TAKVÂ VE ALLAH KORKUSU NE ANLAMA GELİR?

İYİ BİR MUSLUMAN OLMAK İCİN NASIL BİR PROGRAM İZLEMELİYİM?


SORU:

Esselamu Aleykum,
Ben gercek bir Musluman olmak istiyorum, Allah’tan korkan bir Musluman, cehennemden değil...
Allah’ı isteyen bir Musluman, cenneti değil...

Ama ben Allah korkusunun nasıl olacağını bilemiyorum?
Tabi ki de bir canavardan veya bir hırsızdan korkar gibi bir korku değil.
Ama ben yapamıyorum “neden korkuyorsun” deseler, ne derim bilmem.
Allah emrettiği icin, derim. Ama sadece lafta olur, ben esasta da "Allah’tan nasıl korkmak gerekiyorsa oyle korkmak" istiyorum.?? [1]



CEVAP:

Ve Aleykum Selam,
Cok guzel bir soru.
Bu nedenle teşekkur ediyorum.

Allah'ın istediği şekilde iman etmeyi istemek başlı başına bir samimiyettir zaten. Allah boyle duşunen kuluna yardım eder inşÃ‚allah.

Sorumuz başlıca iki temel konuyu icermektedir. Birisi, takv ve Allah korkusu; diğeri ise, iyi bir Musluman olmak icin yapılması gerekenler…
Diğer bir ifadeyle İslam’ı doğru şekilde anlamak icin yapılması gereken calışma ve program nasıl olmalıdır?

Bu iki temel mesele hakkında ana hatlarıyla cevap vereceğiz.

Bir Duzeltme:

Bu iki temel mevzuumuza gecmeden once soru icerinde var olan iki yanlış anlayışı duzeltmek istiyoruz.
Bu yanlış anlayış, pek cok kimse de bulunmaktadır.

Bunlar; cehennemden değil, Allah’tan korkmak gerektiği anlayışı ile Allah’ı ve Allah’ın rızasını isteyip, cenneti istememek anlayışı…

Yani cennet icin değil, Allah’ın rızası icin calışma duşuncesi…

Bu duşunce yapısı her ne kadar samimi bir yaklaşım gibi gorunuyorsa da, Kur’an’ın hukumlerine aykırıdır!

Zira Allah’tan korkmak, cehennemden de sakınmayı gerektirir.

Allah’ın rızasını isteyen ve arayan kimse, cenneti kazanır veya cenneti kazanmak isteyen Allah’ın rızasını elde etmeye calışır. Allah’ın rızasını kazanan da sonucta cenneti kazanmış olur.

Bu istek ve sakınmalar da bir celişki yoktur!

Rabbimiz Kur’an’da, cehennemden sakınmamızı emrederken; cenneti ovmuş, onu kazanmaya teşvik etmiştir. Cehennemden kurtulmanın da şirk koşmaksızın iman etmek ve salih amel işlemek olduğunu bildirmiştir.
Razı olduğu kullarını cennetine koyacağını belirterek, mu’min kullarını cennete davet etmiştir.

Allah, Cehennemden Sakındırıyor:

“O halde yakıtı insanlarla taşlar olan ve kÂfirler icin hazırlanmış ateşten sakının.” (Bakara: 24)

Allah, Cenneti Kazanmaya Davet Ediyor:

“Rabbinizden bir mağfirete ve takv sahipleri icin hazırlanmış, genişliği goklerle yer kadar olan cennete koşuşun.”
(Âl-i İmrÂn: 133)

Bu iki konuda cok sayıda ayetler vardır…
Bu meselede sonuc olarak şunu soyleriz:
Musluman cehennemden korkmalıdır ve sakınmalıdır.

Musluman cenneti istemeli ve onu kazanmak icin calışmalıdır.

Muttaki mu’min bilir ki; bu iki isteği taşıması Allah’tan korkmasına ve Allah’ı sevip, her konuda O’nu dikkate almasına munÂfi değildir.

