Peygamber Efendimiz doğmadan once bircok ilÂhî tecellî zuhûr etmişti. Butun kÂinÂt Âdeta O’na hasret cekmekteydi. Cunku O, yaratılışın sebebi idi.
Evvel AllÂh TeÂlÂ, daha onceki peygamberlerden, RasûlullÂh -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-’e îmÂn edip yardımcı olmaları husûsunda ahd ve mîsÂk almıştır. Bu O’nun zuhûrunun en buyuk mujdelerinden biridir. Âyet-i kerîmede şoyle buyrulur:
وَإِذْ أَخَذَ اللهُ مِيثَاقَ النَّبِيِّينَ لَمَا آتَيْتُكُمْ مِنْ كِتَابٍ وَحِكْمَةٍ ثُمَّ جَاءَكُمْ رَسُولٌ مُصَدِّقٌ لِمَا مَعَكُمْ لَتُؤْمِنُنَّ بِهِ وَلَتَنْصُرُنَّهُ قَالَ أَأَقْرَرْتُمْ وَأَخَذْتُمْ عَلَى ذلِكُمْ إِصْرِي قَالُوا أَقْرَرْنَا قَالَ فَاشْهَدُوا وَأَنَا مَعَكُمْ مِنَ الشَّاهِدِينَ
“Hani bir vakit AllÂh TeÂl peygamberlerden ahit almıştı: «–And olsun ki size kitap ve hikmet verdim; sizde olanı tasdîk eden bir peygamber gelecek, O’na mutlak inanacaksınız ve O’na mutlak yardım edeceksiniz, ikrÂr edip bu ahdi kabûl ettiniz mi?» demişti. «–İkrÂr ettik» demişlerdi de: «–ŞÃ‚hit olun, Ben de sizinle berÂber şahitlerdenim.» demişti.” (Âl-i İmrÂn, 81)
Hazret-i İbrÂhîm ile oğlu Hazret-i İsmÂîl, KÂbe’nin inşÃ‚sını tamamladıktan sonra ellerini kaldırıp Peygamber -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- icin şoyle du etmişlerdi:
رَبَّنَا وَابْعَثْ فِيهِمْ رَسُولاً مِنْهُمْ يَتْلُو عَلَيْهِمْ آيَاتِكَ وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَيُزَكِّيهِمْ إِنَّكَ أَنْتَ الْعَزِيزُ الحَكِيمُ
“Ey Rabbimiz! Onlara, iclerinden Sen’in Âyetlerini kendilerine okuyacak, kitap ve hikmeti oğretecek ve onları(n nefislerini) tezkiye edecek (kotulukten arındırıp kemÂle erdirecek) bir peygamber gonder! Cunku azîz olan ve her şeyi yerli yerince yapan yalnız Sen’sin!” (el-Bakara, 129)
Hazret-i Îs -aleyhisselÂm- da peygamberliğini İsrÂîloğulları’na bildirirken Varlık Nûru’nu mujdeliyordu:
وَإِذْ قَالَ عِيسَى ابْنُ مَرْيَمَ يَا بَنِي إِسْرَائِيلَ إِنِّي رَسُولُ اللهِ إِلَيْكُمْ مُصَدِّقًا لِمَا بَيْنَ يَدَيَّ مِنَ التَّوْرَاةِ وَمُبَشِّرًا بِرَسُولٍ يَأْتِي مِنْ بَعْدِي اسْمُهُ أَحْمَدُ
“Meryem oğlu ÎsÂ: «Ey İsrÂîloğulları! Doğrusu ben, benden once gelmiş olan TevrÂt’ı doğrulayan, benden sonra gelecek ve adı Ahmed olacak bir peygamberi mujdeleyen, AllÂh’ın size gonderilmiş bir peygamberiyim!» demişti…” (es-Saff, 6)
