“Gel, şu kararmış dunyamızı da aydınlat!..”
07/04/2016. -alıntıdır-
Asırlar boyunca nice kapkaranlık devirler surpriz bir şafakla aydınlanmıştır.
*Zulmetler hicbir zaman surekli olmamıştır; bazen ışık inkıtaları yaşanmıştır ama onda da kalıcı bir kesinti vuku bulmamıştır. Bir yerde guneş batmışsa başka bir yerde doğmuş; diğer yerde batmışsa bir başka yerde doğmuş ve izafi tecellileriyle başlarımızı hep okşamıştır. Asırlar boyunca nice kapkaranlık devirler surpriz bir şafakla aydınlanmıştır.
*Hangi cağ olursa olsun, sıkışmalar, genişliğe cıkmanın adeta sırlı anahtarları gibidir; acılmayan kapılar o esnada acılır. Her sıkıntı ve tazyik bir inşiraha gebedir. Hadis diye rivayet edilen fakat İmam Suhreverdî’ye ait olduğu soylenen, “Sıkıştırdığın kadar sıkıştır, sıkışmanın son noktası acılma demektir.” sozu de bunu ifade eder.
*Evet, “Karar kararabildiğin kadar zira kararmanın son noktası fecrin başlangıc noktasıdır.” Gecenin en karanlık noktası fecr-i kÂzibe tekÂbul eder. Fecr-i kÂzibin kendisi yalancı bir fecirdir ama o, fecr-i sÂdıkın en doğru şahidi ve en inandırıcı referansıdır.
O geldi; zulmun sesi kesildi, mazlumun Âhı dindi ve sinelerdeki adalet duygusu dirildi!..
*Sahabe-i Kiram’ın neş’et ettiği donemde kopkoyu bir cehalet vardı. O gun yalan-doğru ic ice, gunah-sevap yol arkadaşı, fazilet mefhumu silik bir kavram, rezalet hev ve heves pazarlarının en mergûb metÂıydı. Hemen herkes o vahşethÂne-i belÂda birbirini endişe ile suzuyordu; hak ayaklar altında pÂyimÂl, kuvvet butun azgınlığıyla her şeye hÂkim ve dişli olmak Âdeta bir imtiyazdı. Sozu sadece pencesi guclu olanlar soyluyordu. Hayvanî olculer icinde boğuşma insanların her gunku tabiî hÂli.. birbirini yemek mÂrifet.. kaba kuvveti iradenin hakkı saymak takdirlik iş idi.
*O donemde ismet, iffet, hakka hurmet mulÂhazaları en sefil gunlerini yaşamaktaydı ve gunumuzdekinden de beterdi; ne kalbe rağbet ediliyordu ne akla itibar; hakaret goruyordu salim duşunce ve dinî duygular.. vicdan, zihnin bir yanına sıkışmış yitik mefhumlu bir ucûbe.. ruh, biyolojik hayatın birkac kademe altında surum surum bir mağdur.. hırsızlık rÂyic, harÂmîlik yiğitlik, yağma-talan şecaat emaresi.. duşunceler sefil, duygular vahşi, yurekler merhametsiz ve ufuklar da zifte boyanmış gibi simsiyahtı.
*Oyle korkunc bir donemde her şeye yeten muhteşem bir kalb enginliğiyle O geldi; O geldi ve bir hamlede dunyanın cehresindeki yıllanmış kufleri temizledi.. ufuklardaki isi-pası sildi.. gonulleri ışık umidiyle şahlandırdı.. gozlerdeki perdeyi kaldırdı ve ruhlara o gune kadar gormedikleri farklı şeyleri muşÃ‚hede etme zevkini duyurdu.. aklın nabzını kalbin ritmine bağladı.. sinelerdeki değişik hezeyanları kalbî ve ruhî heyecanlara cevirdi.
*O geldi ve butun yaslı cehrelerdeki kederlerin yerini en icten tebessumler aldı.. O geldi, zulmun sesi kesildi.. mazlumun Âhı dindi ve sinelerdeki adalet duygusu dirildi.. O geldi kaba kuvvete “Dur!” deyiverdi; mutecavizlerin haddini bildirdi ve hakkın dilindeki zincirleri cozdu.
“YÂ Rab, bizi mahşerde bu ikrÂr ile haşret.”
*Merhum Mehmet Akif, “Bir Gece” şiirinde o gunku karanlığı ve İnsanlığın İftihar Tablosu’yla atan şafağı ne guzel anlatır:
“On dort asır evvel, yine bir boyle geceydi,
Kumdan, ayın on dordu, bir oksuz cıkıverdi!
