– Efendim zekÂt konusunda doğrudan irtibatı olması dolayısıyla mulk kavramının mahiyeti, nasıl anlaşılması gerektiği uzerinde durmak ve sorularımıza buradan başlamak istiyoruz.

– Mulk gercek mÂnÂda ne fertlerin ne de toplumundur. Mulk ancak Allah -celle celÂluhû-ındır. Kula ancak bir zaman dilimi cercevesi icersinde tasarruf verilmiştir. Onu da istediği gibi kullanamaz. Mulkun sahibinin gosterdiği doğrultuda sarf edebilir, istifade ettiği dunya nimetlerinden muhtacları ve muzdaripleri de istifade ettirmek mecburiyetindedir. Liberallerin “bırakınız yapsınlar, bırakınız gecsinler” prensibi toplumun mÂnevi enkazını hazırlar. Gaye, Hadis-i Şerifte buyrulan “Elinden dilinden insanların istifade ettiği mu’min” olabilmektir.

Bu yuzden serveti Allah -celle celÂluhû-ın kuluna verdiği bir emanet olarak anlamak lazımdır. Aksi istikamette kullanılırsa hıyanet olur. Bu gun toplumun muştekî olduğu enflasyon felaketi ortaya cıkar.

– O halde ne yapmak gerekir?

– Servetteki kırkta bir hak muhtacındır. Muhtacın hakkını hak sahibine en guzel bir şekilde takdim etmek lazımdır. ZekÂt, fukaranın servete 1/40 ortak edilmesidir. Kuvvetli ortak zayıf ortağın hakkını vermez ise zalim ve gÂsıp olur. Rahmet ve bereket kalkar. Servetteki kirlenme ve lekeler temizlenmez.

Bu cok ehemmiyetli olduğu icin Ebû Bekir -radıyallÂhu anh- zekÂtını vermeyenlere harp acmıştır.

ZekÂt muhtaca verilecek verginin asgarisidir. Servetin, sadaka, infak ve îsar ile tezyin olması lazımdır.

Allahu TeÂl -celle celÂluhû- Tevbe sûresinin 34. ayetinde şoyle buyuruyor: “Altın ve gumuşu biriktirip infak etmeyenleri acıklı bir azap ile mujdele”.

Yani muhtacın hakkı gasbedildiği zaman cehennem gosteriliyor. Bu ilahî tehdit karşısında duşunmeli ve sadakalarla intaklarla kırkta bir’i cok aşmaya gayret etmelidir. Bosna-Hersek’teki, Azerbaycan’daki kardeşlerimiz uşuduğu, muzdarip olduğu zaman biz de sıcak yuvamızda uşumeli ve muzdarip olmalıyız ki hakiki mu’min olabilmeğe yaklaşalım.

– Efendim zekÂt verilecek kesimler arasında bazılarına oncelik verilmeli midir? verilecekse bunlar kimler olabilir?

– Kur’Ânı Kerim’de zekÂt verilecek yerler gosterilmiştir. Mezhepler bu gosterilen yerler hakkında muhtelif acıklamalar getirmişlerdir. Şafiî mezhebi bu gosterilen yerere muntazam bir şekilde tevzi edilmesini ister. Hanefi’de ise o gunku zarurete gore tevzide bulunulur. Bugun butun İslÂm dunyası buyuk bir zaruretin altındadır. Gizli, ilÂn edilmemiş bir Haclı Seferi vardır. Daha evvelki Haclı Seferleri sıcak bir harp bicimindeydi. Bu gun bu Haclı Seferleri bazı mıntıkalarda sıcak, bazı mıntıkalarda gizli bir şekilde yurutulmektedir. Bosna’da, Karabağ’da, Filistin’de, Somali’de, Keşmir’de sıcak olarak devam etmektedir. Bir cok yerlerde de yine soğuk olarak bu savaş devam etmektedir. Bazı İslÂm ulkelerini bazı İslÂm ulkelerine boykot ettiriyorlar. Mesela bugun Sudan’a maÂlesef diğer İslÂm ulkelerinden yardım gitmemektedir. Bu nedenle bu gun fisebilillah kısmı cok onemlidir. Yani Allah icin carpışanlara Bosna-Hersek’te, Karabağ’da, Filistin’de, Keşmir’de Allah icin canlarını mallarını veren bu kardeşlerimize zekÂtın cok buyuk bir bolumunu gondersek cok iyi olur.

