Vehhabiliği kuran, Mehmed bin Abdulvehhabdır. İngiliz casuslarından, Hempher’in tuzağına duşerek, ingilizlerin (İslamiyet’i imha) etmek calışmalarına alet oldu.
Eline gecirdiği, ibni Teymiye’nin Ehl-i sunnete uymayan kitaplarını okumuş, (Şeyh-i necdi) diye meşhur olmuştu. Duşunceleri, ingiliz paraları ve ingiliz silahları karşılığında, koyluler ve Deriyye ahalisi ile reisleri Muhammed bin Suud tarafından desteklendi. Sapık din adamı ibni Teymiye’nin fikirleri ile Hempher’in yalanlarının karışımına Vehhabilik denir.
Mirat-ul-Haremeyn kitabının basıldığı 1888 senesinde Necd emiri, Abdullah bin Faysal idi. Aşağıdaki bilgilerin coğu Mirat-ul-Haremeyn’den alınmıştır:
Mehmed’in babası Abdulvehhab, iyi bir musluman idi. Bu ve Medine’deki Âlimler, Abdulvehhab oğlunun sozlerinden, yeni bir yol tutacağını anlamış, herkese, bununla konuşmamasını nasihat etmişlerdi. Fakat, Abdulvehhab oğlu, 1738 senesinde Vehhabiliği ilan etti. İngilizlerin siyasi ve askeri yardımları ile, Arabistan’a yayıldı.
Vehhabilere inanan Deriyye hakimi Abdulaziz bin Muhammed bin Suud ilk olarak 1791 senesinde, Mekke emiri şerif Galib efendi ile harp etti. Daha once, vehhabiliği gizlice yaymışlardı. Sayısız muslumanları oldurup, kadınlarını, cocuklarını ve mallarını almışlar ve işkence etmişlerdi.
Abdulvehhab oğlu, Beni Temim kabilesindendir. 1699 senesinde Necd colundeki Hureymile kasabasında, Uyeyne koyunde doğmuş, 1791’de Deriyye’de olmuştu. Onceleri ticaret icin Basra, Bağdat, İran, Şam ve Hind taraflarına gitmiş, cok zeki ve bozguncu sozleri ile (Şeyh-i Necdi) adını almıştı. Dolaştığı yerlerde cok şeyler gormuş, şef olmak duşuncesine kapılmıştı. 1713 senesinde, Basra’da tanıştığı ingiliz casusu Hempher, Abdulvehhab oğlunun devrim yapmak arzusunda olduğunu anladı. Bununla uzun zaman arkadaşlık yaptı. İngiliz Somurgeler Bakanlığından aldığı hile ve yalanları buna telkin etti. Abdulvehhab oğlunun bu telkinlerden zevk aldığını gorunce, yeni bir din kurmasını teklif etti. Bu yeni dinin esaslarını ona bildirdi. Casus da, Abdulvehhab oğlu da aradıklarına kavuşmuş oldular.
Yeni bir din kurmak icin, once Medine’de, sonra Şam’da, Hanbeli Âlimlerinden okudu. Necde donunce koyluler icin kucuk din kitapları yazdı. Bu kitaplara, ingiliz casusundan oğrendiklerini ve Mutezile ve başka bid’at fırkalarından aldığı bozuk duşunceleri de karıştırdı. Koylulerin coğu buna tÂbi oldular. İslamiyet’i icerden yıkmak icin, İngiltere’de kurulmuş olan (Somurgeler Bakanlığı), bu hÂli, Necd şeyhi olan (Muhammed bin Suud)a bildirdi. Cok para vererek ve siyasi, askeri yardımlar vaat ederek, Abdulvehhab oğlu ile işbirliği yapmasını temin etti. Arabistan’da hasebe ve nesebe cok ehemmiyet verirlerdi. Kendisi ise, cahil olduğundan, Abdulvehhab oğlu Vehhabilik adını verdiği bu sapık inancı yaymak icin, Muhammed bin Suudu maşa olarak kullandı. Kendisine (Kadı), Muhammed bin Suuda (Hakim) ismini taktı. Kendilerinden sonra da, cocuklarının bu makama gecmelerini temin eden bir anayasa yaptırdı.
Abdulvehhab oğlu, onceleri Medine’de okurken, Medine’nin salih, temiz Âlimlerinden olan babası Abdulvehhab ve kardeşi Suleyman bin Abdulvehhab ve kendisine ders okutan hocaları, bunun sozlerinden ve davranışlarından ve sık sık soylediği duşuncelerinden bunun ileride İslam dinini iceriden yıkacak bir sapık olacağını anlamışlardı. Kendisine nasihat verirler ve muslumanlara, bundan sakınmalarını soylerlerdi. Fakat, korktukları cabuk meydana geldi. Duşuncelerini Vehhabilik adı ile acıkca yaymaya başladı. Cahilleri, ahmakları aldatmak icin İslam Âlimlerinin kitaplarına uymayan yeniliklerle, dinde reformculukla ortaya cıktı. (Ehl-i sunnet vel-cemaat) mezhebinde olan doğru muslumanlara kÂfir diyecek kadar taşkınlık yaptı. Peygamberimizi ve başka Peygamberleri ve Evliyayı vesile ederek, Allahu teÂlÂdan bir şey istemeye ve bunların kabirlerini ziyaret etmeye şirk dedi.
Abdulvehhab oğlunun, ingiliz casusundan oğrendiğine gore, bir kabir başında dua ederken, meyyite karşı soyleyen, muşrik olurmuş. Allah’tan başka bir kimse veya bir şey icin, yaptı demek, mesela, Falanca ilactan fayda oldu veya Peygamber efendimizi veya bir Veliyi vasıta yaparak istediğim oldu diyen muslumanlar muşrik olurmuş. Abdulvehhab oğlunun, bu sozlerine vesika olarak ortaya attığı şeyler, hep yalan ve iftira ise de, cahil halk, doğruyu eğriden ayıramadıkları icin sozleri, işsizlerin, capulcuların, bilhassa Deriyye hakimi Muhammed bin Suud’un hoşuna gitti. Cahiller ve vurguncular, taş yurekliler, Abdulvehhab oğlunun sozlerine hemen yanaştılar. Doğru yolda olan halis muslumanlara kÂfir dediler.
