Merhum Ali Ulvi Kurucu, hatıralarını anlattığı muhteşem kitabında Hz. Peygamber'in ummetine emrettiği dokuz hasleti dedesi Hacı VeyiszÂde’nin yorumlarını da katarak gayet sarih bir şekilde izah etmektedir. Hz. Peygamber (s.a.s) mezkûr hadisinde şoyle buyurmuştur:

“Rabbim bana dokuz ahlÂkla ahlÂklanmamı, dokuz hasleti, dokuz huyu ahlÂk edinmemi emrediyor. Ben de size ey ummetim, bu dokuz huyu ahlÂk edinmenizi emrediyorum. Bu dokuz haslet şunlardır: Allah’tan korkunuz, Adaletli olunuz, Zenginlikte de fakirlikte de iktisattan ayrılmayınız, Konuşmanız zikir olsun, Susmanız tefekkur olsun, Bakışınız ibret almak icin olsun, Zulmedeni affediniz, Gelmeyene gidiniz, Vermeyene veriniz.” [Kutub-i Sitte Muhtasarı Tercume ve Şerhi, Prof. Dr. İbrahim Canan, C.16t, Akcağ Yayınları, Ankara, s.317]

Evvelemirde eğer hakikaten bizler, bu hadise uysak, dunyada ve ahirette mesut ve bahtiyar oluruz. Uymadığımız zaman ise fert, toplum ve ummet olarak hepimiz icin fitne ve perişanlık muhakkaktır. Cunku hadis-i şerifin başında Efendimiz, “Rabbim bana dokuz ahlÂkla ahlaklanmamı emrediyor; ey ummetim ben de size emrediyorum” buyurmuştur. Acıktır ki, Peygamberinin emrine uymayan, muhalif yollara giden bir ummet fitneye uğrar, perişan olur.

Bu hadis gereğince ilkin gerek vahdette, gerek kesrette Allah’tan korkacaksınız. Gerek yalnız başına kaldığınızda ve gerekse de halkın arasında, kalabalık icinde bulunurken Allah’tan haşyet duyacaksınız. Allah korkusu; Allah'ın her yerde, her an, zaman ve mekÂnda hazır ve nÂzır olduğunu unutmamaktır. İşte bu ahlÂk, bu duygu her guzelliğin başıdır. Zaten bu şuura burunen bir kimse, Allah'a asi olamaz ki... Cunku Allah gorup duruyor; hazırdır, nÂzırdır. O'nun gorduğunu ne polis gorebilir, ne jandarma gorebilir ve ne başka bir kimse gorebilir.

İkinci olarak gerek ferah ve huzur anlarında, gerekse ofke ve gazap hallerinde, daima adÂletle davranacak, hakkı soyleyeceksiniz. Elbette bu cok zordur. Zira munafıklığın alÂmetlerinden birisi de kızdı mı taşar, haddini aşar, ağzına geleni soyler. Haddini aşar, yani adÂletten uzaklaşır; kızdırmaya gelmez, icini doker.

Ucuncu olarak gerek zengin, gerek fakir, bolluk veya darlık hÂlinde, iktisattan ayrılmayacaksınız. İsraf etmek yoktur. “E canım, Allah verdi!” diyerek israf etmek, boşa harcamak, fakire vermemek doğru değildir. Zira israf yapacak zamanda değiliz... Ne gencler var, okuyacak, Âlim olacak, adam olacak.

Diğer taraftan konuşmanız zikir, susmanız tefekkur ve bakışınız ibret almak icin olmalıdır. Yani bir Muslumanın bedeni butun hasletlerinin maksadı Allah’ın rızasına matuf olacaktır. Zira Allah katında insan eylemleri şekle gore değil nicin yapıldığına gore anlam kazanmaktadır. Sonuc olarak insanın eylemleri Allah rızası icin olacak. Bu konuda En‘Âm suresi 162. ayette Rabbimiz; “Ey Muhammed! De ki: "Şuphesiz benim namazım da, diğer ibadetlerim de, yaşamam da, olumum de Âlemlerin Rabbi Allah icindir”buyurarak insanın işlevlerinin nicin olması gerektiğini gayet acık bir şekilde hatırlatmaktadır. Kelam zikir, sukût tefekkur ve nazar ibret icin olacak.

Efendimiz, “Ben ahlÂkın en yuksek şekillerini tamamlamak icin gonderildim.” [Muvatta, Husnu’l-Hulk, 8; Ahmed b. Hanbel, 2/381] buyurmuşlar. Sahabe-i kiram, “Ustun ahlÂki vasıflar nelerdir ya Rasûlallah?” diye sormuşlar. Efendimiz de, işte bu son uc kaideyi soylemişlerdir:

“Zulmedeni affediniz. Gelmeyene gidiniz. Vermeyene veriniz!”

