CenĂ‚b-ı Hak, Zumer Sûresiʼnde:

“…Hic bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?..” (ez-Zumer, 9) buyuruyor.

Demek ki esas tahsil bu. Niye geldik biz dunyaya? Niye CenĂ‚b-ı Hak ilim verdi, bilgi verdi, vs. verdi? Diğer mahlûkatta yok. Diğer mahlûkatta bir tıp bilgisi yok, bir coğrafya yok, bir matematik yok, fizik, astrofizik vs. yok. Niye CenĂ‚b-ı Hak insana verdi?

Demek ki insan duşunecek: Bu kĂ‚ideleri kim koydu ilimlere? Bak bir taş atsan denize, dibine gidiyor. Koca, binlerce ton şeyi (gemiyi), o okyanusu aşırarak goturuyor.

Bir ucak, havada ucuyor. Havaya kim bu şeyi verdi?

Toprak, her turlu mahlûkĂ‚ta ayrı ayrı sofralar hazırlıyor.

Demek ki ilim, CenĂ‚b-ı Hakkʼı bilebilmek. Eserden muessire, sebepten musebbibe, sanattan sanatkĂ‚ra. Fakat bu, kalp merhaleler katettikce… Eğer bu olmazsa, ilim ona zarar veriyor. Onun icin Rasûlullah Efendimiz “اَلْعِلْمُ لَا يَنْفَعُ (faydasız ilim)” buyuruyor. “Menfaat vermeyen ilimden yĂ‚ Rabbi Sana sığınırım.” buyuruyor. (Bkz. Muslim, Zikir, 73)

Bu ilim olması icin, yani kalpte derinlik olacak. Kalpte hikmet tecellî edecek. CenĂ‚b-ı Hak; “Ben insanı halife olarak yarattım.” buyuruyor. (Bkz. el-Bakara, 30) Bu halifelik olacak, hassasiyet olacak, derinlik olacak. Dîni yaşayacak, yaşatacak.

Bunun icin ne buyuruyor?

Birinci şart; tabi şerîati yaşayacak, Kitap ve Sunnetʼin istikĂ‚metinde.

İkinci şart, bir gece hayatı olacak. Geceyi uykuya mahkûm etmeyecek. Evet uyku dinlendirecek ama seher vakti de kalkacak.

سَاجِدًا وَقَائِمًا buyuruyor CenĂ‚b-ı Hak. “…Secde ve kıyam hĂ‚linde olurlar…” (ez-Zumer, 9) buyuruyor.

Yine ibÂdurrahman;

سُجَّدًا وَقِيَامًا

Yine “ibĂ‚durrahman (AllĂ‚hʼın rahmetinin tecellî ettiği kullar), yine secde ve kıyam hĂ‚linde olurlar.” buyruluyor. (Bkz. el-Furkān, 64)

Yine CenĂ‚b-ı Hak:

وَالْمُسْتَغْفِرِينَ بِالْاَسْحَارِ buyuruyor. “…Seherlerde istiğfar ederler.” (Âl-i İmrĂ‚n, 17)

CenĂ‚b-ı Hak kapıları acıyor. Hem kalbin kapılarını acıyor, hem gunahları kapatıyor. CenĂ‚b-ı Hakkʼın dĂ‚veti. Bir kulun dĂ‚veti değil. Kulun dĂ‚vetine ne kadar bir alĂ‚ka gosteriyoruz, CenĂ‚b-ı Hakkʼın dĂ‚vetine ne kadar alĂ‚ka gostereceğiz?

Demek ki seherler, kalbe mĂ‚nevî gıdĂ‚ olacak, rûhî gıdĂ‚ olacak.

“يَحْذَرُ الْاٰخِرَةَ”

AllĂ‚hʼı unutmayacak -celle celĂ‚luhû-. Niye beni yarattı, niye dunyaya geldim, kimin mulkundeyim, nereye gideceğim?

Ve; “يَحْذَرُ الْاٰخِرَةَ” bir “Ă‚hiret endişesi”. (Bkz. ez-Zumer, 9)

Benim Ă‚hiretim nasıl? Cunku zerreler hesaba gelecek. Zerreler tartılacak.

فَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ خَيْرًا يَرَهُ وَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ شَرًّا يَرَهُ

(“Kim zerre miktarı hayır yapmışsa onu gorur. Kim de zerre miktarı şer işlemişse onu gorur.” [ez-ZilzĂ‚l, 7-8])

وَيَرْجُوا رَحْمَةَ رَبِّهِ

(“…Rabbinin rahmetini uman…” [ez-Zumer, 9])

DuĂ‚ hĂ‚linde yaşayacak. “Ben şunu yaptım, bu kadar hatim, bu kadar namaz, bu kadar şey…” Hepsi bunların kabûle muhtac. DuĂ‚larımız gibi ibadetlerimiz de kabûle muhtac. Onun icin kul dĂ‚imĂ‚ CenĂ‚b-ı Hakkʼa bir ilticĂ‚ hĂ‚linde bulunacak.

Tabi bu sıfatlar muktezĂ‚sınca bir Hak dostu da;

En muhimi, ahmak olmaz. Yani dunyayı tercih etmez Ă‚hiret karşısında, ilĂ‚hî sonsuzluk karşısında.

Cimri olmaz. Malı Allah niye veriyor? Mulk AllĂ‚hʼındır.

Allah korusun, kibirli olmaz.

VelhĂ‚sıl kalp, CenĂ‚b-ı Hakʼla beraber olacak. İşte bunun icin bir emek istiyor, bir gayret istiyor. Fıtrî olarak, doğuştan gelen fıtrî bir sevme hissi vardır herkeste. Bu, fıtrî sevme ise, CenĂ‚b-ı Hakkʼa yonlendirecek. Bu şekilde muhabbette kemĂ‚le ulaşılacak.

DĂ‚vud -aleyhisselĂ‚m-ʼın bir duĂ‚sını Ebû Hureyre naklediyor.

“YĂ‚ Rabbi (diyor), Senʼi sevmeyi, sevdiğini sevmeyi, Senʼin sevgine ulaştıracak amel-i sĂ‚lihleri bana nasîb et.” (Bkz. Tirmizî, DeavĂ‚t, 72)

Demek ki kul, bu amel-i sĂ‚lihler neticesinde, “عَمَلًا صَالِحًا”, bunlar neticesinde CenĂ‚b-ı Hakkʼı sevecek, CenĂ‚b-ı Hakkʼın sevdiğini sevecek, bu şekilde CenĂ‚b-ı Hakkʼın nazarında bir îtibar kazanacak.

اَلَا بِذِكْرِ اللّٰهِ تَطْمَئِنُّ الْقُلُوبُ

(“…Bilesiniz ki, kalpler ancak AllĂ‚hʼı anmakla mutmain olur (huzura kavuşur).” [er-Ra‘d, 28]) Kalp CenĂ‚b-ı Hakʼla beraber olmanın buyuk bir lezzetini yaşayacak.

Yine İmĂ‚m-ı RabbĂ‚nî Hazretleri:

“Kul, nefsĂ‚nî arzulardan tamamen sıyrılmadıkca CenĂ‚b-ı Hakkʼın ve Rasûlullahʼın muhabbeti kalbine yerleşmez.” buyuruyor.

TicĂ‚rî hayatımıza dikkat edeceğiz. Memursak, memurluk hayatımıza dikkat edeceğiz. Âile hayatımıza dikkat edeceğiz. EvlĂ‚tlarımızı yetiştirmeye îtinĂ‚ gostereceğiz.

Yine buyruluyor:

“Kul ile Rab arasında perde dunya değil, kulun kendi nefsidir.”

NefsĂ‚nî arzular. Demek ki kalp CenĂ‚b-ı Hakʼla beraber olup o şekilde huzur bulacak. Onun icin CenĂ‚b-ı Hak buyuruyor:

“Ayaktayken, otururken, yanları uzerindeyken AllĂ‚hʼı zikrederler…” (Âl-i İmrĂ‚n, 191) Hayatın her safhasında. Neticesi:

“…Goklerin ve yerin yaratılışını (derinden derine) tefekkur ederler. YĂ‚ Rabbi! Sen bunları boşuna yaratmadın derler. Sen Subhanʼsın derler. Bizi Cehennem azĂ‚bından koru derler.” (Âl-i İmrĂ‚n, 191)

CenĂ‚b-ı Hak boyle bir kalp bizden istiyor. Yine CenĂ‚b-ı Hak:

“…Allah anıldığı zaman, «وَجِلَتْ قُلُوبُهُمْ» kalpleri titrer…” (el-EnfĂ‚l, 2) buyuruyor.

“…AllĂ‚hʼın Ă‚yetleri okunduğu zaman îmanları artar…” (el-EnfĂ‚l, 2) buyuruyor.

“…(Değişen şartlarda) tevekkul (ve teslim) olurlar.” (el-EnfĂ‚l, 2) buyuruyor.