Abdulvehhab oğlu, duşuncelerini kolayca yayabilmek icin, Deriyye hakimine başvurunca, o da topraklarını genişletmek ve kuvvetlerini arttırmak icin ve Londra’dan aldığı emirleri yaymak icin, Abdulvehhab oğlu ile seve seve işbirliği yaptı. Onun fikirlerini her tarafa yaymakta butun gucu ile uğraştı. İnanmayıp karşı duranlarla harp etti. Muslumanların mallarını yağma etmek, canlarına kıymak helal denilince, coldeki vahşiler, soyguncular, Muhammed bin Suud’a asker olmak icin yarış ettiler. Suud oğlu ile Abdulvehhab oğlu el ele vererek, vehhabiliği kabul etmeyenlerin kÂfir ve muşrik olduklarına, kanlarını dokmek ve mallarını almak helal olduğuna 1730 senesinde karar verip, 1738 yılında vehhabiliği ilan ettiler. Buna gore, Abdulvehhab oğlu, otuziki yaşında bozuk fikirleri yaymaya başlamış, kırk yaşında ilan etmiştir.
Mekke-i mukerreme şafii muftusu Esseyyid Ahmed bin Zeyni Dahlan, El-Futuhat-ul-islamiyye kitabının 2.cuz 228.sayfasından başlayarak, Fitnet-ul-vehhabiyye başlığı altında bunların bozuk inanclarını ve muslumanlara yaptıkları işkenceleri anlatmaktadır. Bunun 234.sayfasında diyor ki:
(Mekke’deki ve Medine’deki Ehl-i sunnet Âlimlerini aldatmak icin, buralara kendi adamlarını gonderdiler. Bu adamlar, İslam Âlimlerine cevap veremediler. Cahil ve sapık oldukları anlaşıldı. KÂfir olduklarını ispat eden bir karar yazılıp her tarafa gonderildi.)
Hicaz’da bulunan dort mezhep Âlimleri ve bunların arasında Abdulvehhab oğlunun kardeşi Suleyman efendi ve kendisine ders okutmuş olan hocaları, Abdulvehhab oğlunun kitaplarını inceleyerek, İslam dinini yıkıcı, bozguncu yazılarına cevaplar hazırladılar, sapık yazılarını curuten kuvvetli vesikalarla kitaplar yazarak, muslumanları uyandırmaya calıştılar. Suleyman bin Abdulvehhab’ın, kardeşine karşı yazdığı kitabın ismi, Savaık-ul ilahiyye firreddi alel-vehhabiyye’dir.
Bu kitaplar onları gafletten uyandıramadı. Muslumanlara karşı olan duşmanlıklarını arttırdı ve Muhammed bin Suud’un muslumanlar uzerine saldırmasına, akıtılan kanların coğalmasına sebep oldu. Bu adam, (Beni Hanife) kabilesinden olup, Museyleme-tul Kezzabın peygamberliğine inanmış olan ahmakların soyundan idi. Muhammed bin Suud, 1765 senesinde olunce, oğlu Abdulaziz yerine gecti. Abdulaziz bin Muhammed bin Suud, 1803 senesinde, Deriyye camiinde, bir Şii tarafından, karnına hancer sokularak olduruldu. Bundan sonra, oğlu Suud bin Abdulaziz vehhabilerin şefi oldu. Arabları aldatmak, sapık inanclarını yaymak icin muslumanların kanını dokmekte, ucu de, birbiri ile yarışırcasına calıştılar.
[Vehhabilerin ve mal, mevki ele gecirmek icin bunların arasına karışan cahil, vahşi kimselerin, Taif’de, Mekke ve Medine’de ve diğer yerlerdeki muslumanlara yaptıkları işkenceler ve kadınların, cocukların barbarca oldurulmeleri, Ahmed bin Zeyni Dahlan’ın Hulasat-ul-kelam kitabında ve Eyyub Sabri Paşanın 1879 senesinde basılmış olan Tarih-i Vehhabiyan ve Mirat-ul-Haremeyn kitaplarında uzun yazılıdır. Yureği dayanabilenler oradan okuyabilirler. Bunların, Osmanlı devleti tarafından nasıl cezalandırıldıkları ve birinci cihan harbinden sonra, ingilizlerin bol para ve silah yardımı ile tekrar nasıl devlet kurdukları da yazılıdır.]
Abdulvehhab oğlunun bu duşuncelerini yayması, Allah’ı tevhidde halis olmak icin ve muslumanları şirkten kurtarmak icin imiş. Muslumanlar şirk uzere imişler. Yani muşriklermiş, yani puta tapan kÂfirlermiş. Muslumanların dinini tazelemek icin, dinde reform yapmak icin, ortaya cıkmış. Diğer maddelerde bu sapık fikirlerini ve cevaplarını yazacağız. Burada onsoz mahiyetinde yazıyoruz.
Bu duşuncelerine herkesi inandırmak icin, Ahkaf suresinin 5.Âyet-i kerimesini, Yunus suresinin 106.Âyet-i kerimesini ve Rad suresinin 14.Âyet-i kerimesini vesika olarak ileri surmuştur. Halbuki bunlara benzeyen, daha bircok Âyet-i kerimeler vardır. Bu Âyet-i kerimelerin hepsi, puta tapan kÂfirleri, muşrikleri bildirmek icin gonderildiğini, tefsir Âlimleri sozbirliği ile beyan buyurmuşlardır.
