TEFEKKUR BİR ÎMAN ANAHTARIDIR
VelhĂ‚sıl;
اِقْرَاْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذِى خَلَقَ
(“Yaratan Rabbinin adıyla oku!” [el-Alak, 1])
İlk emir bu, ilk tahsilimiz bu. En muhim tahsilimiz, bir tefekkur, bir îman anahtarı. Kul, gorduğu her şeyde CenĂ‚b-ı Hakkʼı hatırlayacak.
Kendisine bakacak, CenĂ‚b-ı Hakkʼı hatırlayacak. Bir yok kadar şeyden nasıl meydana geldi? Nasıl icindeki bu cihazlar calışıyor? EvlĂ‚dını kim verdi? Onun şeklini, bicimini, kaderini kim cizdi?
DĂ‚imĂ‚ bir muʼmin:
اِقْرَاْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذِى خَلَقَ
(“Yaratan Rabbinin adıyla oku!” [el-Alak, 1])
Okuyacak. AllĂ‚hʼın -celle celĂ‚luhû- azametini, kudret akışlarını, ilĂ‚hî nakışları okuyacak. Hayatı bir huzur hĂ‚linde olacak. Tabi bu da kalbin alacağı merhalelere bağlı. Onun icin CenĂ‚b-ı Hak kalbin yıkanmasını istiyor. Fucur bertaraf edilecek, takvĂ‚ artacak, kalp yıkanacak.
قَدْ اَفْلَحَ مَنْ زَكّٰیهَا
(“(Nefsini) arındıran kurtuluşa ermiştir.” [eş-Şems, 9])
قَدْ اَفْلَحَ مَنْ تَزَكّٰى
(“(Nefsini kotuluklerden) arındıran kurtuluşa ermiştir.” [el-A‘lĂ‚, 14])
Kalp temizlenecek.
Peygamberler uc vazifeyle geliyor:
Geldikleri topluma AllĂ‚hʼın Ă‚yetlerini, emirlerini, nehiylerini bildirmesi.
İkincisi; o insanları terbiye etmesi. وَيُزَكِّيهِمْ (“…Onları (kotuluklerden) arındıran…” [Âl-i İmrĂ‚n, 164]) İc Ă‚lemlerini temizlemesi. Kalpten fucur cıkacak. Yani “لَا اِلٰهَ” Allahʼtan uzaklaştırıcı her şeyden kalp uzaklaşacak. “اِلَّا الله” kalp CenĂ‚b-ı Hakʼla beraber olacak. Boylece o kalpte ufuklar acılacak. Bu nasıl olacak? -SallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimizʼin izinden gitmekle. Her an, hĂ‚limizi Oʼnun hĂ‚liyle bir mîzĂ‚n etmekle.
Bu, Hiraʼda indi ilk Ă‚yet. Her Ă‚yet cok muhim. İkinci muhim bir Ă‚yet de ikinci mağarada indi. O da Sevrʼde indi. CenĂ‚b-ı Hak:
لَا تَحْزَنْ buyuruyor. “…Mahzun olma!..” (et-Tevbe, 40)
اِنَّ اللّٰهَ مَعَنَا
(“…Allah bizimle beraberdir…” [et-Tevbe, 40])
Demek ki bir maiyyeti kurabilmek, CenĂ‚b-ı Hakʼla beraberliği temin edebilmek.
O beraberlik kurulunca ne olur?
Hadîs-i kudsîde:
“…Kulumu sevince (CenĂ‚b-ı Hakkʼın sevmesi. Kulumu sevince) Ben onun Ă‚deta konuşan lisĂ‚nı, akleden kalbi, işiten kulağı, goren gozu, tutan eli ve yuruyen ayağı olurum…” buyuruyor. (BuhĂ‚rî, Rikāk, 38)
CenĂ‚b-ı Hakʼtan yardımlar yağmaya başlıyor. Tabi kalbin durumu değişiyor bu beraberlikte.
Ucuncusu; VedĂ‚ Haccıʼnda, Efendimiz:
“Size iki emanet bırakıyorum. Bunlara sımsıkı sarıldığınız muddetce sapıklığa duşmezsiniz.” buyuruyor. (Bkz. Hakim, I, 171/318)
Eğer Ă‚ilemizde bir problem varsa, ticĂ‚rî hayatımızda bir problem varsa, ictimĂ‚î hayatımızda bir problem varsa, demek ki KurʼĂ‚n ve Sunnet emĂ‚netin(e sahip cıkmak)taki bĂ‚zı noksanlıklardan meydana geliyor.
