrafında ve namaz merkezli gectiğinden, gunu namaz vakitlerinin sayısınca beşe bolduk. Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) ve o cizgide gidenlerin hayatında gecenin ayrı bir onemi olduğundan onu da ayrı bir dilim olarak ekledik.
Sabah
Yeryuzunde gunluk hayat sabah gun doğmadan başlar. Şebnemlerin oluşmasından, tomurcukların acılmasına; kuşların otuşunden, nesimin esmesine varıncaya kadar hemen butun varlık kendilerine mahsus dilleriyle gun doğmadan kulli bir zikir halkasına otururlar. Zira bu saatler baharın başlangıcına, insanın rahm-ı madere duştuğu doneme, yer ve goklerin altı gunluk yaratılış serencamesinin birinci gunune benzer, onları hatırlatır ve onlardaki şuunÂt-ı İlahiyeyi ihtar eder. İnsan da, diğer varlıkların cibillî bir şekilde kurmuş olduğu zikir halkasına, şuurlu bir şekilde iştirak eder ve başta namaz olmak uzere değişik zikir ve aktivitelerle gune başlar.
Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) de gune sabah namazı ile başlardı. Bilindiği gibi Medine’de cok sade ve mutevazı olan hane-i saadetleri mescidin avlusunun bir tarafını oluşturuyordu.1 Âm bir sahabi olan Abdullah b. Ummi Mektum’un okuduğu ezanla sabah namazının vakti girer,2 Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) odasında sunneti kılar ve farzı kıldırmak uzere mescide cıkardı. Mescide gelemeyecek kadar ciddi mazeretleri olanlar dışında, Medine’de bulunan butun Muslumanlar her farz namazı Efendimiz’in arkasında kılmaya gayret ederlerdi.
Namazdan sonra her gun, guneş belli bir yuksekliğe cıkıncaya kadar once tesbihatını ve o vakte ait mutad evradını yapar, sonra yuzunu ashabına donerek bağdaş kurar ve ashabıyla sohbet ederdi. Bu sohbetler sırasında gundelik konulardan, tarihi hatıralara, ruya tabirlerinden, imana hizmet konularına, sorulara cevap vermekten, sıkıntısı olanların sıkıntısını gidermeye varıncaya kadar beşeriyetin gereği olan bircok mesele konuşuluyordu. Yani ibadet halkasından hemen sonra tam bir ilim ve irfan halkası kuruluyordu.3
Bu ilim ve irfan halkasının her gun kurulduğu şu olaydan anlaşılmaktadır: Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), onları te’dip etme ve sonrakilere de bu konuda yapılması gerekeni ders verme adına, yaklaşık bir ay hanımlarıyla konuşmama kararı aldığı gunun sabah namazını kılar kılmaz, mutad olan sohbeti yapmadan hemen Meşrube adı verilen cumbaya cekilmişti. Başta Hz. Omer (r.a.) olmak uzere butun sahabe onemli bir şey olduğunu anlamışlardı. Gercekten de bazı ayetlerin nazil olmasına sebebiyet veren Îl Hadisesi vuku bulmuştu. Oyle anlaşılıyor ki bundan once sabah sohbetleri hic terk edilmemişti. On yılı aşkın bir sure, her gunun en verimli vaktinde ve en az bir saat suren “Peygamber Sohbeti” kişiye neler kazandırır, her halde onu ancak yaşayanlar bilir.
Bazı rivayetler Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’in kuşluk vaktine kadar mescitte oturmaya devam ettiği ve Kuşluk Namazını kıldıktan sonra ayrıldığına işaret etmektedir. Nitekim bunu tavsiye eden bir hadisi şerifte şu ifadeler bulunmaktadır: “Kim sabah namazını kıldıktan sonra yerinde bekler ve iki rekÂt kuşluk namazı kılıncaya kadar sadece hayırlı şeyler konuşursa, denizin kopuğu kadar hataları olsa bile af olur.”4
Bu sohbetler sırasında bazen ashabın gorduğu ruyaların da tabir edildiğine işaret etmiştik. Efendimiz namazdan sonra “Mujdeleyici (ruya) goren var mı?” diye sorar ashap da gordukleri ruyaları anlatırlardı. Bu konuyu ve gorduğu ruyayı Abdullah b. Omer (r.a.) şoyle anlatıyor: "Hz. Peygamber'in sağlığında ashaptan birisi bir ruya gorunce, onu Hz. Peygamber'e anlatırdı. Ben de bir ruya gormeyi ve Allah Resulune anlatmayı cok arzu ederdim. O sırada gencecik bir delikanlıydım ve mescitte uyurdum. Bir gun, şoyle bir ruya gordum: İki melek beni yakalayarak Cehenneme goturduler. Cehennem, kuyu duvarı gibi taşla orulmuş olarak gorunuyordu. İki boynuz gibi iki yanı vardı. Burada, kendilerini yakından tanıdığım kimseler de vardı. O anda "Cehennem'den Allah'a sığınırım!" demeye başladım. Bu sırada yanımıza başka bir melek gelerek bana, "Korkma, sen buraya atılmayacaksın. Senin icin tasa ve endişe yoktur." dedi.