لَا يَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلَّا الله (Gaybı Allahʼtan başkası bilemez.) Gaybı bilmediğimiz icin teslim olmamız.

“Namazlarını ikāme ederler. AllĂ‚hʼın verdiği nîmetleri (Allah yolunda) infak ederler.” (el-EnfĂ‚l, 3)

CenĂ‚b-ı Hak bu şekilde bizden bir kalp istiyor. Tabi boyle bir kalp, Allah Rasûluʼyle beraber olmakla ancak meydana geliyor. Cunku CenĂ‚b-ı Hak, Oʼnu Ă‚lemlere rahmet olarak gonderdi. İnsan dĂ‚imĂ‚ onundekinden bir misal alır. Efendimiz:

اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ اَحَبَّ

“Kişi sevdiğiyle beraberdir.” (BuhĂ‚rî, Edeb, 96)

Yine Hac Sûresiʼnin 78. Ă‚yeti cok mĂ‚nidar:

“…Peygamberʼin size şĂ‚hit olması, sizin de insanlara şĂ‚hit olmanız icin…”

Demek ki Peygamber -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ummete şĂ‚hit, biz de insanlara şĂ‚hit olmamız icin.

“…O, gerek daha once (gecmiş kitaplarda), gerekse bu (KurʼĂ‚n)ʼda size «muslumanlar» adını verdi…” (el-Hac, 78)

Demek ki musluman olmanın adının izzetini, haysiyetini, şerefini korumamız lĂ‚zım.

Yani Peygamber Efendimiz nasıl terbiye etmişse, nasıl bize tĂ‚limat vermişse, biz de onu yaşayarak o şekilde tebliğ etmemiz lĂ‚zım. Âyet-i kerîme bunu istiyor, CenĂ‚b-ı Hak istiyor.

Yani muʼmin, diğer muʼminlere, diğer ummetlere karşı İslĂ‚mʼı en guzel sûrette temsil edebilmenin gayretinde olacak. Bu beraberliğin muʼmine kazandırdıklarının en muhimi “merhamet”.

CenĂ‚b-ı Hak en cok “RahmĂ‚n ve Rahîm” esmĂ‚sını bildiriyor. Rasûlullah Efendimiz, okunan Ă‚yette, “cok raûf ve cok rahîm”dir. “Cok merhametli, cok şefkatlidir” buyruluyor. (Bkz. et-Tevbe, 128)

Merhamet, insanlığımızın bu Ă‚lemdeki en mûtenĂ‚ cevheridir ki bizi kalben Hakkʼın vuslatına erdirir. Merhametli muʼmin comert olur, mutevĂ‚zı olur, hizmet ehli olur. Ve aynı zamanda ruhlara hayat aşısı yapan bir gonul doktoru, bir gonul hekimi mesĂ‚besindedir.

MeselĂ‚ bundan bir misal. Ebû Bekir Efendimizʼin bir merhameti…

Tabi Efendimizʼin merhameti mĂ‚lum, Ă‚yet-i kerîmeyle tescilli. Zaten Efendimiz de buyuruyor:

“…Ben (diyor) kabrimde (diyor), kıyĂ‚mete kadar «ummetî, ummetî» diyeceğim.” buyuruyor. (Bkz. Ali el-Muttakî, Kenzu’l-UmmĂ‚l, XIV, 414)

“…Guzel amelleriniz bana gelir sevinirim (diyor). Uygun olmayan amelleriniz icin istiğfĂ‚r ederim.” buyuruyor. (Heysemî, IX, 24)

Hazret-i Ebû Bekir Efendimizʼin şu, ne guzel, yani bir diğergĂ‚m bir muʼmin misali. Nefsî, nefsî diyen değil, ummetî, ummetî diyen Ebû Bekir Efendimiz şoyle buyuruyor:

“Dort kimse AllĂ‚hʼın sĂ‚lih kullarındandır:

(Bu dort şeyde şimdi ne goreceğiz, bir diğergĂ‚mlık goreceğiz. Kendinin dışındakilere olan merhamet, şefkat.)

Birincisi:

Tevbe eden kişiyi gorduğu zaman sevinen. (Seviniyor, tevbe ediyor diyor, kurtulacak diyor.)

İkincisi:

GunahkĂ‚rların affı icin Rabbine yalvaran.

Ucuncusu:

Din kardeşinin gıyĂ‚bında duĂ‚ eden.

Kendisine muhtac kişiye yardım ve hizmette bulunan.”