VelhĂ‚sıl CenĂ‚b-ı Hak ne buyuruyor:
وَهُوَ مَعَكُمْ اَيْنَ مَا كُنْتُمْ
“Nereye gitseniz Ben sizinle beraberim.” buyuruyor. (Bkz. el-Hadîd, 4) CenĂ‚b-ı Hak beraber. CenĂ‚b-ı Hak muteĂ‚l, yani idrak otesi. İnsanlarda ve butun mahlûkatta zaman-mekĂ‚n var. Zaman-mekĂ‚nla mukayyed. CenĂ‚b-ı Hak zaman-mekĂ‚ndan munezzeh. Hudut yok. Her an butun insanların yanında. Butun hayvanĂ‚tın yanında. En kucukten en buyuğe kadar. Karıncadan tĂ‚ cesim varlıklara kadar. NebĂ‚tĂ‚tın yanında. Butun mahlûkĂ‚tın…
وَهُوَ مَعَكُمْ اَيْنَ مَا كُنْتُمْ
“Nereye gitseniz O sizinle beraberdir.” (el-Hadîd, 4) buyuruyor.
Yani CenĂ‚b-ı Hak… Kalp merhale katedecek, bu bir idrak hĂ‚line gelecek.
Hadîs-i şerîfte buyruluyor:
“ÎmĂ‚nın en ustun mertebesi, nerede olursan ol, AllĂ‚hʼın seninle beraber olduğunu bilmendir.” (Heysemî, I, 60) Oʼnu bilmendir, unutmamandır.
Şimdi bir hatĂ‚ yaptığımız zaman, birisinin gormesini istemeyiz. Fakat CenĂ‚b-ı Hak goruyor.
Bu kalp, nasıl bir kalp? İşte mĂ‚lûm, bildiğiniz, o sutcu kadının kızı. Hazret-i Omer -radıyallĂ‚hu anh- geceleri dolaşıyor, bir sıkıntı icinde, bir muzdarip var mı, bir dertli var mı? Bakıyor, bir kapıdan bir ses geliyor:
“‒Kızım (diyor), sute su koy.” diyor.
“‒Anne (diyor), halîfe demedi mi (diyor), sute su koymayacaksınız diye?”
“‒Kızım! (Diyor.) Halîfe bu saatte bizi nereden gorecek.” diyor.
Kız diyor ki:
“‒Peki (diyor), halîfe gormezse (diyor), anne (diyor), Allah gormeyecek mi (diyor) bizi?” diyor.
İşte bu:
وَهُوَ مَعَكُمْ اَيْنَ مَا كُنْتُمْ
“Nereye gitseniz Allah sizinle beraberdir.” (el-Hadîd, 4)
Yine Abdullah bin CĂ‚fer -radıyallĂ‚hu anh- bakıyor, bir siyĂ‚hî kole. Onunde bir kopek var. Onunla ekmeği paylaşıyor. Bir muddet seyrediyor. Sonra yanına yaklaşıyor:
“‒Sen kimsin?” diyor.
“‒Ben koleyim.” diyor.
“‒Bu kopek ne?” diyor.
“‒Bu (diyor), misafir (diyor) buranın hayvanı değil, uzaktan geldi (diyor). Ben de AllĂ‚hʼın bu misafirini, bana gonderdiği bu misafire ikram edeyim (diye) kendi ekmeğimden parca verdim. Fakat hayvan cok acmış. Aldıkca yutuyor.”
“‒Peki sen ne yapacaksın?”
“‒Bugun ben sabredeceğim. AllĂ‚hʼın bu mahlûkĂ‚tına ben bugun ikram edeceğim.”
Nedir bu?
وَهُوَ مَعَكُمْ اَيْنَ مَا كُنْتُمْ
“Nereye gitseniz, O sizinle beraberdir.” (el-Hadîd, 4)
Misaller sonsuz.
VelhĂ‚sıl demek ki kalbin bu merhaleye gelebilmesi muhim olan.
Yine CenĂ‚b-ı Hak buyuruyor:
وَنَحْنُ اَقْرَبُ اِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ
(“Biz ona şah damarından daha yakınız.” [Kāf, 16])
“Şah damarından daha yakın” olduğunu, yani duygularımızı biliyor. CenĂ‚b-ı Hak kişiyle kalbi arasına giriyor. Yani birtakım duygularımızı herkesten saklayabiliriz. Kendimiz biliriz. Bir de unutmamak lĂ‚zım ki bunu CenĂ‚b-ı Hak da biliyor.
Bir misal, Kādî IyĂ‚zʼın ŞifĂ‚-i Şerîfʼinden. Horasanʼda bir kumandan vefat ediyor. SĂ‚lihlerden bir kimse de onu ruyĂ‚sında Cennetʼte goruyor. Soruyor:
“‒Sen (diyor), hangi amelden (diyor), kumandandın, gucluydun (diyor, sayıyor fĂ‚rik vasıflarını) hangi şeyden kazandın?” diyor.