Musluman, Allah’tan saygı ve sevgiyle karışık korktuğu icin; cehennemden sakınır.

Allah’ı cok sevdiği, rızasını istediği, O’nu gormeye iştiyak duyduğu icin cenneti kazanmak icin calışır ve cenneti de ister. Cunku Allah, ancak cennette gorulecektir…

Birinci Mesele:

Asıl konularımıza geciyoruz.
Başlangıcta da soylediğimiz gibi, birisi Allah’tan korkmak yani takvÂ; diğeri ise Allah’ın istediği gibi Musluman olmak icin izlenecek yol ve programın nasıl olduğu konusu.


Once takv nedir, onu oğrenelim.

TAKVÂ:


Kur’an gelmeden once, Araplar kendi dillerinde takv kelimesini insan ve hayvan gibi canlıların kendilerini dışarıdan gelebilecek tehlikelere karşı koruması, anlamında kullanmaktaydılar.

Biz bu kelimeyi kok ve anlam olarak inceleyelim.

Takv” kelimesinin aslı, ‘vekÂ’ fiilidir. Bu fiilin masdarı ‘vikÂye’ kelimesidir. Lugatta bir şeyi korumak, muhafaza etmek, bir şeyi başka şeyle, bir tehlikeye karşı koruma altına almak demektir. ‘VekÂ’ kokunden iftiÂl babının masdarı olan ‘ittikÂ’ kelimesi de, vikÂye’ye girmek, sakınmak ve kendini tehlikelere karşı koruma altına almak demektir. Kur’an’da da cokca karşılaştığımız ‘muttaki’ kelimesi de, ‘ittekÂ’ fiilinin ism-i failidir yani ittik eden, takv sahibi anlamlarına gelir.

“Takv lugatta ittik yani sakınma ve korunma anlamındadır.
Hakikat ehline gore, takvÂ; Allah’a itaatla, O’nun azabından sakınmaktır.
Nefsi, yapmak veya terk etmekle azaba mustahak olacağı şeylerden korumaktır.
Taat (ibadet, itaat) da takv ile, ihlÂs kastedilir.
Ma’siyet (isyan, itaatsizlik) de takv ile de, terk ve sakınma kastedilir.
Denildi ki: TakvÂ; kulun Allah TeÂlÂ’nın dışındaki şeylerden sakınmasıdır.” [2]

TakvÂ’nın tanımı hususunda cok farklı ifadelerle sayısız tanımlar yapılmıştır. Kısaca hatırlatmak gerekirse, takvÂ; şeriatın ÂdÂbını korumaktır, seni Allah’tan uzaklaştıran her şeyden sakınmandır, nefsin hazlarını, isteklerini terk etmek ve yasaklardan kacınmadır, nefsinde Allah’tan başka bir şey gormemendir, kendini hicbir kimseden daha hayırlı gormemendir, Allah’tan başka şeyleri terk etmektir, -Hak ehline gore- kendisine uyulan kimse, hevÂya uymaktan sakınmış kişidir. Ve yine denildiğine gore, takvÂ; Hz.Peygambere, kavlen ve fiilen uymaktır. [3]

Toparlayacak olursak, takvÂ; sakınmak, korkmak, ihlÂs, sevgi, saygı, huşû, haşyet gibi anlamlara gelen derin manalar iceren bir kavramdır.

TakvÂ; dikenli bir yolda yururken ayağına diken batmaması icin sakınarak ve dikkat ederek yol almaktır. Yani Allah’ın yasaklarına duşmemeye ozen gostermektir.

TakvÂ; Allah’ın hududunu ciğnemekten, İlÂhi sınırları ihlÂl edip harama girmekten sakınmak, Allah sevgisinden ve O’nun sevgisini kaybetme korkusundan ileri gelir. Bu huşû ve haşyet hali, Allah’a olan saygıdan kaynaklanır.