LÂkin o ne husrandı ki: Hissetmedi gozler;
Kac bin senedir, halbuki, bekleşmedelerdi!
Nereden gorecekler? Goremezlerdi tabiî:
Bir kere, zuhûr ettiği col en sapa yerdi;
Bir kere de, ma’mure-i dunyÂ, o zamanlar,
Buhranlar icindeydi, bugunden de beterdi.
Sırtlanları gecmişti beşer yırtıcılıkta;
Dişsiz mi bir insan, onu kardeşleri yerdi!
Fevz butun ÂfÂkını sarmıştı zemînin
Salgındı, bugun Şark’ı yıkan, tefrika derdi.
Derken, buyumuş, kırkına gelmişti ki oksuz,
Başlarda gezen kanlı ayaklar suya erdi!
Bir nefhada kurtardı insanlığı o ma’sum,
Bir hamlede kayserleri, kisrÂları yere serdi!
Aczin ki, ezilmekti butun hakkı, dirildi;
Zulmun ki, zevÂl aklına gelmezdi, geberdi!
Âlemlere, rahmetti, evet, Şer’-i mubîni,
ŞehbÂlini adl isteyenin yurduna gerdi.
Dunya neye sÂhipse, onun vergisidir hep;
Medyûn ona cemiyyeti, medyûn ona ferdi.
Medyûndur o masûma butun bir beşeriyyet…
YÂ Rab, bizi mahşerde bu ikrÂr ile haşret.”
Bir kere daha ışık gelip karanlığı boğacak ve her yana yeniden nurlar yağacak!..
*Rasûl-u Ekrem (aleyhissalÂtu vesselÂm) Efendimiz şoyle buyurur:
بَدَأَ اْلإِسْلاَمُ غَرِيبًا وَسَيَعُودُ غَرِيبًا كَمَا بَدَأَ، فَطُوبَى لِلْغُرَبَاءِ اَلَّذِينَ يُصْلِحُونَ مَا أَفْسَدَ النَّاسُ
“İslÂm garip olarak başladı (gariplerle temsil edildi) ve bir gun başladığı gibi yeniden bir gurbet donemi yaşayacaktır. Herkesin bozgunculuk yaptığı donemde, imar ve ıslah hamlelerini surduren gariplere mujdeler olsun!”
*Gunumuzde de din ve samimi dindarlar koyu bir gurbet yaşamaktadırlar. Fakat Asr-ı Saadet’te ve sonraki zaman dilimlerinde ışık gelip karanlığın tepesine bindiği gibi, bir kere daha ışık gelecek, karanlığı boğacak. Her yana yeniden nurlar yağacak ve sizin beklediğiniz o mutlu gunler beklenmedik şekilde, surpriz bir mahiyette bir bir doğacak.
*Ne var ki, imtihan zamanında sabretmek, mazlumiyetlere rağmen mefkûreye sahip cıkmak ve Hak yolda başa gelen her şeye katlanmak cok onemlidir. Ashab-ı Kiram’ın buyukluğunde ve hic kimsenin onların derecesine yetişemeyecek olmasında bu hususun da tesiri vardır. Zira Sahabe-i Kiram efendilerimiz İslÂm’a sahip cıkmanın cok pahalı olduğu bir zamanda ona sahip cıkmışlardır.
*Merhum Mehmet Akif “Canakkale Şehitlerine” şiirinde “Bedr’in aslanları ancak bu kadar şanlı idi.” sozuyle aslında Ashab-ı Bedr’i kucultmuyor; fakat bir şair mulahazasıyla, bir şiir esprisi icerisinde berikileri biraz yukarıya cıkartıyor. Allah nezdinde oyle de olabilir; oyleyse o Allah’ın bir lutfudur. Mektepte sarığını acıp Canakkale’ye koşan ve şehadete yuruyen o insanların azm u ikdamlarını hafife almamak lazımdır. Bununla beraber mutlak fazilette Ashab-ı Kiram ile kimse boy olcuşemez.
Bedir Savaşı’nın İslÂm tarihinde, Bedir Ashabı’nın sahabe arasında ve Bedir’e iştirak eden meleklerin de butun melekler icinde hususî bir yeri vardır.
