İmanın altı ruknu vardır. Bunlardan biri de kadere imandır. İnsan nasıl Allah (cc)'a, Meleklere, Kitaplara, Peygamberlere ve oldukten sonra dirilmeye inanmak zorunda ise, kadere de aynı şekilde inanmak zorundadır. Kadere imanı, imanın diğer rukunlerinden ayrı duşunmek mumkun değildir.
Kader, kelime olarak, olcme, takdir etme, bicime koyma ve şekillendirme gibi manalara gelir. Arapcada "Ka-de-ra", takdir etti, hisselere ayırdı ve herkese payını boluşturdu manasına gelirken bir de aynı kelimenin, "Guc yetirdi, muktedir oldu" gibi manaları vardır. Kelime "Tef il Babı"na nakledilince "Kad-de-ra" olur ki o zaman manası "Hukmetti, hukmunu gecirdi ve kazada bulundu" şeklinde olur. İşte kelimenin bu lugat manasından cıkış yaparak "Kader"e ıstılah olarak şoyle bir tarif getirmişlerdir:
"Kader, Allah (cc)'ın kaza olarak takdir ve hukmettiği şeydir" (1).
Aşağıda zikredeceğimiz Âyetler bu tarifi teyid eder mahiyettedir:
"Gaybın anahtarları O'nun kalındadır, onları ancak O bilir. Karada ve denizde olan her şeyi bilir. Duşen yaprağı, yerin karanlıklarında olan taneyi O bilir. Yaş kuru ne varsa hepsi "kitab-ı Mubin"dedir" (En'am, 6/59).
"De ki: "Allah (cc)'ın dilemesi dışında ben kendime bir zarar ve fayda verecek durumda değilim. Her ummet icin bir sure vardır; sureleri sona erince bir saat bile geciktirilmezler ve one de alınmazlar" (Yûnus, 10/49).
"Gokte ve yerde, gorulmeyen herşey şuphesiz Kitab-ı Mubin'dedir" (Neml, 27/75).
"Şuphesiz oluleri dirilten, işlediklerini ve eserlerini yazan Biz'iz. Herşeyi apacık bir kitapta saymışızdır" (Yasin, 36/12).
"(Ey şÃ‚nı yuce Nebi!) Doğrusu sana vahyedilen bu Kitap Levh-i Mahfuzda bulunan şanlı bir Kur'Ân'dır" (Burûc, 85/21-22).
"Doğru sozlu iseniz bildirin, bu azap sozu ne zamandır?" derler. De ki: "Onu bilmek ancak Allah (cc)'a mahsustur. Ben sadece apacık bir uyarıcıyım" (Mulk, 67/ 25-26).
Kaza ile kader bir yonuyle aynıdır. Diğer mÂnÂda ise, kader, Allah (cc)'ın takdiri, kaz ise, bu takdiri infaz ve yapılacak şeyi eda etmesi ve hukmu yerine getirmesi demektir. Kader, herşeyi daha olmadan evvel ilmî plÂnda ve ilmî vucûduyla Allah (cc)'a vermektir. Olma havası icine girmiş ve olma silsilesi arasında yerini almaya calışan eşya, levh-i mahfuzun istinsahları hÂlinde, levh-i mahv ve isbatta, yine Allah (cc)'ın ilmi dahilinde olmak şartıyla, mukerrem melekler vasıtasıyla yazılıp kaydedilmektedir. Bizler, mertebe mertebe bir kaderle karşı karşıya bulunmaktayız.
Kader, sonsuz ilme sahip, gecmiş, hÂl ve geleceği bir nokta gibi gorup, bilen ve esasen kendisi icin gecmiş, hÂl ve gelecek diye hicbirşey mevzu bahis olmayan CenÂb-ı Hakk'ın; mikro Âlemden makro Âleme, zerreler den sistemlere ve gelecekteki butun hayatıyla normo Âlem insana kadar en kucukten en buyuğe, butun kainatı ilmi planda, ilmî vucudlarıyla plÂnlayıp programlaması, tayin, tesbit, tasnif, takdir etmesi ve butun bunları tasan ve ilmî plÂndan alıp, irade, kudret ve meşiet plÂnına gecirmesi, hÂricî ve varlık Âleminde gostermesi adına olup bitecek herşeyi daha olmadan evvel Kitab-ı Mubin'de tesbit ve takdir etmesidir.
