İlmin hakîkati, Hakk’ın rızÂsı istikÂmetinde yaşanmasıyla ortaya cıkar. Zira yaşanmayan bir ilim, Âyet-i kerîmede de buyrulduğu uzere; “kitap yuklu merkep”[1] misÂli, mÂnÂsız bir hamallıktan başka bir şey değildir. Dolayısıyla ilim, kişiyi Hakk’a, hakîkate, takvÂya sevk ediyorsa, irfÂna donuşerek sÂlih amellerin vucut bulmasına vesîle oluyorsa ilimdir. Yoksa İblis’te de ilim vardı, KÂrun da ilim sahibiydi. Fakat onlar, ilmi, benliklerini palazlandırmanın vÂsıtası kıldılar, bunun neticesinde de dehşetli bir gurur ve kibir bataklığına suruklendiler.

Şeyh SÂdî Hazretleri ne guzel buyurmuştur:

“Ne kadar okursan oku, ne kadar bilgi edinirsen edin, bilgine yakışır şekilde davranmazsan (yani takv hayatın yoksa) cÂhilsin demektir.”

“Uzerine birkac kitap yuklenmeyle, merkep Âlim olur mu? O beyinsiz, sırtındakinin odun mu, yoksa kitap mı olduğunu bile fark edemez.”

***

Hazret-i Osman -radıyallÂhu anh- buyurur:

“Dort şey vardır ki zÂhiri fazîlet, bÂtını ise farzdır:

SÂlihlerle oturup kalkmak fazîlet, onlara uymak farzdır.
Kur’Ân okumak fazîlet, onunla amel etmek farzdır.
Kabirleri ziyaret etmek fazîlet, ona hazırlanmak farzdır.
Hastayı ziyaret etmek fazîlet, ondan ibret almak ise farzdır.” (İbn-i Hacer, MunebbihÂt, s. 14)
***

CenÂb-ı Hak Âyet-i kerîmede;

“…Kulları icinden ancak Âlimler, Allah’tan (gereğince) korkar…” (FÂtır, 28) buyurmaktadır. Yani gercek bir Âlimde oncelikle, “takv / Allah korkusu” şarttır. CenÂb-ı Hak, ancak boyle bir kuluna “Âlim” demektedir. Yoksa Allah’tan korkmadan, Rasûlʼunden utanmadan, kendi nÂkıs akıllarını yegÂne hakîkat olcusu zannedip, dîni onun suzgecinden gecirerek, aklına uyanı alan, uymayanı atan gÂfillere değil!..

***

Ebuʼl-Hasan Harakānî Hazretleri şoyle buyurur:

“İki kişinin dinde cıkardığı fitneyi şeytan bile cıkaramaz:

TakvÂdan uzak, dunya hırsına kapılmış Âlim.
İlimden mahrum ham sofu.”
***

TakvÂdan uzak bir dînî tahsil; ilÂhî hakîkatleri dahî nefsÂnî kaygılarla değerlendiren, “din Âlimi” etiketli “din tahripcileri”nin ortaya cıkmasına zemin hazırlar. Bunlar da servet, şehvet ve şohret gibi nefsÂnî ihtiraslara tamah ederek verdikleri fetvÂlarda “Kitap ve Sunnet’e uyma” hassÂsiyetini yitirerek “kitabına uydurma” menfaatciliğine meylederler. Yani Âyet-i kerîmede ifÂde buyrulduğu uzere; AllÂh’ın Âyetlerini az bir dunyalığa değişirler. HÂlbuki yaptıkları bu alış-veriş ne kadar da kotudur. (Bkz. Âl-i İmrÂn, 187) Bu sebeple bir Âlimde ilim var, fakat amel ve takv yoksa, Âkıbeti husrandır.

***

KurʼÂn ve Sunnetʼin rehberliğinde kalben seviye kat etmemiş bir insan, -ne kadar bilgili olursa olsun- ham kalmaya mahkûmdur. O, bu hamlığıyla ilim tahsil edip, mesel bir doktor olsa, insanlara şif tevzî edeceği yerde, organ kacakcılığı yapan bir insan kasabı oluverir. Bir hukukcu olsa, adÂlet tevzî edeceği yerde, bir suc şebekesi lideri veya zÂlim bir cellÂt kesilir. Cunku ihtiraslarının esiri olan ham bir nefis, sahip olduğu ilmi, dÂim suflî menfaatlerine Âlet eder.

Gunumuz Suriye’si bunun bÂriz bir misÂlidir. Nitekim oradaki zulumleri irtikÂb edenler de aldıkları ilimle bunları yapmaktadır. LÂkin takvÂdan mahrum bir ilim, insanı boyle zalimleştirmektedir. Yani ilim, iki uclu bir bıcak gibidir. Eğer takvÂlı bir gonulde yeşerirse, kulu AllÂh’a yaklaştırır, aksi takdirde kişiyi zulme sevk eder ve boylece sahibini cehennem yolcusu eyler.

***

Hazret-i Ali -radıyallÂhu anh- buyurur:

“Dort şey devam ettiği muddetce din ve dunya, huzur ve selÂmetle ayakta duracaktır:

Zenginler, kendilerine verilen mal ile cimrilik etmedikce.
Âlimler, oğrendikleri ve bildikleri şeyle amel ettikce.
CÂhiller, bilmedikleri şeyle kibirlenmedikce.
Fakirler, Âhiretlerini dunyaları icin satmadıkları muddetce.”
***

SÂdî-i ŞîrÂzî buyurur:

“İki kişi boşuna zahmet cekmiştir. Birincisi kazanıp sarf etmeyen, ikincisi de ilim oğrenen, ancak onunla amel etmeyen.”