O da diyor ki:
“‒Yaptığım bir amelden değil (diyor). Bir (diyor), kendime baktım (diyor), askerlerime baktım (diyor); «‒YĂ‚ Rabbi! Keşke beni Allah Rasûluʼnun zamanında yaratmış olsaydın da Rasûlullah Efendimizʼin emrinde Oʼna hizmet etseydim, fedĂ‚-yı cĂ‚n eyleseydim.» CenĂ‚b-ı Hak bu niyetimden dolayı bana ihsĂ‚n etti.”
Demek ki CenĂ‚b-ı Hak:
وَنَحْنُ اَقْرَبُ اِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ
(“Biz ona şah damarından daha yakınız.” [Kāf, 16])
Şah damarımızdan daha yakın. İcimizdeki duyguları, hissiyĂ‚tı biliyor.
Ubeydullah Ahrar Hazretleri var. Bu, Allah dostlarından:
“Bir (diyor), aziz, kıymetli bir zat (diyor), vefatından sonra BahĂ‚uddîn Nakşibend Hazretleriʼni gordu ruyĂ‚sında:
«‒Ebedî kurtuluşumuz icin ne yapalım ustad?!» dedi.
O da dedi ki:
«‒Son nefeste neyle meşgul olmak gerekiyorsa onunla meşgul olun.»
İnsan ne derttedir son nefeste? Mal-mulk var mıdır? Yoksa kelime-i tevhîdi getirebilmenin bir gayreti icinde midir, heyecanı icinde midir?
“Son nefeste neyle meşgul olmak gerekiyorsa onunla meşgul olun.”
Demek ki kelime-i tevhîd, yani “لَا اِلٰهَ” hayatımızda dustur olacak. Kalpten, Allahʼtan uzaklaştıran butun nefsĂ‚nî arzular vs. uygun olmayan ahlĂ‚k, hepsinden kalp uzaklaşacak. Kalp CenĂ‚b-ı Hakʼla beraber olacak.
Yine CĂ‚fer-i SĂ‚dık Hazretleri şoyle buyuruyor:
“Allah TeĂ‚lĂ‚ dunyaya vahyetti:
«Ey dunya! Hakka hizmet edene, Allah yolunda hizmet edene, sen de hizmet et!»”
En cok hizmet eden kim? Peygamberler. En cok cileler kimin başından geciyor? Peygamberlerin başından. En cok huzurlu kimler? Peygamberler.
“Sen onlara hizmet et! Sana hizmet edeni de (yani dunya icin uğraşanı, Ă‚hireti bırakıp dunya icin uğraşanı) sen onları yor, yıprat, perişan et.” buyuruyor.
Demek ki gayretlerimiz, hep CenĂ‚b-ı Hak icin olacak. EvlĂ‚tları yetiştirmemiz, İslĂ‚mʼa olan hassasiyetimiz, ibadetlerimiz, tĂ‚atimiz, hepsi “يَحْذَرُ الْاٰخِرَةَ” bir “Ă‚hiret endişesi”yle olacak. (Bkz. ez-Zumer, 9)
Yine, Ubeydullah Ahrar Hazretleri şoyle buyuruyor:
“‒SĂ‚lik (bu, merhale kateden, kalbî merhale kateden, tasavvuftaki bir sĂ‚lik) mĂ‚nevî hĂ‚lini kaybedebilir mi? (Yani yukselir, yukselir, aşağı duşer mi?) Duşerse bunun sebebi nedir?”
Ubeydullah Ahrar Hazretleri buyuruyor ki:
“‒Birincisi, İslĂ‚mî kĂ‚idelere aykırı fiilde bulunur.”
Evet mĂ‚nen cok seviye kazanır, fakat bir yanlışlığa dûcĂ‚r olur. MeselĂ‚ ticĂ‚rî hayatında yanlışlık yapar. AllĂ‚hʼın arzu etmediği bir şekilde bir ticĂ‚ret yapar. Lokmasına dikkat etmez, kul hakkı vardır. Aldığı o seviyeden birden bire aşağı indirir onu.
“Kul hakkına girmek, bir muʼminin gıybetini yapmak.”
Bu da onun seviyesini aşağı indirir. Gıybet de cok muhim, dedikodu.
Yine Ubeydullah AhrĂ‚r Hazretleri, bu zĂ‚t, bir yerden hızlı olarak geciyor, bir gıybet ediliyor bir yerde. Diyor ki talebesine:
“‒Orucum bozuldu.” diyor.
“‒Ustad (diyor), siz ne gıybet ettiniz, oradan hızlıca gectiniz.”
“‒Fakat oradan inʼikĂ‚s oldu, esinti geldi.” diyor.
Bir de gıybeti duşunun…
“Ucuncusu; AllĂ‚hʼın mahlûkĂ‚tına merhametsiz davranmak.”