Bir misal vereyim: 1913’te Osmanlı’lar Balkanları kaybederken Hindistan’da Cevheri kardeşler, İslÂm Teşkilatının başkanları devamlı mitingler yaptılar. Ve butun muslumanları Osmanlı’ya yardıma davet ettiler. ZekÂtların infakların Osmanlıya verilmesini teşvik ettiler. Hatta meydanlara sergiler serdiler. Burada cÂlibi dikkat bir manzara da oldu. Bir genc geldi, uzerindeki gomleği ve fanilasını acılan serginin uzerine attı. Bir kadın da elinde bir cocukla geldi. Ey cemaat!, dedi, “benim bu cocuktan başka infak edeceğim hic bir şey yok. Bu cocuğu ben satıyorum. Bunu satın alan bunun parasını Osmanlı’ya gondersin” diyerek infakın buyuk bir Âbidesini meydana getirdi. Tabii biz bugun bu heyecana cok muhtacız. Dolayısıyla bugun zekÂt mahallerinin her yerine ulaşmakla birlikte fisebilillah kısmına verilmesi daha yerinde olur gibi geliyor. Bir de oşur mevzu vardır. Ondan da kısaca bahsetmek istiyorum. Oşur mevzuu da İslÂm dunyasının aldığı onemli bir yaradır. Osmanlı’da arazi şekli mîrî idi. Bugun ise toprağın şekli değişmiş mulkî arazi olmuştur. Arazi satılabilmektedir. Onun sahibi her turlu tasarrufta bulunabilmektedir. İster eker, ister ekmez, isterse satar.Bunun icin sularla, bir emek mahsulu olan mahsulden yuzde 5, emek gosterilmeden yağmur suyu ile yetişen mahsulden ise yuzde 10 zekÂt verilmesi lazımdır. Bu oşru vermeyenler de aynı zekÂt vermeyenler gibi gasıp durumundadırlar. Fukaranın, muhtacın, fısebilillah uğruna harbedenlerin haklarını gasbetmiş olurlar.

Bir de şu vardır. ZekÂt kamerî seneye gore yani 355 gune gore yuzde 2.5 verilir. Fakat bu gun ticari muesseseler şemsî yıla gore hesap yapmaktadırlar. Şemsi (Guneş) takvimine gore bir yıl 365 gundur. Bunun icin bu on gunluk farkı zekÂta ilave etmek lazımdır. Yani ZekÂt yuzde 2,5 ise yuzde 2,6’a yaklaşmaktadır.

Bu gun buyuk bir infak seferberliğine ihtiyac vardır. Muzdarip, muhtac insanların yerinde biz de olabilirdik. Aynı zamanda bu, Rabbimize karşı bir ihsan borcudur. Aziz Mahmud Hudai hazretleri halkla beraber padişahları da infak seferberliğine sokmuştur. III Murad’a yazdığı bir mektupta “Deden Kanuni Sultan Suleyman nasıl Istırancalardan su getirip İstanbul halkını suya kavuşturdu ise sen de Bolu ormanlarından odun getirip bu kış İstanbul halkına tevzi et” buyurmuştur.

Cocuklarımızı nasıl kucuk yaşta namaza alıştırıyorsak infak heyecanı vermeğe ve bir muzdaribi sevindirmeğe de alıştırmalıyız. Bu işin antrenmanını kucuk yaşlarda başlatmazsak ilerde netice alamayız. Mulkun sahibinin Allah olduğunun idraki icinde buyumeliler. Kendilerini veznedar olarak bilmeliler.

Bir de zekÂt ibadetinde nezaket cok onemlidir.

Allah -celle celÂluhû- ayette “namazı huşu île kılanlar felah buldu” buyuruyor ZekÂtta da aynı huşu ve nezakete erebilmek tavsiye edilir.

