Varlık Âleminde Allah’ın isim ve sıfatlarını gormeye ve uzerinde duşunmeye tefekkur, yapılan gunahlar ve iyilikler uzerinde duşunmeye ve gunahlara tovbe, guzel amellere şukretmeye muhasebe denir.

Murakabe, kulun Allahın kendisini gozetlediğini varsaymasıdır. Allah’ın (c.c.) zatını duşunmek doğru değildir. Bu hadis-i şeriflerde de yasaklanmıştır. Ama kulun Allah’ın (c.c.) kendisini gozetlediğini duşunmesi buyuk bir ibadettir. Buna ihsan hali de denir. Tasavvufun gayesi bu ihsan halini meleke yapmaktır.

Bilindiği uzere ihsan, meşhur Cibril hadisinde cok guzel tanımlanmıştır. Hz. Cebrail Aleyhisselam insan kılığında bir gun Mescid-i Nebevi’ye gelerek peygamberimize (s.a.s) bazı sorular sormuş, sonra da verilen cevapları ‘Doğrudur.’ diye bizzat kendisi tasdik etmiştir. Bu durum orada hazır bulunan sahabelerin de dikkatini cekmiştir. En son olarak peygambere (s.a.s) sorduğu ‘ İhsan nedir?’ sorusuna şoyle yanıt almıştır: İhsan, senin Allah’ı goruyormuş gibi ibadet etmendir. Zira sen Allah’ı gormesen de Allah seni gormektedir. İşte murakabenin de amacı bu ihsan halini yakalamaktır. Namazda huşuyu temin icin belirtilen huzur hali, yani Allahın (c.c.) karşısında ibadet etme duygusunu yaşatan hal, murakabenin de ta kendisidir. Murakabe namaz dışındaki vakitleri de namaz gibi buyuk bir ibadete donuşturur. Gunluk beş vakit namaz, murakabenin yanında sanki arabanın kontak anahtarını cevirmek gibidir. Namaz dışındaki diğer zamanlar icin yapılan murakabe ise arabanın hedefe doğru hareket etmesine benzer. Huzurla (yani Allah’ın karşısında olma duygusu ile) kılınan namazlar, zamanla kişiye ibadetteki ihsan halini yaşatmakla kalmaz, murakabeye de zemin hazırlar. Zaten ihsan hali ile murakabenin aynı şeyler olduğunu da ifade ettik.

Murakabe sırasında namazda olduğu gibi insanın uzerine Allah’tan feyz ve nur akmaya başlar. Devam eder.

Murakabe cok zor bir ibadettir. İnsanın tek başına bu hali gun boyu koruması şurada dursun beş dakika bile surdurmesi imkÂnsızdır. Cunku nefis murakabede cok zorlanır. İnsan namazda bile huzur halini birkac dakika devam ettiremiyor. Namaz sırasında insan nefsi dunya işleri ile meşgul olarak huzur halini bozmaktadır. Namaz dışındaki murakabe hali de namazdaki huzuru yakalamamaya benzer. Nefis Allahın kendisini izlediği, Allahın kendisi ile beraber olduğu duşuncesinden hemen sıkılmaya başlar ve bunun doğal sonucu olarak da murakabeden kacar.

Tarikatlar insan icin cok zor bir ibadet olan murakabe yerine muridi once rabıta yolu ile eğitmeye calışırlar. Rabıta ile murakabe birbirlerine cok benzerler. Yontemleri ve amacları aynıdır. Rabıtada hayal edilen şeyh murakabede olduğu gibi muridin uzerine feyz ve nur dalgalarını serper. Şeyh somut ve bilindiği icin rabıta nefse murakabeye gore daha kolay gelir. Onun icin nefsin rabıtaya alışması zor değildir. Kişinin emmÂre ve levvÂme nefislerde rabıtayı alışkanlık haline getirip butun hayatına yayması gerekir. Oysa bu evrelerde kişinin murakabeyi alışkanlık haline getirmesi ise adeta imkÂnsızdır.