Efendimizʼin merhameti. Bir karınca yuvası goruyor, dehşete kapılıyor. “Kim yakabilir, AllĂ‚hʼın verdiği bu cana kim kıyabilir?” buyuruyor. (Bkz. Ebû DĂ‚vud, Cihad, 112)

Kendisine bir şey geldiği zaman muhakkak onu ummetiyle paylaşacak. Ummetinin o derdini bitirmeden huzur bulamıyor. DĂ‚imĂ‚ bir rahmet sacıyor. Yine buyuruyor:

“Ben her muʼmine kendi nefsinden daha ileriyim (daha ustunum). Bir kimse olurken bir mal bırakırsa o mal, kendi yakınlarına Ă‚ittir. Fakat borc bırakırsa, yetimler bırakırsa o bana Ă‚ittir.” buyuruyor. (Muslim, Cuma, 43; İbn-i MĂ‚ce, Mukaddime, 7)

Yani nasıl bir merhamet?

Bir Mekke Fethi… Bu, muslumanlara yirmi sene zulmettiler. Mekke Fethi, tam kısas yapma zamanıydı. Fakat Efendimiz daimĂ‚ bir merhamet tevzii icindeydi.

Sa‘d bin UbĂ‚deʼyi Mekke Fethiʼne giderken sancağı onun eline verdi. O ordunun en onundeydi. Ordunun kumandanıydı. Ebû Sufyanʼın yanından gecerken dedi:

“‒Ey Ebû Sufyan (dedi), bugun (dedi), melhame gunudur. Yani yevmuʼl-melhame, yani olulerin yere serileceği bir gundur. (Haramların helĂ‚l olacağı bir gundur.) Bugun Allah Kureyşʼi zelil edecektir.” diye nidĂ‚ etti.

Bu, Rasûlullahʼa geldi bu havĂ‚dis. Rasûlullah Efendimiz uzuldu cok. Onun oğlunu kumandan tayin etti; Kays bin Saʼdʼı.

Efendimiz buyurdu:

“‒Bugun bir merhamet gunudur…” dedi. Muslumanlara 20 sene zulmedenlere karşı bugun bir merhamet gunudur, “yevmuʼl-merhame” buyurdu. “…Bugun, Allah TeĂ‚lĂ‚ʼnın Kureyşʼi aziz kıldığı gundur.” buyurdu. (VĂ‚kıdî, II, 821-822)

VelhĂ‚sıl butun o, bu merhamet karşısında butun Mekkeliler musluman oldu.

Yine, cok ibrettir, yine nasıl bize bir ders, ibret; nasıl bir mahlûkĂ‚ta bir bakış tarzı:

Yine Efendimiz, on bin kişiyle Mekkeʼye giderken, Mekke Fethi’ne, yolda bir dişi kopek, yavrularını emziriyordu. Oraya SurĂ‚kaʼyı koydu.

“‒SurĂ‚ka (dedi), gelenler obur taraftan gecsin.” dedi. (Bkz. VĂ‚kıdî, II, 804)

Efendimiz buyurdu ki:

“Merhametli olan kişiye Allah merhamet eder. Siz yeryuzundekilere merhamet edin ki gokyuzundekiler de size merhamet etsin…” (Tirmizî, Birr, 16; Ebû DĂ‚vud, Edeb, 58)

Bugun dunyada olan hĂ‚diselerle, memleketimizde olan hĂ‚diselerle, gelen muhĂ‚cirlerle vs. kendimizi mîzan etmemiz lĂ‚zım.

Yine sahÂbe dedi ki:

“‒YĂ‚ RasûlĂ‚llah! Hepimiz merhametliyiz.” dedi.

“‒Yok!” dedi Efendimiz. Cocuklarımıza, akrabalarımıza vs. o tabiî merhamettir dedi. O yılanda da var, akrepte de var.

“‒Esas merhamet, Ă‚m ve şĂ‚mil merhamettir. AllĂ‚hʼın butun mahlûkĂ‚tını icine alan bir merhamettir.” (HĂ‚kim, IV, 185/7310)

اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ اَحَبَّ

(“Kişi sevdiğiyle beraberdir.” [BuhĂ‚rî, Edeb, 96])

Allah Rasûluʼne benzeyebilmek. Ne kadar Allah Rasûluʼyle aramızda bir mesafe var?