Abdulvehhab oğlunun duşuncelerine gore, bir musluman, Peygamber efendimizden veya başka Peygamberlerden yahut Velilerden, Salihlerden birinin kabrinin yanında veya uzakta iken bundan (istigase) etse, yani sıkıntıdan, dertten kurtulması icin yardım istese, yahut o zatın ismini soyleyerek şefaat etmesini dilese, yahut kabrini ziyaret etmek icin gitmek istese, o musluman muşrik olurmuş. Allahu teÂlÂ, Zumer suresinin ucuncu Âyetinde, puta tapan kÂfirleri bildirmektedir. Peygamberleri ve Evliyayı vesile ederek dua eden muslumanlara muşrik diyebilmek icin, bu Âyet-i kerimeyi ileri suruyorlar. Muşrikler de putların yaratıcı olmadığına, her şeyi Allahu teÂlÂnın yarattığına inanıyorlardı diyorlar. Hatta Ankebut suresinin 61. ve Zuhruf suresinin 87. Âyet-i kerimesinde mealen, (Bunları kimin yarattığını, onlara sorarsan, elbette Allah yarattı derler) buyuruldu. Allahu teÂlÂnın da boyle buyurduğunu soyluyorlar. KÂfirler boyle inandıkları icin değil, Zumer suresinin 3.Âyetinde bildirilen, (Allah’tan başkalarını dost edinenler, onlar Allahu teÂlÂya şefaat ederek bizi yaklaştırırlar derler) meali şerifini soyledikleri icin kÂfir ve muşrik oluyorlar, diyorlar. Peygamberlerin, Evliyanın kabirlerinden şefaat, yardım isteyen muslumanlar da, boyle soyleyerek muşrik oluyorlarmış.
Abdulvehhab oğlunun, bu Âyet-i kerimeyi ileri surerek, muslumanları kÂfirlere, muşriklere benzetmesi, cok curuk, ahmakca ve gulunc bir şeydir. Cunku, kÂfirler, şefaat etmeleri icin putlara tapınıyorlar. Allahu teÂlÂyı bırakıp, dileklerini yalnız putlardan istiyorlar. Allahu teÂlÂnın Âlemlere rahmet olarak gonderdiği Muhammed aleyhisselama ve getirdiği İslam dinine inanmıyorlar. Biz Muslumanlar ise, Allah’a ve Resulune iman ediyor, getirdiği İslam dinine inanıyoruz. Zaten buna iman ettiğimiz icin musluman oluyoruz. İman edenler ile putlara tapan muşrikler hic mukayese edilebilir mi? Hic birbirine benzetilebilir mi? Ustelik bu muşrikler, Peygamber efendimize iman etmemekle kalmayıp, Ona ve iman eden muslumanlara her turlu eziyeti yapmış, sayısız harpler etmişlerdi. Biz, Peygamberlere, Evliyaya tapınmıyor, her şeyi yalnız Allah’tan bekliyoruz. Evliyanın vasıta, vesile olmasını istiyoruz. Âlemlere rahmet olarak gonderilen en sevgili kul, en buyuk Peygamber Muhammed aleyhisselamın şefaat etmesini istiyoruz.
KÂfirler, putlarının diledikleri gibi şefaat edeceklerine, her dilediklerini Allah’a mutlaka yaptıracaklarına inanıyorlar. Biz Muslumanlar ise, Allahu teÂlÂnın, sevdiği kullarına şefaat icin izin vereceğini, sevdiklerinin şefaatlerini ve dualarını kabul edeceğini, Kur’an-ı kerimde bildirdiği icin, Kur’an-ı kerimde bildirilen bu mujdeye inandığımız, iman ettiğimiz icin, Allahu teÂlÂnın sevgilisi olan yuce Peygamberimizden, sevgili kulları Evliyadan şefaat ve yardım istemekteyiz.
KÂfirlerin putlara tapınması ile, muslumanların Evliyadan yardım istemeleri birbirine benzetilemez. Bir musluman ile bir kÂfir, gorunuşte hep insandır. İnsanlıkları birbirlerine benzemektedir. Fakat, musluman, Allahu teÂlÂnın dostudur. Sonsuz Cennette kalacaktır. KÂfir olan ise, Allahu teÂlÂnın duşmanıdır. Sonsuz Cehennemde kalacaktır. Gorunuşte birbirlerine benzemeleri, hep aynı olacaklarına senet olamaz. Allahu teÂlÂnın duşmanı olan putlara, heykellere yalvaran ile, Allahu teÂlÂnın sevgili Peygamberine ve veli kullarına yalvaranlar, gorunuşte benzeyebilirler. Fakat, putlara yalvarmak, Cehenneme goturur. Peygambere ve Evliyaya yalvarmak ise, Allahu teÂlÂnın af etmesine, merhamet etmesine sebep olur. (Allahu teÂlÂnın sevdiği kulları hatırlanırsa, Allahu teÂl merhamet eder) hadis-i şerifi meşhurdur. Bu hadis-i şerifi, aşağıda diğer maddelerde tekrar bildireceğiz. Peygamberlere, Evliyaya yalvarınca, Allahu teÂlÂnın merhamet edeceğini, af buyuracağını bu hadis-i şerif de gostermektedir.
Muslumanlar, Peygamberlerin, Evliyanın ilah, mabud, Allahu teÂlÂya şerik, ortak olmadıklarına inanır. Bunların, Allahu teÂlÂnın aciz kulları olduklarına, ibadete, tapınmaya, yalvarmaya hakları olmadığına inanır. Allahu teÂlÂnın sevdiği, dualarını kabul eylediği kulları olduğuna inanır. Maide suresi, 35.Âyetinde mealen, (Bana yaklaşmak icin vesile arayınız) buyuruldu. Salih kullarımın dualarını kabul ederim, dileklerini veririm buyuruyor. Buhari’de ve Muslim’de ve Kunuz-ud-dekaık’te bulunan hadis-i şerifte, (Elbet, Allahu teÂlÂnın oyle kulları vardır ki, bir şey icin yemin etse, Allahu teÂlÂ, o şeyi yaratır. Onu yalancı cıkarmaz) buyuruldu. Muslumanlar, bu Âyet-i kerimelere ve hadis-i şeriflere inandıkları icin, Peygamberi ve Evliyayı vesile yapmakta, onlardan dua ve yardım beklemektedir.
