AhlÂk; Arapca'da yaratma, yaratılış ve yaratılmış gibi manalara gelen ve halk ile aynı kokten olan hulk veya hulûk kelimelerinin coğuludur. AhlÂk kelimesi Kur'an-ı Kerim'de gecmemekle beraber, hulk kelimesi biri gelenek, diğeri de ahlÂk ve huy manasında olmak uzere iki ayette gecmektedir.


Bu şekliyle, kavrama, İslam literaturunde verilen ıstılahı manalar icinde en uygun olanı, İmam Gazali'nin verdiği anlamdır. Ki onun yaptığı tanım şoyledir: Ahlak, insan nefsinde yerleşen oyle bir hey'st (meleke)dir ki, hic bir fiili zorlama olmaksızın, duşunup taşınmadan, bu meleke sayesinde kolaylıkla ve rahatlıkla ortaya cıkar. [1]


İfade edildiği bicim uzerine bu kavram, koklerini Yun-anca'da ethic, Fransızca'da morale deyimlerinden alır. Yunanca'da etos deyimi tore anlamında, Fransızca'daki morale deyimi ise yaşayan gelenek anlamında kullanılmıştır.


Hic şuphesiz islam, yeryuzunde Allah'ın iradesinin gercekleşmesini kendisine hedef edinmiş ve boylesi bir iradenin hakim kılınmasında mevcut siyasal yapıların ancak kendi denetiminde bulunmasıyla acıklanmıştır.


Bununla birlikte Kur'an'ı dikkatle inceleyen herkes, onun inmeye başladığı andan itibaren temel esprisinin yukarıda vurgusu yapılan siyasi boyutuyla butunleşen ahlaki ilkeler cercevesinde geliştiğini gorecektir. Aslında bu husus, Kur'an'ın yeryuzunde sozu edilen Allah'ın iradesini hakim kılma hedefinin hangi temellere dayanarak yaşanabileceğini de gostermesi bakımından cok onemlidir.


Kur'an, oluşturduğu ahlaki prensipleri birey ve toplum noktasında iki yonuyle işlemiş, kendi ahlak duşuncesinin sosyalleşmesini de, bu toplumu oluşturacak bireylerin Kur'ani olculer cercevesinde ahlaklanmasına bağlamıştır. Kur'an'ın uslubundan anlaşılan odur ki, soz konusu durum, ister bir toplumu değiştirmeye aday, isterse donuşmuş bir toplumun icinde yaşayan insanları kapsasın; değişmeyecektir. Siz başkalarına iyiliği emrederken kendinizi unutuyor musunuz? Bu şekliyle bireyin ahlaklanması, Kur'an'ın nihai olarak hedeflediği ahlakın; toplumsal bazda hayat bulmasının on koşuludur. Boylece Kur'anî ahlakı ozumsemiş olan musluman, islami duşunce ve pratiğin en temel guvencesini temsil eden kişi olacaktır.