*Sahabe, enbiyÂdan sonra, ittifakla insanlığın en buyukleridirler. Sahabe, Allah Rasûlu’nun peygamberliğiyle ve risaletiyle munasebettar olmuşlardır. Ayrıca, “Sohbette insibağ vardır.” Ashab-ı Kiram, Efendimiz’in sohbetine mazhar olmuş ve O’nun boyasıyla boyanmışlardır. Dahası onlar her zaman doğruluğun peşinde bulunmuş; SÂdık-ı Masdûk (sallallÂhu aleyhi ve sellem) efendimizin etrafında, sadakat uzere hale oluşturmuş ve Museylimetu’l-KezzÂb’ların şe’ni olan yalana asla tenezzul etmemişlerdir. Bir de vahiy sağanağı altında yaşadıklarından surekli canlı kalmış ve hep daha otelere mesafe almışlardır. Butun bunlarla beraber, Sahabe-i kiram, muthiş bir yalnızlık ve koyu bir vahşete maruz yaşadıkları halde Allah’ın dinine ve peygamberine sahip cıkmışlardır.
*Bedir, Mekke ile Medine arasında bir mevkinin adıdır. Belki de ay oradan cok iyi temÂşÃ‚ edildiği icin bu yer “Bedir” diye anılmıştır. Kur’Ân-ı Kerim’de, meleklerin zaman zaman yeryuzune indikleri; bu cumleden olarak, onların, Bedir Savaşı’nda Muslumanları teşcî etmek ve kuvve-i mÂneviyelerini artırmak icin, başlarında Cebrail (aleyhisselÂm) olduğu hÂlde mu’minler arasında dolaştıkları Kur’Ân-ı Kerim’de acıkca zikredilmektedir.
*Bedir Savaşı’nın İslÂm tarihinde, Bedir Ashabı’nın sahabe arasında ve Bedir’e iştirak eden meleklerin de butun melekler icinde hususî bir yeri vardır. O kadar ki, Efendimiz (sallallÂhu aleyhi ve sellem) Mekke’nin fethine hazırlanırken, HÂtıb İbn Ebî Beltaa, fetih hazırlığını Mekke’de Kureyş’in ileri gelenlerine bildirmeye teşebbus eder. Bir kadınla onlara mektup gonderir. Fakat Allah, Efendimiz’i bundan haberdar eder. O da gidip mektubu getirmeleri icin Hazreti Ali, Hazreti Zubeyir, Hazreti Mikdad’ı gonderir. Derken mektup getirilir. Mektup HÂtıb İbn Ebî Beltaa’dandır. HÂtıb İbn Ebî Beltaa’nın yaptığı, normal olculere gore nifak sayılır. Bu yuzden, Hazreti Omer (radıyallÂhu anh), “YÂ Rasûlallah, bırak şu munafığın kellesini alayım!” der. Bunun uzerine, Efendimiz (sallallÂhu aleyhi ve sellem), “Ne biliyorsun? Belki CenÂb-ı Allah, Bedir Harbi’ne katılmış bulunanlara savaş gunu bakıp ‘Siz istediğinizi yapınız, Ben sizi affetmişimdir. Cennet size vacip olmuş, siz de Cennet’e girmeye hak kazanmışsınız.’ buyurmuştur.” diye cevap verir.
“Ne gam o gemidekilere ki, dumende oturan sensin ya Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)!..”
*İslam’ın garipliğini, ummetin kimsesizliğini ve Hizmet gonullulerinin gurbetini vicdanımızda duyup Muzdarip Şair’in “Pek Hazin Bir Mevlid Gecesi”ndeki yanık nağmeleriyle CenÂb-ı Hakk’ın dergÂhına yoneliyoruz:
“Yıllar geciyor ki, y Muhammed.
Aylar bize hep Muharrem oldu!
Akşam ne guneşli bir geceydi…
Eyvah, o da leyl-i mÂtem oldu!
Alem bugun uc yuz elli milyon
Mazlûma yaman bir Âlem oldu:
Ciğnendi harîm-i pÂki şer’in;
NÂmûsa yabancı mahrem oldu!
Beyninde oten canın sesinden
Binlerce minÂre ebkem oldu
Allah icin, ey Nebiyy-i ma’sum,
İslÂm’ı bırakma boyle bîkes,
Ummeti bırakma boyle mazlum.”
*Sadi Şirazi, “Ne gam o gemidekilere ki, dumende oturan sensin ya Muhammed!..” der. Evet, kaptanlığını İnsanlığın İftihar Tablosu’nun (sallallÂhu aleyhi ve sellem) yaptığı bir gemi de asla batmayacaktır; zira Habib-i Ekrem ve onun tayfası her zaman CenÂb-ı Hakk’ın koruyup kollamasına mazhardır.
-alıntıdır-
__________________
“Gel, şu kararmış dunyamızı da aydınlat!..”
Dini Bilgiler0 Mesaj
●16 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Eğitim Forumları
- İslami Bilgiler
- Dini Bilgiler
- “Gel, şu kararmış dunyamızı da aydınlat!..”