Bu ruyayı goren, Hz. Omer'in oğlu Abdullah'tı. O, her yonuyle babasıyla atbaşı giden bir insandı. Duşunun ki, babasından sonra onu, hem de o gunun insanları, başlarında halife gormek istiyorlardı. Eğer Hz. Omer bizzat mani olup "Bir evden bir kurban yeter!" demeseydi, belki de ummet onu halife sececekti. O, hem bir ilim okyanusu hem de takva ve zuhdun zirvesinde bir insandı.
Abdullah (r.a.) şoyle devam ediyor: "Bu ruyamı Hz. Peygamber'in hanımı olan ablam Hafsa'ya anlattım. O da Efendimiz’e anlatınca şoyle buyurmuş: "Abdullah ne iyi insandır; keşke gecenin bir kısmında kalkıp da ibadet etmeyi Âdet edinseydi!" Zira cehennem şeklinde onun nazarına arz edilen, berzah azabına ait bir tablodur. O tabloyla gosterilen azaba maruz kalmamanın tek yolu ise, gecenin ibadetle aydınlatılmasıdır. Abdullah'ın kolesi Salim, "bu olaydan sonra Abdullah, az bir kısmı haric, geceleri uyumazdı," der.5
Kuşluk namazı kılındıktan sonra oradan bir yere gidilmeyecekse Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) eve doner ve evde yiyecek bir şey olup olmadığını sorardı. Şayet yiyecek bir şey varsa kahvaltı yapar yoksa “oyle ise orucluyum”6 der o gunu oruclu gecirirdi. “Bir şey var” denildiği zamanlarda var olan şey genelde sut, hurma, bir kac dilim kuru arpa ekmeği vb. şeylerdi. Yani evlerinde ne bulurlarsa onu yerler, yemekler arasında ayırım yapmazlardı. O’nun yemeğinden soz eden hanımları ve arkadaşları şu sozleri kullanırlar:
— Medine’ye hicretinden vefatına kadar Allah Resulunun ailesi uc gun arka arkaya buğday ekmeği ile karnını doyurmadı.
— Bazen aclıktan karnına taş bağladığı olurdu.
— Hane-i saadette en cok yenilen-icilen iki şey vardı:Hurma ve su.
— “Ben Allah’ın kolesiyim ve kole gibi yemek yerim” der dizleri ustune oturarak yerdi.7
— Acıkmadan yemez ve doymadan kalkardı.
Bu ve benzeri ifadelerden şunu anlıyoruz: Efendimiz’in hayatında yemek işi, gunumuzde olduğu gibi hayatın merkezinde yer almıyor, gundelik hayat yemek oğunlerine gore şekillenmiyor, yemek icin fazla zaman harcanmıyor, yemek olmadığı zaman problem yapılmıyor, mukellef sofralar kurulmuyor, sohbetlerde surekli yemek ceşitlerinden soz edilmiyor, daha guzel bir yemek icin kilometrelerce yol kat’ edilmiyordu. Durum boyle olunca da, gunumuzun tam aksine, diğer onemli şeylere daha cok vakit ve para ayrılıyordu.
Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) oğleden once bir sure dinlenirdi. Bilindiği gibi insanın biyolojik yapısı uykuya ihtiyac duyacak şekilde yaratılmıştır. Durup dinlenmeden faaliyet gosteren beden, bir sure sonra enerjisini yitirip yıpranmakta ve değişik hastalıklara davetiye cıkarmaktadır. Onun icin kişinin geceleri uyuyup dinlenmesi vazgecilmez bir ihtiyactır. Ancak, gece ibadet ve benzeri faaliyetlerle uğraşıldığı icin yeterince dinlenememek, iş yoğunluğu ve stresten oturu dikkatin dağılması ve bedenin yorulması ve sıcak iklim şartlarından oturu, bir de gunduz uyuyup dinlenme soz konusudur. İslamî, literaturde buna kaylûle denilmektedir. Turkcemizde buna oğle uykusu veya oğle oncesi uyku demek mumkundur.
Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)'in bu saatlerde bir sure dinlenmeyi tavsiye etmesinin yanı sıra, bir nevi Âdet haline getirmiş olmasından oturu, kaylûle sunnet olarak kabul edilmiştir. İbn Abbas'ın rivayet ettiği hadiste Allah Resulu (sallallahu aleyhi ve sellem), "gunduz orucuna sahur yemeğiyle, gece ibadetine ise oğle uykusuyla (kaylûle) yardımcı olun!"8 derken, Enes b. Malik'in rivayet ettiği hadiste ise annesi Ummu Suleym'in, hemen her gun, evinde Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) icin bir sergi serdiği ve Efendimiz'in orada kaylûle yaptığı aktarılmaktadır.9
Gunluk hayatlarında oğle uykusuna mutlaka yer veren sahabe-i kiram ise, cuma gunleri, cuma namazı kılındıktan sonra, diğer gunlerde ise, oğleden once, dinlendiklerini ozellikle vurgulamaktadırlar.10 Diğer bir hadiste ise kaylûlenin, fıtrata uygun bir ahlak (alışkanlık) olduğu ifade edilmiştir.11
Oğle
Oğle zamanı, bir yılla kıyaslandığında yaz mevsiminin ortasına, insan omruyle kıyaslandığında gencliğin kemaline, dunyanın omru ile kıyaslandığında dunyada insanın yaradılış devrine benzer ve onlardaki rahmet tecellilerinin nimetlerini hatırlatır.
Oğle, gunduzun kemale erip zevale meylettiği, gunluk işlerin belli bir seviyeye getirildiği, iş yoğunluğundan uzaklaşarak kısa bir dinlenmeğe ihtiyac duyulduğu, fÂni dunyanın gecici ve ağır işlerinin verdiği gaflet ve yorgunluktan ruhun teneffuse ihtiyac hissettiği bir andır. İnsan ruhu, bu sıkıcı atmosferden kurtulmak, Yuce Rabbinin huzuruna cıkıp el bağlayarak nimetlerine şukur ve hamd edip yardım dilemek, celal ve azametine karşı rukû ve secde ile aczini ortaya koymak uzere oğle namazını kılmaya buyuk bir heves ve ihtiyac duyar. Hele bu namaz Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’in arkasında kılınacaksa…
Evet, Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem), buyuk bir iştiyakla camiye koşan ashabına gun ortasında oğle namazını kıldırırdı. Eğer o gun haftanın Cuma gunu ise bambaşka bir coşku ile yani bayram havasında namaza hazırlanılırdı. Tırnaklar kesilir, banyo yapılır, yeni elbiseler giyilir, kokular surulur, her gunden daha erken camiye gidilir, Efendimiz’in hutbesine kulak verilir ve ardından da namaz kılınırdı. Ozellikle bu namaza cocuk ve kadınlar diğer vakitlere nazaran daha cok iştirak ederlerdi.
Kaynaklarımızda duzenli bir şekilde yenilen oğle yemeğinden soz edilmemektedir. Fıtır sadakası veya bazı keffaretlerin miktarı belirlenirken gunde iki oğun uzerinden hesaplanması gosteriyor ki, sabah ve akşam yemeklerine ek olarak ucuncu bir oğun bulanmamaktadır. Boylece, sabah kahvaltısını sahurda yiyen kişinin gunlerini ne kadar kolay bir şekilde oruclu gecirebileceği de daha iyi anlaşılmaktadır. Aslında gunumuzde de iki oğunle yetinmek hem zaman kazanma, hem butce dengeleri, hem de sağlık acısından tavsiyeye şayan olmanın otesinde uyulması gereken bir sunnettir. Elbette şeker hastalığı vb. durumlar bundan istisna edilir.
Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) zaman zaman ashabına ziyaretlerde bulunur, gundelik meşgalelerini deruhte eder, devlet başkanı olarak kamuyu ilgilendiren işlere bakar, nazil olan ayetleri vahiy kÂtiplerine yazdırır, hemen yerine getirilmesi gereken emirler varsa bunları bir munadi vasıtasıyla halka duyurur ve gelen misafirlerle ilgilenirdi. Mesela hicretin sekizinci yılından itibaren yoğun bir elciler ziyareti yaşanmıştır. Gunun bir bolumu bu elcileri karşılama, ağırlama, soru ve isteklerine cevap verme ve uğurlama ile gecmekteydi.