Kader, insanın kesbiyle Allah (cc)'ın yaratmasının mukÂrenet ve beraberliğidir. Yani insan, bir işe mubÂşeret edip, iradesiyle o işin icinde bulunur ve Allah (cc) dilerse o işi yaratır. İşte kader, ezelî ve sonsuz ilmiyle eşyÂyı olmadan evvel bilen Allah (cc)'ın yine olacakları daha olmadan evvel tesbit buyurmasıdır.
Demek oluyor ki, kaderi, ilm-i ilahinin bir unvanı olmasını nazara alarak, sadece bundan ibaret saymak doğru değildir. Saha olarak kader, CenÂb-ı Hakkın ilmi ile tayin ve takdiri demek ise de, fakat aynı zamanda o, Cenab-ı Hakk'ın Sem'i, Basar'ı, İrade ve Meşieti de demektir. Durum boyle olunca, kaderi inkÂr, CenÂb-ı Hakk'ın butun sıfatlarını inkÂr ile aynı mÂnÂya gelir. Onun icin pek cok ehl-i tahkik kader meselesini CenÂb-ı Hakk'ın ZÂt-ı Ulûhiyetini mutÂlÂa icinde ele almışlardır. Onlar: "Kader icin hususî bir bahis acmaya luzum yoktur. Zat-ı Ulûhiyetin ele alındığı yerde kader de ele alınmak zorundadır" demişlerdir. Bu duşunce, bir yonuyle kaderi, iman rukunleri arasında kabul etmemeyi işmam ettiğinden biz onlar gibi demiyoruz. Biz, nasıl Allah (cc)'a, Meleklere, Kitaplara, Peygamberlere ve Haşre iman var, kadere de aynı şekilde iman var, diyoruz. TÂ ki, icmali veya tafsili, şoyle veya boyle kaderi inkar manasına gelebilecek bir soz soylemiş olmayalım. Ama meselenin aslına gelince, İmam Ahmed b. Hanbel, "Kader, kudretten gelir" diyor. Binaenaleyh, kaderi inkÂr eden ZÂt-ı Uluhiyete ait pek cok şeyi de inkÂr eder. Ulûhiyet akidesi sarsık hÂle gelir ve butun duşunce sistemi tersyuz olur. Onun icin kader cok onemli bir mevzudur. Bu mevzuu, Ehl-i Sunnet duşuncesi icinde ele almayanlar hep sapıtmışlardır. Mutezile'nin rasyonalizması da, Cebriye'nin cebrî determinizması da hep bu sapıtma cumlesindendir.
KÂinatta, kader, plÂn, program, olcu ve denge hÂkimdir.
"Allah (cc) her dişinin rahminde taşıdığını, rahimlerin duşurduğunu ve alıkoyduğunu bilir. O'nun katında herşey bir olcuye goredir. Goruleni de gorulmeyeni de bilir buyuktur, yucedir. O'na gore, aranızdan sozu gizleyen ile acığa vuran ve geceye burunerek gizlenip gunduzun ortaya cıkan arasında fark yoktur" (Ra'd, 13/8-10).
"Hazinesi bizim katımızda olmayan hicbirşey yoktur. Biz onu ancak belli bir takdire gore indiririz" (Hıcr, 15/21).
"O goğu yukseltmiş ve mizanı vazetmiştir" (Rahman. 55/8).
Ayetleri bize, plÂn, program, olcu ve dengeyi anlatmaktadır.
KÂinatta oyle şÃ‚mil ve geniş dairede bir kader vardır ki, onun dışında hicbirşey tasavvur edilemez. KÂinatı yaratan Allah (cc) cekirdeğin catlamasından bahara, insanın doğuşundan yıldız ve galaksilerin doğuşuna kadar herşeyde muhît ilmiyle bir plÂn ve program tesbit buyurmuş ve bir kader tayin etmiştir ki, dunyanın dort bir yanındaki ilim adamları ve araştırmacılar, yuzbinlere ulaşan eserleriyle bu nizam, bu ahenk ve bu takdire tercuman olmaya calışmaktadırlar. Marks'ın bile cebrî bir determinizmden bahsettiği yerde, kÂinatta bir plÂn ve kaderin bulunduğunu dost-duşman, inanmış-inanmamış herkes kabul edecektir ve etmektedir. Gerci, İbn Haldun gibi bir kısım İslÂm muellifleri de bir nevi determinizmden bahsederler ve hatta bunu son donemlerin batı duşuncesinde, mesel Historizm'de olduğu gibi, toplum hayatına da teşmil ederler ama, biz Ehl-i Sunnet duşuncesi icinde bunu belli şartlara bağlar ve ancak bu şartlarla alıp değerlendirebilir, kabul edebiliriz. Bununla birlikte, insan iradesinin da dahil olduğu kullî bir kaderin herşeyde hÂkim bulunduğunu da soyleriz.
