Bu Ornek Herkes İcin



Evet. Bu ornek herkes icin. Cunku o, bir aldanışın oykusu. Bel’am bin Baura’nın haberi... Tefsirde belirtildiğine gore Bel’am; Musa aleyhisselam zamanında yaşamış, Benî İsrail ulemasının seckinlerindendi. Allah’ın vahyi hakkında geniş bilgisi vardı, hakikat bilgisine sahipti. Fakat o, bilgisine her şeyden cok guvendi; ilminin kendisini hata etmekten koruyacağını sandı. Allah katında duası kabul olunan bir velî iken, bir meselede peygamberine muhalif oldu. Bazı hilelere aldanıp, onun aleyhine dua etti; bu yanlışında ısrar ederek ileri gitti.
“Bu misalleri insanlara, duşunsunler diye veriyoruz” (Haşr 59/21) buyuran Merhamet Sahibi, carpıcı bir benzetme ile sunulan Bel’am orneğinin duyurulmasını emrediyor: “Onlara kendisine ayetlerimizden verdiğimiz ve fakat onlardan sıyrılıp cıkan, o yuzden de şeytanın takibine uğrayan ve sonunda azgınlardan olan kimsenin haberini oku.
Dileseydik elbette onu bu ayetler sayesinde yukseltirdik. Fakat o dunyaya saplandı ve hevasının peşine duştu. Onun durumu tıpkı kopeğin durumuna benzer: sursen de dilini cıkarıp solur, bıraksan da dilini sarkıtıp solur. İşte ayetlerimizi yalanlayan toplumun durumu boyledir. Kıssayı anlat; belki duşunurler.” (el-A’rÂf 7/175-176)
Ayetleri okuyunca, yukarıda can alıcı noktaları tasvir edilen manzara sanki gozunuzun onune geliyor: Bir insan duşunuyorsunuz ki; Allah’a iman edip, Peygambere tabi olmak kendisine muyesser olmuş. -Din uğruna yapılacak işlerin her merhalesi başlı başına bir şeref iken- o kişiye bunların da ÂlÂsı nasip olmuş. İlim ve hikmet verilmiş kendisine. Zamanın nebisine yakın olmuş. Fakat o, butun bunların kıymetini bilmemiş. Kendisine bahşedilenleri en basit, en değersiz meta ile değişmeye cur’et etmiş. Doğru ile yanlışın farkını bildiği halde şeytana uymuş; ihtiras denizine kulac acmış ve sapkınlardan olmuş...
Hamdi YAZIR merhum; kıssanın başındaki cumleyi şoyle tefsir eder; “Onlara şu alcağın kıssasını haber ver ki; kendisine ayetlerimizi vermiştik. İlmî ve dînî haysiyeti vardı; fakat o, bunlardan sıyrılıp cıktı. Şeytan onu kendine uydurdu da, yoldan sapmışlardan oldu...”
“Allah’a ve ahirete inanan bunu nasıl yapar, hakikati bildiği halde gecici heveslere nasıl aldanır.” diye duşunurken yine Elmalılı merhumun izÂhı yetişiyor imdadınıza. “Demek ki, hakikat uzere sabit kadem olması icin ilÂhi irade gercek manada tealluk etmedi.” diyor. “Kendi haline bırakıldı da, şeytana uyanlardan oldu.”
İşte o zaman yeniden Allah’a yalvarıyorsunuz; “Goz acıp kapayıncaya kadar bile olsa bizi bize bırakma.” diyorsunuz.
Kur’an sevgisi icinizde yeniden kabarıyor. “İşte bu” diyorsunuz. Yuce Kitab’ın mu’min gonulleri teskin eden veciz uslubu bu olmalı... Hadisenin ayrıntılarını değil, ozunu veriyor muhatabına. En carpıcı misalle onu sarsıyor; nefsini sorgulamaya teşvik ediyor. Etrafında olup bitene vakıf olmayı oğretiyor.
Duşunun; dinine ait erdemleri menfaat karşılığında değişen kişinin durumu yaratılmışlar icinde kopeğe; kopeğin en sevimsiz haline benzetiliyor...
Buradaki anlatımdan şunu oğreniyoruz ki; kıssadan maksat, hadiseye konu teşkil eden şahsın tarifi değil, halinin tasviridir. O temsilin ibret-i alem icin insanlığa duyurulmasıdır. İbret-i alem icin diyoruz cunku, Kur’an-ı Kerim boyle bir şahsın durumunu, yeryuzunde kelbten başka hicbir hayvanda bulunmayan kerih bir durumla orneklendiriyor...