TevĂ‚zû: Hiclikten geldik. Bir sermaye ile gelmedik. Onun icin CenĂ‚b-ı Hak buyuruyor:

“İbĂ‚durrahmĂ‚n, (AllĂ‚hʼın rahmetinin tecellî ettiği kullar) yeryuzunde mutevĂ‚zı olarak dolaşırlar…” (el-FurkĂ‚n, 63)

Demek ki bir muʼminin kemĂ‚le erebilmesi icin, ilk defa mutevĂ‚zı olması lĂ‚zım. Yani “ben” olmayacak. “Ben” demek, bir noktada bir enĂ‚niyet alĂ‚meti. “YĂ‚ Rabbi, Sen!” diyecek, “Sen lutfettin!” diyecek.

Buyuk bir zafer oldu Mekke Fethiʼnde.

اِذَا جَاءَ نَصْرُ اللّٰهِ وَالْفَتْحُ وَرَاَيْتَ النَّاسَ يَدْخُلُونَ فِى دِينِ اللّٰهِ اَفْوَاجًا

(“AllĂ‚hʼın yardımı ve zaferi gelip de insanların boluk boluk AllĂ‚hʼın dînine girmekte olduklarını gorduğun vakit.” [en-Nasr, 1-2])

Boluk boluk, İslĂ‚mʼa girenleri gorursun buyuruyor CenĂ‚b-ı Hak. Fakat;

فَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ وَاسْتَغْفِرْهُ buyuruyor.

“Rabbini hamd ile tesbih et ve bir de istiğfĂ‚r et…” (en-Nasr, 3) buyuruyor.

CenĂ‚b-ı Hakkʼın bir mukĂ‚fĂ‚tı bu. Senin elinden olmadı bu, CenĂ‚b-ı Hak sana nasîb etti.

Yine, Bedirʼde de aynı. EnfĂ‚l Sûresiʼnde:

“Sen oldurmedin ey Peygamber, Biz oldurduk. Sen atmadın, Biz attık.” buyuruyor. (Bkz. el-EnfĂ‚l, 17)

VelhĂ‚sıl bir muʼmin dĂ‚imĂ‚ bir, kendini bir hiclik icinde gorecek, “YĂ‚ Rabbi, Sen!” diyecek. Hep “YĂ‚ Rabbi, Sen!” diyecek.

Efendimiz onun icin dĂ‚imĂ‚ îkaz ediyordu:

“Ey AllĂ‚hʼım! Hayat ancak Ă‚hiret hayatıdır.” (BuhĂ‚rî, Rikāk, 1)

Yani Ă‚hiret hayatı icin geldik.

Comertlik: Kerem sahibi olmak. CenĂ‚b-ı Hak kerem ehlini seviyor.

GazĂ‚lîʼnin ihyĂ‚sında bir hadîs-i şerîf var:

“Bir (diyor) comert (diyor), eğer (diyor), duşerse (diyor), onu (diyor) Allah (mecĂ‚zî olarak) elinden tutup kaldırır.” buyuruyor. (Heysemî, VI, 282)

Tabi bu comertlik, “Ă‚m ve şĂ‚mil” comertlik. Kendine olan, yakınlarına olan comertlik değil. Paylaşabilmek…

FedakĂ‚rlık:

Efendimiz bir sefere giderken, en onde kendisi giderdi. En arkadan donuşte kendisi gelirdi. Ne kadar, kimler muhtac, onlara yardım eder, terkisine alırdı, tesellî ederdi.

Bu fedakĂ‚rlık cok muhim.

Bir bedevî geldi:

“‒YĂ‚ RasûlĂ‚llah! Ben musluman olacağım.” dedi.

Tamam. Efendimiz (İslĂ‚mʼın şartlarını) saydı.

“‒Tamam (dedi), sadece cihad yok, sadaka yok (dedi). Ben ikisini yapamam (dedi). Cihad yok (dedi), benim canım kıymetli (dedi). Fazla (dedi), kendim bir mesĂ‚î veremem (dedi). Sadaka (dedi), ben (dedi) ancak kendime yetiyor (dedi filĂ‚n). Diğerlerini kabul ediyorum ama bu ikisini benden mĂ‚zur gor.” dedi.

Efendimiz tuttu şoyle elini bir salladı.

“‒Sen (dedi) Allah yolunda gayret etmeyeceksin (dedi), sadaka vermeyeceksin, infĂ‚k etmeyeceksin (dedi); sen nasıl Cennetʼe gireceksin o zaman?” dedi. (Bkz. Ahmed, V, 224; HĂ‚kim, II, 89/2421; Beyhakî, Şuab, V, 8; Heysemî, I, 42)




Osman Nûri Topbaş,2016 Sohbetleri


__________________