‘Allah’ın varlığına inanmak’ ifadesi yanlış bir kullanımdır. Doğrusu, ‘Allah’ın var olduğunu kabul etmek’, ‘Allah’ı tanımak’ veya “Allah’ı bilmek” olmalıdır. ‘Allah’ın varlığını inkÂr etmek’ ifadesi de yanlış bir kullanımdır. Doğrusu, ‘Allah’ın var olduğunu reddetmek’, ‘Allah’ı tanımamak’ veya ‘Allah’ı bilmemek” olmalıdır. Ateistlik savunucularının bu reddi, bir bakıma bir ulkeyi tanımayan başka bir ulkenin durumuna benzer. Ortada bir toplum vardır, ancak onun bağımsız varlığı kabul edilmemekte, onu tanıma yoluna gidilmemektedir. Kısaca o, yok sayılmaktadır. Eğer o bir gun var olduğunu hissettirecek bir eylem icinde olursa, varlığı kabul edilecek ve tanınacaktır. Bir ulkenin, toplumun veya kişinin var olduğunu ya da bağımsız olduğunu veya kendini ifade etme hakkını kabul etmek, gerceğe saygıdır. O ulkenin duşunceleri kabul etmek değildir. Onların sahip olduğu ilkeleri ve değerleri benimsemek ki bu değerlerin hepsi doğru olabilir, doğruyu kabul etmektir. Gerceğe saygı gostermeyenlerin doğruları kabul etmeleri ahlaki erdemler adına bir değer ifade etmez. Gercekleri gormeyenler, doğruları onaylasalar bile, dogmatik ve kalıpcı inanclardan, tutucu, bağnaz ve istismarcı yaklaşımlardan kurtulamazlar.
Gerek ateistlik savunucuları ve gerekse de cahil dindarlar, Allah’a inanmayı, Allah’ın varlığına ve birliğine inanmaya indirgemişlerdir. Oysa Allah’ın varlığına ve birliğine inanmak Allah’a inanmak değildir. Bu virus milyonlarca insanı uyutmuş, uyuşturmuştur. Allah’a inanmak, ‘O’nun varlığına ve birliğine değil, Allah’ın sozlerine inanmak ve vaat ettiklerinin gercekleşeceğine guvenmek’ demektir. Allah’a inanmayı, Allah’ın varlığına ve birliğine inanmaya indirgeyen anlayış, en buyuk gunah (dini suc) olan Allah’a ortak koşmayı, Allah’ın hakkını gasp etmeyi, Allah’tan rol calmayı, Allah’ı Allah yapan ozellikleri kullara yakıştırmayı(kısaca şirki) bir takım putlar yapıp onlara tapmaya indirgemiştir. Onlara gore Allah’a inanmak demek, Allah’ı yaratıcı kabul etmektir. Allah’ı inkÂr etmek de puta tapmaktır. Oysa bu anlayış kesinlikle yanlıştır. Orneğin Allah’ın elcisi Hz. Muhammed’le savaşanlar, Allah’ın yaratıcı olduğunu kabul ediyorlardı (Bkz. Kur’an: 39Zumer: 38; 10Yunus: 31; 29Ankebut: 61-63). Bu putperestler, Allah’ın var ve bir olduğunu reddetmiyorlardı. Hatta putperestler, ‘Allahım’ diyerek O’ndan beklentilerini ortaya koymakta idiler:
8Enfal: 31-“Onlara (coktanrıcılara, putperestlere) karşı ayetlerimiz okunduğu zaman, “Duyduk, istesek biz de bunun benzerini elbette soyleriz. Bu, eskilerin masallarından başka bir şey değildir” dediler.”
8Enfal: 32-“Hani onlar (coktanrıcılar, putperestler), “Ey Allah’ım, eğer şu (Kur’an) senin katından inmiş hak (kitap) ise hemen uzerimize gokten taş yağdır veya bize elem dolu bir azap getir” demişlerdi.”
ATEİSTLİĞİN NEDENLERİ NELER OLABİLİR?
Sosyal olayların onlarca nedeni olabilir. Ateistleri ateistliğe surukleyen nedenlerin baskın olanlarından birkacı şunlardır: İnsanların bir kısmı, doğru bilgi arayışı icindedir, kimisi de bilgiye ve doğruya değer verir, yaşamında da ona yer verir. Coğu kimse ise, ne bilgi arayışı icindedir, ne de ona değer verir. İyi, guzel ve doğru işler yapmayı ilke edinenler, adımlarını daha sağlam basarlar. Kotu ve cirkin işler yapanlar, daha kaygan zemindedirler. İyi ve guzel işler yapanların kendilerine guven duygusu daha sağlıklı ve gelişmiştir. Kotu ve cirkin işler yapanların ozguvenleri yok gibidir, ya da yapaydır. Ozguvenleri; ceplerindeki paraya, bulundukları makama, sahip oldukları cevreye, uzerlerindeki elbiseye endekslidir. Bunlardan yoksun kaldıklarında boş cuval gibi yere yığılırlar. Kişi hata yaptıkca, kendine guveni azalır ve kendisini zayıf hisseder. Guven ve itibarı; şan şohrette, makam mevkide, mal mulkte, gosteriş yapmakta arar.
Sık sık yalan soyleyen biri, bir sure sonra yalan soyleyenlere, sık sık hırsızlık yapan biri de, zamanla calanlara hak vermeye başlar. Sık sık yalan soyleyenler, gun gectikce kuşkusuz yalancıların saflarında yer almaya başlarlar. Yalancıya hak verenler de, bir gun gelir bu değerlere karşı kuşku icine girerler. Ne kadar cok yanlış yaparsak, değerlere karşı guvenimiz o kadar azalır, kuşkularımız artar. Ateistlik iddialarının nedenlerinden biri de budur.
“İlahi din ve Allah”, değerleri temsil etmektedir. Orneğin dinin temeli, Tevrat’ta da dile getirilen 10 ilahi buyruğa dayanır. Yeryuzu kurulduğundan beri, “Oldurmeyeceksin, calmayacaksın, yalan soylemeyeceksin, haksızlık yapmayacaksın, her turlu kotulukten uzak duracaksın, durust olacaksın, ana-babana iyilik yapacaksın” gibi değerleri insanlığa yuksek sesle, en ust perdeden, duzenli ve en sıklıkla soyleyen yalnızca Allah ve O’nun elcileri olmuştur. Sağlıklı duşunen, iyinin ve doğru olanın kazanmasını isteyen hangi insan bu değerlere karşı cıkar ki? Onlara ancak değerleri ciğneyen ve sonucta onları gerekli gormeyen biri karşı cıkar.
Ateistlik iddiasında olan kişi, şunu da iddia edebilir; ben bu değerleri kabul ediyorum, onlara ben de sahibim ama Tanrı’ya inanmıyorum. Bu soz, celişkili bir ifadedir. Cunku Tanrı’ya inanmak demek, O’nun varlığı ve yaratıcılığına odaklanmak değil O’nun bildirdiği değerleri benimsemektir. Evet, değerlerin kaynağında Tanrı vardır. Diğer taraftan biz bazı değerlere sahipsek ve onları onemsiyorsak, aynı değerleri savunan, oğutleyen birileri de varsa bu bizim hoşumuza gitmez mi? Evet, akıllı ve bilincli insan, varlık veya yoklukla ilgilenmez. Bizler değerlerimizin ne derece ortuştuğuyle ve değerlerimizin yayılmasına ne derece katkıda bulunulduğuyla ilgileniriz. Evet, eğer bizler değerler noktasında samimi isek, ateist gecinenlerin de temel sıkıntısı bu dunyadaki haksızlıkların ve kotuluklerin sona ermesi ise bu değerleri temelden curuten nedenlerle ilgileniriz. Tanrı’nın gercekten emrettiği veya bizden istediği hangi buyruk veya ilke insanlık icin zulum, haksızlık veya yıkım getirmiştir?