Evet, kÂfirlerin bir kısmı, putlarının, heykellerinin yaratıcı olmadıklarını, her şeyi Allahu teÂlÂnın yarattığını soyluyorlar ise de, putların tapınmaya hakları vardır, onlar dilediğini yaparlar ve Allah’a da yaptırırlar diyorlar. Putlarını Allah’a şerik, ortak yapıyorlar. Bir kimse, dunyada başkasından yardım istese, bana elbette yardım yapar, onun her istediği kesinlikle olur dese, bu kimse kÂfir olur. Fakat, benim işim onun istemesi ile kesinlikle olmaz. O bir sebeptir. Allahu teÂl sebebe yapışanları sever. Sebeple yaratmak Onun Âdetidir. Sebebe yapışmış olmak icin, bundan yardım istiyorum, dileğimi Allah’tan bekliyorum. Peygamber efendimiz de sebeplere yapışmıştır. Sebebe yapışmakla, o yuce Peygamberin sunnetine uymuş oluyorum diyerek birinden yardım isteyen kimse sevap kazanır. İşi olursa, Allahu teÂlÂya hamd eder. İşi olmazsa, Allahu teÂlÂnın kazasına, kaderine razı olur.
KÂfirlerin puta tapması, muslumanların Peygamberden, Evliyadan dua, şefaat, yardım istemelerine benzemez. Aklı olan, doğru duşunebilen, bu ikisini birbirine benzetmez. Birbirinden başka olduklarını iyi anlar. Zararı ve faydayı yaratan, ancak Allahu teÂlÂdır. Ondan başkasının tapınmaya hakkı yoktur. Hicbir Peygamber, hicbir Veli ve hicbir mahluk, hicbir şey yaratamaz. Allah’tan başka yaratıcı yoktur. Yalnız Allahu teÂlÂ, Peygamberlerinin, Velilerinin, salih kullarının, yani sevdiği kullarının isimlerini soyleyenlere, onları vesile edenlere merhamet eder. Dilediklerini verir. Boyle olduğunu, kendisi ve sevgili Peygamberi haber vermiştir. Bu haberlere uyarak muslumanlar da boyle inanmaktadır.
Muşrikler, kÂfirler ise, putların bir şey yaratmadığını bildikleri halde, putları ilah ve mabud biliyorlar. Putlara tapınıyorlar. Kimisi uluhiyyette muşrik oluyor. Kimisi de, ibadette muşrik oluyorlar. (Putlarımız bize şefaat edecektir. Allah’a yaklaştıracaktır) dedikleri icin, muşrik olmuyorlar. Putları mabud bildikleri icin, putlara tapındıkları icin muşrik oluyorlar.
Peygamber efendimiz, (Bir zaman gelecek, kÂfirler icin gelmiş olan Âyet-i kerimeleri, muslumanları kotulemek icin vesika olarak kullanacaklardır) buyurdu. Başka bir hadis-i şerifte, (En cok korktuğum şey, Âyet-i kerimeleri Allahu teÂlÂnın dilemediği yerlerde kullanacak kimselerin ortaya cıkmasıdır) buyurdu. Bu hadis-i şeriflerin ikisini de Abdullah bin Omer “radıyallahu anhuma” bildirdi. Bu iki hadis-i şerif, mezhepsizlerin, zındıkların tureyeceklerini ve kÂfirleri bildiren Âyet-i kerimelerin muslumanlar icin geldiğini soyleyeceklerini, Kur’an-ı kerime iftira edeceklerini bildirmektedir.
Muminler, Allahu teÂlÂnın sevdiğine inandıkları kimselerin mezarlarını ziyarete gidiyorlar. Allahu teÂlÂnın sevdiği kullarını vasıta, vesile ederek, Allahu teÂlÂya yalvarıyorlar. Peygamber efendimiz ve Eshab-ı kiram da boyle yaparlardı. Peygamber efendimiz, (Ya Rabbi, istediklerini vermiş olduğun kullarının hakkı icin, hurmeti icin senden istiyorum) duasını okurdu. Bu duayı Eshabına oğretir ve okumalarını emrederdi. Muminler de, boyle dua etmektedir.
Hazret-i Ali’nin validesi olan Fatıma binti Esed vefat edince, Resulullah kabre koydu ve (Ya Rabbi, bana annelik yapan Fatıma binti Esedi af eyle! Peygamberinin ve benden once gelmiş olan Peygamberlerinin hakkı icin, ona rahmetini bol eyle) diye dua eyledi. Gozlerinin acılması icin dua isteyen birine, iki rekat namaz kılmasını, sonra (Ya Rabbi, kullarına merhamet ederek gondermiş olduğun Peygamberin Muhammed aleyhisselamın hurmeti icin, Onu vesile ederek, senden istiyorum. Sana yalvarıyorum. Ya Muhammed “aleyhisselam”! Seni vesile ederek, duamı kabul edip, dileğimi ihsan etmesi icin Rabbime yalvarıyorum. Ya Rabbi, duamın kabul olması icin, o yuce Peygamberi bana şefaatci eyle) duasını okumasını emir buyurdu.
Âdem aleyhisselam, yasak edilen ağactan yiyerek, (Seylan) yani Serendib adasına indirilince, (Ya Rabbi, oğlum Muhammed aleyhisselam hurmetine beni af et) duasını yaptı. Allahu teÂl da, (Ey Âdem, Muhammed aleyhisselamı vesile ederek, yerdekiler ve goktekiler icin şefaat isteseydin, şefaatini kabul ederdim) buyurdu.
Hazret-i Omer, Hazret-i Abbas’ı beraber goturup, onu vesile ederek, yağmur duası yapmış, duası kabul olmuştur.
Gozlerinin acılmasını isteyen birine, okuması emrolunan duada, (Ya Muhammed! Seni...) demek, Evliyayı vesile ederken ismini soyleyerek yalvarmanın caiz olduğunu gostermektedir.