Dolayısıyla şunları diyebiliriz:

TakvÂ; sakınmaktır…
TakvÂ; korkmaktır…
TakvÂ; sevmektir…
TakvÂ; ihlÂs’tır…
TakvÂ; ihsan’dır…
TakvÂ; Allah ve Rasûlune itaattir…
TakvÂ; nefsin isteklerinden gecmektir…
TakvÂ; tevÂzuu’dur…
TakvÂ; Tevhid’dir…

TakvÂ’nın bir manasının da Allah’tan korkmak olduğunu soyledik.
Bu konuyu ayetler ışığında acıklayalım.

Rabbimiz şoyle buyurmuştur:

“Ey iman edenler, Allah’tan nasıl korkmak gerekirse oyle korkun ve siz ancak Muslumanlar olarak olunuz.”
(Âl-i İmrÂn: 102)

Allah’tan gereği gibi korkmanın anlamı; Allah’ın butun emirlerine itaat edip hicbir şekilde O’na karşı gelmemek, şukredip nankorluk etmemek, zikredip unutmamak demektir. Yani Allah’tan nasıl korkmak ve sakınmak gerekiyorsa, nasıl itaat ve ibadet etmek gerekiyorsa bu konuda gaflet gostermemek, kusur işlememek demektir.
Allah’ın şÃ‚nına yaraşır şekilde O’na ibadet etmektir ki; insan, gunahsız, hatasız, kusursuz olamayacağı icin buna guc yetiremez. Hic isyan ve nankorluk etmemek, daima zikir ve şukur uzere bulunmak, kimse icin mumkun değildir.
Hatta buna masûm (gunahsız) bir fıtrat uzerinde yaratılan Peygamberler bile guc yetiremez. Peygamberler bile olsa, yaptıkları ibadet Allah’ın şÃ‚nı yanında eksiksiz sayılmaz. Allah’ın lutfettiği sayısız nimetler karşılığı tam şukretmek mumkun değildir.

Bu ayet nÂzil olunca sahabeler ayakları şişinceye kadar, alınlarının derisi yuzulunceye kadar ibadet etmeye, geceleri kÂim, gunduzleri sÂim bir hayat yaşamaya başladılar.
Ashab-ı KirÂm’ın tek derdi, Kur’an’ı yaşamak olduğu icin bu ayet inince cok sıkıntıya duştuler, hakkıyla Allah’a ibadet etme konusunda aciz kaldılar. Bunun uzerine “O halde gucunuzun yettiği kadar Allah’tan korkun.” (TeğÂbun: 16) emrinin indiği rivÂyet olunmuştur.

Said b. Cubeyr, KatÂde ve Suddî gibi bazı alimlere gore; Âl-i İmrÂn: 102. ayet, bu ayet ile nesh edilmiştir.

Ali b. Talha’nın İbn AbbÂs’tan rivÂyetine gore; “Allah’tan, O’na yaraşır şekilde korkun” ayeti neshedilmemiştir.

Bu ayetin anlamı; Allah yolunda gucunun yettiği kadar cihÂd etmek ve Allah yolunda hic kimsenin kınamasından korkmamak, hatta kendileri, babaları ve oğulları aleyhine de olsa Allah icin adalet ve hakkÂniyetten ayrılmamaktır.

Allah’tan hakkıyla korkup sakınmak ve Musluman olarak olebilmek icin, Âl-i İmrÂn:103’de bildirildiği gibi; Tevhid akidesi uzerinde toplanarak, Allah’ın ipine toptan yapışmak, tefrikadan uzak durmak gerekir.

Ayette de belirtildiği gibi; once ulfet ve sevgi ile kalplerin birleşmesi, ikinci olarak da fiillerin birliği gerekmektedir.
Muslumanlar birbirlerini sevmedikce, fiilî birliktelikten soz etmek mumkun değildir.

Tefrika ve ayrılıktan geri durup, topluca Allah’ın vahyine yapışmadıkca da, Musluman olarak olme ihtimali zayıflar.