Ateistlik iddiasında olanlar, adeta kor dovuşu yapmaktadırlar. Dunyada yaşanan, olup biten olumsuzlukların sorumlusu olarak Tanrı’yı gormektedirler. Hem Tanrı yok, hem de O sorumlu. Ne buyuk bir celişki! Birisi diğerine haksızlık yapıyorsa ve Tanrı, her ikisine de akıl verdiyse, her yaşanan olaya Tanrı hemencecik mudahale edecekse, insanın ozgur iradesinden ve sorumluluğundan kim soz edebilir? O durumda insanlar Tanrı’nın kuklası olmaz mı? Oysa Tanrı her olaya derhal mudahale etmemekle insanı, davranışlarında ozgur bırakmış ve yaptıklarının sorumluluğunu alması yonunde de toplumsal bilinci ve ortak aklı devreye sokmuş olmaktadır.
Ateistlik iddiasında olanları ateistliğe iten diğer neden ise, sahte dindarlarda gorulen sahteliği ve ikiyuzluluğu bahane ederek, -pireye kızarak yorganı yakma misali- Allah’a ve Allah inancının temsili olan temel değerlere karşı oluştur. Oysa sahtelik dinde değil, o davranış icinde olan kişilerdedir. Ustelik sahtelikten rahatsız olanların standardın uzerinde durust olmaları gerekmez mi? Oyle ki kendilerinde şu kanaatin oluşması iddiaların somut kanıtı olur; ‘Biz ateistler, Allah’a inananlardan durustluk, adalet, iyilik ve yardımlaşmak icin daha fazla mucadele ediyoruz, hayatımızı bu yola adıyoruz.’ Oysa ‘ben ateistim’ diyenlerin yaşam bicimlerinin, kulturlerinin yaşadıkları toplumdan farklı olmadığı gibi ilahi değerlere karşı getirebildikleri bir alternatifleri de yoktur. Onlar sadece ilahi değerleri ve Allah’a inanmayı kucumseme yoluna gitmektedirler.
ATEİSTLİĞİN KİŞİYE VE TOPLUMA KATKILARI NELERDİR?
Ateist gecinenlere veya ateistlikten gecinenlere şu soruyu sormak gerekir: Tum dunya onlarla ortak inancta birleşse, “Allah yoktur, din yoktur, sınır yoktur” dese; sonuc olarak bu durum insanlık icin iyiliği, doğruluğu, durustluğu, dostluğu, mutluluğu mu getirecektir? Tanrı’yı yok saymayı ideoloji haline getiren toplum var mıdır? Eğer varsa onların sonu diğer ‘Allah’a ve O’nun bildirdiği değerlere inanıyorum’ diyenlerden daha mı iyiye gitmiştir? Yoksa tanrıtanımazlığa doğru savruluş daha fazla somuruyu, ahlaksızlığı ve katliamları mı getirmiştir? Acaba bir ateist en fazla ateiste mi guvenmektedir? Acaba kendisi hasta, yardıma muhtac veya yaşlı olsaydı yardımına ilk once ateistler mi koşarlardı? Acaba ateistler daha fazla kalabalık olsaydı o zaman hırsızlık, yalancılık, kapkac, dolandırıcılık… vb. daha mı az olurdu? Gercekten sormak lazım tanrıtanımaz bir toplumda yaşarken sokak daha mı guvenli olurdu? Kardeşlerini, sevdiklerini, eşyalarını daha kolay mı emanet ederlerdi? Orneğin boylesi bir toplumda evlerinde daha mı guvenle yatarlardı?
Tanımadıkları ama samimi bir tanrıtanımaz olduğunu bildikleri birinin ikramını hemen guvenle kabul ederler miydi? Neye dayanarak karşı tarafın kendilerine zarar vermeyeceğini duşunurlerdi? Onlara inanmaları ve guvenmeleri icin gerekceleri ne olurdu? Ahlaklı oldukları icin derlerse ahlakın Allah inancı ile daha guclu ve ayakta durduğunu bilmeleri gerekir. Allah’a inananların ahlaki değerlere bağlı kalmalarını destekleyici “ilahi adalet” tabanlı otodenetim mekanizmaları var.
Ahlaki değerler, Tanrı’ya inananlara gore Tanrı kaynaklıdır. Oysa ateistlik savunucuları icin ahlak gorecelidir ve toplumun oluşturduğu bir kulturdur. Her zaman değişebilir ve asla mutlak değildir. Ateistlere gore zaman değiştikce bizim ahlakdışı gorduğumuz bir davranış ahlaklı gorulebilir ya da bir bolgede ahlaki olan bir davranış başka bir bolgede ahlakdışı gorulebilir. Oysaki ahlaki değerler evrenseldir. Ateistlerden oluşan bir toplumu duşununce birine gore ahlaki olan diğerine gore değilse kim kimi neye gore sorumlu tutacaktır? Ne guvensiz bir ortam ve duruş! Evrensel mutlak doğrular, mutlak yaratıcının eseridir.
Bir insan Tanrı’ya inanmasa da(!), Tanrı’nın varlığını kabul etmese de iyilik yapamaz mı, bu iyiliği ile mutlu olamaz mı? Oncelikle Tanrı’ya inanmadığı halde iyilik yapmak sozu bir paradoksu ifade eder. Cunku Tanrı “İyilik yapın” diyor, sen de iyilik yapıyorsan O’nun bu sozunun doğruluğuna, yani Tanrı’ya bir ceşit inanmış olmaktasın. Tıpkı birbirimize inanırken sozlerimizi onaylamak gibi.
Peki, bir insan Tanrı’nın varlığını kabul etmediği halde iyilik yapamaz mı? Elbette yapabilir. İyilik yapmasını hangi gerekceye dayandırıyorsa, iyilik yapmanın gerekli olduğu yetkisini kimden alıyorsa, kaynağını kimden alıyorsa o kaynağı irdelemek gerekir. Bu referans bu kişinin kendisine başka bir ilah sectiğini de gosterebilir. Uğruna yaşadığı, uğruna feda ettiği her şey onun tanrısı olabilir. Boyle bir tanrı, gercek Tanrı’yı goz ardı ettiği icin başka amaclar uğruna kendisine kul-koleler edinmiş olabilir. Boyle bir tanrı hukuk dışı işlemlerinde goz boyamak icin guzel davranışlarla kulunu kendisine alıştırma seansları yapmış olabilir.
Eğer kişi, Tanrı’nın varlığını kendince kabul etmediği halde, bencillikten dolayı değil, basit cıkarlar guttuğu icin değil, gosteriş uğruna veya insanlardan alkış almak uğruna değil, salt kendisi de iyilik yapmanın doğru olduğuna inandığı icin durustce yaşıyor ve iyilik yapıyorsa bilmeli ki Tanrı, en kucuk bir davranışı bile karşılıksız bırakmaz. Buna o inanmasa da… Eğer bu kişi, gercekten davranışlarında samimi ve istikrarlı ise bilmeli ki bu davranışları onu zamanla bu değerleri sahiplenen Allah’a inananlarla yakınlaştıracak, bu durum Tanrı’yı doğru tanımasına yardımcı olacaktır. Cunku o salt kendi cıkarını değil başka insanların da iyiliğini istemektedir. Yarını, geleceği veya işin sonunu duşunen kaybetmez. Bu davranışıyla o, insanları kazanacağı icin kaybetmez. Bu davranışıyla ici huzurla dolacağı icin kaybetmez. Bu davranışıyla guven duygusu kazanacağı icin kaybetmez. Allah da eğer her şeyi goruyor, duyuyor ve biliyorsa -ki kesinlikle oyledir- bu olup bitenlere kayıtsız kalmaz. Yeter ki o değerler konusunda durust, samimi ve istikrarlı olsun. O yuzden Allah’a ait din, Tanrı’nın varlığının veya yokluğunun ispatı ile ilgili değildir. O, değerlerin hayata indirgenmesiyle ilgilidir.