Eshab-ı kiramın ve Tabi’inin hayatını bildiren kitaplar, kabir ziyaretinin ve ismini soyleyerek şefaat istemenin ve meyyiti vesile kılmanın meşru ve caiz olduğunu gosteren vesikalarla doludur.
İbni Hacer-i Hiytemi’nin Minhac şerhi olan Tuhfe kitabına haşiyeleri ile meşhur Muhammed bin Suleyman şafi’i, Abdulvehhab oğlunun bozuk ve sapık bir yolda olduğunu, Âyet-i kerimelere ve hadis-i şeriflere yanlış manalar verdiğini, vesikalarla ispat etmiştir.
Kitabında şoyle demektedir:
(Ey Abdulvehhab oğlu! Muslumanlara dil uzatma, sana Allah rızası icin nasihat ediyorum. Allah’tan başka yaratıcı olduğunu soyleyen varsa, ona doğruyu bildir! Vesikalar gostererek onu doğru yola cevir! Muslumanlara kÂfir denilemez! Milyonlara kÂfir dememek icin, bir kişiye kÂfir demek daha doğru olur. Suruden ayrılan koyunun tehlikede olduğu muhakkaktır. Nisa suresinin (Doğru yol gosterildikten sonra, Peygambere uymayan, imanda ve amelde muminlerden ayrılan kimseyi, kufur ve irtidadda bırakır ve Cehenneme atarız) mealindeki 115. Âyet-i kerime, Ehl-i sunnet ve cemaatten ayrılmış olanların halini gostermektedir.)
Kabir ziyaretinin caiz ve faydalı olduğunu bildiren hadis-i şerifler, pek coktur. Eshab-ı kiram ve Tabi’in-i izam, Peygamber efendimizin mubarek turbesini ziyaret ederlerdi. Bu ziyaretin nasıl yapılacağını ve faydalarını bildirmek icin kitaplar yazılmıştır.
Bir Veliyi vesile ederek dua etmek, ismini soyleyerek ondan yardım istemek, hic zararlı değildir. İsmi soylenen zatın, tesir edeceğine, istenileni elbet yapacağına, gaybları bileceğine inanmak kufur olur. Muslumanlar boyle inanmıyor ki, kotulenebilsin. Musluman, Allahu teÂlÂnın sevgili bir kulundan, yalnız vesile olmasını, şefaat etmesini, dua etmesini ister. İstenileni yaratan yalnız Allahu teÂlÂdır. Maide suresi, 27.Âyetinde mealen, (Mutteki kullarımın duasını kabul ederim) buyuruldu. Bunun icin, sevdiklerinden dua istenir. Meyyitten, istekleri vermesi değil, Allahu teÂlÂnın vermesine vasıta olması istenir. Vermesini istemek caiz değildir. Muslumanlar bunu istemez. Verilmesi icin vasıta olmasını istemek caizdir. İstigase ve İstişfa ve Tevessul kelimeleri de, hep vasıta, vesile olmayı istemek demektir.
Her şeyi yaratan, yapan yalnız Allahu teÂlÂdır. Bir şeyi yaratmak icin, başka bir mahlukunu vasıta ve sebep yapması, Allahu teÂlÂnın Âdetidir. Allahu teÂlÂnın bir şeyi yaratmasını isteyenin, o şeyin yaratılmasına vesile olan sebebe yapışması lazımdır. Peygamberler hep sebeplere yapışmışlardır.
Allahu teÂl sebebe yapışmayı ovmektedir. Peygamberler sebeplere yapışmayı emir etmektedir. Dunyadaki olaylar, hadiseler de, sebebe yapışmanın lazım olduğunu gostermektedir. Bir şeye kavuşmak icin, o şeyin sebebine yapışılır. O sebebi, o şeye sebep yapan ve insanın o sebebe yapışmasını sağlayan, o sebebe yapıştıktan sonra, o şeyi yaratan, hep Allahu teÂl olduğuna inanmak lazımdır. Boyle inanan bir kimse, bu sebebe yapışmakla, o şeye kavuştum diyebilir. Bu sozu, o şeyi sebep yarattı demek değildir. Allahu teÂlÂ, o şeyi bu sebeple yarattı demektir. Mesela (İctiğim ilac ağrımı kesti), (Seyyidet Nefise hazretlerine adak yapınca, hastam iyi oldu), (Corba beni doyurdu), (Su, hararetimi giderdi) sozleri, bu şeylerin hep vesile ve vasıta olduklarını gostermektedir. Bunlar gibi konuşan muslumanlar, yukarıda bildirdiğimiz gibi inanmaktadır. Boyle inanana kÂfir denemez. Vehhabiler de, diri olandan, yanında bulunandan bir şey istemek caizdir diyor. Birbirlerinden ve hukumet memurlarından cok şey istiyorlar. Vermeleri icin yalvarıyorlar. Uzakta olandan ve oluden istemek şirktir, diriden istemek şirk olmaz diyorlar. Ehl-i sunnet Âlimleri ise, biri şirk olmayınca, oteki de şirk olmaz diyor. Aralarında fark yoktur diyor.
Her musluman, imanın, İslam’ın şartlarına, farzların farz olduklarına ve haramların haram olduklarına inanmaktadır. Her muslumanın, yaratıcı, yapıcı yalnız Allah olduğuna, Allah’tan başkasının yaratmadığına inanmış oldukları da meydandadır. Namaz kılmayacağım diyen bir muslumanın, şimdi veya burada kılmayacağım veya kılmış olduğum icin kılmayacağım demek istediği anlaşılır. Ben hic namaz kılmak istemiyorum demek istiyor diye, kimse buna dil uzatamaz. Cunku, soz sahibinin musluman olması, ona kufur, şirk damgasını vuracak dilleri kesmektedir. Kabir ziyaret eden, meyyitten yardım, şefaat isteyen, şu işim olsun diyen bir muslumana, kufur, şirk damgasını basmaya kimsenin hakkı yoktur. Bu sozleri soyleyenin veya kabir ziyaret edenin, ya Resulallah, bana şefaat et diyenin musluman oluşu, bu sozlerinin ve işlerinin caiz ve meşru olan imanla ve duşunce ile olduğunu gostermektedir.
