Yazar: İbrahim Canan (Prof.Dr.) 2006-04-06

İnsanlığın başlangıcı hakkında halen uc goruş yaygındır(*):
1— Evrimci goruş,
2— İslami goruş,
3— İlmi goruş.
1— Batı Kaynaklı Evrimci Goruş: Buna gore, insanların atası maymundur. Maymun kılını atarak insan olmuştur. Maymunluktan sonra teşekkul eden ilk insan cemiyeti (bazılarına gore cemiyetleri), korkunc bir vahşet devri gecirmiştir. El yordamıyla ilerleyen bu ilk vahşiler, bir kısım tesaduflerin de yardımıyla bazı teknikleri elde etmişlerdir. Soz gelişi, kuru odunları birbirine surterek ateşi bulurlar. Bir orman yangınında telef olan hayvanla pişirmeyi, ocağın yanında yanarak sertleşmiş olan camurla da seramiği keşfederler vs. Bu şekilde, gittikce ilerleyen insanlık, en ust seviyeye Batı`da ulaşmıştır. Batı medeniyeti insanlığın en yuce, en ustun medeniyetidir. Butun insanlık onu benimsemek zorundadır. Onun dışında kalan sistemlere "Medeniyet" denemez. Cin, Hint, İslam medeniyetleri, bu sebeple barbarlıktır, vahşettir, geriliktir. "Medenileşmek" isteyen her fert, her cemiyet onu benimsemeye mecburdur, mahkumdur vs.
2— İslami Goruş: Kur`an-ı Kerim tarafından ortaya konan bu goruşe gore, ilk insan Hz. Adem(as)`dir ve bir peygamberdir. Hz. Adem, peygamber olması hasebiyle, vahye mazhardır ve kendisine kitap gelmiştir. Bu kitapta insanlar icin zaruri ve gerekli olan bilgiler vardır.
Gerekli bilgilerden maksat sadece dini olanlar değildir. Maddi hayatla ilgili olanlar da buna dahildir Nitekim, bazı rivayetler, Hz. Adem`in cennetten, beraberinde, insan hayatının devamı ve teknolojinin gelişmesi icin şart olan teknik techizatı da getirdiğini belirtir: Ors, kerpeten, cekic, iğne, gurz bunlardandır. (Razi, Tefsir, 29/241-243; İbn Kesir, 6/566)
Dinimiz bu temel goruşe ilaveten, hic bir devirde insanların başı boş bırakılmadığını, her kavme mutlaka Peygamber gonderildiğini de haber verir. Kur`an-ı Kerim, gecmiş kavimlerden Allah`ın emirlerine uyanların guclu medeniyetler kurduğunu, azanların ilahi cezalara maruz kalarak yıkılıp gittiklerini ve yeryuzunde isimlerinin bile unutulduğunu tekrar tekrar ifade eder.
Bu soylenen goruşler, insanların duşuncelerine, derin etkilerde bulunmuştur. Bir kac tanesini belirtelim:
- Avrupa medeniyetinin en ustun, en son medeniyet olduğu goruşu, Avrupalılara, bir egoizm vermiştir. Bu bencillik, askeri ve ekonomik ustunluğu elinde tutan Batılıların, tarihte gorulmeyen vahşi metotlarla somurgeleştirdikleri kavimleri "medenileştirme" adına imha etmelerine sebep olmuştur. Keşfedildiği asırda milyonlarla Kızılderilinin yaşadığı Amerika`da bugun o ırk sonmuştur. Okyanus adalarında ve Afrika`da yaşayan "medenileşmeyecek yaratılışta" olduğuna hukmedilen vahşiler (!) (yerli, iptidai, barbar, şarklı kelimeleri de aynı manada kullanılır) gunumuzde bile aynı telakkinin kurbanları olmaya devam ediyorlar.
- Bilhassa 19. asırla 20. asrın ilk ceyreğinde hemen hemen butun dunya "aydın"larını yonlendirmiş olan Batı menşeli goruş, Batı dışında kalan milletleri "medenileşmek icin Batılılaşmak" kompleksine iterek, maddi ve manevi buyuk yıkımlara sebep olmuştur. Bunun en guzel orneği Turkiye`mizdir. Bu maksatla yapılan butun calışmalar -herhangi bir muspet ve yapıcı hizmet sunmaksızın- korkunc bir anarşide karar kılmıştır.