Annesi Hazret-i Âmine, Varlık Nûru’na hÂmile olduğunun ilk gunlerinde bir ruy gordu. RuyÂda kendisine:
“Ey Âmine! Sen bu ummetin efendisine hÂmilesin! DunyÂyı şereflendirdiği zaman: «Her hasetcinin şerrinden O’nu tek olan AllÂh’a havÂle ederim!» diye du et ve O’na «Muhammed» ismini ver!” diye seslenildiğini işitti.[1]
Bunun icindir ki, AllÂh Rasûlu -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- şoyle buyurmuşlardır:
“Ben, ceddim İbrÂhîm’in duÂsı, kardeşim ÎsÂ’nın mujdesi ve annemin ruyÂsıyım.” (HÂkim, II, 453; Ahmed, IV, 127-128)
Bununla birlikte AllÂh Rasûlu -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-’in isim ve sıfatları, TevrÂt ve İncîl’de yazılı olup yahûdî ve hristiyan Âlimleri bu hususta tam bir bilgiye sÂhiptiler. Nitekim bunların insaf ehli olanları hakkında Kur’Ân-ı Kerîm’de şoyle buyrulur:
الَّذِينَ يَتَّبِعُونَ الرَّسُولَ النَّبِيَّ اْلأُمِّيَّ الَّذِي يَجِدُونَهُ مَكْتُوبًا عِنْدَهُمْ فِي التَّوْرَاةِ وَالإِنْجِيلِ
“Onlar ki, yanlarındaki TevrÂt ve İncîl’de (isim ve sıfatlarını) yazılı buldukları O Rasûl’e, O ummî peygambere tÂbî olurlar…” (el-A’rÂf, 157)
Hatt ehl-i kitÂb Âlimleri, Peygamber Efendimiz’i, oz evlÂtlarını tanıdıkları gibi tanırlardı:
الَّذِينَ آتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَعْرِفُونَهُ كَمَا يَعْرِفُونَ أَبْنَاءَهُمْ وَإِنَّ فَرِيقاً مِنْهُمْ لَيَكْتُمُونَ الْحَقَّ وَهُمْ يَعْلَمُونَ
“Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler, O’nu kendi evlÂtlarını tanıdıkları gibi tanırlar. Buna rağmen şuphesiz onlardan bir fırka, bile bile gerceği gizlerler.” (el-Bakara, 146)
Nitekim yahûdîlerin en buyuk Âlimlerinden iken musluman olan AbdullÂh bin SelÂm -radıyallÂhu anh-:[2]
“−Ben, RasûlullÂh -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-’i, kendi oğlumdan daha iyi tanırım!” dediği zaman Hazret-i Omer -radıyallÂhu anh-:
“−Ey İbn-i SelÂm! Bu nasıl olur?” diye sordu. O ise:
“−Ben Muhammed -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-’ın gercekten AllÂh’ın Rasûlu olduğuna yakînen şehÂdet ederim. Kendisinin peygamber olduğunda hic şuphe etmem! Cunku, O’nun AllÂh tarafından gonderilen Peygamber olduğu, na’t ve vasıfları, kitabımızda bulunmaktadır…” dedi.