Rabıtaya karşı olan bazı kişiler şu sozu cok dile getirirler: ‘Biz nicin ilk donem velilerin eserlerinde, hayatlarında rabıtaya rastlamıyoruz?’ İlk donem velileri murakabe gibi bir yolla nefislerini olgunlaştırmışlardı. Elbette rabıtanın yabancısı değillerdi. Cunku onlar da peygamberlerin ve velilerin ruhlarından feyz, nur almayı ve onlarla konuşmayı biliyorlardı. Cunku murakabelerinin tabii sonucunda veli olduklarında bu yetenekleri elde ediyorlardı. Daha doğrusu Allah onlara bunları hediye olarak da sonradan veriyordu. Ama puta tapma yasağının tabii sonucu bu sırlarının toplumda yanlış anlaşılacağını ve değerlendirileceğini bildiklerinden bunları sofilerin eğitiminde pek uygulamaya koymamışlardır. Daha sonra İslam toplumlarının olgunlaşması ve tarikat pirlerinin ortaya cıkışı ile birlikte murakabeye zemin hazırlayan ve sofinin yetişmesinde, olgunlaşmasında, seyr u sulukunda, nefis merhalelerinin kat edilmesinde bu son derece onemli bir yeri olan rabıtaya da yer ve değer verilmiştir.

Mulhime nefse ulaştığında sofinin telebbusu rabıta ile birlikte murakabeye yonelmesi gerekir. Telebbusu rabıta şeyhin kılığına burunme, kendisini ortadan kaldırıp vucudunda şeyhi ikame etme cabasıdır. Bu halle kendisinin Allah’la birlikte olduğunu duşunme veya Allah’ın kendisini gorduğunu, izlediğini, kontrol ettiğini, takip ettiğini duşunmesidir. Bu durum kişide zamanla meleke halini alır. Artık her zaman Allah’la birlikte olur. Gorunuşte zor gibi olan bu durum zamanla sanki araba kullanan bir insanın yanındakilerle konuşması, sigara icmesi, başka ufak tefek işleri de yapması gibi rahat bir durum halini alır. İşte bu murakabe halini yakalayanlar Allah’a yukselmede şimşek hızını elde ederler. Ceşitli halleri yaşamaya başlarlar. Butun bunlar yalnız başına yapılabilecek ve yaşanabilecek şeyler değillerdir. Bir yol gostericiyi gerekli kılarlar. Bu yola girecekler icin murşid-i kÂmil zorunludur. Zira bu sırada insana ezeli duşmanı şeytanlar da musallat olabilirler. Yaşanan bazı halleri Rahmani diye yutturmaya kalkarlar. Bu yolda daha once yurumuş birisinin rehberliği olmadıkca insanın ayağı her an kayabilir.

Murakabe ile insanın uzerine nur ve feyz dalgaları akmaya, daha doğrusu adeta yağmur gibi yağmaya başlar. Bu sayede ezeli duşmanı şeytana karşı ruhu da guclenir. Zira nur ve feyz ruhun gıdalarıdır. Ruhun guclenmesi ve şeytan karşısında kendisini savunabilmesi icin nur ve feyz ekmek ve su gibidir. Şeytanlar nur ve feyzden rahatsız olurlar. Bu rahatsızlığın sonucu olarak da zzzzz veya sssss sesine, yani arı uğultusuna benzer ve surekli devam eden bir ses cıkarırlar. Elbette şeytanlar mulhime nefsi birdenbire terk etmezler. Cunku cok inatcıdırlar. Ordular halinde sıra ile insanlara musallat olurlar. Bu uzun bir zamanı alabilir. Bu sırada vucudu bir duman gibi sararak letaiflerin calışmasına engel olurlar, nurun ve feyzin muride ulaşmasının onune gecerler. Ama mulhime nefisteki murit murakabeye, zikre, rabıtaya devam ede ede uzerindeki nur ve feyz dalgalarını artırır ve buna paralel olarak da ruhu guclenir. Bu sayede şeytanların kendisinden yavaş yavaş uzaklaşmalarını sağlar. Nur ve feyz dalgaları onların dermanlarını keser, onları uzaklaşmaya mecbur ederler.

Şeytanlar muride emmÂre ve levvÂme nefislerde de musallat olabilirler. Bu durumlarda iken sofilerin rabıtaya, ozellikle telebbusu rabıta onem vermeleri gerekir. Mulhime nefse ulaştıklarında ise telebbusu rabıta ile birlikte murakabeyi hayatlarına yaymaları gerekir. Yani otururken, yururken, başkaları ile konuşurken, işlerini yaparlarken her zaman Allah’ı da akıllarını getirmeleri, O’nun istiva ettiği arş-ı alada kendilerinin yanındaymış gibi izlediğini, gorduğunu duşunmelidirler. Bu sayede gun be gun olgunlaşırlar. Nefisleri mutmainne nefse doğru ilerlemeye başlar. Nasıl guneş bitkileri ısı ve ışığıyla buyuturse Allah (c.c.) da kendisini murakabe eden kişileri feyz ve nuru ile olgunlaştırır. İnsan-ı kÂmil olmalarını sağlar.