- Peygamberlerin teknikte de ornek oldukları, insanlık tarihinde kaydedilen teknik merhalelerin peygamberler sayesinde gercekleştirilmiş bulunduğu prensip olarak benimsenmeyince, gecmişle ilgili durumlar sağlıklı bir şekilde izah edilememiştir. Eski devirlerden gunumuze intikal eden harika eserler var. Bunlar o kadar harika ki, yukarıda acıklanan Batılı anlayış gereğince vahşi addedilen eski insanların eliyle yapılmış olması mumkun değildir. Mesela Piri Reis`in cizdiği dunya haritası, bu zihniyete sahip bir Batılıya gore, "Fezadan gelen devlerin cizdiği asıllarının kopyasının kopyasının kopyasıdır". Cunku Piri Reis Batılı değildir, şu halde barbardır, vahşidir ve dolayısıyla boyle mukemmel bir eser vermesi mumkun değildir.
Bu zihniyet, Batı menşeli olmayan butun tarihi eserleri boyle izah edecektir. Aynı yazar, Peru`da, kuru camurun icinde bulunmuş olan ve fevkalade mukemmelliği belirtilen bir takvimle alakalı olarak da şu acıklamayı yapar: Bu mukemmellik de, onu tasarlayan, ortaya koyan ve kullananların bizden ustun bir uygarlık (medeniyet) seviyesine ulaşmış olduğunu ispatlamaktadır. KENDİMİZE OLAN SONSUZ GUVENİMİZ BU İSBATI NASIL KABUL EDECEK BİLMİYORUM".
Keza, bir heykel uzerindeki şekillerde okunan bir kısım astronomik bilgilerle alakalı olarak da şu yorum ileri surulur: "Bu astronomi bilgisini, yapı sanatında bile pek geri olan iptidai insanlar mı bir araya getirmişti, yoksa bu bilgi dunya dışı bir kaynaktan mı gelmiştir?"
Kendi dışında kalan insanlığı vahşete mahkum eden Batı zihniyeti, gecmiş devletlerden intikal eden, izahı imkansız (!) pek cok ilmi ve teknik harikaları saydıktan sonra, bunları izah sadedinde, şu safsataya duşer: "Bizden once yuksek bir kulturun, ya da eşit seviyede bir teknolojinin varlığını kabul edemeyeceğimize gore, bir tek nazariye kalıyor: Uzaydan (fezadan) bir ziyaretci".
Kur`an-ı Kerim`in verdiği bir espri ile bakınca, boylesi harika eserlerin, insani olduğu, ancak İlahi vahye mazhar peygamberlerin irşadına dayandığı kabul edilir. Zira Kur`an-ı Kerim, insanlığın gecmişini vahşet ve cehalete mahkum etmez. Aksine, bir kısım eski milletlerden bahsederken, onların "kuvvetce daha ileri", "mal ve evlatca daha cok" olduklarını ve "yeryuzunde daha cok, daha sağlam eserler bıraktıkları"nı belirtir. (Şu ayetler gorulebilir: Tevbe, 69; Fatır, 44; Muhammed, 12; Mu`min, 21, 82; Kasas, 76-78).
Terakkiyi inkar mı? Kur`an-ı Kerim ve hadis-i şeriflerden (Hz. Peygamberin sozlerinden) esasını alan İslam telakkisi, insanlığın gitgide terakki ettiğini inkar etmez. "İlk cemiyet medenidir" derken, bugunku manada ictimai ve teknik techizata sahiptir demek istemez. Onlar duyulan ihtiyac nispetinde teknik ve kulturel techizata sahiptir. Kanunu ve kaideleri ilk cemiyetin sadeliği nispetinde basit ve mahduttur. Nufus artıp, ictimai tansiyon (sosyal gerilim) kesafet kazandıkca, gerek teknik ve gerekse kanun ve kaideler yonuyle zenginleşmeye, gelişmeye ihtiyac duyulmuştur.
Bu ihtiyac da birbirini takip eden peygamberlerle karşılanmıştır. Peygamberler sadece dini ve ictimai kaideler getirmekle kalmamış, maddi problemlerin hallinde de onder olmuşlardır. Nitekim, kumaştan yapılan elbiseye Hz. İdris, demirciliğin -ve burada zırhın- gelişmesine Hz. Davud, tıbba Hz. Lokman, gemiciliğe Hz. Nuh, saatciliğe Hz. Yusuf onculuk etmiştir. Bu teknikler, bugunku "medenilik"in gelişmesinde kucumsenmesi mumkun olmayan sıcrama ve donum noktalarını teşkil eder.