Yine ayette “Allah -celle celÂluhû- sadakalarınızı alır ve tevbelerinizi kabul eder’ buyurulur.

Hadis-i Şerifte ise, “Sadaka başdan Allah’ın -celle celÂluhû- eline gecer oradan fakire intikal eder” buyuruluyor. Demek ki sadakayı Allah’a takdim etmek lazımdır. Nasıl bir hediye yahutta bir emaneti takdim ederken ambalajına ve veriliş nezaketine dikkat ediyorsak, zekÂt ve sadakayı da o nezaket icerisinde takdim etmek lazımdır. Kendimize, nefsimize bir eşya alırken nasıl itina gosteriyor isek zamanımızı ve enerjimizi verip emaneti aynı hassasiyetle hah sahibine ulaştırmalıyız.Bir tebessumu, bir nezaketi esirgememek icap eder.Ustad Mahmûd SÂmi Efendi Hazretleri otomobili durdurur, kapıyı acar, muhtaca birkac adım yurur, tebessum ve nezaketle sadakayı teslim ederdi.Mahlûkata karşı diğergÂm, nezaketli ve merhametli olmak biz muslumanların fÂrik vasfı olmalıdır. Sadaka ve infakı veren kimse, alan kimseye karşı teşekkur ve minnet duyguları icinde olmalıdır. Cunku alan verene farz bir ibadeti îf ettiriyor, onu gunahlarından temizliyor. Nafile sadakalar fazileti artırıyor, ibtil ve musibetlerden korunmasına vesile oluyor.

Hak TeÂl nezaketsizlik ve kabalıkla verilen sadakalara karşı kullarını ikaz eder.

“Sadakalarınızı imha etmeyin” (Bakara 264)

Sadaka ve infakta edep oğutleniyor. Başa kakmak hic verilmemiş gibi oluyor. Yine Bakara 267′ de “Ey iman edenler kazandıklarınız ve yerden cıkan urunlerinizin iyisinden Allah -celle celÂluhû- yolunda harcayın”.

Yine Tevbe 103. ayette “Ey Peygamber onların mallarından sadaka al ki kirlerden temizlenmiş ve dereceleri yucelmiş olsun. Onlar icin dua et, cunku senin duan onlar icin huzur kaynağıdır” buyurmaktadır.

Kula duşen bu ictimai ibadeti aşk, şevk, vecd dolu bir gonulle, nezaketle yapabilmektir. Mu’min karanlık bir gecenin mehtabı gibi derin, hassas, comert, cesur, ince ruhlu, muşfik ve munsif olmalıdır. Mevlan “gonul Kibriyanın nazargÂhıdır” buyurur. İman bir gonul işidir. Merhamet bir gonul meyvesidir. Yeryuzundekilere merhamet edelim ki, gok yuzundekiler de bize merhamet etsin. Hadisi Şerif, Allah -celle celÂluhû-in ici yanan bir kopeğe su veren gunahkar bir kadını af ettiğini, kalp katılığından ac bırakıp olumune sebep olan ibadetli bir kadını ise cehenneme sevk ettiğini” bildirir.

– Efendim vakıfların da tarih boyunca buyuk hayırlara vesile olduklarını goruyoruz. Bir bayır muessesesi olarak vakıf konusundaki duşuncelerinizi alabilir miyiz?

– İnfakta muesseseleşme vakfı meydana getirir. Vakıf, mecazi mulkiyetin de Allah -celle celÂluhû-‘a takdim edilmesi, temlik ve temellukden men edilmesi, Allah icin ebedileştirilmesidir. Gaye yaratılan her şeye Allah -celle celÂluhû- icin şefkat, merhamet ve tebessumle yaklaşabilmektir. Canını ve malını Allah icin hibe edebilme, cenneti satın alabilme gayretidir.