Yukarıdaki bilgiler iyi anlaşılır ve iyi duşunulurse, Abdulvehhab oğlunun inancları ve yazıları temelinden yıkılmış ve curutulmuş olur. Bununla beraber, bozuk yolda olduğunu, muslumanlara iftira ettiğini ve İslamiyet’i icten yıkmaya calıştığını vesikalarla ispat eden cok sayıda kitap yazılmıştır.
Zebid muftusu Seyyid Abdurrahman, vehhabilerin bozuk yolda olduğunu gostermek icin (Arabistan’ın doğu tarafından kimseler cıkar. Kur’an-ı kerim okurlar. Fakat, Kur’an-ı kerim boğazlarından aşağı inmez. Ok yaydan cıktığı gibi dinden cıkarlar. Yuzlerini kazırlar) hadis-i şerifi yetişir buyuruyor. Başı, yanakları tıraş etmeyi, Abdulvehhab oğlunun kitapları emir etmektedir. Diğer sapık fırkaların hic birinde boyle bir emir yoktur.
Vehhabilikten onceki muslumanlar kÂfirmiş!
Suud bin Abdulaziz, Mekke’ye ve Medine’ye hucum ettiği zaman Resulullah efendimizin turbesinden başka, Eshab-ı kiramın ve Ehl-i beytin ve Evliyanın ve Şehidlerin turbelerinin hepsini yıktılar. Kabirleri, belirsiz hÂle getirdiler. Resulullah efendimizin mubarek turbesini de yıkmaya başladılar ise de, eline kazma alanın aklına veya bedenine sakatlık geldiğinden bu cinayeti işleyemediler. Medine’ye girdikleri zaman, Suud, muslumanları bir araya toplayıp, (Vehhabilik gelmesi ile, dininiz şimdi tamam oldu. Allah sizden razı oldu. Babalarınız kÂfir idi, muşrik idi. Onların dinlerine uymayınız! Onların kÂfir olduklarını herkese anlatınız! Resulullahın turbesi onunde durup, Ona yalvarmak yasaktır. Turbenin onunden gecerken, Esselamu Âla Muhammed denir. Ondan şefaat istenmez) gibi, muslumanları kotuleyen şeyler soyledi.
Suud, carşılarda, pazarlarda, sokaklarda, adamlar bağırtıp, (Suud’un dinine giriniz! Onun geniş olan golgesine sığınınız!) dedirtti. Muslumanları Abdulvehhab oğlu Mehmed’in dinine sokmaya zorladı.
Suud bin Abdulaziz, her tarafa zulum, işkence ateşlerini yağdırdığı sırada, Ehl-i sunnet Âlimlerinden birini cağırıp, (Peygamber mezarında diri midir? Yoksa bizim inancımıza uygun olarak, herkes gibi olu mudur?) deyince, (Resulullah bizim bilmediğimiz bir hayatla diridir) cevabını aldı. Suud’un bu suali sorması, onun cevap veremiyeceğini duşunerek, işkence ile oldurmek icindi. (Peygamberin, kabrinde diri olduğunu, bize goster de sana inanalım. Sacma sapan sozlerle cevap verirsen, benim hak dinimi kabul etmemekte inatcı olduğun anlaşılacağından, seni oldururum) dedi. Ehl-i sunnet Âlimi, (Dışarıdan bir şey gosterip de seni inandırmaya calışmayacağım. Geliniz, birlikte Medine-i munevvereye gidelim! (Muvacehe-i saadet) penceresi onunde duralım. Ben selam vereyim. Selamıma cevap verirse, inanırsın. Resulullah efendimizin, Kabri saadetinde diri olduğunu, selam verenleri işittiğini ve cevap verdiğini anlamış olursun. Selamıma cevap verilmezse, benim yalancı olduğum anlaşılır. Bana istediğin cezayı verebilirsin) dedi. Suud, bu sozleri işitince, Ehl-i sunnet Âlimini salıverdi. Suud, bu cevaba cok kızmıştı. Cunku, bu işi yapsaydı, kendi inancına gore, kendisi de kÂfir, muşrik olurdu. Şaşırıp kaldı. Cunku, buna karşılık verebilecek bir bilgisi yoktu. Rezil olmamak icin, Âlimi serbest bıraktı. Sonra, kendi adamlarından birine, bu hocayı bulup oldureceksin ve olum haberini bana hemen bildireceksin dedi. Allahu teÂlÂnın takdiri ile, bu vehhabi bir yoluna getirip de, o zatı olduremedi. Bu korkunc haber, ağızdan ağza, o zata kadar ulaştı. Bu mucahid zat, artık Mekke’de bulunmanın doğru olmayacağını duşunerek, başka yere hicret etti.
Suud, mucahid zatın Mekke’den cıktığını haber aldı. Arkasından kiralık katil gonderdi. Bu katil, (Bir Ehl-i sunneti oldureceğim, cok sevap kazanacağım!) diyerek, gece gunduz durmadan gitti.
Mucahid zata yetişti ise de, o zat, biraz once kendi eceli ile vefat etmiş idi. O zatın devesini bir ağaca bağlayıp, su aramak icin, bir kuyu başına gitti. Gelince, yalnız deveyi gordu. O zatı bulamadı. Suuda gidip olanları soyledi. Suud, (Evet, evet! Ben o zatın zikir ve tesbih ile goklere cıkarıldığını ruyada gordum. Nur yuzlu kimseler, bu cenaze filan zattır. Ahir zaman Peygamberine durust inandığı icin, cenazesi semaya kaldırıldı dediğini işittim) cevabını verince, (Beni boyle mubarek bir zatı oldurmek icin, gonderirsin. Allahu teÂlÂnın ona olan ihsanını gorduğun halde, bozuk inancını duzeltmezsin) diyerek sovup saydı. Kendi tevbe etti. Suud, adamının bu sozlerine kulak bile vermedi.