Murakabede gelen feyz ve nur elbette rabıtadan gelen feyz ve nurdan daha coktur. Ama emmÂre ve levvÂme nefis sahibi icin murakabe kullanışsızdır. Yani tarikata yeni giren veya fazla mesafe kat etmemiş, daha doğrusu nefsi mulhimeye ulaşmamış dervişlerin murakabe yapmaları guctur. Yapmaya calışsalar bile bir verim alamazlar. Ayrıca murakabeden zevk de alamazlar. Ama mulhime nefis sahibi daha once rabıta yolu ile ruhunu yavaş yavaş olgunlaştırmıştır. Zamanla rabıta yolu ile nur ve feyz dalgalarını algılamaya da başlar veya en azından bu sırada vucudunda bir dirilik hali yaşar. Mulhime nefse ulaştığında letaifleri acıldığı icin nurları kalp gozu ile gorduğu gibi goğsune gelen hoş bir baskı ile feyzi de algılar. Artık boyle bir sofinin murakabe derslerine de gecmesi gerekir. Zira kalp gozu acık olduğu icin şeytanların da tasallutuna uğraması an meselesidir. Bazı şeytani halleri de yaşayabilir.

Rabıta bir amac değildir, murakabeye gecmek icin bir koprudur. Ama sofi murakabeye gecse bile rabıta derslerini ihmal etmemelidir. Onun ayrı bir kazancı vardır. Şeyhi ile sadatlarla (zincirdeki şeyhlerle) hatta peygamberle manevi Âlemde goruşmesi ve konuşması ancak bu yolla mumkun olacaktır. Yalnız diğer zamanlarda her anını telebbusu rabıtayla murakabe yolu ile gecirmeye bakar.

Mulhime nefis insanların ayağının kaydığı bir yerdir. Yalancı peygamberler, mehdiler, kutuplar, veliler hep bu makamda iken cıkar. Cunku sofiler mulhimede iken hem şeytani hem de Rahmani halleri yaşayabilirler. Coğunlukla bunları birbirine karıştırırlar. Neyin Rahmani neyin şeytani olduğunu bilemezler. Gelen bu hallerle şımarıp şeyhlerinden ustun olduklarını ve şeyhlerinin kendilerini kıskandığını da sanabilirler. Cunku şeytanlar bu konularda cok vesvese verirler. Kısacası mulhime nefis cok tehlikeli ve ayakların kaydığı bir makamdır. Bundan ileriye gecmek elzemdir. Kişi bu nefiste şeytanların konuşmalarını da işittiğinden cok buyuk badireler yaşayabilir. Şeytanlar ceşitli tehditler ve şantajlar da yapabilirler. Sofi onların bu tur tehdit ve şantajlarını kopek havlaması gibi saymalıdır, onlara bir parca bile ehemmiyet vermemelidir. Ayrıca şeytanlar oyle tiyatro sahneleri tertipler ki sofileri kolayca kandırabilirler. Ozellikle sofiye guya cinlerin reisi, şeyhulislamı gibi manevi makamları tevcih ederek onları yine guya kendi dişi cinleri ile evlendirerek zinaya duşurebilirler. Tabii bunlar nefsin de hoşuna gider. Daha bunlar gibi nice akla hayale gelmeyen oyunlar olabilir. Zaten boyle bir yanlışa duşen sofinin bir daha o cukurdan cıkması cok zordur. Manevi ilerlemesi durduğu gibi, gun be gun gerilemeye, hatta psikolojisi ve ruhu da bozulmaya yuz tutar. Şeytanların tuzaklarına duşmuş olur. Manevi gıdasızlıkların sonucu olarak ruhsal ve psikolojik bozukluktan başka yuzdeki veya vucuttaki bazı organların işleyişini bozacak ceşitli carpmalar da, felc halleri de bundan sonra yaşanmaya başlanabilir. Allah (c.c.) korusun.