Tanrı’ya yapılacak en buyuk ibadet(kulluk-tapmak) duadır. İnsan onurunun ayaklar altına alınmaması dışında O’nun yapılacak duadan hicbir cıkarı yoktur. Yeryuzunde inanan ve inanmayan neredeyse herkesin ortak eylemidir dua. İnsanı aşan zor durumlarda herkesin başvurduğu, sayesinde beslendiği, guc ve enerji kazandığı, umutlandığı, geleceğe sevgiyle baktığı bir eylemdir dua. Dua, icinde bulunulan duruma bir itirazdır ve durumun değişmesi icin ortaya konan iradedir. Dua, adil bir gozun izlediğine olan inanc ve ona duyulan guvendir. Dua, bu bilincteki topluma gercek bir otokontrol, ic disiplin ve ozdenetim sağlar.
Kişi uzerine duşeni yaptıktan sonra bencilliğe gitmeden, gosteriş yapmadan, O’nun onaylamayacağı şeyleri O’ndan istemeden, icten, yurekten, samimiyetle, ne istediğinin farkında olan yakarılar asla karşılıksız kalmaz. Bu yola gidenler asla kaybetmezler. Dua konusunda uzerlerine duşeni yapmadıkları halde, sırf bencil tutkularını doyurmak icin, insanlara şov yapmak icin, anlamadıkları dilde sozcukleri tekrar tekrar yineleyerek dua ettiklerini zannedenler, sonunda turbelere, buyuculere, medyumlara, falcılara, muskacılara, ufurukculere duşmektedirler. Boylelikle onlar hem insan onurunu ayaklar altına almakta, hem mallarını hem de itibarlarını kaybetmektedirler. Bu tuzağa sadece dindarlık frekansı yuksek olanlar duşmuyor, Tanrı’yı kabul etmediklerini soyleyenler de bunlara alet olmaktadırlar. Oysa din konusunda salt Tanrı sozunu tek doğru kabul edenler buralara duşmenin ne denli onur kırıcı ve ahlakdışı emellere hizmet ettiğini cok iyi biliyorlar. Mutlak bağlayıcı olarak salt Tanrı sozune inananlar, ilahi kitapta yuzlerce veya binlerce buyruk gecmediğini de biliyorlar. Tanrı’nın konuşmadığı alanda ozgur olduklarını da biliyorlar. Onlar konjonkture bakarak bugun onayladıklarını yarın, guc ve itibar sahibi olunca yalanlamıyorlar. Ellerinde yazılı bir metin var, ellerinde yazılı metin olmayanlar kabile devletinde olduğu gibi soz ve sahne sanatlarını iyi kullananların, guc ve itibar sahiplerinin takipcisi (uşağı) konumuna geliyorlar. Yazılı metinler, hukukun onemini anlatır, insanlara hukuk devletini oğutler. Yazılı metnin olduğu yerde otorite, krallar değil herkesin eşit ve adil bicimde uyduğu kurallardır. Kuralların egemen olmadığı yerde krallar tek soz sahibi olurlar.
Allah’a inananlar yarınları satmıyorlar, yarınları hice saymıyorlar. Yarınki hesapta, sorguda onların kaybedecekleri bir şey yok. Ancak onu hice sayanların, eğer onlerine cıkarsa savunacakları dayanakları da yok. Dunyada 70-80 yıl yaşayıp yok olup gitmek mi, yoksa bu yaşantının devamı veya sonucu olarak farklı bir hayata başlamak mı daha anlamlı ve umut vericidir?
Oyleyse ne yapmalı? Gercekten iki taraf da, ilahi ilkeler ve değerlere inananlar da Allah’ı kabul etmedikleri halde evrensel ve erdemsel değerlere inandıklarını iddia edenler de bu değerlerin yaşaması icin olanca gucleriyle mucadele vermeliler. Eğer taraflardan biri bu sozlerinden ileride cayarlarsa bu onların sozlerinde samimi olmadıklarını ortaya koyacaktır. İlahi kitaba inananlar hem kendilerine verdikleri sozleriyle, hem topluma verdikleri sozleriyle hem de Allah’a verdikleri sozleriyle kendilerini taahhut altına sokmuş, bir angajmana(bağlantıya) girmişlerdir. Olay ciddidir. Kendilerini denetleyecek taraflar coğalmıştır. Yaptırımı da ağırdır. Diğer taraf da kendilerini denetleyici bir denetleme organına sahip iseler sorun yoktur. Onları denetleyici hukuki bir organizmayı tanımıyorlarsa keyfi yaşamak istiyorlar demektir. Hepimiz biliriz ki insan artılarıyla eksileriyle, zaaflarıyla insandır. Hukuki denetimden yoksun coğu kimse, ilke ve değerleri pekÂl ciğnemektedir. Pek azı uysa da… Eee… Yeryuzundeki kalabalıklar kendi başlarına buyruk yaşamayacaklarına gore… Ama ne yazık ki ateistlik iddiasında olanlar muhalefet de kalmak, sınırlı sayıda ve kenarda koşede kalmak, entelektuel doyuma ulaşmaktan başka amac gutmuyorlar. Ulke nufusunun coğunluğu ile ilgili planları nedir acaba? Herkes, kafasına gore takılsın değil midir? Eee… Bu durumda değerler rafa kalkmadı mı?
Ateistlik iddia sahipleri, ‘Ben ne kadar iyi bir insan olursam olayım, “Allah birdir” demediğim surece O beni cehennemde yakacaktır. Bu adalet midir?” demektedirler. Oncelikle “Allah birdir” sozuyle sayısal birlik kastedildiği icin bu soz anlamlı değildir, en azından gercek amaca hizmet etmemektedir. Tıpkı Tanrı’nın varlığının veya yokluğunun ispatlanması gibi Tanrı’nın bir veya birkac tane olduğunu soylemek de birer safsatadır. Cahil dindar ve din istismarcısı, dinle ilgili savunma tezlerini bunların uzerine kurmaktadır. Edebi sanatları doğru kullanarak soylemek gerekirse, “Allah birdir” değil “Allah tektir” sozu doğru amaca hizmet etmektedir. Sevdiğinize, onun sizin icin ‘bir’ olduğunu değil onun sizin icin ‘tek’ olduğunu soylersiniz.
“ALLAH TEKTİR” DERKEN AMACLANAN ŞUDUR:
İlkeleri ve değerleri (ilahi yasak ve ilahi buyrukları) belirlemede Allah tektir, O’nun bu konuda ortağı ve benzeri yoktur. Diğer bir ifadeyle Allah’tan başka hic kimse din adına benim veya başkasının hayatına sınırlama ve kısıtlama getiremez. Allah bu konuda tektir.
Sınırsız guc sahibi olma konusunda Allah tektir. Allah’tan başka hic kimsenin insanustu ve doğaustu gucu yoktur. O’nun dışında hic kimse yanılmaz, unutmaz ve kusursuz değildir, kısaca Allah’tan başka hic kimse kutsal değildir. Buradan yola cıkarak her ne adına olursa olsun, kimse benim veya başkasının uzerinde baskı ve hegemonya kuramaz. Allah koşulsuz bağlanılma konusunda tektir.
Allah hesap gunu hesap gorme konusunda tek soz sahibidir. Tum bunlarla Allah’ın tekliğinden amac ustun niteliklerde tek olmasıdır. Yoksa zatının tekliği konusunda anlamlı bir anlaşmazlık zaten yoktur.