Rahman'ın oyle kullarıdır ki yeryuzunde mutevazi olarak yururler, cahiller kendilerine laf atarsa selam derler, Onlar oyle kimselerdir ki, gecelerini Rablerine secde ederek (O'nun huzurunda) ayakta durarak gecirirler. Ki onlar: Rabbimiz, cehennemin azabını bizden oteye cevir, doğrusu onun azabı (insana sarılıp bir daha ayrılmayan) surekli bir azabdır, orası ne kotu bir karargah ve ne kotu bir makamdır! derler. Ve onlar ki harcadıkları zaman, ne israf ederler, ne de cimrilik ederler, (harcamaları, bu ikisinin arasında dengeli olur. Ve onlar Allah ile beraber başka ilaha yalvarmazlar, Allah'ın haram ettiği canı haksız yere oldurmezler ve zina etmezler. Kim bunları yaparsa gunahı(nın cezasını) bulur. Kıyamet gunu onun icin azap kat kat yapılır. Faydalı bir iş yapanlar, işte Allah onların kotuluklerini iyiliklere değiştirecektir, Allah cok bağışlayan, cok esirgeyendir. Kim (gunahlarından) tevbe eder ve faydalı iş yaparsa o, makbul bir kimse olarak Allah'a doner. Onlar ki yalan yere şahidlik etmezler (yalan konuşulan yerlerde bulunmazlar), boş laf (konuşanlar)a rastladıklarında vakarla (oradan) gecip giderler. Ve onlar kendilerine Rablerinin ayetleri hatırlatıldığı zaman, onlara karşı sağır ve kor davranmazlar. Ve onlar: Rabbimiz, bize gozler sevinci (gonuller acan) eşler ve cocuklar lutfeyle ve bizi (senin azabından) korunanlara onder yap derler. İşte onlar, sabretmelerine karşılık (cennetin en yuksek) oda(ları)yla mukafatlandırılacaklar ve selam ile karşılanacakladır. Orada ebedi kalacaklardır. Ne guzel karargah ve ne guzel makamdır orası!


Yukarıda verdiğimiz ayet mealleri, ahlaki vasıfların birey ve toplum noktasında formule edilişinin guzel orneklerini icermektedir. Ayetlerde ifadesini bulan ahlaki ozelliklerin uygulayıcısı, insanın kendisi olmakla birlikte Kur'an'ın, bunları inananlar topluluğunun genel umdeleri olarak belirtmesi anlamlıdır.


Gorulduğu uzere, Kur'an ahlakı her şeyden once, bireyi kuşatır. Bu, oylesine geniş bir sahadır ki -bir cok ayette de belirtildiği gibi- kişinin sadece Allah ile kendisi arasında gercekleşen ibadî davranışlarından, iktisadi tasarruflarına, hatta insanlarla olan ilişki bicimlerine varıncaya kadar onun yaşamsal etkinliklerinin tamamını kapsamaktadır, Kur'an'da defalarca belirtildiği uzere islami hayat, yaptırımlarını on gorduğu insandan alır. Bununla birlikte bu yaptırımların gercek hedeflerine ulaşması icin kişiden, davranışlarında ahlaki bir tutarlılık ve istikrar beklenir.


İslam cemaatinin ortak bir tavır icine girilmesini kıldığı hallerde kendisinden, topyekun bu tavrı gostermesi istenir. Muslumanların Mekke'den Medine'ye hicretleri sırasında, yapılması gerekeni yapmayıp, Mekke'de kalanların, Kur'an tarafından Onlar hicret edinceye kadar sizden değildir şeklinde dışlanması her şeyden once bu cercevede duşunulmelidir.


Kur'an davranışlarda istemiş olduğu bu tutarlılığı (iman ve salih amel) gercekleştirmek icin oncelikle birey, daha sonra da toplum noktasında hassas bir denge oluşturmuştur. İslam ahlakı, Kur'an'da ifade olunan bu butunluğun ancak onun istediği şekilde yaşanması ve yorumlanması ile canlılık kazanacaktır.


Takva, bunun en guzel orneklerinden biridir. Geleneksel anlayışta Allah korkusu şeklinde ozetlenmesine karşın, Kur'an butunluğunde bakıldığında kavramın; korkunun otesinde (kastettiğim, korku kavramının tek başına yetersiz kalacağıdır. Mesela, olum korkusu ya da Kurttan korkmak gibi) insanda gercekleşmesi hedeflenen, kulluk sorumluluğunun her yonuyle yansıtılması anlamına geldiği gorulmektedir.


"İman eder ve de takvayı korursanız, size buyuk ecir vardır." (3/Ali İmran, 19).