“Ben kendi başıma dinimi, imanımı koruyabilirim” demek cok tehlikelidir. Kendi başına bir yol tutarak, tek başına kalmak isteyen kimsenin iman ve İslam uzere guzel bir sonla huzur-u İlÂhiye varması şuphelidir. Bu kimsenin akibetinden korkulur. Tek başına kalan bir kimse, zorlama ve baskı altında zayıf kalır ve her şeyini kaybedebilir. Ama “Allah’ın eli cemaatle beraberdir” (Tirmizî, NesÂ&#238 Hadisinde de ifade edildiği gibi; Allah cemaate yardım edecektir.

Nitekim Allah’ın Rasûlu Hz.İsa bile, “Allah yolunda yardımcılarım kimdir?” (Âl-i İmrÂn: 52) demişti.
Bunun uzerine HavÂriler: “Allah’ın yardımcıları biziz. Allah’a iman ettik. Sen de bizim şuphesiz Muslumanlar olduğumuza şÃ‚hid ol” dediler.

Dolayısıyla mu’minler, Tevhid akidesi uzerinde fiillerini birleştirmedikce, Allah’tan hakkıyla korkup sakınamazlar.

Ayetlerden de anlaşıldığı gibi, Allah’tan gereği gibi korkmak ferdî bir mesele değildir. İbadetlerde ferdiyetcilik değil, birlik ve beraberlik esastır.

Kur’an’a gore; takvÂ’nın uc mertebesi vardır:

İlk mertebe, şirkten sakınıp iman etmektir; bu takvÂ, kişinin kendisi ile vicdanı arasındadır. Bu kimseler ebedi cehennem azabı gormeyecekler.
Bu acıdan bakıldığında, tum iman edenlerin takv sahibi olduğunu soyleyebiliriz. Bu konuda Kur’an şoyle der: “(Allah) onlara takv sozu uzerinde sebat vermişti.” (Fetih: 26) Yuce Allah sonsuz ilmiyle onların buna layık olduklarını bildiği icin, onların Tevhid’e tutunmalarını sağladı.

İkinci mertebe, buyuk gunahlardan sakınmak, kucuk gunah işlemede ısrar etmemek ve farzları ed etmektir. Bu takvÂ, kişinin diğer insanlarla arasındaki hususlarla ilgilidir. Bu takv seviyesindeki bir mu'min, şupheli şeylerden sakınır. (Bkz. BuhÂri, İman, 39)

Ucuncu mertebe, kişinin butun benliğiyle Allah’a yonelmesi, kendisini Allah’tan alıkoyan her şeyden uzak durması halidir. Allah, mu’minlerden bu takvÂ’ya sahip olmalarını istemektedir.

TakvÂ’nın bu ucuncu derecesi, ihsan olarak zikredilmiştir. Bu mertebe, Allah ile kul arasındadır. Mu’min, Allah’ı goruyormuşcasına ibadet eder. Her adımında Allah’ın kendisini gorduğu bilincine ve şuuruna ulaşmış ve ibadetlerini bu huşû ile yapmaktadır. Allah’ın yasaklarından da Allah korkusuyla sakınıp uzak durmaktadır.

Takv kelimesinin anlam derinliğinde “korku” unsurunun da olduğunu soylemiştik. Ancak bu kelimeyi yalnızca “korku, korkmak” diye anlayıp, başka dillere bu şekilde cevirmek yetersizdir.
Yukarıda acıkladığımız gibi, başka anlamları da vardır.
Korku’nun zıddı sevgi, sevginin gereği saygı, ihlÂs (samimiyet), ihsan (Allah’ı gorurcesine ibadet etmek), haşyet (Allah’ın azameti karşısında urpermek), Allah ve Rasûlune ittib etmek, Allah’ın yasaklarından sakınmak, O’nun azabından korkmak, şupheli şeyleri terk etmek, kalpte Allah’ın sevgisi dışındaki her şeyden kurtulmak gibi anlamları vardır.

Kur’an’da korkunun değişik boyutları zikredilmiştir. Onlar; 'havf', 'hazer', 'haşyet', 'rehbet', 'vecel' gibi kelimelerdir. Bunların her biri, bir korku olayını farklı boyutlarıyla ele almıştır. Takv kelimesi de tek başına korku anlamında olmadığı gibi, korku unsurundan da uzak değildir.

