posted in DİL VE TARİH |


Arap Dilini Kutsallaştırma Cabaları-Cengiz Ozakıncı, Dil ve Din
Bağnaz ulusculuk, ulusların kimi uyelerinde gorulen bir tutarık, bir manyaklıktır. Bu kişliler kendi uluslarını oteki uluslardan yuce, kutsal sayarlar. Boyle kişiler icin, kendi uluslarının dili de, oteki ulusların dilinden yucedir. Bunu kanıtlayabilmek icin didinirler. Yapay gerekceler uydururlar. Kendi dillerinin en eski, en yetkin, en engin dil olduğunu kanıtlama cabasına duşmuş Turkler olduğu gibi, Araplar da vardır.
Aşırı Arap uluscuları, Arapcanın oteki dillerden yuc bir dil olduğunu kanıtlayabilmek icin; ”Tanrı’nın kişioğullarına – ozellikle!- Arap diliyle seslendiğini” one surerler. Bu onların en sağlam(?) gerekceleridir. Oteki uluslardan coğu muslumanları da, bunun doğruluğuna kandırmışlardır. Doğaldır ki ancak kandırabileceklerini kandırmışlardır;hepsini değil! Orneğin musluman Turk bilgini Biruni, Arap dilinin, yazısının yuceliğini yadsımıştır.Ona gore Arap yazısı, bilim dili olarak kullanılamaz niteliktedir. Cunku bir matematik kesinlikten yoksundur. Ben, Biruni’nin bu gerekcesini doğru bulmuyorum. Arap diliyle bilim yapılabileceği, Arap yazısıyla bilimsel yapıtlar verilebileceği, verildiği kanısındayım. Ancak, benim acımdan onemli olan, Biruni’nin sağlam bir musluman olmasına, oyle sayılmasına karşın, Arap dilinin yazısının diğer yazılardan, dillerden daha kutsal, daha ustun, daha yuce olduğu savına inanmayışıdır ki, ben de bu kanıdayım.
Gercek şu ki; ”Tanrı’nın kişioğullarına Arap diliyle seslendiği, bu nedenle de Arap dilinin kutsal bir dil olduğu” duşuncesine kapılmak icin, Arap uluscusu olmak dahi gerekmez. Bilinc duzeyi yetersiz butun muslumanlar boyle bir duşunceye saplanabilirler. ”Bilinc duzeyi yetersiz musluman” nitelemesini ozellikle kullanıyorum. Cunku eğer bilinc duzeyleri yeterli olsaydı, bağlandıkları kutsal bildirgede, Kuran’da boyle bir niteleme bulunmadığını bilirlerdi. Muslumanlığın kutsal bildirgesi Kuran’da, Tanrı’nın pek cok topluluğa, cok ceşitli donemlerde, pek cok elci gonderdiğini; Tanrının bu elcilere ozel bir dille değil, kendi uluslarının o yıllarda kullanageldikleri dille bildirimde bulunduğunu bilirlerdi. Tanrının elcisi Musa, Arapca konuşmuyordu. Tanrının elcisi İsa, Arapca konuşmuyordu. Tanrının elcisi Yusuf, Arapca konuşmuyordu. Tanrının elcisi Nuh Arapca konuşmuyordu. Tanrının elcisi İbrahim Arapca konuşmuyordu. Tanrının elcisi Muhammed Arapca konuşan ilk, tek elci olduğuna gore, oteki elcilerin tumunun dilleri başka başkaydı. Tanrı, son elcisi Muhammed dışındaki butun elcilere, icinde yaşadıkları toplumların konuştuğu Arapcadan başka dillerde bildirimde bulunduğuna gore, Tanrının Arap dilini diğer dillerden daha ustun, diğer dillerden daha kutsal saymadığı apacıktır. Dinsel bilinc duzeyi yeterli butun Muslumanlar, bu gerceği bilmektedirler. Ancak yine de Arap yazısını, dilinin kutsal olduğu, kişioğlunun Tanrıya yalnızca Arapca seslenmesi gerektiği, eğer Tanrıya Arapcadan başka dille seslenirse, bağışlanması olanaksız bir suc işlemiş sayılacağı duşuncesi, bilgisi yetersiz muslumanlarda egemendir. İşte, Turk diline Arapca sozcuklerin girmesinin bir nedeni de bu yanlış inanış olmuştur…
Bir onceki yazımızda, Turklerin oz dillerini korumaya Musluman olduktan sonra bile ozel bir onem verdiklerini;Muslumanlığı benimsemelerinin uzerinden iki yuzyıl gectikten sonra XI. Yuzyılda bile, dillerinin arılığını buyuk olcude korumuş olduklarını; benimsedikleri dinin kutsal bildirgesi Kuran’ı butunuyle Turkceye cevirdiklerini belirtmiştim. Turklerin yabancı dilleri benimsemeye karşı yadırgayıcı tutum icinde olduklarını da sergilemiştim. ”Sonra ne oldu ki bugun Turklerin dilleri boylesine yoğun bir bicimde Arapca Farsca sozcuklerle doldu?” sorusunun yanıtlarından biri de, Turklere Arapcanın kutsal bir dil olduğu savının benimsetilmesidir. İlginctir, bu benimsetme işinde Araplardan cok, Turk seckinlerinin etkisi buyuk olmuştur. Sozgeliimi unlu Turk dilcisi Ali Şir Nevai, Turkleri Arap dilinin ustunluğune inandırmaya calışmış kişilerden biridir.