YARATICI BİR GUCUN VARLIĞININ EVRENSELLİĞİ
Dunya geneline baktığımızda Muslumanlar da Musluman olmayanlar da, Yahudiler de, Hıristiyanlar da, Hinduistler de, Taoistler de, Konfucyus’ler de, Zerduştler de, Mecusiler de, inkÂrcılar da, putperestler de, kısaca hemen herkes, yaratıcı bir varlık olduğunu kabul ederler. Ancak Allah’tan başkalarına da Allah’a ait ozellikleri yakıştırırlar.
29Ankebut: 61-Onlara(putperestlere): “Gokleri ve yeri yaratan, guneşi ve ayı buyruğu altında tutan kimdir?” diye sorsan, mutlaka, “Allah” derler. O halde nasıl (haktan) cevrilip donduruluyorlar?
29Ankebut: 63-Onlara: “Gokten su indirip onunla olumunun ardından yeryuzunu canlandıran kimdir?” diye sorsan, mutlaka, “Allah” derler. De ki: (Oyleyse) hamd da Allah’a mahsustur. Fakat onların coğu (soyledikleri uzerinde) duşunmezler.
39Zumer: 38-“Onlara(putperestlere): “Gokleri ve yeri kim yarattı?” diye sorsan, elbette “Allah” derler. De ki: “O halde Allah’tan başka yalvardıklarınızı gordunuz mu, şimdi Allah, bana bir zarar vermek istese, onlar O’nun vereceği zararı kaldırabilirler mi? Yahut (Allah) bana bir rahmet (fayda) vermek istese onlar O’nun rahmetini durdurabilirler mi?” De ki: “Allah bana yeter. Guvenenler O’na dayanırlar.”
Dunya dinlerine mensup olan herkes, putperestler dahil herkes, Allah’ın yaratıcı olduğunu kabul eder. Kısaca Dunya nufusunun buyuk kısmı, Allah vardır ve birdir der. Bu bağlamda Allah’ın var olduğunu kabul etmek, İslam’da, Allah’ın dininde pek bir değer ifade etmez. ‘Allah vardır’ demek bir marifet değildir.
Dunyadaki hemen hemen tum din mensupları zaten O’nun var olduğunu kabul etmektedirler. Allah’ı var kabul etmek, genel cercevede peygamberlerden ve ilahi kitaplardan oğrenilen bir bilgi de değildir. Peygamberler ve ilahi kitaplar gelmeden once de halk yaratıcı hakkında sorunlu da olsa bir bilince sahipti. Doğadaki dengeli ve uyumlu duzen, doğuştan her insanın sahip olduğu vicdan ve sağduyu, bunun dışa yansıması olan ahlak ve insanların yaptıkları sonucunda yaşadıkları ilahi adalet Meksikalıyı, Koreliyi, Turku, Arabı, Afrikalıyı, Asyalıyı ilahi gucun varlığını duşunmeye, hissetmeye, tanımaya ve varlığını kabul etmeye goturmuştur. Onların bu kabullerini; kendi cevreleri, peygamberler ve ilahi kitaplar guclendirmiş ve Allah’a inanmanın (O’nun sozlerini onaylamanın, soz ve fiillerine guvenmenin) kapısını sonuna kadar acmıştır.
Ateistlik iddiasında olanların Allah hakkındaki redleri veya inancsızlıkları, her birinde aynı oranda değildir; Allah hakkında kimisi az, kimisi cok kuşku sahibi iken, pek azı da kesin olarak reddeder. Kesin inanc sahipleri, kesin inandıkları varlığı tanımak ve bu yonde hayatlarına yon vermek isterler. Ateistlik savunucuları, bu konuda en fazla kuşku sahibi kişidir.
YARATICI BİR GUCUN VARLIĞINI KABULE GOTUREN NEDENLER
Allah, insana olumlu veya olumsuz binlerce oyle olay yaşatmaktadır ki kişi, kendi ic dunyasında ve dış ortamlarda bu başına gelen olaylarla Allah’ın varlığının ve birliğinin zaten bilincine varmaktadır:
27Neml: 93-De ki: “Hamd, Allah’a mahsustur. O, ilahi mesajlarını size gosterecek ve siz de onları tanıyacaksınız. Rabbin, yaptıklarınızdan habersiz değildir.”
41Fussilet: 53-“Zamanı geldiğinde insana mesajlarımızı (evrenin) ufuklarda (dış ortamlarda) ve kendi oz benliklerinde (ic dunyalarında) tam olarak gostereceğiz ki bunun tartışılmaz bir gercek olduğu, apacık ortaya cıksın. Rabbinin her şeye tanık olduğu(nu bilmeleri onlara) hala yetmez mi?”
Dunya nufusunun buyuk coğunluğu, “Allah vardır ve birdir,” der. Bu gerceği onlara, buyuklerinden ve din adamlarından daha fazla kendi yaşadıkları oğretmiştir. İyi ve guzel işler yapanlar, huzur icinde olur ve er veya gec emellerine ulaşırlar. Kotu ve cirkin işler yapanlar ise, sık sık sorunlarla karşılaşır, sonucta hep kaybeder ve işlerinin tersine gitmeye başladığını duşunmeye başlarlar. Boylesi deneyimleri, hemen herkes yaşamında yoğun bicimde yaşar. Her insan yaşadığı bu sayısız orneklerle gizli bir gucun kendisine mudahale ettiğini kanıksar. Ne var ki bu inanc hepsini doğru yola getirmez. Kimisi O’na guvenir ve doğru işler yapma yonunde bir irade ortaya koyarken kimisi de, O’nun kendisine haksızlık ettiğini, zaten kendisini sevmediğini, uvey evlat muamelesi yaptığını duşunerek, O’na kızar ve duşman kesilir.
42Şura: 30-“Sizi derinden etkileyen olumsuz (başınıza gelen her felaket, bela, musibet) her durum kendi ellerinizle yapıp ettiklerinizin bir urunudur; bununla beraber coğunu da Allah affedicidir.”
Olumsuz şeyler yaşayan mantıklı her insan, bunun nedenlerini sorgular. Ahlaki zeminde gercekci ve mantıklı gerekceler bulmaya calışır. Avunmacı kafa ise, başına gelenleri buyuye, fala, şanssızlığa, uğursuzluğa, nazara, kadere, muskaya yıkar. O da nedenler arar, ama problemi cozemez. Kendi itibarını, vaktini ve kazancını bu uğurda harcar. Zaten şiddetli sıkıntıyla baş başa kalan hemen herkes, Allah’a sığınır, O’na yalvarır:
6En’am: 40-41-Mesajlarımızı yalanlayanlar, zifiri karanlığa gomulmuş sağırlık ve dilsizlik edenlerdir. Allah kimi uygun gorurse onu saptırır ve uygun gorduğunu de dosdoğru yola yoneltir. De ki: “Soyleyin bakalım. Acaba size Allah’ın azabı gelse veya size kıyamet saati gelip catsa (boyle bir durumda) siz Allah’tan başkasını mı cağırırsınız? Eğer doğru soyleyenlerseniz (haydi onları yardıma cağırın). Hayır! (Bu durumda) yalnız O’na dua edersiniz, O da uygun gorurse (kurtulmak icin) dua ettiğiniz sıkıntıyı giderir ve siz o an Allah’a ortak koştuklarınızı unutursunuz.
6En’am: 46-47-De ki: “Ne sanıyorsunuz? Eğer Allah işitme ve gorme duyularınızı elinizden alır ve vicdanlarınızı muhurlerse onları size Allahtan başka hangi ilah geri verebilir?” Bakın mesajlarımızı nasıl cok yonlu dile getiriyoruz, ama hala kucumseyerek yuz ceviriyorlar! De ki: “Allahın azabı aniden veya (derece derece) hissedilir şekilde başınıza gelse durumunuz ne olur, soyler misiniz? (O zaman hic) zalim halktan başkası yok edilir mi?