Arabistan’ın ceşitli bolgelerinde yaşayan kabileler, Musluman olmak veya Musluman olduklarını bildirmek ve kabul ettikleri İslÂm Dini'nin esaslarını oğrenmek uzere, Peygamber Efendimiz’e heyetler gonderiyorlardı. Bunların sayısı 70'i aşmaktadır. İlk heyet, HevÂzin Kabilesi'nden Hicretin 8'inci yılında gelmişti. Son heyet ise, Yemen'deki Neha’ Kabilesi'nden, Hicretin 10’nuncu yılı Şevval ayında gelen heyettir. Soz konusu heyetlerin coğu, hicretin 9'uncu yılında geldiğinden bu yıla "senetu'l-vufûd" (elciler yılı) denilmiştir.
Peygamber Efendimiz, kendisine gelen bu heyetlerle bizzat ilgilenir, onlara ikramda bulunur, her kabilenin hÂline ve Âdetlerine gore onlarla konuşurdu. Ayrılırken de uygun hediyeler verir, Muslumanlığı oğretmek uzere onlara oğretmenler, murşitler gonderirdi. O murşitlere: “Kolaylaştırın, gucleştirmeyin, mujdeleyin, korkutup nefret ettirmeyin”12 diye tenbihte bulunurdu. Necran Hıristiyanları da gelen heyetlerden biriydi. Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) onlara mescidinde ibadet etme imkÂnı vermiş ve İslam’ı kabul etmeyen bu heyetle bir antlaşma yaparak geri gondermiştir.
İkindi
İkindi vakti, yıl icinde guz mevsimine, insan omrunde ihtiyarlık vaktine, peygamberlik silsilesinde son Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’in saadet asrına benzer. Gunluk işlerin sona ermeye başladığı, gun icinde mazhar olduğumuz sağlık, selÂmet ve hayırlı hizmet gibi İlahî nimetlerin meyvesinin alındığı zamandır. Guneşin batmaya yuz tutması ile de insan, dunyada bir misafir olduğunu, her şeyin gecici olduğunu anlar. İşte bu zaman diliminde, ebediyet isteyen, ebed icin yaratılan ve ayrılıktan acı duyan insan ruhu, ikindi namazını kılarak Allah’a munacÂt eder, zevalsiz ve nihayetsiz rahmetine iltica eder, hesapsız nimetlerine karşı şukur ve hamd eder.
Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) de bu namaza, Kur’Ân’ın işareti (Bakara, 2/238) ile adeta ayrı bir değer verir ve Hz. BilÂl’in yanık sesiyle ashabını camiye davet ederdi. İkindi vakti mu’mini koruma-kollama ile gorevli gece ve gunduz meleklerinin nobet devir anlarından biri olduğu bilindiği icin de, namaz sonrası tesbihat daha uzun tutulurdu. Nitekim bir hadis-i şerifte konu şu şekilde anlatılmaktadır: “Gece bir grup, gunduz de bir grup melek yanınızda olurlar. Bunlar sabah ve ikindi namazları vaktinde bir araya gelir ve nobet değişimi yaparlar. Rableri namaz kılmış kullarının hallerini en iyi bildiği halde, yine o meleklere: “Kullarımı ne halde bıraktınız?” diye sorar. Onlar da: ‘Biz onları namaz kılar halde bıraktık ve yanlarına da namaz kılarken varmıştık’, derler.”13
Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) cok mutevazı bir hayat yaşıyordu. Evde pek hizmetci bulundurulmadığından, ev halkından biri olarak, yapılacak işlerin hemen tamamına iştirak ediyor ve hanımlarına yardımcı oluyordu. Mesela: Herkes bir iş gorurken, O da iştirak ederek, onlarla beraber olmaya calışır; ayakkabılarını tamir eder, elbisesini yamar, koyun sağar, hayvanlara yem verir, ortalığı supurur, vs.14