Vakıflar, vakıf insanların omru kadardır. Vakıf insanların nesli tukenince vakıfların da omru biter. Osmanlı’da 27000’e yakın vakıf vardı. DiğergÂm insanlarla devam etti. Onların bitmesi ile omru tamamlandı. Dev bir imparatorlukta toplum bu vakıflarla ictimÂi dengesini buldu. Aynı zamanda vakıflar toplumun merhamet abideleridir. İnfakların en guzel tevzi yerleridir. Bu gun buna ne kadar muhtacız Bu gunku toplumumuzda bu muesseselerin yeniden dirilmesi muhtaclara, muzdariplere merhamet ve şefkat kucağı olması lazımdır. Acaba luks yerlerde oturan bir vatandaş gecekonduda oturan bir insanın ızdırabını hissedebiliyor mu? Varlığından yaşantısından haberi var mı?

İnsan emanettir, eşya emanettir. Dunyaya ait her şey emanettir. Emanetin yerine teslimi rahmettir. İnfak yalnız maddi değildir. Rabbin ihsan ettiği her şey infak edilecektir. Yaşanarak tebliğ edilen İslÂm en guzel bir infaktır. Ashab dunyanın en ucra koşelerine kadar iman sedasını duyurarak kendilerini İslÂm’a infak etmişlerdir. Bu gun aynı vecd ve heyecanla İslÂm’ı bir hayat tarzı olarak dunyaya sunmak yine en guzel bir infaktır. Bu gun Turkiye’nin en onemli iktisadi buhranlarından biri olan enflasyonun nedeni maddi değil manevidir, insana verilen emanet teslim mahallini bulmayıp nefsÂni arzular ve israfta ifna edildiği icin Allah -celle celÂluhû- bereketi alıyor. Mazlumun Âhı geliyor. Huzursuzluklar birbirini takip ediyor. ZekÂt’ın, infakın toplumları nasıl yeşerttiği bizzat kendi tarihimizde isbat edilmiştir.

– Efendim bizim tarihimizde, cedlerimiz kendi kazanclarını ihmal etmedikleri gibi belki kendi kazanclarından ziyade komşularını duşunduklerini gormekteyiz. O insanların torunları olan bu gunku nesillere bireycilik ve cıkarcılığı on plana cıkaran kapitalizm empoze edildi. Bunun neticesinde zengin ile fakir arasında da buyuk bir kopukluk baş gosterdi. Bu gun icin zenginlerimiz zekÂtlarını tam olarak verecek olursa bunun toplum hayatımıza getireceği sonuc ne olur?

– Butun muslumanlar zekÂtlarını tam olarak verecek olurlarsa bir muddet sonra zekÂt verecek insan kalmayacaktır. Cunku Allah Muslumanların bulunduğu bolgelere cok buyuk nimetler vermiştir. En başta da petrol nimeti. Diğer yandan dunyanın en zengin bir-iki kişisi muslumanların arasındadır. Diğer muslumanlar da zengin durumdadır. Bugun oşur verilse, zekÂt verilse, hayvanlardan alınan zekÂt verilse toplumumuzda fakir ve muzdarip insan kalmaz diye tahmin ediyorum.

Ecdadımız bunun cok guzel orneklerini vermiştir. Buyuk bir infak yarışında bulunmuşlar, hatta îsÂra kadar gitmişlerdir. Her toplumun isÂr beklenmez. Peygamberlerde, evliyaullahda ve bir de yucelmiş toplumlarda îsÂr hareketleri vardır. Mesel Hz. Ali ile Hz. Fatıma uc gun ust uste bir şey yemeden sadece su ile oruc tutmuşlar, tam iftar saati, kapılarına gelen miskin ve kolelere coreklerini vermişlerdir.

Yine Yermuk seferinde şehid olmak uzere olan uc mucahide su goturulmuş, her biri diğer kardeşine goturulmesini istemiş, sonucta hepsi de su icemeden şehid olmuşlardır.

Omer radıyallÂhu anh’ın Şam’a girerken kolesini butun ısrarlara rağmen devesine bindirmesi dunyadaki buyuk îsÂr tablolarından biridir. İsÂr dediğimiz “kendinden koparıp verme” yahutta “kendi hakkını kardeşine devretme” hadisesi, bu gun toplumumuzda yok gibidir. Ancak biraz daha zekÂtın otesine gecmek, infaka daha fazla yer vermek teşvik edilmelidir. Dini muesseselerin kurulması, İslÂm’a hizmet edecek gayretli insanların yetiştirilmesi ummet-i Muhammed’in istifade edeceği hastanelerin, şifÂhÂnelerin, muzdariplerin kalacağı huzur evlerinin yapılması bu gunku toplum uzerine farzdır.