31Lokman: 32-Nitekim dalgalar onları (olumun) golgeleri gibi kuşattığında, (o anda) butun ictenlikleriyle yalnız ve sadece Allah’a bağlanarak O’na sığınırlar fakat Allah onları sağ salim kıyıya ulaştırdığında da bir kısmı yolun ortasında (inanmak ile inkÂr etmek arasında) kalıverirler. Ama hic kimse, haince bir nankorluğe kapılmadıkca mesajlarımızı bile bile reddetmez.
17İsra: 67-Denizde bir tehlikeyle karşılaştığınız zaman O’ndan başka butun o yalvarıp yakardığınız şeyler sizi yuzustu bırakır; ama ne zamanki sizi sağ salim karaya cıkarır, hemen yuz cevirip (unutuverirsiniz O’nu); cunku insanoğlu gercekten cok nankordur!
10Yunus suresi: 22-“Sizi karada ve denizde gezdiren O’dur. Oyle ki, gemilerle denize acıldığınızda, gemilerin elverişli bir ruzgÂrın onunde yolcuları alıp goturduğu zaman (olanları duşunun,) gemidekiler sevinc ve guvenlik icinde hissederler kendilerini; derken bir fırtına yakalar gemiyi ve dalgalar her yandan kuşatır onları, oyle ki, (olumun) kendilerini cepecevre sardığını duşunurler de (o zaman) dinlerine sıkı sıkı sarılıp yalnızca Allah’a yonelerek: “Bizi bu (felaketten) kurtarırsan, andolsun ki şukreden kimselerden olacağız!” diye yalvarıp yakarırlar O’na.”
10Yunus suresi: 23-“Ne var ki, Allah onları bu (felaketten) kurtarır kurtarmaz, hemen yeryuzunde haksız yere azgınlık yapmaya koyulurlar! Ey insanlar! Yaptığınız butun taşkınlıklar done dolaşa yine kendinizi bulacaktır! (Yalnızca) bu dunya hayatının (gecici) doyumları(nı) gozetiyorsunuz: fakat (hatırlayın ki,) sonunda Bize doneceksiniz ve o zaman (hayatta) yapıp ettiğiniz her şeyi size (eksiksiz) haber vereceğiz.”
ATEİZM SERUVENİ
Dunya uzerinde kurumsallaşmış, organize olmuş bir ateist topluma rastlanmaz. Ateist yaşamın duşunce sistemini(paradigmasını) ortaya koyacak, ahlaki, sosyal ve hukuki değerlerini ortaya koyucu bir kaynak olmadığı icin ateist bir toplum oluşmamış, bunun sonucu ateistlik, bir iddia ve slogandan oteye gecememiş ve marjinal kalmıştır. Bunlar inanclarında kararlı olmadıkları gibi, bilincli ve kararlı insanların karşısında bazen kuşkucu (septik), bazen bilinemezci (agnostik), bazen Yaradancı (deist), bazen hicci (nihilist), bazen de maddeci (materyalist) oğretilere kaymaktadırlar. Kur’an’da ateistler muhatap alınmaz. Hz. Muhammed ile savaşan Ebu Cehil ve Ebu Lehepler de ‘Allah yaratıcıdır (vardır ve birdir)’ diyenlerden idiler. Hatta Musa peygamberi oldurmeye kalkan ve en buyuk inkÂrcı olarak tanıtılan Fir’avun bile Allah’ın var olduğu ve bir olduğunu kabul ederdi. Bkz. 17İsra: 102 26Şuara: 23–29 27Neml: 14 28Kasas: 38–40 40Mu’min: 36–37 43Zuhruf: 51–54.
Dinle sıkı ilişki icinde olan pek cok kişinin kendileri ve otekiler hakkında insanlara verdiği yanlış mesaj şudur: “Bizim dinimizde olanlar, Allah’ın varlığına ve birliğine inanmakta, bizim dışımızda kalanlar ise, Allah’ı yok saymakta, Allah’a değil, şeytana tapmaktadırlar.” Nitekim Kilise de benzer anlamda mesajlar vermektedir. Bu mesajlar ise, beraberinde ciddi bir sorun getirmektedir. Bu anlayıştaki insanlar, artık Allah’ın varlığına ve birliğine inanmakla doğru yola girdiklerini, kotu şeyler yapsalar bile, sonucta nasıl olsa cennete gideceklerini duşunmekte ve kotuluk yapmakta ciddi bir sakınca gormemektedirler. Oysa tum insanlar, şu veya bu bicimde Allah’ın varlığını ve birliğini zaten bilmekte ve kabul etmektedirler. Diğer taraftan, Allah’ın varlığına ve birliğine inanmak, Allah’a inanmak değildir. Tum insanlar, Allah’ın varlığını ve birliğini bilip kabul ederlerken, buyuk coğunluğu Allah’a inanmamaktadır. Allah’a inanmak, O’nun var olduğunu kabul etmek değil, Allah’ın sozlerinin (ilahi kitabın) doğru olduğunu ve Allah’ın kimseye haksızlık yapmadığını kabul etmektir.
Ateistlik iddia sahipleri, din konusunda oldukca onyargılı ve komplekslidirler;
Onyargılıdırlar cunku Tanrı, Kur’an, peygamber ve din kavramlarını duyunca sağduyulu yaklaşım sergilemek yerine “zaten kararını vermiş bir insan” tavrı icindedirler. Bu onların din konusunda dogmatik davrandıklarına acık bir işarettir. Onları dinlemeye tahammul edemeyen bir kişi nasıl dogmatik bir tavır icindeyse ateistlik iddiasında olanların da dinle ilgili argumanlarda, “Bana ne anlatırsan anlat, fark etmez” tavrı da dogmatiktir.
Komplekslidirler cunku dinle ilgili bir “damgalanma cekincesi” icinde oldukları icin uzerlerine yapışacakmışcasına bir tutum sergilerler. Kur’an’ı Kur’an’dan okumazlar, Kur’an’ı Kur’an’dan anlama yoluna gitmezler. Ondan bundan topladıkları veya onyargıyla okudukları 3-5 sayfa boluk porcuk bilgiyle ahkam keserler. Shakspeare’i anlamak icin Shakspeare’i okumak gerekir. Shakspeare’in yapıtlarını incelemeden Shakspeare’in aleyhinde atıp tutan yazıları okuyarak Shakspeare hakkında doğru tavır takınmış olmayız. Shakspeare’in kitaplarını, -kendi doneminde kullanılan sozcuklerin anlamını- doğru anlamak icin Shakspeare’in kitaplarını aynı zamanda sozluk gibi kullanmak konuyla ilgili olarak bizi daha iyi aydınlatır. Kur’an da kendi kendisinin bir ceşit sozluğu gibidir. Kur’an’ı Kur’an’dan okumak ve Kur’an’ı Kur’an’dan anlamak secenekler arasındaki en doğru yoldur.
ALLAH’A İNANMAK VE ALLAH’A ORTAKLAR YAKIŞTIRMAMAK
Putperestler, kendilerinin putperest olduklarını bugun kabul etmedikleri gibi gecmişte de kabul etmezlerdi. Akıllarınca; meleklerin, peygamberlerin, evliya diye bildikleri kutsal kişiliklerin sembollerini yuceltiyorlardı. Ne var ki onlar, insan sozlerini Allah sozunden ustun tutuyor, Allah’ın sozlerini hice sayıyorlardı. Onların icine duştukleri cıkmaz, Allah’ı yanlış tanımaları, kulları Allah’a, Allah’ı da kullara benzetmeleri idi. Allah’a ait ozellikleri kutsal kişilik diye bildikleri kimselere yakıştırmaları, onların sozlerini ilahi buyruk gibi kabul etmeleriydi.