Efendimiz’in pek terk etmediği bir Âdeti vardı: Her ikindi namazından sonra hanımlarını dolaşır, onların hal ve hatırlarını sorar, ihtiyaclarını tespit ederdi. Akşam da sıra hangi hanımında ise, o hanımının odasında diğer butun hanımları da toplanır, sohbet ederlerdi. Sonra da herkes kendi hucresine cekilirdi. Bu mutad ziyaretlerinde EvzÂc-ı TÂhiratın her biri yanlarında bulunanlardan Efendimiz’e ikram ederlerdi.15
Akşam
Akşam vakti, guz mevsiminin sonunda pek cok canlının olmesine benzer şekilde, hem insanın bir gun vefat edeceğini, hem de kıyametin başlangıcında dunyanın harap olacağını ihtar eder. Boyle bir anda insan ruhu, şu onemli işleri yapan Zat’ın dergÂhına durmayı, "Allahu Ekber" diyerek fani olan her şeyden el cekip O’na hamd etmeyi, O’nu tesbih etmeyi, buyukluğunu bir daha haykırmayı şiddetle arzu eder. Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) de bu arzu ile coğu zaman guneşin batmasından once akşam namazını beklemeye başlar, ezan okunur okunmaz hemen Yuce Divan’a dururdu. Farz namazdan sonra “EvvÂbin” adıyla bilinen 2–6 rekÂt namaz kılar ve bunu tavsiye ederdi.16
Yukarıda işaret ettiğimiz gibi Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) akşam namazından sonra o gun hangi hanımının yanında kalacaksa diğer ev halkı oraya toplanır ve aile sohbeti başlardı. Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’in aile yuvası, hem sağlığında hem de ahirete intikal ettikten sonra ilmî faaliyetlerin hic duraksamadan devam ettiği bir ortam olmuştur. Zira Efendimiz’in vefatından sonra hanımları bu ilim faaliyetini daha geniş bir halkaya acarak devam ettirmişledir. İslam dininin genel olarak pek cok hukmunun yanında, ozellikle kadınlarla ilgili bazı ozel hukumlerin oğrenilip aktarılmasında ve oğretilmesinde Efendimiz’in aile hayatının buyuk fonksiyonu olmuştur. Ozellikle bu ‘akşam sohbetleri’nin rolu kucumsenemez. Adeta bir mektep gibi işleyen akşam sohbetleri, Hz. Aişe validemiz başta olmak uzere, bircok eşsiz Âlimin yetişmesine beşiklik etmiştir. Tabii sadece ilmî bahisler konuşulmuyordu; farklı cevre, kultur ve karaktere sahip ev halkı arasında ciddi bir muhabbet oluşuyor, birbirlerini daha iyi tanıyor, risÂlet gorevinin tatlı ağırlığını Efendimiz’le beraber azaltmaya gayret ediyor, zaman zaman şakalaşıyor.. kısacası mutlu bir ailede olması gereken ortamı sağlıyorlardı.
Yatsı
Yatsı vaktinde karanlık her tarafı kaplar, gunduz gorunen şeyler adeta yokluğa gomulur, sanki vefat etmiş insanın geriye kalan eşyası da arkasından vefat edip unutulur. İmtihan icin verilen dunya hayatının butunuyle sona erdiğinin bir gostergesi gibidir. Adeta mutlak tasarruf sahibi olan Allah’ın yuceliği, ulfet perdesine sık sık gomulen insanoğluna bir daha gosterilmektedir. Cunku Allah (c.c.) gece ile gunduzu, kış ve yazı, dunya ve Âhireti bir kitabın sayfaları gibi kolaylıkla cevirir, yazar, bozar, değiştirir. İşte aciz, zaif, muhtac ve geleceği karanlık goren insan bu vakitte yatsı namazını kılarak, her şeye gucu yeten ve gercek bir dost olan Allah’a yonelir, dayanır ve sığınır. Onu unutan ve karanlığa gomulen dunyayı, o da unutup, dertlerini dergÂh-ı rahmete doker. Ayrıca ne olur ne olmaz, olume benzeyen uykuya dalmadan once son ibadetini yapıp, gunluk hesap defterini guzelliklerle kapatmak ister.
Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) de ashabına yatsı namazını kıldırır ve onemli bir durum olmazsa,17 kimseyle konuşmadan dinlenmeye cekilirdi. Uyumaya gecmeden once dua ederdi. Bilindiği gibi O’nun hayatında dua pek buyuk bir yere sahipti. Gunun her saatine dağılan duaları hakkında ozel kitaplar yazılmıştır. Zira dua Kur’Ân’ın ifadesiyle insanlığın değer olcusudur. Hz. Aişe validemiz, O’nun yatmadan once yaptığı dua ve uygulamayı şu şekilde anlatmaktadır: “Allah Resulu her gece yatağına girdiğinde iki elini birleştirir, onlara ufler, İhlÂs, Felak ve Nas sûrelerini okur, sonra da başından başlayarak, vucudunda ulaşabildiği he yere elini surer ve bunu uc defa tekrar ederdi.”18 Elbette bu konuda başka tavsiye ve uygulamaları da bulunmaktadır. Mesela Hz. Ali (ra) şunu rivayet etmektedir: “Allah Resulu bana ve Fatıma’ya şu tavsiyede bulundu: Yatağınıza girdiğinizde 33 defa ‘Allahu Ekber’, 33 defa ‘subhanellah’, 33 defa (bir rivayette 34) ‘elhamdulillah’ deyin.” Hz. Ali o gunden sonra bunu hic terk etmediğini soyleyince, bir zat “Sıffin gunu de mi?“ dedi, o “evet o gun bile…” cevabını verdi.”19
Yine onemli bir iş olmazsa gece pek dışarı cıkmazdı. Ancak bazı gecelerde dışarı cıktığına dair rivayetler de bulunmaktadır. Bir misal vermekle yetiniyoruz:
Bir gece Hz. Ebû Bekir ve Hz. Omer'e uğrayan Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem), Hz. Ebû Bekir'in cok sessiz, Hz. Omer'in ise sesli Kur'an okuduklarını gormuştu. Sabah onlarla karşılaştığında durumu aktararak Hz. Ebû Bekir’e sesini biraz yukseltmesini, Hz. Omer’e de biraz alcaltmasını soylemişti.
Ebû Davud'un meşhur şerhlerinden olan Bezlu'l-Mechud'da konu, tasavvufî bir edayla şoyle izah edilmektedir: Hz. Ebû Bekir'e şuhûd ve cemal hali galip olduğundan "duyurmak istediğim (Allah) duyuyor"; Hz. Omer'e celÂl ve heybet hali galip olduğundan, "uykusu derinleşmemiş olanları uyandırıyor ve gaflet getiren vesvesesiyle birlikte Şeytanı kovuyorum," cevabını verdiler.
Hz. Ebû Bekir'in hali cem', Hz. Omer'in hali ise fark idi. Ama en mukemmel hal, Hz. Peygamber'in hali olan cem'u'l-cem'dir. Hazık bir ruh ve kalp doktoru, yuce mertebelere ulaştırıcı şefkat ve merhamet timsali olan Efendimiz, Hz. Ebû Bekir'e biraz sesini yukseltmesini emretti. Boylece, hem etrafta duyanlar yararlanmış olur, hem de ona galip olan ve masivayi yakıp yok eden tevhid halinden cem' ve şuhûd haline gecmiş olur, boylece vahdet eşyanın kesretini ortmemiş, yaratıklar da yaratana perde olmamış olur. Bu Efendimiz’in, ulaştırmakla gorevli olduğu evliya-yı izamın mertebesidir. Hz. Omer'e de biraz sesini azaltmasını emretti. Boylece namaz kılıp Kur'an okuyan diğer kimselerin dikkati dağılmamış olacağı gibi, ozurlerinden oturu uyuyanlar da rahatsız edilmemiş olur. Ayrıca Hz. Peygamber bu ifadesiyle Hz. Omer'e, biraz sessiz okuyarak, erbabı nazarında ibadetin tadı, itaatin ozu olan munacattan mahrum kalmamasını da emretmiş ve mizacını ta'dil etmiş oluyordu.20
Gece
Gece vakti ise, hem kışı, hem kabri, hem Âlem-i berzahı hatırlatarak insan ruhunun Allah’ın rahmetine ne kadar muhtac olduğunu hatırlatır. Dolayısıyla gece kılınacak teheccud namazı, kabir gecesinde ve berzah karanlığında onumuzu ve evimizi aydınlatacak vazgecilmez ışık kaynağımız olacaktır.
Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) gunun son dilimi olan gecelerini de engin bir ibadetle gecirmekteydi. Tafsilatını ilgili eserlere havale ederek Hz. Aişe validemizin bir birini tamamlayan şu muşahedelerini nakletmek istiyoruz: "Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), gece ayakları şişene kadar namaz kılardı. Kendisine, "Ey Allah’ın Resulu! Allah, senin gecmiş ve gelecek gunahlarını bağışlamıştır (Fetih, 48/2). Buna rağmen ibadet konusunda niye kendini bu kadar zorluyorsun?" denilince, "Ben Allah'ın bu mağfiretine karşı şukreden bir kul olmayayım mı?" cevabını verirdi."21
Tabiinin buyuklerinden At b. Rebah bir gun Hz. Aişe'ye, "Allah Resulu’nun sizi hayrette bırakan bir halini bize anlatır mısınız?" diye istekte bulununca, Hz. Aişe, “O'nun hangi hali hayrette bırakmıyordu ki?” dedi ve ekledi: "Bir gece odama geldi. Benimle yatağıma girdi. Sonra "Musade edersen Rabb’ime kulluk edeyim..." dedi. Kalktı, abdestini yeniledi ve namaza durdu. Kıyamda oyle ağladı ki, gozyaşları goğsune damlıyordu. Rukû’a varınca orada da uzun uzun ağladı. Secdede bu hal devam etti. Ağlaması, sabah namazı icin haber vermeye gelen Hz. Bilal’in seslenmesine kadar surdu.
"Ya Resûlallah!" dedim, "Allah senin gecmiş ve gelecek butun gunahlarını affettiği halde nicin bu kadar ağlıyorsun?" Şoyle dedi: "Şukr eden bir kul olmayayım mı? Hem nasıl ağlamayayım ki, bu gece Allah bana şu ayetleri inzal buyurdu: ‘Goklerin ve yerin yaratılışında, gecenin ve gunduzun gidip gelişinde elbette akl-i selim sahipleri icin ibret verici deliller vardır. Onlar ayakta, oturarak ve yanları uzerine yatarken Allah'ı anarlar, goklerin ve yerin yaratılışı uzerinde duşunurler: "Rabbimiz (derler), bunu boş yere yaratmadın, Sen yucesin, bizi ateş azabından koru! Rabbimiz, Sen birini ateşe attın mı, onu perişan etmişsindir. Zalimlerin yardımcısı yoktur. Rabbimiz, biz "Rabbinize iman edin!" diye imana cağıran bir davetci işittik, hemen inandık. Rabbimiz, bizim gunahlarımızı bağışla, kotuluklerimizi ort, iyilerle beraber canımızı al! Rabbimiz bize, elcilerine vaat ettiğini ver, kıyamet gunu bizi yuzustu bırakıp rezil etme. Zira Sen verdiğin sozden caymazsın.’ (Al-i İmran, 3/190–194) Sonra, ‘Bu ayetleri okuyup da uzun uzun tefekkur etmeyenin vay haline,’ dedi.”22
Allah Resulu, Teheccud namazından sonra bir sure dinlenir ve muezzinin nidasıyla sabah namazına kalkardı. Hz. Bilal imsakten once ezan okur ve halkı hem sahur hem de teheccude kaldırırdı. Hz. Abdullah b. Ummi Mektum ise imsak vaktinin başlamasıyla ezan okur ve sabah namazının girdiğini bildirirdi.
Netice
KÂinatın Efendisinin gunluk hayatı cok değişik yonleriyle ele alınabilir. Ancak ne şekilde ele alınırsa alınsın, her yonuyle butun insanlığa ışık olacak uygulama, tanzim ve sozlerle karşılaşılacaktır. Gunluk hayatın adeta kÂbusa donuştuğu bir donemde, Efendimiz’in gunluk hayatını tetkik eden ve kendisine dersler cıkaranlara ne mutlu.
_______________
[SIZE=”1px”]DİPNOTLAR
1. Peygamber Efendimiz (s.a.s.) kerpicten yapılmış, uzeri hurma dallarıyla ortulmuş basit, sade bir evde oturuyordu. Tabiînin buyuklerinden Hasan Basrî (110/728) demiştir ki; “Resûlullah’ın evi Emevî hukumdarlarından Abdulmelik’in oğlu Velid zamanında onun emriyle yıkılarak mescide ilhak edildi. Bu durumu goren insanlar ağlamaya başladılar.” O gun yine tabiînin buyuk Âlimlerinden Saîd b. Museyyeb (94/713) şoyle dedi: “Vallahi arzu ederdim ki Resûlullah’ın evini olduğu hal uzere bıraksalar da Medine ahalisi neşveyÂb olsalar ve Medine dışında olanlar da gelip Resûlullah’ın hayatında ne ile iktifa buyurduğunu gorseler de zuhd dersi alsalardı.” Bak. Elmalılı, VI, 4453.
