17/04/2016
Soru: Gerek Allah Resûlu’nun (sallallÂhu aleyhi ve sellem) hayat-ı seniyyelerine ve gerekse Kur’Ân-ı Kerim’de gecen peygamber kıssalarına bakıldığında, toplumsal statu acısından onde gorunen ve yuksek hayat standartlarına sahip insanların hakkı kabulde daha inatcı ve katı oldukları gorulmektedir. Boyle bir realite karşısında hak ve hakikate tercuman olmak isteyen inanan gonullerin dikkat etmeleri gereken hususlar nelerdir?
Cevap: Her donemde olduğu gibi gunumuzde de kendileri gibi duşunmeyen ve kendilerinden olmayan insanları ezmeye calışan, onları kapı kulu gibi kullanıp, sırtlarından gecinen oligarşik bir azınlık vardır. Bu oligarşik azınlık, dunyayı kendilerine gore dizayn etmek ister; her şeyi kendi cıkarlarına, heva ve heveslerine gore değerlendirir; dolayısıyla kendilerinden başka kimseleri gormez ve onlara kapıkulu nazarıyla bakar. Şirzime-i kalîl sozuyle ifade edecebileceğimiz, bu mağrur mutlu azınlık, ulkemizde var olduğu gibi İslÂm dunyasının başka ulkelerinde de vardır ve gelecekte de olacaktır.
Tek Hak Sahibi “Hakkımı Vermem!” Diyendir
Ne var ki kast sistemindeki tabakalarda olduğu gibi kendilerini en ust basamakta goren bu insanların, toplumu her zaman kendi vesayet ve hÂkimiyetleri altına alabileceklerini duşunmek de doğru değildir. Onlar, hususiyle gercek mÂnÂda dinî ve ahlÂkî duşuncenin hÂkim olduğu donemlerde daralmış, buzuşmuş ve dar bir dairede kalmaya mahkûm edilmişlerdir. Fakat dar bir alana hapsoldukları, kuyruklarını kısıp inlerine cekildikleri donemlerde bile onların, toplumu esir almaya yonelik duşuncelerini korudukları, ustune ustluk tahrip adına yeni bir kısım proje ve planlar uretmeye devam ettikleri de bir hakikattir. Fırsatı tam ele gecirdikleri donemlerde ise hayata ait butun alanları işgal ettikleri; kaba kuvvete başvurup, kendilerinden olmayan herkesi ezdikleri de başka bir hakikattir.
Fakat bu duruma gelmelerini sadece onların temerrut ve zulumlerine vermemek gerekir. Beri tarafta kitlelerin gafleti, zuhulu ve onlarla mucadele edebilecek faziletli insanların birlik ve beraberlik ruhunu yakalayamamaları, hesapsız ve plansız hareket etmeleri bu neticenin ortaya cıkmasında onemli bir rol oynar. Diyebiliriz ki istihkak kesp etmeyen hicbir toplum, bu zalimlerin tahakkumu altında ezilmez. Esasında maruz kaldığımız her turlu bela ve sıkıntıyı kendi hata ve kusurlarımızdan bilmek de bize Kur’Ân-ı Kerim’in tavsiyesidir. CenÂb-ı Hak Yuce Beyan’ında وَمَا أَصَابَكُمْ مِنْ مُصِيبَةٍ فَبِمَا كَسَبَتْ أَيْدِيكُمْ وَيَعْفُو عَنْ كَثِيرٍ “Başınıza gelen herhangi bir musibet kendi ellerinizle işledikleriniz yuzundendir. Allah işlediklerinizin bircoğunu affeder.” (Şûr sûresi, 42/30) buyuruyor.
Aslında bir insan, butun butun aklını yitirmemişse bilerek kendisine zarar vermez. Fakat onun gafleti, ileriyi gorememesi, nefis sevdasına duşmesi, makam ve paye peşinde koşması gibi bir kısım ihmal ve kusurları, “bile bile kendine zarar veriyor” dedirtecek olcude zarara sebebiyet verir. Eğer insan, irtikÂp etmiş olduğu bunca hata ve gunahına rağmen bir kısım guzelliklere mazhar oluyorsa, butun bu guzellikleri Allah’tan bilmelidir.