***

Ebû Hureyre -radıyallÂhu anh- şoyle anlatıyor:

“Darda kalan bir kişi Peygamber -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-’in yanına gelmişti. Fahr-i KÂinÂt Efendimiz, ashÂb-ı kirÂmı o zÂta yardım etmeleri icin teşvik etti. SahÂbe-i kirÂmdan biri:

«–Benim yanımda şu kadar mal var!» dedi ve getirip yardımda bulundu. Cemaatte bulunup da adama yardım etmeyen kimse kalmadı, herkes az veya cok bir yardımda bulundu. Bunun uzerine Efendimiz -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- şoyle buyurdu:

«Kim bir hayrı başlatır ve başkaları da onu devÂm ettirirse, o kimse yaptığı hayrın sevÂbını eksiksiz alır ve o hayrı takip edenlerin sevÂbının bir misli de kendisine verilir. Fakat onların ecirlerinden hicbir şey eksilmez.

Kim de kotu bir cığır acar ve bu cığırdan başkaları da giderse, bu kişiye, o kotu işin gunÂhı eksiksiz verilir; ayrıca başlattığı kotu yoldan gidenlerin gunÂhının bir misli de yazılır. Fakat onların gunahlarından da hicbir şey noksanlaşmaz.»” (İbn-i MÂce, Mukaddime, 14)

***

Şeyh SÂdî ne guzel buyurmuştur:

“CenÂb-ı Hak once kulunun gonlune istek ve sevgi bırakır, sonra da o kul, başını AllÂh’ın eşiğine koyarak ibadete koyulur. Yuce Allah iyilik yapmak hususunda kuluna tevfîkini ihsan buyurmazsa, o kul hic kimseye bir iyilik edemez.

Dil konuşuyor ve AllÂh’ı ikrar ediyor. Fakat sen dile bakma; ona bu kudreti verene bak. Gozlerin, yere ve goğe acılmış marifet kapılarıdır. Allah lûtfedip yuzune bu kapıları acmasaydı, inişi yokuşu nereden bilecektin?

CenÂb-ı Hak kulunu yoktan var etti. Kalbine comertlik, başına da secde kābiliyeti verdi. Aksi takdirde ne kalp comertlik, ne baş secde edebilirdi.

Cok hayır işledim diye ovunme. İyi bak! Hangi hayra muvaffak olduysan tevfik-i ilÂhî iledir. Bahcıvanın padişaha takdim ettiği meyve, yine padişahın bahcesindendir.”

***

Bir mu’minin en hayırlı gunu, dununden ustun olandır. O hÂlde her gun evvelki gune gore daha fazla Âhiret azığı edinmek sûretiyle gunlerimizi bereketlendirmeliyiz. Bizden oncekiler gecti, gitti; bizler de bir muddet sonra onların kervanına katılacağız. Uyur gibi olecek, uyanır gibi dirileceğiz.

***

Âyet-i kerîmede şoyle buyrulmaktadır:

“KitÂbı (TevrÂt’ı) okuduğunuz hÂlde, kendinizi unutup insanlara iyiliği mi emrediyorsunuz? (Yaptığınız işin kotuluğunu) duşunmuyor musunuz?” (el-Bakara, 44)

RasûlullÂh -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- Efendimiz de, bu hususta şoyle buyurmaktadır:

“KıyÂmet gunu bir adam getirilir ve cehenneme atılır. (Ateşin harÂretiyle) karın bolgesinde bulunan butun muhteviyÂt (bağırsaklar, bobrekler vs.) dışarı cıkar. Bu adam eşeğin değirmen etrafında donduğu gibi donmeye başlar. Cehennem ehli toplanarak:

«–Ey falan, sana ne oluyor? Sen bize iyilikleri emredip kotuluklerden sakındırmaz mıydın?» derler.

Adam şoyle cevap verir:

«–Evet, ben size iyiliği emrederdim, fakat kendim yapmazdım. Sizi kotuluklerden sakındırırdım, ancak onları kendim yapardım.»” (Muslim, Zuhd, 51/2989)

***

Yine Şeyh SÂdî şoyle buyurmuştur:

“Kotuluk ettiysen, iyilik arama. Her ağactan uzum bekleme. Sonbaharda arpa eken kimse urun bicme zamanı buğday elde edemez. Zakkum ağacını canınla beslesen ondan meyve alamazsın. Ebû cehil karpuzu hurma vermez. Ne ekersen onun meyvesini bekle.”

“İyilik tohumunu eken hasat zamanı harmanını muradı uzere kaldırır. Kotuye gelince, kotu bir adamın iyilikle karşılaştığını ben omrum boyunca hic işitmedim.”

CenÂb-ı Hak, icinde yaşadığımız hikmetler dershanesinden gerekli dersleri alabilmeyi ve aldığımız dersleri hÂl ve davranışlarımıza yansıtabilmeyi cumlemize nasip ve muyesser eylesin.

Âmîn!..



Dipnot:

[1] el-Cum’a, 5.


Osman Nuri Topbaş//Şebnem Dergisi
Yıl: 2016 Ay: Şubat Sayı: 132

__________________