Ali Şir Nevai’ye gore:
Arap dili, seckinlik ve yukseklik bakımından dilleirn en ilerisidir. Bu nokta uzerinde hic kimsenin aykırı duşunduğu ve aykırı bir dava guttuğu yoktur. Cunku Tanrı, Kuran’ı bu dille indirmiştir; peygamberlerimizin hadisleri gene bu dil ile soylenmiştir; buyuk velilerin, din ulularının ileri surdukleri gercek ve değimli duşunceler gene bu dil ile meydana gelmiştir.
Ali Şir Nevai, Farscanın biricik yazı dili larak benimsendiği bir donemde tum gucuyle Farscayı kotuleyip, Turkceyi yuceltmeye calışmış; ancak soz Arapcaya gelince Farscaya karşı dikilen boynu, Arapca onunde eğilmiştir. Arapca deyince, akanlar sular durmuştur. Nevai, Arap dilinin ustunluğunu benimsemesine bir gerekce olarak, Kuran’ın bu dille yazılmış olduğunu soylemektedir. Ancak Arapların başlangıcta Kuran ayetleri kendilerine okunduğu zaman, bu ktsal buyruklara da, Tanrı’nın elcisi Muhammed’e de, yine o Arap diliyle sovduklerini unutuvermiştir. ”Peygamberimiz hadisleri bu dille soylemiştir.” derken, dinden donenlerin de yine o Arapcayı konuşan Araplar olduğunu unutuvermiştir. Nevai, bir yandan Farscanın ustunluğunu yadsıyıp, Turkcenin ustunluğunu savunurken; ote yandan Arapcanın Turkceden de, butun oteki dillerden de ustun olduğunu soylemiştir. Biruni ise, tersini duşunmektedir. O, ”Arapcanın kotulenmesini, Farscanın yuceltilmesine yeğ tutmaktadır.” Arapların oteki uluslara, Arapcanın oteki dillere ustunluğunu ileri surup buna inanmayanları cahillikle (bilgisizlikle), kafirlikle (Tanrı’ya bağıtlanmamakla) suclandıran İbn Kuteybe’ye karşı cıkan Biruni, gercekte Arapların daha cahil (bilisiz) olup, İslam’a ayak diremede oteki uluslardan daha şiddetli olduklarını, Kuran’dan alıntılarla kanıtlamıştır. Biruni’ye gore, ulusların birbirlerine ustunluk taslamaları, boş bir davranıştır, kotudur…
Gelgelelim, yanlış duşunceler, bilgisiz kişileri cabuk etkiliyor. Ne denli uygar, ne denli ileri olursa olsun, butun toplumlarda aydınlar azınlıkta, bilgisizler coğunlukta oluyor. Butun oteki toplumlar gibi coğunluğu bilgisizlerden oluşan Turkler de, Arap dilinin kutsal olduğu gibi yanlış bir duşunceyi, dinbilgiclerinin dayatmasıyla, surec icerisinde benimsemişlerdir. Sonucta, Turkler, pek cok arapca sozcuğu dillerine dolamış, bu sozcukleri kullanırken kutsal bir iş yaptıklarını sanarak sevinmişlerdir. Kendi dillerinde var olan kimi yerli sozcukleri atıp, yerina Arapcasını getirmişlerdir.Anlamını bilerek, yureklerin de duyumsayarak kullandıkları: ”Ol bağırsak Tanrı’nın adıyla!..” sozunun yerine; anlamını iclerinde o denli duyamadıkları, kendilerine bir tekerleme gibi gelen, salt kutsal bir anlamı olduğuna inandıkları icin soylenmesinde yarar olduğunu duşundukleri ”Bismillahirrahmanirrahim” sozunu kullanmaya başlamışlardır. Turkler, kendi dillerince; ”Yaratgan, turutgen, bağırsak Tanrı” dediklerinde; evreni yaratan, nesneye yaşam veren; kişioğluna da, yaşayan butun canlı varlıklara da ozdevinim gucu veren; onların yaşaması icin butun gereksinimerini sağlayan; ana karnında bebeğin tum