Merhum Mehmet Âkif, dunyadaki tek hak sahibinin, “Hakkımı vermem!” diyen kişi olduğunu soyler. Bu acıdan oligarşik azınlığın zulum ve haksızlıkları karşısında, sadece bağırıp cağırmak, yaygara koparmak muspet bir netice vermez. BilÂkis hakkını yedirmeme adına aklî ve mantıkî mucadele edilmeli, eğer gaflet edilip hak kaybedilmişse istirdat etme adına elden gelen her turlu gayret gosterilmelidir. Gerekirse bu uğurda Kur’Ân ve Sunnet’in tavsiyeleri doğrultusunda her turlu fedakÂrlık yapılmalı, hukuka riayet cercevesinde ve adalet dairesi icinde gayret ederek insanca yaşama hakları tekrar geriye alınmalıdır.
Cağın Mutekebbirleri ve Hakkın Gur Sesi
Dun olduğu gibi bugun de dunyada sermayeyi, gucu, iktidarı ve bir kısım makam ve mansıpları elinde tutan kişiler halka bakarken yere bakıyor gibi, kendilerine bakarken ise goklere bakıyor gibi bakarlar. Hatta gunumuzde sayıları o kadar fazladır ki, onlara oligarşik azınlık demek bile yeterli olmayacaktır. Elbette ki Allah’ın havl ve kuvveti karşısında onların gucunun hicbir kıymeti yoktur ve O’na sığınanlar icin de esasen hicbir anlam ifade etmemektedir. Fakat bizim gaflet ve zaafımız neticesinde ortaya cıkan boşluk, gucu anlamlı hÂle getirmekte, oligarşik azınlık da o gucu bize karşı kullanmaktadır.
Milletin sırtından gecinen bu tur zumrelerin, hep bu hÂl uzere kalacaklarını duşunmek de doğru değildir. Bir gun onların arasından da yaptıkları zulumlere pişman olanlar, “tevbeler tevbesi” diyenler, duygu ve duşuncelerini değiştirenler ve insanca yaşama yolunu tercih edenler cıkabilir. Nitekim Devr-i Risalet-penahi’de bunun bircok orneğini gormek mumkundur. Her ne kadar Allah Resûlu’ne (sallallÂhu aleyhi ve sellem) başlangıcta inananların coğunluğu BilÂl-i Habeşî, Ammar İbn YÂsir ve Abdullah İbn Mes’ud (radıyallahu anhum) gibi servet ve iktidar sahiplerinin yanında calışan fakir insanlar olsa da, daha sonraki yıllarda Mekke’nin onde gelenleri de bu nurdan halkaya dahil olmuşlardır.
Allah Resûlu’ne (sallallÂhu aleyhi ve sellem) ilk iman eden ve merkezi teşkil eden insanların kimliğine bakarak psiko-sosyolojik acıdan bir kısım tahlillere girebilirsiniz. Mesel ezilen insanların, icinde bulundukları kotu hayat şartlarından kurtulmak icin bir halaskÂr arayışı icinde olduklarını; Nebiler Nebisi’ni (sallallÂhu aleyhi ve sellem) sadakati, iffeti, yuksek fetaneti ve kararlılığıyla gorunce kendileri icin bir merci olabileceği duşuncesiyle O’na koştuklarını soyleyebilirsiniz. Veya bu insanların, dunya ile hicbir alÂkalarının bulunmaması ve kaybedecekleri pek fazla bir şeylerinin olmamasını goz onunde bulundurarak Allah yolunda hırz-ı can etmelerinin daha kolay gercekleştiğini de duşunebilirsiniz. Veyahutta zulum altında inleyen bu insanlara, Allah Resûlu’nun engin şefkatiyle muamelede bulunması, bağrını acması, destek olması ve sahip cıkmasının, onların İslÂm’ı daha hızlı bir şekilde kabullerinin bir sebebi olarak da gorebilirsiniz. Butun bunların haricinde fakr u zaruret icinde bulunan insanların boyle ezelî bir nura yonelişini bir sevk-i ilÂhî olarak da değerlendirebilirsiniz. Ancak bu neticeyi hangi faktore bağlarsanız bağlayın, ilk saffı teşkil eden kahramanların buyuk coğunluğunun fakir ve toplumun onde gelenleri tarafından hakir gorulen insanlardan oluştuğunu gorursunuz.