"Eğer iyilik eder ve takvayı da korursanız, bilin ki Allah işlediklerinizden haberdardır." (4/Nisa, 128)


O halde muttaki kişi; Allah katında makbul biri olmak icin gunahları, fuhşu, kotuluğu ve batıl inancı bırakan kişidir. Bu kişinin takvayla birlikte salih amele yonelmesi tek olan Allah'a inanıp onun hidayetine uyması gereklidir. [2]


Bu şekliyle tamamen ahlaki bir kavram olan takva, soyut değerlerden cok, hayattaki uygulama bicimiyle anlam kazanacaktır.


Takva, Kur'an'da vaaz edilen ahlaki butunluğu harekete gecirecek dinamik unsurlardan sadece bir tanesidir. İyiliği emretmek, kotuluklerden alıkoymak, hayırlarda yarışmak, her turlu şarta rağmen adil olabilmek şeklinde ozetlenebilecek ve her biri Kur'an tarafından değişmez esaslar olarak acıklanan bir cok husus, bu bağlamda duşunulebilir.


Kaldı ki islam; kendi kavram butunluğu icinde, insanlara bir hayat sistemi sunarken bile, bu sistemin başarısını, ozunde varolan bu dinamik unsurların işletilmesi sonucuna bağlamıştır.


İslam ahlakı, (erdin kendisinden başlayan ve giderek toplumsallaşan ileri bir harekete donuşur. Bu durum son derece tabiidir de. Cunku; insan, doğası gereği toplumsal bir varlıktır. Kur'an bunu Ey insanlar, biz sizi bir dişi ve bir erkekten yarattık ve birbirinizi tanımanız icin sizi milletlere, kabilelere ayırdık. şeklinde acıklamıştır.


Yani; insan, milletlere, kabilelere bağlılığı ile bilinen ve gruplar halinde yaşayan bir varlık olarak yaratılmıştır.3 Bu husus insana, ister istemez, dış cevresiyle ilgili bir dizi yukumluluk getirecektir.


İşte bunun İcin yukarıda işaret ettiğimiz, ferdin kendisini kuşatan ahlaki değerlerin de sosyalleşmesi gerekiyor ki; insanların bir diğeriyle ilişkileri uzerinde gercekleşen toplumsal hayatta, adil bir duzen oluşabilsin.


Boylece islam, kendisine has bjr ahlak anlayışıyla gerek laik, gerekse mistik (ceşitli isimler adı allında yaygınlık kazanması onun bu vasfını değiştirmeyecektir) anlayışlardan farklılaşır. Dini, hayatın icinden cekip; onu, Sezar'ın hakkı Sezar'a; Allah'ın hakkı Allah'a şeklinde bir iş bolumune donuşturen laiklik, ahlakî olanın mutlaka din ile ilgili olmadığını (dinden kaynaklanması gerekmediğini) hatta dine rağmen olabileceğini savunur.


Bugun toplumda kendi ic butunluğunden koparılan ahlak kavramının, sadece kumar oynamamak, zina etmemek duzeyine indirgenmesi ya da dinin hic bir emrini yerine getirmeyen bir insanın kendini, ...evet ama benim kalbim temiz ifadesiyle ahlaklı gorebilmesi, sozu edilen bu anlayışların tezahurudur.


Bununla beraber, dini, hayattan soyutlayan laik anlayışa canak tutarcasına ferdi toplumdan koparan, ona kendi kurtuluşunun ancak uzlete cekilip nefsiyle mucadele yolundan gectiğini oğutleyen mistik anlayışlar da islam'la uyuşmayacaktır. Ancak; ne gariptir ki islam duşuncesi gelişim sureci icerisinde bu eylemlerden kendini kurtaramamıştır. Bunun en somut ifadesi, bircokları tarafından hal ilmi olarak tanımlanan tasavvuftur. Burada ilginc olan bir diğer nokta, Kur'an'da İslam ahlakını oluşturacak esaslar yokmuş ya da yeterli değilmiş gibi insanların, islam ahlakının yaşanmasını, tasavvuf veya irfan denilen nazariyelerin ayrı başlıklar ya da kurum kulturleri allında yorumlamaya ve bicimlendirmeye calışmalarıdır.