yaşamsal gereksinimlerini karşılayan gobek bağı gibi, yarattıklarını besleyen, buyuten, tureten bir tanrıyı duşunuyorlardı. Bu Turkce sozlerin yerine Arapca ”Rahman, Rahiym Allah” sozlerini gecirince, Turkun imgeleminde bir boşluk oluşuyor, koku belleğinde bulunmadığı icin duşunu de kuramadığı bu Arapca sozlerin, yalnızca kutsal olduğuna inanarak avunuyordu. Kutsal, ancak yabancı; imgelemde etkisi yok…Bir Arap, ”Rahiym Allah” dediğinde, bu sozcuklerin koku onun belleğinde imgeler olarak var bulunduğu icin anlamı anında gozunde duşleyebiliyor; gelgelelim, bu sozleri kokleri Turk’un soz dağarcığında olmadığı icin ”Rahiym Allah” sozleri Turk’un imgelemini devindirtmiyor, ışıldatmıyor, sisle kaplıyor; Turk, Tanrı’nın Arapca seslenişlerden sevinc duyduğuna inandırılmış olduğu icin, Arapca soylemekle Tanrı’ya kendini beğendirdiğini sanarak, goneniyor…
900 yıl once Turkler, kendi oz dillrindeki ”idhi” sozcuğunu kullanırken; imgelemlerinde ”eğitici”, ”oğretici”, ”bildirici”, ”buyurucu”, ”doğru yolu gosterici”, ”ana-babaların kendi cocukları uzerine titrediği gibi kişioğlunu kotuluklerden uzaklaştırıp iyiliklere yonelten” soyut bir varlık ışıldıyorken; Turkler bunu yerine Arapca ”rab” demelerinin Tanrı’yı sevindireceğine kandırıldıktan sonra; ”idhimiz yarlığı” diyecekleri yerde; ”rabbimizin fermenı” demeye başlamış; ancak, Arapca ”rab” sozcuğunu kullandığında, Turk’un duşunde, oz dilindeki ”idhi” sozcuğunun cağrıştırdığı anlam yuklu imge uyanmamıştır. ”Rab” sozcuğunu dutduğunda, Arap’ın imgeleminde oluşan kesin anlam; ”rab” sozcuğunu duyunca Turk’un imgeleminde oluşamıyor. Cunku Turk’un dilinden kendi oz sozcuğu olan ”idhi” koparılıp atılmış; yerine Turk icin anlamı bulanık Arapca bir sozcuk konulmuştur. Sonucta; Turklerin Tanrı’yla ilişkileri, kutsallık uğruna bulandırılmıştır.
Kişioğlunun kendisini Tanrı’nın onunde duruyor varsayarak, ona karşı saygısını davranışlarıyla, sozleriyle gostermesi olgusuna, Arapcada ”es-salat”, Farscada ”namaz adı verilir. Bu edime girişen kişinin, elini yuzunu ayaklarını yıkaması, giyimini duzeltmesi, kendisine bir ceki duzen vermesi gerektiği denli; ağzından cıkanı kulağı duyacak, ne dediğini bilecek olcude ayık olması da gerekir. Oyle ki, Kuran’da, ickili (esrik) olanların, ne dediklerini bilecek denli ayılmadıkca, bu edime girişmemeleri, boyle bir davranışa kalkışmamaları buyurulmuştur. Oyleyse, Turklerin Tanrı’ya, anlamını bilmedikleri sozlerle, ne dediklerini bimeden yakarmaları, Tanrı’ya sevimli gelebilir mi? Duşunmek gerek…
Bizi bu yazı cercevesinde ilgilendiren, dildir. Bu nedenle, Turklerin dillerinden, kendi anladıkları yerli sozcuklerin atılıp, yerine anlamını gozlerinde yetkince duşleyemedikleri yabancı Arapca sozcuklerin sokulması olgusunun nedenleri, nasılları, cunkuleri uzerinde duruyoruz. Turklerin Msluman olduktan sonra iki yuzyıl boyunca dillerine sokmadıkları Arapcayı, sonra nasıl, ne icin dillerine soktuklarına yanıt arıyoruz. Bu sorunun yanıtlarından biri de ”Arapcanın kutsallığına inandırılmış” olmalarıdır.