İnsanların bazıları şeytanları ceşitli duyu organları ile algılamaya başlayınca hemen ne yapacaklarını şaşırıyorlar. Genellikle bu konuları istismar eden ve bu yolla para kazanan insanlara başvuruyorlar. HÂlbuki yarar bekledikleri insanlar da kendileri gibidirler. Yalnız onlar bazı rahatlama tekniklerini biliyorlardır. Orneğin ceşitli muskalar veya abdestli iken uzerinde bir iki kucuk Kuran-ı Kerim taşıma gibi. Bunlar duruma gore cinni şeytanları biraz da olsa uzaklaştırmaya yardımcı olabilirler. Yoksa kimse oyle sihirli sozlerle, okunan dualarla şeytanları tamamen uzerinden atamaz. Atsa bile yine gelirler. Bu dunyada onlarla imtihan edilmekteyiz. Dahası cihat halindeyiz. Bu savaş hali son nefese kadar da devam edecektir. Son nefeste imanı onlara kaptırmamak icin cok zorlu bir imtihandan gecirileceğimiz hadislerde belirtilmektedir. Buna gore, demek ki, şeytan musallatlarında mucadeleci bir ruh takınmamız gerekir. Pes etmek, korkmak, kacmak bir Musluman’a yakışan tavırlar olmamalıdır. Bilakis ibadet hayatımızı artırarak nura ve feyze talip olup şeytanı mağlup etme yoluna girmemiz gerekir. Yukarıda emmÂre ve levvÂme nefislerde bunun yolunun nasıl olduğunu belirttik. Mulhimede ise şeytanla mucadelede zikir ve rabıtanın yanında murakabe en başlıca temel yoldur.

Şunu unutmamak gerekir ki, şeytan her Musluman’a musallattır. Hatta namaz kılmayan insanlara bile musallat olabilir. Bu durum ayet ve hadislerle sabittir. Uzerinde şeytan olmayan Musluman yoktur. Ama Muslumanların coğu bundan habersizdir. Şeytanlar bunlara vesvese yolu ile sokulurlar. Yani kendisini pek belli etmezler. Ama Muslumanlar tarikat yoluna girdiği zaman bazen kartlar acık olarak oynanmaya başlanabilir. Aslında her şey Allah’ın (c.c.) emri ve izni ile olur. Boyle bir durumda duşman bizim icin bir kamcıdır. Sofinin hak yolda nura ve feyze ciddi bir şekilde yonelmesini sağlar. İbadetlere, ozellikle rabıta ve zikre yonelmesine vesile olur. Allah (c.c.) şeytanları boş yere sofilere musallat etmez.

Tabii murakabenin temel işlevi Allah (c.c.) rızasını kazanmaktır. Şeytanla mucadelede sağladığı kazanc ancak talidir (ikinci derecedir, yan kazanctır). İnsan ibadetleri sadece Allah (c.c.) rızası icin yapmalıdır. Başka bir gaye gozetmemelidir. İnsan murakabe sırasında ‘İlahi ente maksudi ve rızake matlubi (Allahım Sen maksadımsın, isteğim de Senin rızandır.)’ sozunu cok soylemeli, kalbini de bu soze gore duzenlemelidir.

Burada sozunu ettiğimiz murakabeye, maiyyet murakabesi (Allah ile birlikte olma murakabesi) denir. Şu ayete dayanır: ‘Ve her nerede olsanız O (Allah) sizinle beraberdir (Hadid suresi, ayet 4).’ Maiyyet murakabesi, bu ayette anlatılan hususu tefekkur edip hallenmekten ibarettir.

Aslında maiyyet murakabesine gecmeden once belli bir zaman suresince İhlas suresinin okunup tefekkur edilerek Allah’ın doğru bir şekilde tanınması gerekir. Buna Ahadiyyet murakabesi denir.

Maiyyet murakabesi hal olduktan sonra diğer murakabelere gecilebilir: Akrabiyyet, muhabbet, vahdaniyyet murakabeleri…

Murakabelerin temeli ve anası maiyyet murakabesi olduğu icin onun uzerinde durma luzumu hissettik. O hal olduktan sonra diğerleri de inşallah kendiliğinden gelecektir.

Allah (c.c.) hepimize murakabesini ve bunun tabii sonucu rızasını nasip eylesin. Amin.
Muhsin İyi
__________________