Bunun uzerine Hazret-i Omer -radıyallÂhu anh-:
“−Ey İbn-i SelÂm! AllÂh seni hakîkate muvÂfık kılmıştır!” dedi ve onu alnından optu. (VÂhidî, s. 47; RÂzî, Tefsîr, IV, 116)
Âyet-i kerîmede, TevrÂt ve İncîl’de Peygamber Efendimiz ve ashÂbının vasıf, hÂl ve şanlarının şoyle beyÂn edildiği bildirilmektedir:
مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللهِ وَالَّذِينَ مَعَهُ أَشِدَّاءُ عَلَى الْكُفَّارِ رُحَمَاءُ بَيْنَهُمْ تَرَاهُمْ رُكَّعًا سُجَّدًا يَبْتَغُونَ فَضْلاً مِنَ اللهِ وَرِضْوَانًا سِيمَاهُمْ فِي وُجُوهِهِم مِنْ أَثَرِ السُّجُودِ ذلِكَ مَثَلُهُمْ فِي التَّوْرَاةِ وَمَثَلُهُمْ فِي اْلإِنجِْيلِ كَزَرْعٍ أَخْرَجَ شَطْأَهُ فَآزَرَهُ فَاسْتَغْلَظَ فَاسْتَوَى عَلَى سُوقِهِ يُعْجِبُ الزُّرَّاعَ لِيَغِيظَ بِهِمُ الْكُفَّارَ وَعَدَ اللهُ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ مِنْهُمْ مَغْفِرَةً وَأَجْرًا عَظِيمًا
“Muhammed, AllÂh’ın Rasûlu’dur. Onun berÂberinde bulunanlar, inkÂrcılara karşı sert, birbirlerine karşı merhametlidirler. Onları rukûa varırken, secde ederken gorursun. AllÂh’tan lutuf ve rız isterler. Onların alÂmeti, yuzlerindeki secde izi, secde aydınlığıdır. İşte bu, onların TevrÂt’ta anlatılan vasıflarıdır. İncîl’de ise şoyle vasıflandırılmışlardı: Filizini cıkarmış, onu kuvvetlendirmiş, kalınlaşmış, govdesi uzerine dikilmiş, ciftcilerin hoşuna giden ekin gibidirler. AllÂh boylece bunları coğaltıp kuvvetlendirmekle inkÂrcıları ofkelendirir. AllÂh, îmÂn edip sÂlih amel işleyenlere, mağfiret ve buyuk bir ecir va’detmiştir.” (el-Feth, 29)
AbdullÂh bin AbbÂs -radıyallÂhu anhumÂ-, birgun KÂ’b el-AhbÂr’a:[3]
“−TevrÂt’ta RasûlullÂh -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-’in vasıfları nasıl anlatılır?” diye sorduğu zaman, Hazret-i KÂ’b -rahimehullÂh-, bu suÂle şoyle karşılık vermiştir:
“−O’nun vasıfları hakkında TevrÂt’ta şunlar yazılıdır:
Muhammed bin AbdullÂh, Mekke’de doğacak, TÂbe’ye (Medîne’ye) hicret edecek, Şam’a hÂkim olacaktır. Kendisi ne kotu soz soyler ne de carşılarda yuksek sesle konuşur. Kotuluğe kotulukle karşılık vermez, bilÂkis affeder ve bağışlar. Ummeti de bollukta, darlıkta ve her yerde AllÂh’a hamd eder, O’nu yuceltirler. Bellerine izÂr bağlarlar. Kollarını yıkarlar (abdest alırlar). Savaşta saf oldukları gibi namazlarında da saf tutarlar. Mescidlerinden arı uğultusu gibi (Kur’Ân ve zikir) sesleri gelir. Ezan sesleri ÂfÂkı doldurur.” (DÂrimî, Mukaddime, 2)
At bin YesÂr -rahimehullÂh- anlatıyor:
“AbdullÂh bin Amr -radıyallÂhu anhumÂ-’ya[4] rastladım ve:
«−RasûlullÂh -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-’in TevrÂt’ta zikredilen vasıflarını bana soyler misin?» dedim. Bunun uzerine:
«−PekÂlÂ! AllÂh’a yemin olsun, o Kur’Ân’da gecen bÂzı sıfatlarıyla TevrÂt’ta da mevsuftur. (Orada): “Ey Peygamber! Biz Sen’i insanlara şÃ‚hit, mujdeci, uyarıcı ve ummîler icin koruyucu olarak gonderdik. Sen Ben’im kulum ve Rasûlumsun. Ben Sen’i Mutevekkil diye isimlendirdim… AllÂh, bozulmuş dîni insanların “L ilÂhe illÂllÂh” demesiyle duzeltmeden ve o dinle kor gozleri, sağır kulakları, paslanmış kalpleri acmadan O’nun rûhunu kabzetmez.” buyrulur.» dedi.” (BuhÂrî, Buyû, 50; Tefsîr, 48/ 3)