– Peki efendim zekÂt nasıl verilmelidir? Nelere dikkat etmek gerekmektedir?

– ZekÂt ve sadaka verilirken hakikaten şefkatle, merhametle, sanki kendinize veriyormuşsunuz gibi, “bu bir kader tablosudur ben de boyle olabilirdim” duyguları icinde olmalıdır. Yani kalbinizin durumuna gore zekÂt alanın da durumu değişiyor. Kalbinizdeki o hal ona in’ikas ediyor. Verirken kalbiniz ne kadar samimi olursa karşınızda da aynı samimiyeti hissedersiniz. Cok acele bir şekilde hemen verip doneyim derseniz alacağınız feyiz de ona gore olur. Takdim ediş tarzı da cok onemli. Allah’a takdim ediyor gibi, bir teşekkur edasıyla, bunun da Allah’ın kendisine verdiği bir lutuf olduğunun şuuru icerisinde verecek olursa manen alınacak hazz daha buyuk oluyor. En guzel infak da fukaranın ayağına giderek kendisine verilmesidir. Farz bir ibadetten kurtardığı icin hurmet ederek, teşekkur ederek verilirse tabii onun feyzi cok daha ayrı oluyor.

Bir de şu var, bizim de icinde bulunduğumuz Hudai Vakfına pek cok zekÂt parası gelmektedir. Bazı kimselerin zekÂt parasını verirken cok daha huzurlu olunuyor. Demek ki paranın bir helÂliyetinin sonucu. Bu da cok muhim bir nokta. Kimi insanın parası zamk gibi gelip en muhim, en zaruri yerlere yapışıyor. Yani kazanc tamamen tıyb, temiz bir kazanc ise alırken de verirken de hissediyorsunuz. Alan fukara da bin bir dualar ediyor. Bu işin mÂnevi tarafı.

Diğer bir husus sÂil ve mahrumun, kişinin serveti uzerinde hakkı olduğunu Kur’Ânı Kerim bize bildirir. Bu mahrumlar iffeti dolayısıyla isteyemeyen nezih insanlar, belli bir terbiye gormuş kimselerdir. Bu mahrumları ihmal etmemek lÂzımdır. Onların dış gorunuşlerine bakıp bunların ihtiyacları yoktur deyip geri donmemek lÂzım.

-Yani ciddi bir araştırma gerekiyor?

– Gerekir elbette. Cunku zekÂtta taharrî şarttır. Zaten araştırma yapılmazsa, zekÂt yerine gitmezse o zekÂtı yeniden vermek lazımdır iki şartı vardır zekÂtın. Biri taharrîdir, araştırmadır. Diğeri ise temliktir. Yani mulk olarak edinilmesi lazımdır. Bu taharrî yapılmadan verilen zekÂtların iadesi icap eder. Tabii yerine ulaşmamışsa.

– Peki efendim vakfa verilen zekÂtlarda taharrî yuku kişiden duşer mi? Yani taharrî tamamen vakfa mı ait olur?