Suud, Medine ahalisini Mescid-i Nebiye toplayıp, Mescid kapılarını kapatıp, kursuye cıktığı zamanda ise şoyle demişti:
(Ey cemaat! Size nasihat vermek ve emirlerime uymanızı tembih etmek icin buraya topladım. Ey Medine ahalisi! Bugun dininiz tamam oldu. Musluman oldunuz. Allah’ı sevindirdiniz. Artık babalarınızın, dedelerinizin bozuk olan dinlerine ozenmeyiniz! Allah’ın onlara rahmet etmesi icin dua etmeyiniz! Onların hepsi şirk uzere olduler. Muşrik idiler. Allah’a nasıl ibadet edeceğinizi, nasıl dua edeceğinizi, din adamlarımıza verdiğim kitaplarda bildirdim. Din adamlarımın bildirdiklerine uymayanlarınız olur ise, mallarınızın ve eşyanızın, cocuklarınızın ve kadınlarınızın, kanınızın, askerim icin mubah olduğunu biliniz! Hepinizi zincire bağlayıp, işkence yapacaklar ve oldureceklerdir. Peygamberin turbesi onunde, dedelerinizin yaptığı gibi salat ve selam soylemek icin saygı ile durmak, vehhabilik dininde yasaktır. Turbe onunde durmayıp, gecip gitmeli. Giderken yalnız, (Esselamu ala Muhammed) demelidir. Peygambere saygı, imamımız Muhammed bin Abdulvehhab’ın ictihadına gore bu kadar yetişir.)
Aslında birkac satırını yazdığımız sozlerinde, bunların ne derece sapık oldukları acıkca gorulmektedir. Vehhabiler, Âdem aleyhisselamın peygamber olduğuna inanmadıkları icin ve butun muslumanlara muşrik yani kÂfir dedikleri icin, kÂfir olmaktadır. Turkiye’deki vehhabiler kendilerine selefiye demektedirler. Selefiye, vehhabiliğin kamufle adıdır. [Selefiyecilik nedir maddesine bakınız]
Aşağıda yazacağımız inanclara sahip olanlar vehhabidir.
Vehhabilerin uc temel inancı
Abdulvehhab oğlunun Kitab-ut tevhid ve torununun buna yaptığı Feth-ul mecid adındaki şerhde, 250’den fazla bozuk inanışları vardır. Bunların temeli, uc meseledir.
Diyorlar ki:
1- Amel [ibadet], imanın parcasıdır, azalır coğalır. Bir farzı yapmayan, mesela farz olduğuna inandığı halde, tembellikle namaz kılmayan kÂfir olur. Bu oldurulur, malları vehhabilere taksim edilir.
2- Peygamberlerin ve Evliyanın ruhlarından şefaat isteyen, bunların mezarını ziyaret edip, bunları vesile ederek dua eden kÂfir olur. Kabirde olandan işitmeyenden dua istemek şirktir. Olu ve uzakta olan diri, işitmez ve cevap vermez. Bunların fayda ve zararları olmaz. Olmuş peygamberden de bir şey istemek şirktir.
3- Mezarlar uzerine turbe yapmak ve turbelerde namaz kılmak ve olulerin ruhlarına sadaka adamak, caiz değildir. Haremeyn halkı şimdiye kadar kubbelere, duvarlara tapındı. Sunniler ve Şiiler bunun icin muşriktir. Bunları oldurmek, mallarını yağma etmek helaldir, kestikleri leş olur.
Diğer yanlış inanclarından bazıları:
1- Bir Mezhebe uymayı kabul etmezler.
2- (Turbelerdeki Evliyaya tevessul etmek, şirktir. Peygamberlerin ve Evliyanın mezarlarına turbe yaptırmak, Allah’tan başka şeylere tapınmaktır. Her turbe puthanedir. Bunların coğu Lat ve Uzza putları gibidir. Muslumanların coğu muşrik oldu) derler.
3- Şefaate inanmazlar.
4- Keramete inanmazlar.
5- Tasavvufa inanmazlar. Bu konuda şoyle diyorlar:
(Tasavvufun başlangıcı, Hind yahudilerinin bir oyunudur. Eski yunanlılardan alınmıştır. Tasavvufcular, şirk ve kufur uzeredir. Bunların kitapları, Ebu Cehlin hatırlarına gelmeyen şirk ile doludur. Murid şeyhine tapınıyor. Evliyanın mezarlarını putlaştırıyorlar. Onlara tapınıyorlar. Mısırlıların en buyuk mabudları Ahmed Bedevidir. Muhyiddin-i Arabi, yeryuzunun en buyuk kÂfiridir.)
6- Allahu teÂl icin adak yapmak ve hayvan kesmek ve bunların etlerini fakirlere dağıtıp, sevaplarını Peygamberlere ve Evliyaya hediye etmek şirk diyorlar.
7- Resulullahı ovmeye, Ondan şefaat istemeye şirk, boyle yapan muslumanlara muşrik, yani puta tapan kÂfir damgasını basarlar. (Oluler kendilerine soylenileni duymazlar. Oluden dua, şefaat istemek, ona tapınmak olur. Mescid-i nebeviye namaz kılmak icin girenin, selam vermek icin, kabre gitmesi, Hucre-i saadeti ziyaret icin, uzak yerlerden gelmek yasaktır) derler.
Resulullahı metheden imam-ı Busayri’nin (Kaside-i burde)sinden ornek vererek: (Bu sozler Allah’tan başkasına guvenmek, mahluku buyultmektir. Şirktir) derler.
8- (Arş kadimdir), (Allah Arş'ın uzerinde oturur, kendisi ile beraber oturması icin Resulullaha da yer bırakır) derler.
9- Sebeplere yapışmaya, vesileye, tevessule şirk derler.