2. BuhÂrî, EzÂn, 11, 13, ŞehÂdÂt, 11, Savm, 17; Muslim, SıyÂm, 36–39; NesÂî, Ezan, 9, 10.
3. Muslim, Mesacid, 286; Ebu Davud, SalÂt, 301.
4. Tirmizi, Vitr, 15.
5. Buharî, Teheccud, 2, Fedailu's- Sahabe, 19; İbn Mace, Ru'ya, 10.
6. Muslim, Sıyam, 169.
7. Konuyla ilgili şoyle bir olay anlatılır: “Medine'de ağzı bozuk, şuna buna catarak ağır ve kaba lÂflar soyleyen bir kadın vardı. Bu kadın bir gun Peygamber Efendimiz’in yanından gecerken Allah Resulu (s.a.s.) bir seki uzerinde oturmuş haşlanmış et yiyordu. Kadın: "Şu adama bakın. Bir kole gibi yere oturmuş ve kolelerin yemek yiyişi gibi yemek yiyor" dedi. Peygamber Efendimiz: "Benden daha iyi bir kole var mı?" dedi. Kadın: "Kendisi yiyor da bana vermiyor" dedi. Peygamber Efendimiz: "Gel, sen de ye" buyurdu. Kadın: "Kendi elinle bana vermezsen yemem" dedi. Bunun uzerine Peygamber Efendimiz kendi eliyle kadına verdiyse de kadın bu sefer: "Ağzındaki lokmayı cıkarıp bana vermezsen yemem" diyerek diretti. Peygamber Efendimiz de ağzındaki lokmayı cıkarıp kadına uzattı. Kadın da hemen alıp ağzına attı. Kadın o gunden sonra cok hayÂlı oldu, hic kimseye kotu soz soylemedi, Medine'nin en iffetli ve hayÂlı kadınlarından birisi oldu.” Taberani, Mu’cemu’l-Kebir, 8 / 200, 231.
8. İbn Mace, Sıyam, 22.
9. Buharî, İsti'zan, 41.
10. Buharî, İsti'zan, 16; Muslim, Cuma, 30.
11. Maverdî, Edebu'd- Dunya Ve'd- Din, 343.
12. Buharî, İlim, 12.
13. Buhari, Mevakitu’s-SalÂt, 555.
14. Buharî, İsitzan, 15; Muslim, Selam, 15; Musned, VI, 256; Kadı İyaz, Şifa, I, 131.
15. Muslim, Rada, 46; Aynî, Umdetu'l-KÂri, 20/244. Bu ikramlardan birinin meşhur ila hadisesine sebep olduğu da bilinmektedir.
16. İbn Kesîr, Tefsîr; V, 64, 65; eş-ŞurunbulÂlî, MerÂkıl-FelÂh, s. 74.
17. O, onemli olaylardan biri şu şekilde aktarılmaktadır: Evs b. Huzeyfe'nin bildirdiğine gore, Hz. Peygamber, Medine'ye gelen bir heyete her gece yatsıdan sonra sohbet ederdi. Fakat bir gece gecikti. Nedeni sorulunca, "Bugun Kur'Ân'dan okuma itiyadında olduğum hizbimi okumamıştım. Onu bitirmeden gelmek istemedim" buyurmuştu. Ebû Davut, Ramazan, 9; İbn Mace, İkame, 178; İbn Kesir, el-Bidaye, V, 32.
18. Buharî, Fedailu’l-Kur’Ân, 14, Tirmizî, Dua, 21.
19. Muslim, Zikir, 80.
20. Seharenfurî, Bezlu'l-Mechûd, VII, 89.
21. Buharî, Teheccud, 6; Muslim, Munafikîn, 78–79; Tirmizî, SalÂt, 187.
22. İbn Hibban'ın Sahih'inden naklen, Leknevî, İkametu'l- Hucce, 112. [/SIZE]
[SIZE=”1px”]Prof.Dr Abdulhakim YUCE[/SIZE]
__________________
Peygamber Efendimiz'in Bir Gunu (Musluman kardeşlerim bu yazı muhakkak okunmalı..)
Dini Bilgiler0 Mesaj
●15 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Eğitim Forumları
- İslami Bilgiler
- Dini Bilgiler
- Peygamber Efendimiz'in Bir Gunu (Musluman kardeşlerim bu yazı muhakkak okunmalı..)