Gercekten de bu etken, Turk diline Arapca, Farsca sozcukler doluşmasında, oteki etkenlerden daha cok iş gormuştur. Yan etkileri de otekilerden cok olmuştur. Yan etkileri derken; ”Turklerin duşunsel gelişiminin kosteklenmesi” gibi, oldukca olumcul bir etkiden soz ediyorum.
Arap dilini, Arap yazısını kutsallaştırma edimi; ”Turkler anlamasalar bile, kutsal edimlerinde Arapca sozcukleri kullanmalıdırlar; cunku tanrı kendisine Arapcadan başka bir dille seslenilmesini sevmiyor; Arapcadan başka bir dille istenirse, vermiyor,” kandırmacasıyla kişilere benimsetilmiştir. Oyle ki, Arapca sozcuklere kimi sayrılıkları iyileştirici bir etki dahi yakıştırılmıştır. Anlamı: ”Ey buyuğu kuculten, kucuğu buyulten Allah’ım! Bu bendekini kucult!” diye verilen Arapca bir yakarı, ‘’sivilce duası” adıyla belletilmekte; etkisinin ise bu sozlerin ancak Arapca soylenmesi durumunda gercekleşeceği vurgulanmakta!… Kişioğlunun yıldığı sayrılıklarında, gucunun sınırsızlığına guvendiği Tanrı’ya yakarması, ondan yardım beklemesi cok doğaldır. Ancak, Tanrı’ya yalnızca Arapca sozcuklerle seslenirse ondan yardım geleceğine inanması, Turkce yakarırsa, Tanrı’nın kendisine yardım etmeyeceğini sanması, doğal değildir. Kişioğlunu Tanrı’ya kendi oz diliyle yakarmaktan alıkoyan bu gibi cabalar, Turklerin dillerinde nicin bu denli cok Arapca, Farsca sozcuk bulunduğunu bize acıklar. ”Borctan kurtulma duası”, ”okuyan zengin olur duası”, ”diş ağrısı icin dua”, ”karınca, bereket duası” adları verilerek, ancak Arapca soylenmesi koşuluyla işe yarayacağı belletilen bu yakarılar, dindarlara ”Eğer Turkce soylenirse Tanrı bu yakarıları işleme koymaz; kesin sonuc almak istiyorsanız, bu duaları Arapca yazın, soyleyin,” denilerek oğretilmektedir. Oysa, bir Turk, bu yakarıları Arapcayı gereği gibi seslendirerek yapamaz. Arap dilinde oyle sesler vadır ki, -bunlara boğaz sesleri denir- ancak Arap olanlar soyleyebilirler. İcinde boylesi Turk gırtlağına yabancı sesler olan Arapca sozcukleri bir Turk soylemeye kalkıştığında, o sesi cıkartamayacağı icin, onu andıran başka bir ses cıkarır. Bu durumda, Arapca sozcuğun anlamı da değişir. Tıpkı ‘’sevmek”, ‘’sovmek” sozcuklerinde olduğu gibi, Arapcada da kucuk bir ses değişimianlamı tersine donuşturebilmektedir; cunku butun dillerde olduğu gibi, Arapcada da boylesi yakın sesli, ters anlamlı sozcukler vardır. Bir Arap, Turkce konuşurken nasıl ‘’sev” diyeceği terde ‘’sov” diyebilirse; bunun gibi, bir Turk de Tanrı’ya Arapca sesleneyim derken ”fağfir lena” (bizi yarlıga, koru) diyeceği yerde, ”fakfir lena” (Bizimle ilişkini kes, bizi boşver) diyebilir. Cunku, Arapcada bulunan ”ğ” sesi, cok ozel bir sestir. Turk dilinde bu ses yoktur. Bir Turk, ozel eğitim almadıkca, bu iki sozcuğun soylenişini birbirina karıştıracaktır.