Bir saat veya bir bina yaparken dahî, once bîr plÂn ve proje cizer, fizibilite calışmasında bulunur ve hassas olculer ve cizgilerle ilerde ortaya cıkacak şeyin takdirÂtını yaparız. Oyle de, şu baş dondurucu sistemleri, atom alemiyle insanların kendi aralarında ve kendi iclerindeki şu olcu ve dengeyi plansız, programsız ve olcusuz olarak duşunmek nasıl mumkun olabilir? Gorduğumuz bu baş dondurucu ahenk ve nizam bir saat veya binada gorduğumuzden daha aşağı mıdır ki, onlar hakkında kabul ettiğimiz plÂn ve projeyi diğerleri hakkında kabul etmeyelim?
Cekirdek ve tohumlar kader yuklu sandukcalardır. Gecireceği her bir safha ve ağacın butun hayatı cekirdekte kaydedilmiştir. Yapı itibariyle birbirinin aynı gorunen ve aynı basit maddelerden meydana gelen pek cok cekirdek toprağa duştuğunde ceşit ceşit cicekler, binler turde bitkiler ve ağaclar meydana gelmektedir. Herbir cekirdek, kaderin kendine bictiği, ya da kendine kader yapılan olcu icinde ilmî, mÂnevî bir suret ve şekil alıp, kendine has bicim ve elbiseyle toprak ustunde, goren gozlere kendini arz eder. Binlerce terzi, yıllarca calışsa, bir tek ağaca dahi boyle kusursuz bir elbise dikmeye muvaffak olamazlar. Halbuki, dunya kurulduğu gunden beri butun ağaclar, kendi elbiselerini kendileri yapmaktalar. Bu yapılışı belli bir kadere vermeden izah etmek asla mumkun olamaz.
Şu muhteşem kainat sarayına bak! Teleskopun başına oturan bir insan 5 milyon ışık yılı oteleri goruyor. Yani, bir nebuloz sonse, sen ancak onun sonduğunu 5 milyon ışık yılı sonra anlayabilirsin. Veya sen ışık olsan o yıldıza gitmeye kalksan oraya ancak 5 milyon sene sonra varabilirsin. İşte bu koskoca kÂinat, bu baş dondurucu nizam, insanı hayrete sevkeden bir Âhenk icinde seyrinde devam edip durmaktadır. Ayrıca bu makro Âlem ile insan denen yeryuzunun halifesi normo Âlem arasında da cok ciddi bir munasebet vardır ki, bu munasebet her iki Âlem arasındaki dengeyi en hassas olculerle ayakta tutan ZÂt ve onun sonsuz ilim ve takdirini gostermektedir. İnsanın uzuvları arasındaki tenasubu butun kÂinatta muşahede etmek mumkundur. Jean haklıdır: Atomlar Âlemini, insanlık Âlemini ve diğer butun Âlemleri kuran ZÂt, bunların hepsini hendesî olculere gore kurmuştur. KÂinatta gozle gorulur bir hendese hakimdir. Acaba bu hassas hendese, KÂinatı en hassas olculere gore kuran bir Muhendis-i Ezeli'yi isbata yeterli değil midir?
İsterseniz meseleyi biraz daha avamileştirip anlatalım:
Siz, basit dahi olsa bir bina yaptıracak olsanız, evvela bu mevzuda selahiyetli olduğunu kabul ettiğiniz birisine muracaat eder ve onun duşuncelerini alırsınız. Zira statik adına yapacağınız en kucuk bir yanlışlık bazen daha bina yapılır yapılmaz yıkılmasına sebep olabilir. Onun icin yapacağınız binanın statik hesabını yaptırmanız gerecektir. Bu basit bina kendine gore bir plÂn ve bir proje istemektedir. Siz bina yapımına ancak bir suru on hazırlıktan sonra başlayabilirsiniz. Yapacağınız binanın, bulunduğunuz belde ile munasebetini koruyabilmeniz icin de İmar Planına dikkat etmeniz ve binayı gosterilen yerde ve gosterilen şekilde yapmanız icap eder. Butun bu hassasiyet sadece basit bir bina icindir. Halbuki, butun kainatta incelerden ince bir olcu soz konusudur. Misal mi istiyorsunuz: Ağzınıza aldığınız bir parca elma ile sizin aranızdaki munasebetteki hassasiyete bakıveriniz. Elmanın tadı ile ağzınız, elmanın ihtiva ettiği vitaminlerle vucudunuz hatta, ağacın golgesi ile sizin golgeye olan ihtiyacınız ve sizin dışarıya cıkardığınız zehirli gazı onun yutması ve onun temizlediği havayı sizin ciğerinize doldurmanız, bu munasebetten sadece bir kacıdır. Halbuki boyle yuzlerce munasebet bulmak mumkundur.