3— İlmi Goruş: Batılı goruşun, ilmi temelden mahrum ve tamamen hissi ve bencil hesaplara dayandığı, bizzat Batılılar tarafından ifade edilmeye başlanmıştır. Bilhassa etnoloji ilmi gelişip, yeryuzunun her tarafında yaşayan insanların dilleri, inancları, efsaneleri, ahlak anlayışı ve orfleri oğrenildikten sonra, insanlığın gecmişi hakkında ileri surulen bu tekamulcu nazariyeler (teoriler) iyice itibardan duşmuştur. Cunku, binlerce yıldır birbirleriyle hicbir temasta bulunmamış olan Avustralya, Afrika, Amerika, Okyanus adaları ve kutuplarda yaşayan iptidai denen kavimlerin dillerinde, inanclarında, kultur ve tekniklerinde kuvvetli benzerlikler gorulmuştur. Bu benzerlikler, insanların tek bir kaynaktan coğaldıklarını, oldukca ileri muşterek bir medeniyet seviyesine ulaştıktan sonra yeryuzunde dağıldıkları fikrini ilham etmiştir.
Bu fikir, asrımızda, her gecen gun kuvvet kazanmaktadır.
Bu noktada da kalmayan sağ duyu sahibi bir kısım Batılı alimler, "vahşi" ve "medeni" gibi değerlendirmelerin tamamen izafi hukumler olduğunu belirtirler. Onlara gore, yeryuzunde mevcut insan cemaatleri mutlaka bir kısım ictimai değerlere ve bazı teknik malzemelere sahiptir. Alet kullanmayan ve kaideye uymayan hicbir cemaat mevcut değildir. Her cemaatin kendi dışındakini hor gorup tahkir edici isimler taktığı, "iptidai" denen insanların da, medeni Batılılara "vahşi" nazarıyla baktığı gorulmuştur. Bu durumları değerlendiren Batılı bir meşhur, batılıların anlamış olduğu şekilde bir vahşetin insanlar arasında hicbir devirde mevcut olmadığını belirttikten sonra, sozunu şoyle noktalar: "Asıl vahşi, vahşetin varlığına inanan kimsedir."
Birlikten cokluk; medeniyetten vahşet nasıl cıktı?" Kuran-ı Kerim`de belirtilen, başlangıctaki medeni olan tek insan cemiyetinden ceşitli ırkların, dillerin nasıl cıktığı, bir kısım iptidai grupların nasıl teşekkul ettiği merak konusudur. Bu mesele henuz ilmen kesin hatlarıyla tam olarak izah edilmiş değildir. Ancak oldukca tatminkar acıklamalar yapılmıştır. Bunlardan birini aşağıda sunmaya calışacağız.
Prof. Gish, "Fosiller ve Evrim" adıyla tercume edilen kitabında; ilk insanların topluluk halinde yaşadıklarını belirtir. Zamanla mevcut kaynakların artan nufus karşısında yetersiz duruma gelmesiyle bu topluluk fertlerinin de kucuk gruplar halinde yeryuzune dağıldıklarına işaret eder. Farklı ulkelere giden ve birbirinden iyice koparak aralarındaki irtibat kesilen bu grupların coğalmaları da yine kendi iclerinde olmaya başlamıştır. Onceleri aynı yerde bulunmuş olan gruplar, daha sonra bu butunun uyeleri olarak coğalmaya devam etmişlerdir. Bu grupların her birisinde yuksek oranda melez meydana gelerek gruplar arasındaki fertlerin genetik yapılarında farklılık ortaya cıkmıştır. Neticede bu gruplar ceşitli kabile ve ırkları hasıl etmiştir.
Topluluğun orijinal merkezinden ayrılan bu kucuk grupların bir kısmı onceden sahip oldukları bilgi ve sanatlarını devam ettirirken bazıları bunları kaybetmiştir. Bu kaybetme muhtemelen bazı faktorlerin tesiriyle olmuştur. Mesela; onceleri yağmacı akınlara karşı arazilerini mudafaa icin silah yapma ihtiyacı duyan gruplar, toplumdan ayrılarak geniş ve boş sahalara yayılınca, bu ihtiyacı hissetmez oldular. Boylece silah yapımı terkedilmiş, toplanan az bir besin gruba kafi geldiğinden bazı kabilelerde onceki ziraat işleri de bırakılmıştır. Bu devrede her grup kendi icine kapanık yaşadığından sanatlar komşu gruplar arasında karşılıklı değişmeden mahrum kalıyordu. Sonucta "ilerleme" olarak ifade edebileceğimiz hususlar bazı kabilelerde gecikmiş, hatta cok iptidai bir seviyeye doğru dejenere olup bozulmuştur.