Bu nedenle yerine gore, takv kelimesi; havf ve haşyet anlamlarında da kullanılmıştır.

Kur’an, Ehl-i Kitab’ı “takv” kelimesine cağırır:

“De ki: ‘Ey Kitap Ehli! Bizimle sizin aranızda Âdil olan bir kelimeye (Tevhid’e) geliniz’”
(Âl-i İmrÂn: 64)

Âl-i İmrÂn: 64’deki, Ehli Kitap ile aramızdaki “ortak, eşit, adil kelime” İmam MucÂhid’e gore; takv kelimesi olan L İlÂhe İllallah’tır.
(BuhÂri, EymÂn, 19)

Rabbimiz bu konuda şoyle buyuruyor: “(Allah) onlara takv sozu uzerinde sebat vermişti.” (Fetih: 26) Burada takv kelimesi ile kastedilen; Kelime-i Tevhid'dir.

Kelime-i Tevhid’in, kendilerine Kitap verilenlerle aramızda ortak kelime olmasının anlamı, Allah’ın gonderdiği tum Kitaplarında insanları Tevhid’e davet etmiş olmasındandır.

Tum İlÂhi Kitaplar da, “L İlÂhe İllallah” değişmeyen, tek, temel bir ilkedir. Bu nedenle Kitaplılar, İslam’a davet edilirken, Kitaplarının aslındaki takv kelimesi olan Tevhid’e cağrılmışlardır.

Rabbimiz, takv sahiplerini mujdelemektedir:

“Kim Allah’a ve Rasûlune itaat ederse, Allah’tan korkar ve O’ndan sakınırsa işte onlar kurtulan kimselerdir.” (Nûr: 52)

“Kim Allah’tan korkarsa ona bir cıkış yolu ihsan eder. Ve ona ummadığı bir yerden rızık verir.” (TalÂk: 2, 3)

“Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.” (Haşr: 9)

İkinci Mesele:

Takv ve Allah korkusu konusu hakkında bu kısa cevabımızdan sonra; Allah’ın istediği gibi bir Musluman olmak icin ne yapılması ve nasıl bir program takip edilmesi gerektiği konusuna temas edelim:

Bu konuda da şu aşağıdaki aşamalarda calışma yaparsak, Allah'ın istediği gibi imanı da oğreniriz, Kur'an'a uygun Musluman da oluruz, Peygamberimizin Sunnetini de cok guzel oğreniriz.

Ama iyi bir Musluman olmak icin bazı merhaleler var. Hicbir şey kendiliğinden olmuyor ve calışmadan, yatarak bir şey kazanılmıyor!

Tecrubelerime dayanarak, bu calışma periyodunun merhalelerini kısaca yazayım:

1) Kur'an'ı Turkce mealinden baştan sona okuyup, anlamadıklarımızı kendi anlayacağımız şekilde bir yere not etmek gerekir.
Kur'an'ın butunune gore; %25 oranında anlamadığımız meseleler cıkacak ilk okuyuşta. Ama okumaya devam edeceğiz.

2) Kur'an'ı ikinci kez mealinden okuyup bitirmeliyiz. Yine % 25 oranında bilmediğimiz, kafamıza takılan meseleler cıkacak ve yine onları bir deftere yazalım.
Bu okuyuşta, daha once anlayamadığımızı duşunduğumuz pek cok mesele de anlaşılacak ve onceden kaydettiğimiz soruların coğu cevabını bulacak.

3) Kur'an'ı ucuncu defa okuyacağız ve bilmediklerimizi soru yada konu olarak kaydedeceğiz.

Bu okuyuşta da onceden "bilmiyorum" diye not ettiğimiz pek cok mesele cevabını bulacak.
Ama yine bilmediklerimiz, anlamadıklarımız, kafamıza takılan meseleler var.
Bunlar da % 25 oranında.