Meseleyi isterseniz bu kadar kucuk dairede ele alın isterseniz yıldızlar ve galaksiler capında değerlendirin, her yerde en hassas olculerle olculmuş bir denge ve olcu goreceksiniz.
Bir sperm asla yalan soylemez. Zira belli bir plÂn ve programa gore hareket etmektedir. Kromozomların dili, RNA ve DNA'nın şaşmaz vazifesi ve hucrelerin beyanıyla, ağzı, dili, dudağı, gozu, kaşı, kulağı, siması, duygu ve kabiliyetleriyle pek cok safhalardan gecip "İnsan olacağım" der ve olur.
Astrofizikcilere gore, kÂinatın her noktasında hangi buudların var olduğu ve bu noktalarda hangi manyetik etkinin ne tarzda bulunduğu bellidir. Cunku, geometrik yerler ve kuvvetlerin şiddeti onceden vardır. Komputerlerin keşfiyle de anlaşılmıştır ki, kÂinatta yaratılan her varlık yaratılışıyla birlikte programlanmaktadır. Bu atomlardan yıldızlara kadar boyledir. Levh-i Mahfuzda herşey tayin ve tesbit edilmiştir. İşte biz buna kader diyoruz.
Ancak burada bir hususu belirtmekte fayda var: Baştan buraya kadar soylediklerimiz cebrî kader ile alakalıdır. Yani insan iradesinin soz konusu olmadığı, kÂinatın umumunda cari olan kaderdir. Bu kader Âlemşumuldur. Orada insanın iradesi asla nazara alınmaz. Allah (cc) yaratır ve yaratacağı şeyi hic kimseye sormaz. O Cebbar'dır. Şu kadar var ki, her yaratmasında bir de hikmet vardır. Fakat hikmet bağlayıcı değildir. Zira Allah (cc) "O her istediğini yapandır" (Burûc 85/16). Dunya, yaratıldığı gunden beri hem kendi etrafında hem de guneşin etrafında bu cebri kaderin sevkiyle donup durmaktadır. Bu donuşe hic kimse dur diyemez. Guneş ile ay, amansız bir yarışa girmiştir. Bu yarışa hic kimse sed cekemez. Cunku bu hareket ve bu yarışta tamamen cebri bir kaderin hakimiyeti vardır. Herşey o kadere boyun eğmek zorundadır.
İnsana ait, duşunce, davranış ve hareketlerdir ki, onlarda bir irade soz konusudur. Zaten kader ile alakalı butun meseleler, insanın iradesinin soz konusu olduğu yerde bir kıymet ve değer ifade etmektedir. Aksi halde kader hakkında konuşulan herşey malumu ilamdan ote birşey ifade etmezdi. Yani insanı ve insanın iradesini duşunmediğimiz zaman kaderi duşunmemiz Âdeta yersiz ve abes ile uğraşmak olurdu. İnsan varlığı ile kÂinata ayrı bir renk kattığı gibi, cuz-i irade de kader meselesini ehemmiyetli bir konu hÂline getirmiş Âdeta meseleye ayrı bir renk katmıştır. Onun icin biz bu yazımızda kader ile alakalı olarak konuştuğumuz her yerde, insan iradesinin soz konusu olduğu kaderden bahsetmiş olacağız. Netice itibariyle de, kader ve cuz-i ihtiyarî hakkında eskiden beri zihinlere takılan bazı sorulara cevap arayacağız. Sozun başında Rabbimizden niyazımız, bizi Ehl-i Sunnet anlayışı icinde bir kader anlayış ve anlatışına muvaffak kılmasıdır. Zira bizi boyle bir mevzuda muvaffak kılacak olan sadece O'nun ihsanıdır. Vesilemiz ise ancak aczimiz ve ihtiyacımızdır...

YENİUMİT DERGESİ


__________________