Yetkinlikte, kusursuzlukta, ustunlukte, nihai mukemmel kararlarda Allah’ın yetkilerine ve niteliklerine başkalarını da ortak ediyorlardı. Bu ise, Allah’a ortaklar yakıştırma anlamına gelen şirk idi. Gercekte şirk, tevhid’in zıddıdır. Tevhid kavramı, “Allah’tan başka hicbir ilah yoktur” anlamına gelen “la ilahe illallah” ifadesinin Turkce karşılığıdır. Gercekte bu cumle Allah’tan başka hic kimseye veya hicbir şeye kul olmamayı ifade eder, dolayısıyla bu bir ozgurluk manifestosudur, ozgurluğe acılan bir kapıdır.
İlahi vahyin dışında kimsenin yorumunu ve goruşunu tek ve mutlak doğru kabul etmemek, Allah’tan başka hic kimseye insanustu ve doğaustu guc yakıştırarak kutsamamak, kimseyi putlaştırmamaktır. Evet, bu hem ozgurluğun hem de bağımsızlığın anahtarıdır. Ancak cokları, “la ilahe illallah” ifadesini bile ruhanileştirmiş, farklı formlara sokmuştur; kimileri bu cumleyi yineleyerek dua ediyor, kimileri psikolojik rahatlama ifadesi olarak goruyor, kimileri tehlikeli durumlarda, kimileri doğarken ve olurken soylemeyi dinin temel on şartlarından biri olarak goruyor, kimileri bu cumleyi tekrarlayarak kendi guvenliğini sağladığını duşunuyor.
“Allah’tan başka hicbir ilah yoktur” ifadesindeki ‘ilah’ kavramını coğu kişi sadece “yaratıcı” olarak anlamlandırarak cumleyi ‘Allah’tan başka hicbir yaratıcı yoktur’ biciminde algılamaktadır. O yuzden bu anlayış sahipleri, ‘yaratma’ sozcuğunu cok buyuk ozenle başka varlıklar icin kullanmamaya calışmaktadırlar. Oysa Kur’an’daki 23Mu’minun: 14-“…Yaratanların en guzeli olan Allah’ın şÃ‚nı ne yucedir!” 37Saffat: 125-…“Yaratıcıların en guzelini bırakıyorsunuz…” ayetlerinde ‘yaratanlar’ sozcuğunun coğul kullanımıyla, ‘yaratmak’ fiiline bu anlamda vurgu yapılmadığı ortadadır.
“Allah’tan başka hicbir ilah yoktur” ilkesini, “Allah’tan başka hicbir yaratıcı yoktur” biciminde yorumlamak, kavram yanılgısının sonucudur. Bu anlam sapması, Allah karşıtı ve İslam karşıtı olarak neredeyse yalnızca ateistlerin karşı kutup olarak gosterilmesine neden olmuştur. Boylelikle Kur’an’ın temel ayracı olan tektanrıcılık (tevhid) ve coktanrıcılık (şirk) buharlaştırılmıştır. Bu duşunce sahipleri insanları ikiye ayırmışlardır: Ateistler ve diğerleri… Bu tutum neredeyse butun dinlerin işine gelmiştir. Diğerleri eğer domuz eti yemekten vazgecer ve namazlarını kılarlarsa aralarında hicbir fark kalmamaktadır. Oysa Kur’andaki İslam’a gore insanlar ikiye ayrılmıştır: Tektanrıcılar ve coktanrıcılar. Yahudiler ve Hıristiyanlar farklı kategoride değerlendirilse de gercek konumlandırma, onların tektanrıcılık ve coktanrıcılık karşısındaki duruşlarına gore belirlenmiştir. Kur’an’da ateistler sozu edilmeye değer gorulmemişlerdir.
İslam’ın temel referansını ‘Allah’ın yaratıcılığına’ hapseden cevrelere gore Allah’tan başka yaratıcı kabul eden pek kimse olmadığına gore şirk koşan kayda değer kimse de yoktur. Geride bu gerceğe karşı cıktığını iddia eden kim kalıyor? Bir tek ateistler kalıyor sanırım. Onlar da zaten Allah’a ortak etmiyorlar, teoride Allah’ı tamamen reddediyorlar ama Allah’ın varlığını hissettikleri anlarda da sadece O’na dua ederek O’nun var ve bir olduğunu kabul etmiş oluyorlar. İlahi mesajı onaylamayı ‘yaratanı kabule’ indirgeyen anlayış, bilerek veya bilmeyerek Kur’an’ın ana mesajının kokunu kurutucu bir amaca hizmet etmektedir. Cunku Hıristiyanlar da Yahudiler de Hindular da hatta deistler ve putperestler de Allah’tan başka yaratıcı kabul etmezler, hatta Allah’ın var, bir ve yaratıcı olduğunu kabul ederler. Allah’a bundan daha ust nitelikleri de verirler. Orneğin Allah’a dua ederler, Allah icin yardım ederler, ancak Allah’ın yanı sıra başka kimselere de taparlar, onları da ilah gibi gorurler.
“Allah’tan başka ilah yoktur” derken ‘ilah’ kavramından ne anlamalıyız? İlah nedir veya kimdir diye Kuran’ı incelediğimizde, “ilah”ın ozelliklerini gosteren bir takım tanımlamalarla veya sıfatlarla karşılaşırız. Bu sıfatlar, ‘en ideal nitelikler’ (esmau’l-husna) olarak tanımlanır: Her şeyi (gaybı) bilen, goren ve duyan… Her şeye guc yetiren… Kusursuz ve mukayese edilemez… Olmez ve olumsuz… Yanılmaz ve unutmaz… Eşsiz ve benzersiz… Her turlu kotulukten ve tehlikelerden koruyan… Gercek kutsal… Bu ve benzeri ustun nitelemelerde Allah tektir. Allah bir değil, tektir. Cunku birlik nicelikte, teklik niteliktedir. Dolayısıyla bu sıfatlarda(niteliklerde) O’nun ortağı yoktur. Eğer Allah her şeyi bilir, şu kişi de her şeyi bilir dersek, her şeyi bilme konusunda o kişiyi Allah’a ortak etmiş oluruz. Onun da Allah’ın benzeri guce sahip olduğunu iddia etmiş oluruz. HÂlbuki Allah’tan başka hic kimse hicbir konuda sınırsız guc sahibi değildir. Eğer bu gerceği kabul etmez isek birilerinin insanlar uzerinde dini hegemonya kurmasına onay vermiş oluruz.
Allah’tan başka hic kimse din belirleme yetkisine sahip değildir. Haramları ve helalleri, ilahi buyrukları belirleme yetkisini Allah’a aittir. Kur’an’a aykırı olan bir isteği ilahi dindenmiş gibi doğru kabul edersek ilahi hukumleri belirleme yetkisinde başkalarının Allah’la ortak olduğunu onaylamış oluruz. Eğer Allah’tan başkalarının da ilahi buyruk ve ilahi yasak belirleme yetkisi olduğuna inanırsak bu yetki sahiplerinin din adına insanların ozgurluğunu kısıtlamasını kabul etmiş oluruz. İşte İslam ozgurluğe bu kadar değer vermektedir. Buradan Allah’a ve O’nun bildirdiği değerlere inanan kişinin, insanlarla din konusundaki iletişimi, Allah’ın varlığı ve yaratıcı olduğunu benimsetme konusunda olamaz ve olmamalıdır. Tum peygamberler tek bir noktaya odaklanmışlardır, o da, Allah’ın hakkını gasp eden, gasp etmek isteyen, O’ndan rol calmaya kalkışan kara guclere, din istismarcılarına ve onların ekmek kapısı gordukleri turbeci, muskacı, ufurukcu, hurafeci ve kişiperest anlayışlara karşı uyanık bilincte olmaktır.