Şimdi 3 kez Kur'an'ı mealinden okuyup 3 kez hatmettik. Başlangıcta bir şey bilmiyorduk belki, ama şimdi pek cok şeyler biliyoruz.
Her okuyuşta aşağı yukarı Kur'an'ın ceyreği kadar meseleyi anlarken, bir o kadar da anlamadığımızı duşunduğumuz konularla karşılaştık.

Ama yılmadan, pes etmeden okuma programımıza devam ettikce, o bilmediklerimizin coğu bu uc merhalede cozuldu.

Şimdi not defterimize bakıyoruz; her okuma merhalesinde "anlamadığım meseleler" diye kaydettiklerimizin coğu anlaşılmış ve uzerleri cizilmiştir.

HÂlÂ, geri kalan anlayamadığımız meseleler bulunuyor; onlar da ortalama %25.
Bu meseleler muteşÃ‚bih konulardır; yani ya alimlerin bildiği ilmi konular yada araştırma ve bilgi desteğiyle anlaşılacak konular yada gaybi meselelerdir ki, bunlara iman eder, geceriz, uzerinde durmayız.

Kur’an, muhkem ve muteşÃ‚bih ayetlerden oluşur. Bir kısmı yani azı muteşÃ‚bih iken; ekserisi muhkemdir. Onlar da “Ummu’l Kitap” yani “Kitabın anası, esası” olarak nitelenmiştir. (Âl-i İmrÂn: 7)

Kur’an, herkes tarafından anlaşılsın diye, coğunluğu muhkem yani okunduğunda anlaşılan ayetlerden meydana gelmiştir.

“Muhakkak Biz onu (Kur’an’ı) anlayıp duşunesiniz diye, Arapca bir Kur’an olarak indirdik.” (Yûsuf: 2)

Ayette de gorulduğu gibi, Kur’an’ın gonderiliş amacı okuyup, anlamak, tefekkur edip Kur’an’ın iman davetine icÂbet etmek ve boylece icindeki haramlarından sakınmak, farzlarını yerine getirmektir. Bunun olması da Kur’an’ı okumakla mumkundur!

Bu calışmada kaliteli bir Kur'an meali secmeye dikkat etmek lazım.

4) Bu calışma programımızda; Kur'an'ı her okuyuştan sonra bir cilt Hadis Kitabı okuyup bitiriyoruz.

Bu Hadis okuma programımızda ise, anlamadıklarımızı değil, anladığımız konuları kısa notlarla ozetliyoruz.
Tum dunyada meşhur olan RiyÂzu's SÂlihin tercih edilebilir mesela.
Ama Hadis Kitaplarından hangisi secilirse olur.

Bu ilk uc merhalenin kaliteli bir Kur'an mealinin uc kez ve Hadis Kitaplarından duzenli olarak uc cild okuma şeklinin ic ice olduğuna dikkat edelim. Yani Ayet ve Hadisleri birlikte okuyoruz. Aynen Sahabelerin, Peygamberimizden dini oğrenme şekilleri gibi. Peygamberimize vahiy geldikce o, ashabına Ayetleri tebliğ ediyor ve insanların anlamadıklarını da Hadisleriyle acıklıyordu. Yani ashab, Kur’an ve Hadisleri ic ice oğreniyordu; boylece bu iki vahiy turu birbirini tamamlamaktaydı.

Bu şekilde Kur'an okumamız esnasında, sozleri Kur'an'ın birinci derecede tefsiri olan Peygamberimizin Hadisleri ışığında Kur'an daha net anlaşılacaktır.

5) Bu merhalede ise alimlerin yazdığı Tevhid'i acıklayan ve İslam akidesini oğreten kitapların okunması gerekir.

Ama bu konuda farklı grupları temsil eden, alim olmayan kimselerin grupculuk hedefleriyle yazdıkları fikir kitaplarını okumamak gerekir. Fikre dayanan kitaplar, zann mahsuludur ve kişiye saf İslam’ı ve Tevhid’i veremez.

