İmdÂda Yetiş Engin Şefkatinle!..
“Cehennemi Ben Doldurayım!..”
İman ve Kur'an hizmetinin en onemli esaslarından biri kabul edilen şefkat de işte bu engin şefkattir. O, kurtulma değil, kurtarma cehd u gayretidir; yaşama değil, yaşatma azmidir; rahat bir hayat surme değil, gerekirse ruhunu feda etme yiğitliğidir; hatta Cennet'e yurume değil, oraya adam taşıma himmetidir.. ayağının birini Cehennem'e diğerini Cennet'e koyup ateşten insan cıkarma yurekliliğidir.. yananların imdadına yetişmek icin icabında Cennet'te kalmaktan dahi vazgecip alevlerin uzerine yurume şefkatidir.
Hayır, bu sozlerimle mubalağa etmiyorum, hakikî muşfiklerin ufkunu seslendiriyorum.
“Guneşi bir elime, ayı da diğerine koysalar, yine de ben bu davadan vazgecmeyeceğim. Ya Allah nurunu tamamlayacak, ya da bu yolda olup gideceğim!”
diyen İnsanlığın İftihar Tablosu'nun şefkatini tarif etmeye calışıyorum. En cileli ve ızdıraplı gunlerinde muhatap olduğu Cennet'te kalma teklifini bile donup ummetinin elinden tutma niyetiyle geri ceviren Rasûl-u Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz'e Cennet'i terkettirecek kadar derin şefkatten bahsediyorum. O peygamberÂne ufuktan akıp gelen ışıklarla coşkun en SÂdık YÂrÂn'ın “Vucudumu o kadar buyut ki, Cehennem'i ben doldurayım, başkalarına yer kalmasın” cığlıklarıyla ortaya koyduğu merhameti
“Gozumde ne Cennet sevdası, ne de Cehennem korkusu var; milletimin imanını selÂmette gorursem Cehennem'in alevleri icinde yanmaya razıyım”
deyip iki buklum olan Muşfik İnsanın gonlundeki beklentisiz muhabbeti, acıma hissini ve kurtarma sevdasını anlatmaya calışıyorum.
Evet, hakikî şefkat, merhum Zubeyr Gunduzalp'in “Teessur ve ıztırap karşısında kalbden bir parca kopacaksa, ‘Bir genc dinsiz olmuş' haberi karşısında o kalbin atom zerrÂtı adedince paramparca olması lÂzım gelir” sozuyle dile getirdiği teessuru duyacak ve herkesin hidayete ermesi icin ızdırapla kıvrım kıvrım kıvranacak kadar merhamet ve acıma hisleriyle dolmaktır.. ve işte bu olcude bir şefkat iman hizmetine gonul verenler icin cok onemlidir.
Ne var ki, herkes aynı kıvamda bir şefkat kahramanı olamayabilir; her dava eri o ufkun mumessili olabilecek olcude bir cizgi takip edemeyebilir. Herkesin tabiatında o şefkat cekirdeği vardır; ama o cekirdeğin neşv u nem bulması icin de uygun bir inkişaf alanı lazımdır. PeygamberÂne bir şefkati hissedebilmek, biraz da bilmeye bağlıdır; ilme ve irfana vÂbestedir. Şefkat Peygamberi'nin nazarıyla kainÂta, insanlara ve ahirete bakmayınca, beşerin hidayete ermesi yolunda gerekirse Cennet'ten bile vazgecmenin ne demek olduğunu anlayamazsınız. Hazreti Ebu Bekir'in iman ve irfanıyla meseleleri değerlendirmeyince insanlığın kurtuluşu icin Cehennem'e tek başına atılmaya razı olmanın manasını kavrayamazsınız.
Hazreti Ustad'ın vicdanında sonsuz saadet ve ebedî şekavet hakikatlerinin nasıl bir tesir bıraktığını, iman ve kufur arasındaki derin ucurumun ve bunların nelere gebe olduğunun onun ruhunda ne turlu fırtınalara sebebiyet verdiğini tahmin edemeyince milletin iman selametine bedel Cehennem'in alevlerine rıza gostermenin nasıl bir tercih olduğunu takdir edemezsiniz.
Nitekim, Allah Rasûlu (aleyhi ekmelu't-tehÂyÂ) şoyle buyurmuştur: “Ben sizin gormediğinizi goruyor, duymadığınızı duyuyorum; bir bilseniz, gok nasıl bir gıcırdayışla gıcırdayıp inliyor!. Zaten oyle olması gerekir; zira goklerde meleklerin secdegÂhı olmayan dort parmak kadar bile boş yer yoktur. Allah'a yemin ederim ki, eğer azamet-i ilÂhiye adına benim bildiğimi bilseydiniz, az guler cok ağlardınız, hatta zevcelerinizle bir arada bulunmaktan kacınır, dağ ve sahralarda cığlık cığlık Allah'a yalvarırdınız!” Hazreti Ebû Zerr bu hadîsi dinleyince, “Keşke, kokunden sokulen ve kesilip-bicilen bir ağac olsaydım” demekten kendisini alamamıştır.