Ne var ki, bir gun gelmiş her fırsatta Muslumanların karşısına cıkan ve onları ezmeye calışan toplumun onde gelenleri de Musluman saflarına katılmışlardı. Mesel nubuvvetin altıncı senesinde Peygamber Efendimiz’e (sallallÂhu aleyhi ve sellem) karşı soylenen nÂsezÂ, nÂbec sozler karşısında Hazreti Hamza’nın (radıyallahu anh) gayret-i insaniyesi coşmuş ve muşriklere karşı başkaldırmıştı. (Bkz.: İbn İshak, es-Sîre 2/151-152; İbn HişÃ‚m, es-Sîratu’n-nebeviyye 2/129) Demek ki onun ruhunda bu cevher ve potansiyel vardı. Yiğitlik timsali bu zat, başlangıcta muvakkat bir tereddut yaşamış olsa da, Musluman olduktan sonra kendisini İslÂm’a oyle bir bağlamıştır ki, Uhud’da şehit olduktan sonra ismi goklerde “Allah’ın aslanı” mÂnÂsında “Esedullah” şeklinde yazılmıştır. (et-TaberÂnî, el-Mu’cemu’l-kebîr 3/149; el-HÂkim, el-Mustedrek 3/149) Bir donem temerrutte eşi emsali olmayan Ebû Sufyan, Mekke Fethi’nden sonra Allah Resûlu’nun yanında yerini almıştır. (Bkz.: el-Beyhakî, DelÂilu’n-nubuvve 5/102; İbn AsÂkir, TÂrîhu Dimaşk 23/458) Onun gibi muşriklerin elebaşlarından olan nice kimseler, hakka teslim olup saf değiştirmişlerdir.
Hic Kimse Guzelliklerden Mahrum Kalmamalı
Bu itibarladır ki bugun itibarıyla kendilerini kast sistemine gore en ust basamakta gorup, başkalarını ezmek haklarıymış gibi davranan oligarşik azınlık icinden kim bilir belki de nice servi revan canlar, nice gul yuzlu sultanlar, nice Husrev gibi hanlar cıkabilir, evrensel değerlerin ikame edilmesi konusunda size omuz verebilir. Hatta gunumuzde yağmur gibi olmasa da yapraklara konmuş şebnemler gibi bunun emarelerinin gorulduğu soylenebilir. Zira dunyevî imkÂnları cok iyi olan, bazılarınca kast sisteminin ust basamaklarında gorunen, dunya goruşleri itibarıyla kendilerini sizden uzak goren ve sizin de kendileriyle aynı mefkûreyi paylaşabileceğinize hic ihtimal veremeyeceğiniz insanlar, guzelliklerle tanışınca insanlık ve barış yolunda yapılan faaliyetlere sahip cıkmaktadırlar. Bakıyorsunuz ki bunlardan bazıları bir yerde okul acmak istiyor, bir başkası farklı bir yerde bir universite yapmak istiyor, bir diğeri de acılacak bir eğitim yuvasının arsasını vermek istiyor. Bu turden hizmetleriyle aynı zamanda başkalarına da ornek olduklarından, onları gorenler, “Bir okul da ben acayım; bir universite de ben yaptırayım.” demektedirler.