RasûlullÂh -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-’i butun vasıflarıyla bilen yahûdîler, kendisinin geleceği vakti beklemekteydiler. Nitekim Medîneli putperest Evs ve Hazrec kabîleleri ile yahûdiler ne zaman birbirlerine duşup araları acılsa, yahûdîler:
“−Şu sıralarda bir peygamber gonderilmek uzeredir. O’nun gelmesi pek yakındır. O peygamber gelince, biz O’na tÂbî olacak, İrem ve Âd kavimleri gibi sizi oldurup kokunuzu kazıyacağız!” derlerdi. (İbn-i Esîr, el-KÂmil, II, 95-96)
Peygamber Efendimiz’in zevcesi Safiye bint-i Huyey-radıyallÂhu anhÂ-’nın naklettiğine gore, RasûlullÂh -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- hicret esnÂsında Kuba koyune geldiğinde, babası yahûdî Huyey bin Ahtab ile amcası Ebû YÂsir hemen oraya gitmişler, guneş batarken de cok bitkin ve uzgun bir hÂlde eve donmuşlerdi. Ebû YÂsir, kardeşine:
“−Bu zÂt, geleceği beklenilen Peygamber midir?” diye sordu. Huyey:
“−Evet, vallÂhi odur!” dedi. Ebû YÂsir:
“−Bunun o Peygamber olduğundan emin misin? İyice tespit ettin mi?” diye sordu. Huyey:
“−Evet!” karşılığını verdi.
“–O hÂlde, O’na karşı kalbinde ne var?” diye sorunca da Huyey:
“−VallÂhi hayatta olduğum muddetce O’na hep duşmanlık besleyeceğim!” dedi. (Ebû Nuaym, DelÂil, I, 77-78)
Yahûdîler, gelmesini bekledikleri son peygamberin, kendi ırklarından, yÂni İsrÂîloğulları’ndan olmasını arzu etmekte idiler. AllÂh Rasûlu -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- ise İsmÂîl -aleyhisselÂm-’ın nesebinden gelen Araplardan olduğu icin yahûdîler hased ederek O’na îmÂn etmemişlerdir.[5]
Bu hakîkati, İbn-i AbbÂs -radıyallÂhu anhumÂ-’nın şu rivÂyeti de ortaya koymaktadır:
Hayber yahûdîleri ile Gatafan arasında savaş vardı ve yahûdîler her karşılaşmada mağlûb oluyorlardı. Sonunda:
“Ey AllÂh’ımız! Âhir zamanda gondermeyi va’dettiğin o ummî peygamber hakkı icin Sen’den bizi muzaffer kılmanı diliyoruz!” duÂsıyla Hakk’a yalvarmayı kararlaştırdılar. Gatafan’la karşılaşınca da bu duÂyı yaptılar. Boylece Peygamber Efendimiz ile tevessulde bulundular. Savaşın netîcesinde Gatafanlıları bozguna uğrattılar. Fakat AllÂh TeÂlÂ, yahûdîlerin duÂlarında vesîle edindikleri Hazret-i Muhammed -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-’i peygamber olarak gonderince O’nun peygamberliğini inkÂr ettiler. Bunun uzerine AllÂh TeÂlÂ:
وَكَانُوا مِنْ قَبْلُ يَسْتَفْتِحُونَ عَلَى الَّذِينَ كَفَرُوا فَلَمَّا جَاءَهُمْ مَا عَرَفُوا كَفَرُوا بِهِ فَلَعْنَةُ اللهِ عَلَى الْكَافِرِينَ
“…Daha once (o peygamberin adını kullanarak, O’nun hakkı icin diyerek) kÂfirlere karşı zafer isteyip durdukları hÂlde, o tanıyıp bekledikleri (Peygamber) kendilerine gelince, bu sefer O’nu inkÂr ettiler. İşte AllÂh’ın lÂneti[6] boyle kÂfirlerin uzerinedir.” (el-Bakara, 89) Âyetini inzÂl buyurdu. (Kurtubî, II, 27; VÂhidî, s. 31)
Fahr-i KÂinÂt Efendimiz’in zuhûrunu mujdeleyen şu hÂdise de oldukca cÂlib-i dikkattir:
Seyf bin Zî Yezen, Kisr tarafından Yemen hukumdarlığına tÂyin edilince her taraftan Arap heyetleri gelip kendisini tebrik ettiler. Mekke’den gelen on kişilik heyetin başında da Peygamberimiz’in dedesi Abdulmuttalib bulunuyordu. HukumdÂra:
“−Ey hukumdar! Bizler, AllÂh’ın dokunulmaz kıldığı Harem’inin halkı ve BeytullÂh’ın hÂdimleriyiz. Hukumdarlığını tebrik etmek niyetiyle geldik!” dedi.