Bir merkezden yayılmış olan insanlardan bir kısmının ilerlerken bazılarının yerinde saydığına ve hatta gerilediğine dikkati ceken Gish şoyle der:
"Avrupa ve Asya`ya yayılan kalabalık topluluklarda medeniyet hızlı bir şekilde gelişirken, Amerika ve Avustralya ile Guney Afrika`da dağınık halde yaşayan gruplar, eskiden sahip oldukları medeniyeti de yavaş yavaş terk ettiler. Neticede gunumuzdeki ilkel topluluklar haline geldiler.
İnsanlara ait sanat eserlerinin her tarafta bulunuşu, ilk insanların bu şekilde dağınık olarak yaşadıklarına işaret eder. Gecmişteki topluluklar oldukca ileri seviyede silah ve aletler yapabiliyorlardı. Ayrıca bunlar, inanc sahibi idiler. Olulerini cicekler ve ceşitli maddelerle birlikte gommeleri bunların dindar topluluklar olduğunu ve ahirete inandıklarını gosterir".
İlmi verilere dayanarak yapılan bu acıklamanın Kur`ani goruşe ne kadar uyduğu nazar-ı dikkatten kacmamaktadır. Zira Kur`an`da gelen acıklamalara gore de insanlığın ilerlemesi, terakkisi devamlı olmamış. Bunu bir kısım zikzaklar ve kesintiler takip etmiştir. Bu neticeye yine o cemiyetlerin kendileri sebep olmuştur. Teknik yonden ilerleyip maddi bakımdan guclenen toplumların, zaman zaman ilahi irşattan ayrılmaları gerilemelerine yol acmıştır. Ceşitli sapıklık ve ahlaksızlıklara duşmuş bu tip kavimlerin cezalandırılarak ellerindeki nimetlerin alındığı Kur`an-ı Kerim`de bildirilir. Bunların bir kısmı toptan helak edilmiş, bir kısmı da buyuk maddi musibetlere, belalara maruz bırakılmıştır.
Gecmiş milletlerden bazılarının "Kuvvetce daha ileri", "mal ve evlatca daha cok" oldukları nazara verilir (Tevbe 69; Fatır, 44; Muhammed 13). "Yeryuzunde daha cok ve daha sağlam eserler bıraktıkları" ifade edilir (Mu`min, 21, 82). Kasas suresinin 76. ayetinde Karun`a "Anahtarlarını guclu bir topluluğun" zor taşıyacağı kadar cok mal verildiğinden bahsedilir. Hatta, "Allah`ın onceleri ondan (Karun) daha guclu ve topladığı şey daha fazla olan nice nesilleri helak ettiği"ne dikkat cekilir (Kasas 76-78).
Rum suresinde de gecmişteki medeni kavimlerden soz edilir:
"Yeryuzunde dolaşıp kendilerinden once gecmiş kimselerin sonlarının nasıl olduğuna bakmazlar mı? Ki onlar kendilerinden daha kuvvetli idiler, yeryuzunu kazıp alt-ust ederek onlardan cok imar etmiş kimseydiler. Ve onlara burhanlarla peygamberler gelmişti. Boylece onlara zulmetmiyor, onlar kendilerine zulmediyorlardı. Sonra Allah`ın ayetlerini yalan sayıp onları alaya alarak kotuluk yapanların sonu pek kotu oldu" (Rum, 9-10).
Butun bu bilgilerin ışığında, şimdi insanlığın başlangıcını, gecmişini, vahşi kabul etmek mumkun mu? (**).
(*) Bu taksimin yanlış anlaşılmaması icin şunu belirtmek isteriz: İslami goruş doğrudan nassa, Âyet ve hadîste gelen acıklamalara dayanır, bunu oburleri ile karıştırmamak gerekir. Evrimci goruş, daha cok modern cağda mevcut ibtidai kavimlerde rastlanan bazı muessese ve an`anenin ifratkar bir kıyasla ilk insanlara teşmiline ve bu prensipten geliştirilen spekulasyona dayanır. İlmi goruş ise, dunyanın her tarafında yaşayan farklı cemiyetlerin sunduğu benzer kulturel unsurların, yani objektif verilerin yorumuna dayanır. Bu sonuncu spekulatif sayılmaz.
(**) Daha fazla bilgi icin : CÂnan, İ.; Peygamberimizin Hadislerinde Medeniyet, Kultur ve Teknik, Cihan Yayınları, İstanbul 1984.
sorularlaislamiyet
__________________