Bu da -Allah korusun- bu da cıkılan seviyeyi duşuren alĂ‚metlerden biri olmuş oluyor.
VelhĂ‚sıl CenĂ‚b-ı Hak ile dostluk, takvĂ‚ uzere yaşanan bir hayatın neticesinde meydana geliyor.
VelhĂ‚sıl CenĂ‚b-ı Hak Ahkaf Sûresiʼnde:
“Rabbimiz Allahʼtır deyip sonra dosdoğru (sırĂ‚t-ı mustakîm uzere) yaşayanlara لَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ onlar korkmayacaklardır, uzulmeyeceklerdir.” (el-Ahkāf, 13) buyuruyor.
Yine A‘rĂ‚f Sûresiʼnin 43. Ă‚yetinde:
Cennetʼe girerken de, Cennetʼe girerken diyecekler ki o muʼminler:
“…HidĂ‚yetiyle bizi (bu nimete) kavuşturan AllĂ‚hʼa hamd olsun…”
HidĂ‚yeti veren Allah. En buyuk nîmet CenĂ‚b-ı Hakkʼın hidĂ‚yeti. Fakat bu hidĂ‚yetle olmemiz nasip. CenĂ‚b-ı Hak:
وَلَا تَمُوتُنَّ اِلَّا وَاَنْتُمْ مُسْلِمُونَ
“…Ancak musluman olarak can verin.” (Âl-i İmrĂ‚n, 102) buyuruyor.
Nasıl olacak?
“Ey îmĂ‚n edenler! AllĂ‚hʼın azameti, AllĂ‚hʼın kudretine gore takvĂ‚ sahibi olun. Ancak musluman olarak can verin.” (Âl-i İmrĂ‚n, 102) buyuruyor.
“Siz AllĂ‚hʼa yardım ederseniz (AllĂ‚hʼın dînini yaşarsanız, yaşatırsanız) Allah da size yardım eder, ayaklarınızı kaydırmaz.” (Muhammed, 7) buyruluyor.
Sonra devam ediyor Âyet:
“…Allah bizi hidĂ‚yete erdirmeseydi, kendiliğimizden doğru yolu bulacak değildik…” (el-A‘rĂ‚f, 43)
Demek ki bunu cok tefekkur etmemiz lĂ‚zım. Dunyanın bir ucunda, obur ucunda meydana gelebilirdik. ZĂ‚limlerin arasında dunyaya gelebilirdik. ÎmĂ‚nımızı kaybedecek duruma gelebilirdik. Fakat hidĂ‚yet uzere olmenin gayreti icinde olabilmek.
Yani bir muʼmin, mayın tarlasında gezer gibi dikkat etmesi lĂ‚zım. Bir yanlışlık, -Allah korusun- kucuk, orta, buyuk, CenĂ‚b-ı Hakkʼın kahrı tecellî eder, ayak kayar gider. İşte KĂ‚run, Kasas Sûresiʼnde. AllĂ‚hʼın velî bir kuluydu. TevrĂ‚tʼı en iyi tefsir edenlerden biriydi. CenĂ‚b-ı Hak mal verdi, ağır bir imtihan, mal cok ağır bir imtihandır. “Mal benim.” dedi. MûsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m-ʼa tavır koydu. CenĂ‚b-ı Hak malıyla beraber yerin dibine gomdu.
Her uzvumuzu kullanmayı bilebilmek. CenĂ‚b-ı Hak yine Fussilet Sûresiʼnin 20. Ă‚yetinde:
“NihĂ‚yet oraya geldikleri zaman (yani hesaba geldikleri zaman) kulakları, gozleri, derileri, işlediklerine karşı onların aleyhine şĂ‚hitlik edecektir.” buyuruyor.
Demek ki CenĂ‚b-ı Hak şu gozu verdi. Bu gozu nerede kullanacağız? Niye verdi bu gozu? ÂmĂ‚lar kurtuluyor bundan. Demek ki gozu kullanabilmeyi bilebilmek, kalbin sanatı. Haramdan korumak, yanlıştan korumak.
“Kulaklar konuşacak.” buyuruyor. Kulaklarımızı koruyabilmek. Dedikodu vs. şu bu…
“Derileri”… Allah bu bedeni niye verdi bize? Beden bir emĂ‚net. Olumle beraber, beden yine fonksiyonunu bitirdiği icin tekrar toprağa donecek.
“…Bunlar, onların aleyhine şĂ‚hitlik edecek.” buyruluyor… (Bkz. Fussilet, 20)
Osman Nûri Topbaş
__________________
Tefekkur Bir Îman Anahtarıdır
Dini Bilgiler0 Mesaj
●22 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Eđitim Forumlarý
- Ýslami Bilgiler
- Dini Bilgiler
- Tefekkur Bir Îman Anahtarıdır