Yakma Allahım!..
O ufkun insanı olmayan birinin hem onları anlaması mumkun değildir hem de o seviyeye ait sozleri tekrarlaması gercek hissiyatının sesi-soluğu olmayan kuru bir taklitten ibarettir. İmansızlığın nasıl bir felaket olduğunu bilmeyen, inancsızları bekleyen akıbetin elemini vicdanında hissetmeyen sıradan bir insanın “Cehennemi ben doldurayım...” demesi ya da gozunde ne Cennet sevdası ne de Cehennem korkusu olduğunu soylemesi buyuk bir iddia olur. İnsanların dalÂleti karşısında her gun olup olup dirilenler ve Hak'tan kopuk yaşayan birini gordukleri zaman ici kavruluyormuşcasına yureği “cızzz” edenlerdir ki, işte, insanların ahiret selameti icin icap ederse Cehennem'de yanmaya gercekten rıza gosterebilecekler o şefkat erleridir.
Erzurum'da Hacı Musa adında, kendisini hizmete adamış, Nurlar'ın keramet ve ikramlarına mazhar, cok hÂlis bir insan vardı.
Ondan, mevzumuzla alÂkalı bir hÂdise dinlemiştim. Hacı Musa Efendi'nin anlattığı hÂdisedeki kahraman Fırıncı İshak Baba idi. Bildiğiniz gibi, tarih boyunca, fırıncılar ve demirciler arasından pek cok Hak dostu cıkmıştır. Hep ahiret sıkıntılarını hatırlatacak ağır işlerde calışan ve Cehennem'in alevlerini akla getirecek şekilde ateşle cokca meşgul olan kimseler o işlerde adeta pişmiş ve olgunlaşmışlardır. İshak Baba da alevler karşısında calışa calışa ateşin ne demek olduğunu cok iyi duymuşlardan birisiydi. Dersleri hic kacırmayan, Risaleler'i yurekten dinleyen, cok konuşmayı sevmeyen ve ancak ihtiyac olduğunda bir-iki kelime etmekle yetinen bir gonul ehliydi.
İshak Baba, Hacı Musa Efendi ile beraber hacca giderlerken otobusleri bir yerde mola verir. Herkes bir şeyle meşgul olurken İshak Baba gozlerini kapatır ve murakabeye dalar. Neden sonra bir taraftan gozlerinden yaşlar boşanır, bir taraftan da dudakları kıpır kıpır hareket etmeye başlar. İşte, tam o an kırk kişilik otobus zangır zangır titrermişcesine hareket eder ve bir metre kadar ileri geri gidip gelir. Herkes ne olduğunu merak edip heyecanla etrafa bakınmaya dururken, Hacı Musa Efendi'nin gozleri İshak Baba'ya takılır. Bakar ki, o Hak dostu cok farklı bir atmosferde, adeta kendinden gecmiş gibi. Bir aralık, ona sorar: “İshak Baba, ne oldu, ne duşunuyor ve neler soyluyordun?” der. Onun cevabı şoyle olur: “Ahireti, sorgu-suali, Cennet ve Cehennem'i duşunuyordum. Bir anda Cehennem gozlerimin onunde alev alev tulleniverdi. İnsanların coğunun birer Âsî olarak oraya gideceklerini duşundum. Onlar adına o kadar cok uzuldum ki, azabın dehşetini vicdanımda derinlemesine duyunca Rabbim'den niyaz ettim ve gayr-i ihtiyarî defalarca şunu soyledim, “Yakma Allahım, şu bicare kullarını yakma; sonra dilersen onlara bedel beni at nÂra!”………………………………………………………………………………………………………………… …… ……..
Evet, “merhamet” iman edenlerin ayırt edici bir vasfıdır. Onlar asla katı kalbli, acımasız ve zalim kimseler olamazlar. Mu'minler, bela ve musibetlere karşı sabırlı oldukları gibi, insanlara ve butun varlığa karşı da şefkatlidirler. Dahası, onlar her fırsatta birbirlerine merhameti tavsiye eder, toplumun safları arasında “acıma, merhamet etme, sevme ve herkese şefkatle kol-kanat germe” duygularını yayarlar. Bunu yaparken de, sadece dunyevî bir sevgi ve alÂkadan bahsetmez; her fırsatta nazarları Âhiretin yamaclarına cevirir ve şefkat hislerini insanlığın sonsuz mutluluğu kazanması istikametinde değerlendirirler. Hemen her munasebetle,
“Arkadaş, kabir var, hesap var, Cehennem var! Şu insanların ateşe doğru koşarcasına gittiklerini gorduğun halde onlara nasıl acımazsın; nasıl olur da ellerinden tutmaya calışmazsın?!” derler.
__________________
İmdada yetiş engin şefkatinle!....
Dini Bilgiler0 Mesaj
●15 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Eğitim Forumları
- İslami Bilgiler
- Dini Bilgiler
- İmdada yetiş engin şefkatinle!....