Yemen hukumdÂrı onları guzel bir şekilde karşıladı ve uzun bir muddet misÂfir etti. Birgun Abdulmuttalib’i yanına cağırarak ona şoyle dedi:
“−Ey Abdulmuttalib! Ben sana bir sır emÂnet edeceğim ki, o sırrı başkası olsaydı acmazdım. Fakat ben onun mÂdenini sende gordum. Bunun icin onu sana acıklayacağım. AllÂh TeÂl izin verinceye kadar bu sır sende mahfuz kalsın. Şuphesiz ki AllÂh emrini yerine getirir. Kendimize tahsîs edip başkasına kapalı tuttuğumuz Kitap’ta oyle muhim bir haber vardır ki hayÂtın şerefi, olumun fazîleti ondadır; butun insanları, heyet arkadaşlarını, bilhassa seni cok yakından ilgilendirmektedir!” dedi.
Abdulmuttalib:
“−Ey hukumdar! Butun gocebe halkı sana fed olsun! Nedir o buyuk ve şanlı haber?” diye sordu.
Hukumdar:
“–TihÂme bolgesinde bir cocuk doğacak. AlÂmet olarak, O’nun iki kurek kemiği arasında bir ben bulunacak. KıyÂmet gunune kadar, O’nda imamlık (riyÂset), sizde de seyyidlik olacak.” dedi.
Seyf bin Zî Yezen şoyle devÂm etti:
“−Bu zaman, O’nun doğacağı zamandır. HattÂ, belki de doğmuştur. Onun ismi Muhammed’dir. Babası ve annesi olmuş olacak. Kendisinin bakımını, dedesi ve amcası uzerlerine alacak. AllÂh O’nu apacık teblîğatta bulunan bir peygamber olarak gonderecek. Bizden bir kısım insanları O’na EnsÂr (yardımcılar) yapacak. Onlarla, dostlarını azîz, duşmanlarını da zelil kılacak. O, yeryuzunun en kıymetli bolgelerini fethedecek. O’nun doğumu ile, mecûsîlerin taptıkları ateş sonecek. Bir olan RahmÂn’a ibÂdet edilecek. Kufur ve taşkınlıklar yasaklanacak, putlar kırılacak, şeytan taşlanacak. O’nun sozu hak ile bÂtılın arasını ayıracak, hukmu adÂletten ibÂret olacak. O, dÂim iyiliği emredip tatbîk edecek, kotulukten de nehyedecek ve onu ortadan kaldıracak.” dedi.
Abdulmuttalib:
“−Omrun uzun, şan ve şerefin yuce, saltanatın dÂim olsun! Bu bahsettiğin benim neslimdir. Acab hukumdar bu hususta biraz daha îzÂhat vererek beni sevindirme lutfunda bulunabilir mi?” dedi.
Seyf:
“−Ortulere burunmuş BeytullÂh’a, mûcizelere ve semÂvî kitaplara yemin olsun ki ey Abdulmuttalib! Hic yalan yok, muhakkak ki sen O’nun atasısın!” deyince, Abdulmuttalib sevincinden yere kapandı.
Hukumdar:
“−Başını yerden kaldır! Kalbin ferah, omrun uzun, şÃ‚nın yuce olsun! Sana anlattığım alÂmetlerden gorduğun bir şey var mı?” dedi.