Fikir kitapları yada birbirine etki, tepki, aksiyon, reaksiyon, tez ve anti-tez olsun diye yazılan calışmalar ve araştırmalar daha sonra incelenebilir. Yani İslam'ı delilleriyle oğrendikten sonra. Bu incelemenin amacı da onların yanlışlarını reddetmek ve İslam gerceğini ortaya koymak icindir.

6) Bu aşamada, seviyemize uygun olan bir Siyer Kitabını okumalıyız. Boylece Peygamberimizin Sunnetini, yaşantısını, mucadelesini oğrenmiş olacağız.

7) Bu derslerden sonra; Kur'an'ın hidÂyet, irşÃ‚d ve rehberlik fonksiyonlarını on plana cıkartan, ilmi, mezhebi konulara girmeyen, teferruatlı olmayan ozlu bir tefsir okumak gerekir.
Boylece Ayetleri alimlerin acıklamaları ışığında da tanımış olacağız.

İlk uc merhalede Kur'an Ve Hadislerle tanıştık, dorduncu merhalede tum Peygamberlerin gonderiliş nedeni olan Tevhid Akidesini Ayet ve Hadislerle delillendirilmiş olarak oğrendik, beşinci aşama da hayatımızın her anında uygulamak amacıyla, Peygamberimizin Siyerini, hayatını okuduk. altıncı merhale de tefsirle de tanıştık.

Ayrıca bu calışmalardan sonra mustakil, kendimize uygun pek cok calışmalar yapabiliriz.

Bunlar, herkesin yapması gereken genel calışmaların yanında, bizim seviyemize ve ihtiyacımıza uygun ozel calışmalar da olabilecektir.

Bu sozu ornek vererek acayım; genel calışma olarak Kur'an'daki Allah'ın isim ve sıfatlarını ezberleyip, oğrenip, notlar tutmak ve iman etmek, Hadislerdeki Allah'ın 99 isminin manalarıyla ezberlenilerek iman edilmesi.
Kırk Hadis ezberlemek, Kur'an'ı Tecvid ile okuyamıyorsak bu konuda ders ve destek almak.

Ozel calışma olarak; Kur'an'dan ve Hadislerden oğrendiğimiz farz ve haramlara dair bir Ayet ve bir Hadis ezberlemek gibi.

Ayet ve Hadis ezberleme işini herkes kapasitesine gore artırabilir.
İmkÂnı olan hafız bile olabilir. Ama bizim asıl amacımız Kur'an'ı ve Din'i anlamak olduğu icin hayatımızın bir doneminde Kur'an'ı anlayacak kadar Arapca oğrenmeye caba sarf etmek; yapacağımız en hayırlı ibadetlerimizden biri olacaktır.

Kur’an’ı anlamadan ezberlemek yerine, Kur’an’dan bir sûreyi oğrenip hayatımıza aktarmak daha hayırlıdır. Cunku Kur’an anlaşılsın diye gelmiştir.

İleri seviyedeki programları coğaltmak mumkundur.

Zaten bundan sonraki calışmalar kişinin yetenek, zeka, calışma, istek, sebat ve azmine gore şekillenir.

Bu merhaleye gelmeden once soylenecek şeyler; ucağın icad edilmediği zamanlarda ucaktan bahsetmeye benzer.

İnşÃ‚allah, ciddi, samimi, programlı ve sabırlı bir şekilde calışırsak; bundan sonra biz de -Allah'ın izniyle- ilim, iman, amel, ahlak, ihlas ve takv acısından, Allah’ın ovduğu ve cennet ile mujdelediği kullarından oluruz.

Rabbim hepimizin yardımcısı olsun.


(Yusuf Semmak)

Forumlarda Yayınlayabilirsiniz.

Her Hakkı, Allah Yoluna Mevkûftur.


[1] Sizden gelen sorunun orijinal şekline mudahale edilmemiştir.
[2] KitÂbu’t Ta’rifÂt, Seyyid Şerif CurcÂnî, Beyrût, Sh: 90
[3] A.g.e


__________________