ATEİSTLERLE BENZER ANLAYIŞ SAHİPLERİ
Esasında ‘Tanrı sadece vardır’ diyenler de ‘yoktur’ diyenler de bircok ortak noktada kesişmektedirler. Eğer kişi, ‘Tanrı var ama hakla hukmetmiyor, emek verene karşılık vermiyor, durust olanın yanında yer almıyor, kullarına haksızlık yapıyor’ diye duşunuyorsa onun Tanrı bilinci sadece varlık boyutunda kalmış, mudahil olmayan bir Allah inancıdır. Bundandır ki dindar gozuktukleri halde pek cok kimsenin ateist refleksleri vardır. Orneğin, yaşadıkları olumsuzlukları salt kadere, yazgıya, buyuye, uğura, uğursuzluğa, alınyazısına bağlayanlar, dolaylı yoldan da olsa, “Allah var, bizi uzuyor, biz onun işine karışamayız ama ahlak ve adalet yonunden O’nu anlamakta zorluk cekiyoruz” demek istiyorlar. Boyle anlayış sahipleri, gercek anlamda yaşadıklarıyla yaptıklarını bağdaştıramıyor, Allah’ın adeta hak ve adaletle değil deneme veya başka amaclı bir tutum icinde olduğuna inanıyor. Oysa Allah ahlak acısından da adalet acısından da bir anlam ve amaca gore davranmaktadır.
Dostoyevski’nin, “Tanrı yoksa her şey mubahtır” formulu; hangi amacla olursa olsun dini kullanarak Allah’ı hice sayanların ve ateistlerin pek coğu icin gecerlidir. Ancak ateistlik, mutlaka ahlaksızlık demek değildir. Ateistlik ahlaklı olmak da değildir. Belki ahlaklı olmak, Allah veya başka nedenlere dayalı olarak bilincli ve bireysel bir tercihtir. Allah dışı nedenlere dayalı ahlaki tutumların kalıcılığı oldukca gorecelidir. Ahlaklı olmayı en guclu kılan unsur Allah dayanıklı olmasıdır. Ateistin ahlaklı olması mumkundur. Cunku fıtrat (yaratıştan getirilen ozellikler), insanın doğuştan getirdiği bir ahlak grameridir. Vicdanın sesini dinleyen herkes bu gramere sahiptir.
Bir ateist değerleri kolayca reddetmez cunku o değerler herkese lazımdır. Herkes kendine durust davranılmasını, haksızlık yapılmamasını, adaletli olunmasını, sahip olduklarının gasp edilmemesini, kandırılmamayı, rahatsız edilmemeyi ister. Ancak bu değerler herkes icin gecerli olduğu zaman, evrensel olduğu zaman değerlidir. Herkese durust davranmak, herkese adil olmak, herkesin mal, can ve ırz guvenliği değerlidir. Gercek barış ve huzur ortamı ancak boyle sağlanır. Tanrı bireysel değerlerin değil evrensel değerlerin kaynağıdır. Bireysel olarak, kendi lehlerine olan değerleri sımsıkı savunan bencil insanlar, bir sınıfı korumak adına değer faşizmini egemen kılabilirler.
İDEOLOJİK ATEİSTLERLE İDEOLOJİK MİSTİKLER FARKINDA OLMADAN BENZER AMACA HİZMET ETMEKTEDİRLER
Ateizm ve gizi-mitolojiyi (hayali efsaneleri gercek gibi sunmayı) kutsayan teorik (ideolojik ve felsefik) mistisizm (gizemcilik), Tanrı ve değerler konusunda benzer temaları savunur ve birbirlerinin değirmenine su taşırlar. İlahi kitaplar (Kur’an, Tevrat, Zebur ve İncil), Allah’tan soz ederken varlık problemiyle (ontolojik) ilgilenmezler. İlahi kitapların ele aldığı konular ve vurguladıkları noktalar, Allah’ın varlığıyla ilgili değildir. Hicbir peygamber Allah’ın varlığını anlatma gibi bir gorev ustlenmemiştir. İdeolojik ateistler Tanrı’nın yokluğunu, ideolojik mistikler Tanrı’nın varlığını ispatlamayı oncelikli gorev edinmişlerdir. İdeolojik ateistler Tanrı’nın yokluğunu ispatlarlar ise tanrılık misyonunu guclu olarak gordukleri kişi ve kurumlara vereceklerdir. İdeolojik mistikler Tanrı’nın varlığını ispatlarlar ise tanrılık misyonunu ustun gordukleri kutsal kişiliklere vereceklerdir. Her iki durumda da ilahi mesaj buharlaşmaktadır. Bir taraf, “İckiyi haram kılmak kimin haddine!” derken diğer taraf, “Belli duzeydeki kişilere icki haram olabilir, ancak aşkın duzeye ulaşmış birine ickinin haram olmadığını” iddia edebilmektedir.
Allah, ilahi kitaplarda peygamberlere, “Allah’ın var olduğunu anlatın veya Allah’ın var olduğunu ispatlayın” gibi bir gorev yuklememiştir. Cunku bir postulat (ispata gerek kalmadan onceden kabul edilmiş bir gercek) olarak peygamberlerin gorevlendirildikleri toplumlar Allah’ın yaratıcı(var ve bir) olduğunu zaten bilmekte ve kabul etmektedirler. Kısaca Allah’ın varlığı konusu ne ilahi kitabın, ne de peygamberin ilgi alanına girmemektedir. Onlar ahlaki değerler, insanları alcaltan ve değerli kılan (orneğin kula kulluk etmeme gibi) nedenler uzerinde durmuşlardır. Sozgelimi cana kıymayın, calmayın, haksızlık yapmayın, aldatmayın, durust ve adil olun, zayıfı, yoksulu ve hastayı gozetin, kendinizi ve muhataplarınızı kucuk duşurmeyin gibi.
Sozgelimi “namaz”, turbelerden medet beklemek yerine Allah’tan daha duzenli ve disiplinli bir şekilde yardım istemek ve Allah’ın bizlere sunduğu guzelliklerle O’nu unutmamak ve O’na teşekkur etmek icin var… “ZekÂt” paylaşmak icin var… “Oruc”, yoksullarla empati kurmak ve ic disiplinli bir yaşam icin var…
Bu amacla peygamberler tarafından sık sık dini buyrukları belirleyenin yalnızca Allah ve ilahi kitap olduğu vurgulanır ki insanların ozgurluğu birileri tarafından din adına kısıtlanmasın. Yine o peygamberler sınırsız guc sahibinin yalnızca Allah olduğunu vurgulamışlardır ki insanlar birilerine boyun eğip de kendilerini kucuk duşurmesinler ve kimseyi putlaştırmasınlar.
11Hud: 1-2-“(Bu) İlahi bir kitaptır ki, ayetleri her şeyden butunuyle haberdar olan hikmet sahibi (Allah) tarafından kendi iclerinde acık ve anlaşılır kılınmış, birbirleriyle acıklanmış ve ayrıca birbirleriyle bağlantılı olarak etraflı bicimde dile getirilmiştir ki, Allahtan başkasına kulluk etmeyesiniz. (Ey Peygamber, de ki

Allah’ın ilahi kitabın veya peygamberlerin gundeminde insani ve ahlaki değerler vardır. Musluman da Allah, ilahi kitap ve peygamber deyince insani ve ahlaki değerleri anlar. Ne var ki ideolojik mistik ve ateist tiplemeler, konuyu Tanrı’nın varlığına getirirler. Ateistlik iddia sahipleri, “Tanrı var mıdır? Zannetmiyorum. Varsa neden?” diye başlarlar sorularına. Mistik, “Tanrı vardır, ama Tanrı kimdir, benden başkası mıdır, evrenden ve evrenin icindekilerden başka Tanrı var mıdır? Ben birebir Tanrı olmasam bile bende de Tanrılık ozelliği veya Tanrı’dan parca vardır” demeye getirir. Dikkat edilirse Ateistlik iddia sahiplerinin de ideolojik mistik iddia sahiplerinin de gundeminde insani ve ahlaki değerler egemen değildir. “Tanrı ya yoktur veya varsa Tanrı benim” gibi. Oysa gundem Tanrı’ya karşı cıkış ise bu durumda O’nun bildirdiği değerlerden soz etmek gerekmez mi? Ya hic konuşmazlar veya yan ve ikincil sorun olarak gundeme getirirler. İki grup da Tanrı’nın bildirdiği değerlerle doğrudan ilgili değildirler. Biri Tanrı’ya inanmadığı icin konuyla da ilgilenmez, diğeri ise o zaten Tanrı olduğu icin kendisi icin artık bu kuralların gecerli olmadığını sabuklar. Ne de olsa ‘ermiş’, ‘aşmış’, ‘olmuş’tur. Kısaca insanlığını tamamlamış, insanlıktan cıkmış ve Tanrılığa soyunmuştur. İlahi değerlere ornek olarak bakınız: 2Bakara: 83-84; 4Nisa: 36,58; 6En’am: 149-153; 7A’raf: 29-33; 17İsra: 22-39.