Abdulmuttalib:
“−Evet ey hukumdar! Benim cok sevgili, uzerine titrediğim bir oğlum vardı. Onu kavminin şereflilerinden birinin kızı olan Âmine ile evlendirmiştim. Âmine bir cocuk dunyÂya getirdi. O’nun ismini Muhammed koydum. İki kureğinin arasında da bir ben vardır. Anlattığın alÂmetlerin hepsi de kendisinde mevcuttur. O’nun babası ve annesi de vefÂt etti. Kendisinin bakımını ben ve amcası uzerimize aldık.” dedi.
Bunun uzerine hukumdar Seyf:
“–Oğlunu iyi koru! Yahûdîlere karşı dikkatli ol! Cunku yahûdîler O’na duşmandırlar. Fakat AllÂh bu hususta onlara fırsat vermeyecektir. Bu dediklerimi arkadaşlarına sakın soyleme! Size nasîb olan ustunluğu kıskanıp torununun başına gÂileler acmayacaklarından emin değilim. Eğer, O’nun peygamber olarak gonderilmesinden once olmeyeceğimi bilseydim, suvÂrilerim ve piyÂdelerimle birlikte gider, Yesrib’i (Medîne’yi) hicret yurdu, devletime başkent yapardım. Ne olurdu, O’nu Âfet ve belÂlardan ben koruyaydım! Bir sene sonra onun hakkında bana haber getir!” dedi.
Ne yazık ki Seyf bin Zî Yezen bir sene gecmeden olduruldu.[7] (İbn-i Kesîr, el-BidÂye, III, 26-28; Diyarbekrî, I, 239-241)
Peygamber Efendimiz’in dedesi Abdulmuttalib’e, torununun istikbÂli hakkında verilen diğer bir mujde de şoyledir:
RasûlullÂh -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- birgun cocuklarla oyuna dalarak Redm mahallesine kadar gitmişlerdi. Orada Mudlicoğulları’ndan bir cemaat, Peygamber Efendimiz’i yanlarına cağırarak ayaklarına baktılar ve ayak izini incelediler. O sırada Abdulmuttalib geldi. Onunla kucaklaşıp:
“−Bu cocuk senin neslinden midir?” diye sordular. Abdulmuttalib:
“−Oğlumdur.” dedi.
Mudlicoğulları:
“−O’nu iyi muhÂfaza et! Cunku biz MakÂm-ı İbrÂhîm’deki ayak izine bu cocuğunkinden daha cok benzeyen bir ayak izi gormedik.” dediler.
Abdulmuttalib, oğlu Ebû TÂlib’e:
“−Bak! Bunlar ne soyluyorlar, dinle!” dedi. Bunun icin Efendimiz -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-’in amcası Ebû TÂlib, yeğenini titizlikle korurdu.[8]
Peygamber Efendimiz -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- dunyÂyı şereflendirmeden once butun Âlem, mÂnevî yonden muthiş bir karanlık icinde idi. İnsanlar, son derece bedbaht bir cehÂlet bataklığında boğulmaktaydılar. İnsanlık, şeref ve haysiyetini yitirmişti. İnsanların vahşet ve zulmunden, hayvanlar bile iyice bunalmıştı. Hayat yaşanmaz hÂle gelmişti. Âlem mahzûn, varlıklar mağmûm, gonuller muzdaripti. Zayıf ve gucsuzler gulmeyi unutmuştu. Yaşama hakkı guclulere Âitti. Mehmed Âkif’in ifÂdesi ile:
Sırtlanları gecmişti beşer yırtıcılıkta;
Gucsuz mu bir insan, onu kardeşleri yerdi.