Goruleceği uzere, Turk’un Tanrı’ya kendi diliyle değil de, seslendirmeyi beceremeyeği Arapca sozcuklerle yakarması, her acıdan yanlıştır. Ancak Arapcayı tum vurgularıyla konuşabilenlerin becerebileceği bir edimi, Turklerin tumune buyurmanın dayanağı yoktur.
Turkce sozcuklerin Tanrı’yı ululamakta yetersiz olduğu savı da curuktur. ”Allahu ekber” deyiminde gecen ”ekber” sozcuğu, Arapcada yalnızca kutsal bir buyukluğu gostermekte kullanılan dine ozgu bir deyim değildir. Araplar ”ekber” sozcuğunu gundelik toplama cıkartma işlemlerinde, soz gelimi 4 sayısının 3 sayısından buyuk olduğunu belirtmek icin de kullanmaktadırlar. Arapca ”Allahu ekber”in Turkce karşılığı ”Ulu Tanrı”dır; burada Arapca ”ekber”in Turkcesi olarak kullanılan ”ulu” sozcuğu, Turkcede sayısal bir buyukluğu nitelemek icin kullanılmaz; Turkcede 4 sayısı 3 sayısında ”ulu”dur denmez; cunku ”ulu” sozcuğu sayısal değil tinsel, kutsal bir buyukluğu anlatır. Araplar icin, br yandan 4 sayısı 3 sayısından ”ekber”dir; ote yandan ”Allah ekber”dir. Arapcadaki ”ekber” sozcuğunun, o dilde yalnızca Yaradan’ın buyukluğunu dile getiren kutsal alana ozgu bir sozcuk olmadığı bilinip dururken; bu sozcuk Turklere, sanki Arapcada yalnızca Yaradan’ın buyukluğunu dile getirmekte kullanılırmış gibi yutturulmuştur. Arap dili uzerinde uzmanca bilgisi bulunmayan iyi niyetli Musluman Turkler de, bu gibi yanıltmacalara kanmıştır. Duyuru (ezan) Turkce kunduğu yıllarda; coğu dinbilgicleri bu girişime ”Allah ekberdir, siz nasıl Arapca ‘ekber’ yerine Turkce ‘ulu’ diyebilirsiniz? ‘Ulu’ sozcuğu kucultucudur,” diye karşı koymuşlardır. Oysa, Turkce ”ulu” sozcuğu, Arapca ”ekber” sozcuğunden kucultucu değil; tersine, daha yucelticidir.
İşte boyle boyle, Turk diline Arapca sozcukler doldurulmuştur. Bu arapca sozcukler, Arap dilinde taşıdıkları anlamlar bozularak dilimize sokulmuştur. Turk diline sokulan o Arapca sozcuklere de, kullanımdan duşurulup unutturulan o Turkce sozcuklere de, yazık edilmiştir.
Turk analarının cocuklarıyla ilişkilerine dek sızan Arapca, Farsca sozcukler, durup dururken dilimize girmiş değildir. Bundan 900 yıl once, kimi Arap, kimi Turk kandırıcı kişiler, Tanrı ile Turklerin arasına dilden bir engel koydular. Turklerin Tanrı’ya Turkce seslenmesinin Tanrı’yı kızdıracağını soyleyerek, Turkleri bu yalana inandırdılar. Turkler, Tanrı’nın yalnızca Arapca seslenişlere ilgi gostediğine, kandırıldılar. Tanrı’nın yalnızca Arapca dilekleri, Arapca yakaroları işleme koyduğunu soyleyen bu tilkilere inanan Turkler, bin yılı aşkın bir suredir ağızlarını Arapca sozcuklerle actıklarında kullanımdan duşurdukleri Turkce sozcukleri peynir gibi yitiren kargalar konumuna duşmuş; dilleri bozulmuş, imgelenmeleri bulanmış, anlama anlatma yetileri devingenliğini, diriliğini, turetgenliğini tuketmiş durumdadırlar.
O tilkilerin torunları, şimdi de iş başında.
O kargaların torunları şimdi de kandırılmakta…
Dilimizdeki Arapca, Farsca sozcuklerin buyuk bir coğunluğu, işte bu delikten dilimize girmiş bulunuyor
__________________