7A’raf: 29-De ki: “Rabbim adaleti emretti…
4Nisa: 58-“Şu bir gercek ki, Allah size emanetleri, onlara ehil olanlara vermenizi ve insanlar arasında hukmettiğinizde adaletle hukmetmenizi emrediyor. Allah size bu şekilde ne guzel oğut veriyor.”
6En’am: 151-De ki: “Gelin, Allahın (gercekten) neyi yasakladığını size anlatayım: Ondan başka şeylere asla ilahlık yakıştırmayın; anne babanıza iyilik yapın (ve onlara karşı saygısızlıkta bulunmayın); ve cocuklarınızı yoksulluk korkusuyla oldurmeyin; (cunku) sizin de onların da rızıklarını sağlayacak olan biziz; acık veya gizli hicbir utanc verici fiil(fuhuş) işlemeyin; ve haklı bir gerekceye dayanmadan Allahın haram kıldığı cana asla kıymayın: Allah bunu size emretti ki aklınızı kullanabilesiniz;
6En’am: 152-“ve ruşd yaşına erişmeden once yetimin mal varlığına -onun iyiliği icin olmadıkca- dokunmayın“. (Butun alış verişlerinizde) olcu ve tartıya tam olarak, adaletle uyun; (Biz) hicbir insana taşıyabileceğinden daha fazla yuk yuklemeyiz; ve bir goruş belirttiğinizde, yakın akrabanıza (karşı) olsa da, adil olun. Allaha karşı taahhutlerinize (daima) riayet edin: bunu Allah size emretti ki ders alabilesiniz.”
İnsanları mutlu-mutsuz eden, huzurlu-huzursuz eden konu Allah’ın varlığının ispatlanması ya da ispatlanamaması değildir. Asıl gerekce, insan onuruna yakışan insani ve ahlaki değerlerin hayata hÂkim kılınıp kılınmamasıdır. Dolayısıyla Allah’ın varlığını gundemlerinin onemli konusu haline getiren din yandaşı ve din karşıtı oluşumlar insanların onurlu yaşamasının değil başka işlerin peşindedirler. Coğu defa hicbir değer uretmeyen ve başkalarının sırtından gecinen bu insanlar, esasında ahlaki bir temele dayanmayan, kafalarını bulandırıcı laflar ureterek, sozde felsefik tartışma yaparak, demagojiyle ve masa başı sohbetlerle vakit gecirmektedirler. Hayranları da bu abuk-subuk lafların buyusune kapılarak, sorgulayan akıl karşısında ise binbir turlu tevile başvurarak durumu kurtarmaya calışmaktadırlar.
31Lokman: 22-“İnsanlar arasında oyleleri var ki, bilgisi olmayanları Allah yolundan saptırmak ve onu gulunc duruma duşurmek icin (yol gosterici mesajlar uzerinde) kelime oyunu yapmaya (oyalayıcı sozlerle vakit gecirmeye) kalkışırlar: boylelerini alcaltıcı bir ceza bekliyor.”
6En’am: 112-“Ve işte boylece, biz, hem insanlar hem de gorunmez varlıklar icinden zihin celmeyi amaclayan yaldızlı, parlak yarı hakikatleri birbirine fısıldayan şeytani gucleri her peygambere duşman kıldık. Ama Rabbin izin vermedikce onlar bunu yapamazlardı: o halde, onlardan ve onların mesnetsiz hayallerinden uzak durun!” 6En’am: 113-“Ki ahirete inanmayanların kalpleri o(nların yaldızlı sozleri)ne kansın, ondan hoşlansınlar ve onlar, işledikleri sucları işlemeğe devam etsinler.”
18Kehf: 56-“Biz, peygamberleri ancak mujdeleyiciler ve uyarıcılar olarak gondeririz. Hakikati reddedenler ise, hakkı batılla curutmek icin mucadele ederler. Ayetlerimizi ve kendilerine yapılan uyarıları alaya alırlar.”
22Hacc: 8-“İnsanlardan kimi, hic bir bilgisi, yol gostericisi ve aydınlatıcı kitabı olmaksızın Allah hakkında tartışır durur.”
40Mumin: 56-“Kendilerine gelmiş hicbir kanıt olmadan, Allah’ın ayetleri hakkında tartışıp duranlar var ya, onların goğuslerinde, asla ulaşamayacakları bir buyukluğun kuruntusu vardır. Şuphesiz O, hakkıyla işitendir, hakkıyla gorendir.”
Ateistlik iddia sahipleri, eğer bir şey yapacakları ise oncelikle ilahi ilkeler ve değerler karşısındaki duruşlarını ve tavırlarını ortaya koymalıdırlar. Bu, onların acık ilahi buyrukları karşısında duruşu olmalıdır. Orneğin Kur’an, edebi acıdan, acık-somut ilahi buyruklar ile mecazî (tasviri-metaforik) acıklamalardan oluşmaktadır. 3Al-i İmran: 7’de, ancak art niyetlilerin Kur’an’a yaklaşırken oncelikle Kur’an’ın ana konusu olan ilkelere ve buyruklara bağlanmak yerine, onlar, Kur’an’daki orneklere, mecazlara ve tasviri acıklamalara takılıp kaldıklarından soz edilmektedir. Oyle değil midir ki kimisi orneği ilke doğrultusunda, kimisi de ilkeyi ornek doğrultusunda anlamlandırır? Oysa ornekler ilkeleri daha doğru anlamak icindir. Sozu olan ilkelerle ilgili konuşmalıdır. Kur’an’a karşı sozu olanlar, art niyetli değillerse, onun orneklerine takılmak yerine ilkeleriyle ilgili itirazlarını sağlam temellere dayandırmalıdırlar.
Diğer taraftan bir kitabın doğruluk derecesi saptamak icin bilim insanları tarafından birtakım bilimsel olcutler belirlenmiştir. Buna celişmezlik yasası denmektedir. Bu bağlamda bir kitabın doğruluk ve guvenilirliği icin şu ilkeler gerekli olmalıdır;
a) Kitap kendi icinde tutarlı olmalıdır, birbiriyle celişen bilgiler icermemelidir: 4Nisa: 82 18Kehf: 1;
b) Nesnel gerceklerle (tartışmasız kabul edilen bilimsel gerceklerle) celişmemelidir: 4Nisa: 23 5Maide: 3;
c) Kendi alanında ustun ve kalıcı niteliklere sahip olmalıdır: 10Yunus: 38 11Hud: 13;
d) Alanında daha ustun ve nitelikli bir paradigma olmamalıdır: 2Bakara: 23-24 17İsra: 88;
e) İnsanlara barış, guven, huzur, mutluluk getirmeli ve onları geliştirmelidir: 6En’am: 151-152 4Nisa: 58 16Nahl: 90,125 17İsra: 9
Bu gezegenin insanını hayali, utopik ve teorik teolojik(ilahiyatcı) tartışmalar mutlu et