Kur’Ân-ı Kerîm, bu gerceği şoyle beyan buyurur:
ظَهَرَ الْفَسَادُ فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ بِمَا كَسَبَتْ أَيْدِي النَّاسِ
“İnsanların kendi işledikleri yuzunden karada ve denizde fesat zuhûr etti…” (er-Rûm, 41)
Ulvî teşrîf yaklaştıkca herkes, hatt her şey, daha bir iştiyak ve hasret icerisinde O yuce nûrun imdÂda yetişip kendilerini karanlıktan kurtarmasını bekliyor, O Âb-ı hayÂtın kendilerine ikrÂm ve ihsÂn buyrulmasını arzu ediyordu. Butun insanlık O’na teşne ve O’nu muntazırdı. Bunun mujde ve işÃ‚retlerini almışlar ve zaman zaman da almaktaydılar.
Suleyman Celebi Mevlid-i Şerîf’inde, guneşin bile Hazret-i Peygamber -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-’e Âşık olup O’nun etrÂfında pervÂneler misÂli donduğunu dile getirerek, ulvî teşrîfin mujdesini Hazret-i Âmine’nin gonul dilinden şoyle mısrÂlara doker:
Dedi gordum ol Habîb’in Ânesi
Bir aceb nûr kim guneş pervÂnesi
İndiler gokten melekler sÂf sÂf
KÂbe gibi kıldılar beytim tavÂf
Dediler oğlun gibi hicbir oğul
Yaradılalı cihÂn gelmiş değil
Bu gelen ilm-i ledun sultÂnıdır
Bu gelen tevhîd u irfÂn kÂnıdır…
[1] Bkz. İbn-i HişÃ‚m, I, 170.
[2] AbdullÂh bin SelÂm -radıyallÂhu anh-’ın kunyesi Ebû Yûsuf olup Yûsuf -aleyhisselÂm-’ın neslindendir. Asıl adı Husayn iken Hazret-i Peygamber -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-, onun adını AbdullÂh olarak değiştirdi. Benî Kaynuk yahûdîlerinin Âlimlerinden idi. Efendimiz Mekke’den Medîne’ye hicret ettiğinde Kuba’ya varınca, AbdullÂh yanına gelmiş ve kendisine bÂzı suÂller sormuştu. Peygamber Efendimiz’in o suÂllere verdiği karşılıklar uzerine, bu cevapları ancak bir peygamberin verebileceğini soyleyerek İslÂm’a girdi. Sonra da butun ev halkının ve bÂzı akrabÂlarının İslÂm’a girmelerine vesîle oldu. Peygamber Efendimiz’in cennetle mujdelediği AbdullÂh -radıyallÂhu anh-, sahÂbe arasında saygı duyulan biri idi. AhkÂf Sûresi’nin 10’uncu ve Ra’d Sûresinin 43’uncu Âyetlerinin kendisi hakkında nÂzil olduğu soylenir. 25 hadîs-i şerîf rivÂyet etmiş ve MuÂviye’nin hilÂfeti zamÂnında hicrî 43 / mîlÂdî 663 senesinde Medîne’de vefÂt etmiştir.
[3] KÂ’b el-AhbÂr -rahimehullÂh-, tÂbiînden olup Benî İsrÂil’e dÂir rivÂyetleriyle meşhurdur. Hazret-i Ebû Bekir -radıyallÂhu anh- doneminde musluman olup hicrî 32 senesinde vefÂt etmiştir.
[4] AbdullÂh bin Amr bin Âs -radıyallÂhu anhumÂ-, babası Amr ile birlikte hicretin yedinci yılında Medîne’ye hicret etti. Eski kulture vÂkıf, okur-yazar bir sahÂbî idi. RasûlullÂh -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-’den duyduğu hadîsleri yazardı. Bu konuda Rasûl-i Ekrem’den husûsî izin almıştı. AbdullÂh, geniş hadîs ve fıkıh bilgisi sebebiyle sahÂbe arasında “AbÂdile” diye meşhur olan dort AbdullÂh’tan biridir. Babası Hazret-i Amr ile birlikte Şam’ın fethinde ve Yermuk harbinde bulundu ve bu savaşta babasının sancaktarlığını yaptı. Mısır’ın fethi uzerine babası ile birlikte Mısır’a yerleşip orada yaşadı. Babasından once musluman olan AbdullÂh, 72 yaşında iken Mısır’da vefÂt etti. Kabri, KÂhire’deki Amr bin Âs CÂmii’ndedir.