Not: Butun bu bozuk inanc ve iddialarına diğer maddelerde cevap verilmiştir.
İbahilik nedir?
Sual: Vehhabilik, selefilik adı altında sinsice hızla yayılıyor. Mezhep, Âlim falan tanımıyorlar. Vehhabi olmayana kÂfir diyorlar. Vehhabilikten once olenlerin de muşrik yani kÂfir olarak olduklerini soyluyorlar. İslam Âlimleri Vehhabilerin kÂfir olduklarını bildirmiş midir?
CEVAP
Vehhabiliği ingilizler kurdurmuştur. Vehhabilerin kÂfir olduklarına dair bir cok kitap yazılmıştır.
Ahmed bin Seyyid Zeyni Dahlan, Mekke’nin muftisi ve reis-ul-uleması ve Şafii şeyhul-hutebası idi. Bircok eserleri olup, (Hulasat-ul-kelam fi beyani umerail beledil-haram), (Firreddi alel-vehhabiyyeti-etba-ı mezhebi İbni Teymiyye) ve (Ed-Durer-us-seniyye) kitaplarında Vehhabilerin icyuzlerini acıklamakta, yanlış yolda, sapık olduklarını Âyet-i kerime ve hadis-i şeriflerle gostermektedir.
Yusuf Nebhani’nin (Şevahid-ul-hak) kitabında, ikinci Abdulhamid hanın bahriye mirlivası [amirali] Eyyub Sabri Paşanın (Tarihi Vehhabiyan) ve (Mirat-ul-Haremeyn) kitaplarında da ic yuzleri yazılıdır.
İbni Abidin’in ucuncu cildinde bagileri anlatırken ve (Nimet-i İslam) kitabının nikah bahsinde, Vehhabilerin ibahi yani dinsiz oldukları acıkca yazılıdır.
İbni Âbidin hazretleri buyuruyor ki:
Vehhabiler, kendilerini Musluman sayıp, vehhabilere muhalif olanların muşrik olduğuna inanırlar. Bundan dolayı Ehl-i sunneti ve Ehl-i sunnet Âlimlerinin oldurulmesini mubah gorurler. (Redd-ul-muhtar)
Nimet-i İslam kitabını her yerde bulmak mumkundur. Bu kitapta Hıristiyan ve Yahudi kadınlarla evlenmek caiz olduğu bildirilirken Vehhabilerle evlenmenin caiz olmadığı bildiriliyor. Şirk sebebiyle muharremattan olanlar bahsinde bÂtıniyye ile evlenmenin haram olduğu bildirildikten sonra, 1 numaralı dipnotta deniyor ki:
(BÂtınıyye ki, onlara Talimiyye ve İsmailiyye ve İbahiyye dahi denir. Son asırlarda onlar vehhabiyye ismini almışlardır Ve din kisvesi icre, oteden beri dinsiz oldukları halde ehl-i dine ihanet ede gelmişlerdir.)
Not: Nimet-i İslam kitabı, herkes tarafından en sahih ilmihal olarak kabul edilmektedir. Mezhepsizler bile bu kitabı ovmektedir. Mezhepsizliği savunmak icin (Mezhepsizlik Yaygarası) isimli kitap yazan muteveffa Ahmet Gurtaş bile, adı gecen yaygarasında Nimet-i İslam icin "Şaheser" tabirini kullanmıştır. İbni Âbidin hazretlerinin Redd-ul-muhtar kitabı ise en sahih, en kıymetli fıkıh kitabıdır.
KÂfir mi, bidat sahibi mi?
Sual: Vehhabiler icin, Herkese Lazım Olan İman kitabında, bidat sahibi denirken, İslam Ahlakı kitabında ise, kÂfir deniyor. Bu fark nereden ileri geliyor?
CEVAP
Konular anlatılırken, bunların o hususlardaki bazı iddia ve inanışları kufur oluyor, bazıları bid’at oluyor. Kufur olan inanışları yuzunden kÂfir, bid’at olan inanışları yuzunden bid’at ehli deniyor. Mesela, (Peygamberler, kabirlerinde, namaz kılarlar) gibi hadis-i şerifleri tevil ediyorlar, bu konularda bid’at ehli oluyorlar. (Herkese Lazım Olan İman)
İdris, Şit ve Âdem aleyhimusselamın peygamber olduklarını inkÂr ettikleri icin ve Muslumanlara muşrik dedikleri icin kÂfir olurlar. (İslam Ahlakı)
Vehhabilerin kÂfir oldukları, Nimet-i İslam kitabının nikah bahsinde de yazılıdır.
İngilizlerin adamı
Sual: (İngiliz Casusunun İtirafları) isimli kitabı eleştiren bir Vehhabi, (Vehhabiliği İngilizler kurmadı) diyor. Vehhabiliğin kurucusu Muhammed bin Abdulvehhab icin, (İngilizlerin adamı değildir) derken, İbni Suud icin, (Modern Suudî Arabistan’ın kurucusu olan ve Muhammed bin Abdulvehhab’ın yolunu sahiplenen İbni Suud'un, İngilizlerin adamı olduğu bir gercektir) ifadesini kullanıyor. Bu acık bir celişki değil mi? Vehhabiliği İngilizler kurmamışsa, İngilizlerin adamı olduğunu Vehhabilerin bile kabul ettiği İbni Suud, nasıl olur da, Vehhabiliği sahiplenip onu devam ettiriyor?
CEVAP
Minareyi calan kılıfını hazırlamaya calışsa da, mızrağı cuvala sığdıramamışlar. Vehhabiliğin bid’at bir fırka olduğunu Ehl-i sunnet Âlimleri ceşitli kitaplarında bildirmiştir. Bu kitapların isimleri sitemizde vardır.
__________________
Vehhabilik nedir [Ayrıntılı anlatım]
Dini Bilgiler0 Mesaj
●20 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Eðitim Forumlarý
- Ýslami Bilgiler
- Dini Bilgiler
- Vehhabilik nedir [Ayrıntılı anlatım]