Dolayısıyla bize duşen vazife, aralarında hicbir ayrım gozetmeksizin toplumun butun fertleriyle ilgilenmektir. “Islah işi, sadece fakir fukara ile veya orta sınıf insanlarla goturulur.” duşuncesi doğru değildir. Belki bu insanlar yapılan olumlu işlere başlangıcından itibaren daha cok husnukabul gostermiş ve gonul kapılarını da ardına kadar acmış olabilirler. Siz de işin başlangıcında daha cok onlarla oturup kalkmış olabilirsiniz. Fakat gunumuzde insanlık adına yapılması gereken işlerin cokluğundan dolayı himmetler Âli tutulup, her yere ve herkese ulaşmaya calışılmalıdır. Dunyevî imkÂnlara sahip olan ve başkalarına yukarıdan bakan insanları da işin icine dahil etme adına gayret gosterilmelidir. Ancak bu gayret ortaya konurken, inandığınız değerleri kabul etmeleri adına kimisi icin bir gun, kimisi icin bir hafta yeterli olsa da, kimisinin de ayağına bir ay, belki bir yıl gelip gitmeniz gerekebileceğini de unutulmamalısınız.
Kim bilir Peygamber Efendimiz (sallallÂhu aleyhi ve sellem) kac defa Ebû Cehil’in kapısının tokmağına dokunmuş ve ona mesajını sunmuştu. Hic kızmadan ve gonul koymadan her fırsatı değerlendirmiş ve iman hakikatlerini ona duyurmaya calışmıştı. Cunku Ebû Cehil, Benî Mahzûm kabilesinin onde gelenlerinden birisiydi. (Bkz.: İbn İshak, es-Sîre 4/191; İbn Ebî Şeybe, el-Musannef 7/255-256) O, İslÂmiyet’e girdiği takdirde, arkasından butun kabilesinin de girme ihtimali vardı. Allah Resûlu (sallallÂhu aleyhi ve sellem), o gun itibarıyla sadece Ebû Cehil değil, Mekke’nin onde gelen butun reislerinin kapılarının eşiklerini aşındırmış, gelmiş gitmiş, bıkmadan, usanmadan, gonul koymadan mesajını onlara sunmuştu. Belki iman etmek Ebû Cehil’e nasip olmamıştı. Fakat O’nun (sallallÂhu aleyhi ve sellem), o re’fet ve şefkati karşısında bir gun gelmiş Ebû Cehil’in oğlu İkrime iman etmişti. (Bkz.: İbn AsÂkir, TÂrîhu Dimaşk 41/55-56) Hatta gun gelmiş Mekke’nin ileri gelenleri arasında O’na (sallallÂhu aleyhi ve sellem) teslim olmayan bir kişi bile kalmamıştı. Belki biraz da kitle psikolojisinin etkisiyle butun Arap Yarımadası’nda fevc fevc İslÂmiyet’e dehaletler olmuştu. (Bkz.: İbn HişÃ‚m, es-Sîratu’n-nebeviyye 5/248-249; İbnu’l-Esîr, el-KÂmil fi’t-tÂrîh 2/157-161)
Bu acıdan toplumun butun kesimlerine ulaşabilme adına her vesile değerlendirilmeli, cok alternatifli yurunmelidir. Evet, bıkmadan, usanmadan, umitsizliğe kapılmadan ve gonul koymadan herkesin kapısının tokmağına dokunulmalıdır. Belki bazıları, size hakaret edecek, “gerici”, “yobaz” diyecek veya daha değişik ad ve unvanlar takacaktır. Fakat bu, oyle bir meseledir ki, yapıldığında sizin icin mutlak kazandırma, yapılmadığında da onlar icin mutlak kaybetme meselesidir. Eğer sizin mesajınız, mutlak kazandırmanın sihirli ve sırlı bir anahtarıysa -ki CenÂb-ı Hak, kendi yolunda samimî koşturan herkese boyle bir sırlı ve sihirli anahtar vermiştir- bu anahtarı onların eline tutuşturmak icin elli defa el-etek opseniz değer. Evet, Kur’Ân hadimleri, insanların ebedî mutluluk yoluna girebilmeleri icin hicbir cevr u cefaya, hicbir kem soze ve hicbir engellemeye asla takılıp kalmamalıdırlar.
-alıntıdır-
__________________
Guc ve İmkÂn Sahiplerinin Hakkı Kabulu
Dini Bilgiler0 Mesaj
●19 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Eðitim Forumlarý
- Ýslami Bilgiler
- Dini Bilgiler
- Guc ve İmkÂn Sahiplerinin Hakkı Kabulu