[5] Bkz. İbn-i Sa’d, I, 155.
[6] Kur’Ân-ı Kerîm’de ve ileride goreceğimiz gibi RasûlullÂh -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-’in hadîslerinde umumiyetle şahıs belirtilmeksizin birtakım gunahkÂrlara toptan lÂnet edilmektedir. Buralarda ahlÂkî, itikÂdî ve iktisÂdî acılardan buyuk sapmaları temsil eden anlayış, davranış ve uygulamalar lÂnetlenmiştir. “Ben lÂnetci olarak değil, ancak rahmet olarak gonderildim” (Muslim, Birr, 87) buyurduğu hÂlde AllÂh Rasûlu’nun, bÂzı hareketleri yapanlara lÂnet etmesi, bu davranışların İslÂm ictimÂî yapısı ve hayÂtı acısından cok ciddî ve menfî tesirlere sÂhip olduğunu gostermektedir.
[7] TevrÂt ve İncîl’de Hazret-i Peygamber’in geleceğinin ve belli vasıflarının beyan edilmiş olması, onların aslında ilÂhî menşeli olduklarına ve tahrîf edilmiş olsalar da bugunku muhtevÂlarında aslından bÂzı parcalar mevcut olduğuna bir delildir. Bundan dolayıdır ki muslumanlar TevrÂt ve İncîl’i hukumden kaldırılmış bir kanun gibi telÂkkî etmekle berÂber, onlara karşı hurmetsizlikte bulunmazlar.
TevrÂt ve İncîl’de olduğu gibi Zerduştluk, Hinduizm ve Budizm gibi doğu dinlerinin mukaddes kabûl ettikleri kitaplarında da RasûlullÂh -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-’in geleceği mujdelenmiştir. Zerduşt’un mukaddes kitabı olarak bilinen Zend Avesta’da Hazret-i Peygamber’in ismi “Soeshyant” olarak zikredilir ki “Âlemlere Rahmet” mÂnÂsına gelmektedir. Butun insanların peygamberi olacağı bildirilmekle birlikte diğer pek cok vasıfları da zikredilir. Hinduizm’in mukaddes kitabı Vedalar, Upanişadlar ve Puranalar’da HÂtemu’l-EnbiyÂ’nın, sakalı sunnet kılacağı, domuz etini yasaklayacağı gibi pek cok sıfatı zikredilir. Yine Buda’nın kitaplarında da AllÂh Rasûlu -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-’in risÂletini mujdeleyen ve vasıflarından bahseden pek cok bolum mevcuttur. (Bkz. Remzi Kaya, İlÂhî Kitaplarda Hazret-i Muhammed, s. 221-239; A. H. Viyarthi – U. Ali, Doğu Kutsal Metinlerinde Hazret-i Muhammed, İstanbul, 1997; İbrÂhim CÂnan, XIV, 79-81)
Yeryuzundeki ilk dînin hak dîn olduğu, insanlığa binlerce peygamber gonderildiği, ancak insanların zaman zaman doğru yoldan ayrıldıkları goz onunde bulundurulursa, Zerduştluk, Hinduizm, Budizm ve benzeri bÂtıl dinlerde, son peygamberin mujdelenmesi gibi bÂzı hakîkatlerin mevcut olmasına şaşmamak gerekir.
[8] Bkz. Ebû Nuaym, DelÂil, I, 165; İbn-i Sa’d, I, 118.
Osman Nûri Topbaş
__________________
Peygamberimiz’in Zuhûrunu Mujdeleyen Haber ve HÂdiseler
Dini Bilgiler0 Mesaj
●16 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Eðitim Forumlarý
- Ýslami Bilgiler
- Dini Bilgiler
- Peygamberimiz’in Zuhûrunu Mujdeleyen Haber ve HÂdiseler