– Vakfa verilen zekÂtlarda taharrî tamamen vakfa aittir. Hudai Vakfının ekibi vardır. Ekip gidip mahallinde araştırma yapar. Evine bakar. Mahalledeki camiin imamından, muhtardan fakirin durumunu tedkik ederler. Zaten ondan sonrasında bir mesuliyet yoktur. Yani araştırma yapılıp, verilen paralarda bunların zekÂta muhtac olmadıkları sonradan ortaya cıkarsa, zekÂtı tekrar iade etmek icab etmez. Tabii zekÂt yalnızca şahsa verilir, temlik şarttır. Hukmî şahıslara zekÂt verilmez. Butun camiler, mektepler, Kur’Ân Kursları, hastaneler zekÂtla değil, infakla yapılır. Bunun icin infakın İslÂm’da cok onemli bir yeri vardır. Mesela Osmanlı’da kurulan 27 bin vakıf tamamen infaka dayalı vakıflardı. Ve pek cok hizmetin gorulmesi bu vakıflar kanalıyla olmuştur. Su… Hastane… Yetimleri oksuzleri evlendirme vakıflarından tutun da, hamallara, kuşlara hizmet vakıflarına kadar akla hayale gelmeyecek vakıflar bunlar arasındadır. Mesel Bezmialem Valide Sultan’ın bir vakfında Medine-i Munevvere’ye ve Mekke-i Mukerreme’ye Şam’ın tatlı suları develerle taşınacak ve susuz olan hacılara dağıtılacaktı. Bu gun buna hayalimiz bile varamaz. Bunlar buyuk ruhların mahsulleridir. Osmanlı’da cami yapılırken yanına şifahÂne, sebil ve medrese de yapılmıştır. Ve butun bir toplumun ihtiyacları cami kanalıyla tevzi edilmiştir. Halk hem mulkun Allah’ın olduğunu hissetmiş, hem de ictimÂi denge hasıl olmuştur. Fakir ile zengin aynı mahallede oturmuşlar ve zengin evleri fakirlerin kucağı olmuştur. Fukara rahatlıkla derdini orada anlatabilmiş, yetim orada himaye edilmiştir. Zaten hendese olarak ta zengin ile fakir evi arasında pek fark yoktur. Zengin ile fakirin gonlu aynı atar ve birbirlerine karşı kardeşlikle bağlanırlardı. Zenginler, kendilerini farz ibadet lerden kurtardıkları, ayrıca sadaka ile belalardan ibtîlalardan kurtardıkları icin fakirlere nezaketle, teşekkurle verirlerdi. Fukara da Allah’ın verdiği bu hediyelere zenginler vasıtasıyla geldiği icin onlara teşekkur hissi icinde olurlardı.

– Efendim şuphesiz tarihimiz sayısız infak ve îsÂr ornekleriyle doludur. Cok olmasa da gunumuzde de ibretÂmiz hadiselerle karşılaşıyoruz. Sizi cok etkileyen bir kac hadiseyi anlatabilir misiniz?

– Oncelikle babam ve amcam hatırıma geliyor. Fukaraya bir şey takdim edecekleri zaman bunu en guzel bir şekilde ambalajını yaparlar, gayet guzel bir nezaketle, incitmeden gonul alarak takdim ederler. Alan da mesrur olur veren de. Biri Allah’dan geldiğini kabul ederek alıyor, diğeri de Allah’ın verdiği bu emaneti yerine vermiş oluyor.

Bir de Bosna-Hersek hadiselerinden sonra Ankara’dan bir kız oğrenci yemek kartlarını getirerek Bosna muslumanlarına bağışladı. İstanbul’da bir caminin onunde kış gunu Bosna’ya yardım toplanıyordu. Ceketsiz gelen bir kac talebe ceplerindeki son on bin liralarını torbaya attılar. Bunlar îsardır ve cok az gorulur.

Hudai Vakfından bir ornek vermek istiyorum. Vakıf olarak bir anne bir oğula yardım ediyorduk. Oğlu felcliydi, universiteyi bitirmişti. Bir gun anne geldi, vakfa teşekkur etti. Bundan sonra artık yardım almayacağım, benden daha muhtacına verirsiniz, dedi.Cunku, dedi, benim oğlum vefat etti. Son aldığım parayla da cocuğumun cenazesini kaldırdım. Şimdi benim tek kuru başım kaldı. Onu nasıl olsa kendi başıma idare ederim. Bana vereceğiniz parayı bizim eski durumumuz gibi muhtac olan bir aileye verirsiniz” dedi. Bu da bir îsÂrdır. Yani kendi imkanını koparıp başka bir aileye takdim etmesidir.

– Bu guzel sohbet icin cok teşekkurler ediyorum, efendim.



Osman Nuri Topbaş
Altınoluk Dergisi, Mulakatları
Yıl: 1994 – Şubat – Sayı: 96


__________________