Duşunsel temellerini hicri 2. asırdan itibaren oluşturmaya başlayan tasavvuf, ilk oluşum devirlerinde (gunun gelişen şartlarında) davranışlara yon veren eğilimlerin ve samimi bir dindarlığın tezahuru [4] olarak kabul edilse bile, daha sonraları giderek Hıristiyan, Yahudi, Gnostik ve hatta Budist ve Zerduşt kaynakların etkisi altında, kendi felsefî disiplinini oluşturmuştur. Kişinin kendini tamamıyla Allah'a adaması gibi ilk bakışta oldukca samimi gorunen bu disiplin, gelişim surecinde Allah'a doğru yapılan ruhani bir yolculuğa donuşmuş ve beşeri sıfatların, ilahi sıfatlarda yok olması şeklinde tanımlanan ve tasavvufun amentusu diyebileceğimiz oğretiyi (Vahdet-i Vucud Birlik) oluşturmuştur.


Bu durum, İslam'ın en temel esprileriyle tezat oluşturur. Başta Tevhid olmak uzere, Kur'an'ın butun kavramlarının bu oğretiyle yorumlanmasını savunan tasavvufun, İslam'ın gercekleştirmeyi hedeflediği ahlaki oluşumu temsil etmesi zaten mumkun değildir.


Tasavvuf, İslam'da varlığıyla, birliğiyle, eşi ve benzeri olmayan bir tek Allah duşuncesini, her şeyin hep birlikte Allah olmasına donuşturmuş olduğundan, ahlakı da Bir tek ahlak kanunu vardır. Bu "beni" inkar etmekle filizlenen ve ihsan ile gercekleşen cihan şumul sevgi kanunudur.5 gibi tek boyutlu ve humanist unsurları ağır basan, Kur'an dışı bir kalıba indirgemiştir.


Kur'an'ın ana ilkelerinin başında, yeryuzunde ahlaki bir toplumun oluşmasının geldiğini vurgulamıştık. Hz. Peygamber'den nakledilen bir haberde Ben ahlaki guzellikleri tamamlamak icin gonderildim sozu bunun en guzel orneğidir. Bu cercevede, Kur'an Rasulullah'ın ahlakı icin Muhakkak ki sen buyuk bir ahlak uzerindesin. (68/Kalem, 4) buyurmaktadır. Şuphesiz ki Peygamberimiz, ahlakını Kur'an'a bakarak oluşturmuştur. Ayette ifadesini bulan ahlaka ozel vurgu yapılması buyuk oluşu da bu sebepten oturudur. Hal boyle iken yapılacak en doğru hareket Kur'an'ın bize uymamız icin gosterdiği ornek insan Rasulullah (s)'ın yaptığı gibi, Kur'an'la ahlaklanmaktır. Cunku, bizim tum duşunsel ve ameli ihtiyaclarımızı Kur'an duzenlemiştir. Dahası o, birey ve toplum duzeyinde tum sorun ve beklentilerimizi kuşatacak bir enginliktedir.


"Biz onda hic bir şeyi eksik bırakmadık" (25/Furkan, 63-76)


Notlar:

1. Dr. Mustafa Cağrıcı, Ana Hatlarıyla İslam Ahlakı, s. 15, Ensar Neşriyat, İstanbul-1986.

2. Muhammed el-Behiy, Kur'ani Kavramlar, Yoneliş Yayınları, İstanbul-1998.

3. M. Mutahhari. Tarih ve Toplum, Yoneliş Yayınları, İstanbul-1989.

4. Fazlur Rahman, İslam, Selcuk Yayınları.

5. Dr. Mustafa Cağrıcı.a.g.e.

Kaynak: Haksoz Dergisi, Sayı: 2




Basri Işıksever
__________________