“Onun vaziyeti tıpkı kopeğin şu haline benzer ki, ustune varıp sursen de, serbest bıraksan da dilini cıkarıp solur.”

İhtiraslarını Allah’ın dinine ait yuce değerlere tercih eden kişinin derekesi, artık alcalmanın en son raddesidir. Cunku hakikat bilgisine sahip olduktan sonra, onu dunyalıkla değişmekten daha kotusu olamaz. İşte ayetlerimizi yalanlayan kişi ya da toplumların durumu buna benzer... Sonu da kotudur onların, kendilerini o sona taşıyan hayatın her safhası da... Cunku onlar hic rahat nefes alamayacakları bir ihtiras denizi icinde cırpınıp dururlar...
* * *
Tasavvuf erbabı; ayette durumu misal getirilen Bel’am bin Barua’yı, kibir ve dunyevî arzuları sebebiyle sapıklığa duşenlerin en bariz orneği olarak takdim etmişlerdir. Ve buradaki “kelb” benzetmesinin nefs-i emmareyi temsil ettiğini soylemişlerdir. Cunku kopek, burada one cıkarılan yonuyle hırs ve şehvete duşkunluğu temsil ediyor; ardı arkası kesilmeyen ihtirasları, beklentileri temsil ediyor.
Kelbin tabasbusu, onursuzluğu ve değersiz bir kemik parcasına tenezzul etmesi... Atılan bir taşın peşinden dahi koşup onu koklaması... Bunların hepsi bir duşkunluğu, duşkunluğun en son raddesini anlatıyor..
Şu halde, peşin dunya menfaati soz konusu olduğunda; sozunden asla donmeyen Allah’ın hak vadini unutur gorunmek. Dinin yapılacak tercihlere dair getirdiği hakkaniyet olculerini bilmezden gelmek. Bunların tumunu veya bazısını, bir beklenti uğruna yerinde ve zamanında soylemekten sakınmak...
Oyle inanıyoruz ki, Bel’am bin Baura’yı, helake suruklediği belirtilen şey, tek bir sebeple izah edilemez. Bilakis onun duruşu/tercihi bir kalıptır, ornektir. Bu sebeple konumuzu teşkil eden ayetlerin; ona benzerlik arz edecek tercihlere karşı birer manevi ikaz olduğu duşunulebilir.
İmam Gazali der ki; “Bel’am bin Baura, baktığı zaman arşı gorecek bir manevi mertebe sahibiydi. Tek bir hata yaptı, dunyaya ve ehline bir kez meyletti. Dostlarının hic biri yanında zerre kadar itibarı kalmadı. Marifetullaha dair ne varsa kendisinden sıyrılıp alındı.”
Rûhu’l-BeyÂn’da ilgili ayetin acıklaması sadedinde şoyle denir: “Hakiki sÂlik, nebilerin ve rasullerin makamlarının en yucesine ulaşsa dahi, yine de Allah’ın mekrinden emin olmaz. Hicbir zaman kendisine mucahede ve riyazat yollarını kapamaz. Nefse ve onun arzularına muhalefet etmekten geri durmaz. Nitekim Rasûlullah (s.a.v.)’in, hulefÂ-i rÂşidînin, sahabenin, selef-i sÂlihînin, imamların ve meşÃ‚yihin durumları hep bu hassas cizgiye riayet etmek olmuştur....
* * *

__________________