Bu hadise ve vurguladığı uc haslete gore şayet Musluman kardeşlerinden bir kimse size kotuluk mu etti, onu, yani kotuluğu dokunanı affedeceksiniz. Size bir zararı dokunduğunda: “İnsandır yahu, kasten yapmaz, Musluman Musluman'a zulmetmez, hata etmiştir”, diyeceksiniz. “Allah benim sabahtan akşama kadar kac tane hatamı affediyor!” diye duşuneceksiniz. Allah'ın ahlÂkıyla, Rasûlu'nun ahlÂkıyla ahlaklanmak vardı ya, işte: Size zulmedeni affedeceksiniz.

Size gelmiyor mu? Siz ona gideceksiniz... İhtiyacın vardı, istedin vermedi mi? İhtiyacı olduğundan vermemiştir diyeceksiniz, ona lÂzım olunca siz vereceksin. Elinde yoksa arayıp bulacaksınız...

Maksat: Musluman Musluman'dan kopmasın... Rasûl-i Ekrem Efendimiz (s.a.s) işte boyle davranmayandan rÂzı değildir.

Asla unutmamak gerekir ki, Peygamber Efendimiz (s.a.s),Muslumanları tarif ederken iki elini birbirine gecirmiş “Muslumanlar boyle olmalı” [Muslim, Birr/18, VI, 1999]buyurmuştur. Yine Efendimiz (s.a.s), Muslumanları bir binanın tuğlaları gibi birbirine kenetlenmiş olarak vasfetmiş, bunu sadece soylemekle kalmamış, kardeşliği bizzat uygulamaları ile gostermiş, gonullere işlemiş, aşılamış ve İslÂm kardeşliğini Musluman toplumun en onemli ozelliği haline getirmiştir. Muslumanlar bilmişlerdir ve bilmelidirler ki, Allah’ın namazı kılın emri ile kardeş olun emri arasında, oruc tutun emri ile kardeşinin gıybetini yapmayın emri arasında, hacca gidin emri ile kendin icin istediğini kardeşin icin de istemek emri arasında fark yoktur.

İlk Muslumanlar takvanın gereği olarak kendi nefislerine din kardeşlerini tercih etme ornekliğini en guzel şekilde sergilemişlerdir. Bu yuzden birbirlerini incitmemeye calışmış ve birbirlerine guzel hitaplarda bulunmuşlardır.Peygamberimiz (s.a.s) bir gun Hz. Omer’e ‘Ya Uhayye’ diye hitap eder. Hz. Omer diyor ki: “Resulullah bana oyle bir kelimeyle hitap etti ki dunya bana verilse idi bu kadar sevinmezdim. Bana ‘sevgili kardeşim’ dedi. [BuhÂrî, İman/22; Muslim, EymÂn/38]

Kardeşlik hukukunu ozumsemiş olan sahabiler kardeşlerini arkasından savunmuş, din kardeşine yoneltilen eleştirileri kendilerine yapılmış gibi kabul etmişlerdir. Din kardeşinin gıybetinin yapılmasına izin vermemişlerdir. Birbirlerini Allah icin uyarmaktan da imtina etmemişlerdir. Ebû Zerr el-GıfÂrî tartışma esnasında dayanamaz, BilÂl-i Habeşî’ye ‘Ey siyah kadının oğlu!’ diye hitap eder. BilÂl-i Habeşî o gun ikindi namazına cıkamaz. Efendimiz (s.a.s) ‘BilÂl nerede’ diye sorunca oradakiler; ‘Ebû Zerr, BilÂl’e aşağılayıcı bir ifadede bulundu’ dediler. Efendimiz, Ebû Zerr el-GıfÂrî’yi yanına cağırır. ‘Ey Ebû Zerr sen hÂl cahiliye anlayışını mı taşıyorsun?’ diye ikaz eder. Ebû Zerr el-GıfÂrî’nin uzerine kaynar su dokulmuş gibi olur. Bu halde Bilal-i Habeşi’nin evine gider, yuzunu kapının eşiğine koyar ve ‘Ey BilÂl, o siyah ayağınla beyaz yuzume basmadıkca ben buradan başımı kaldırmayacağım’ der. BilÂl-i Habeşî onu ayağa kaldırır ve ‘Bu yuz basılmaya değil, opulmeye layıktır’ diyerek onunla kucaklaşır. Ağlaşırlar ve birbirlerine haklarını helal ederler.

Geliniz, bizler de Rasulullah’ın (s.a.s) hadiste buyurduğu uzere ahlak sahibi olalım ve İslam kardeşleri olarak yaşayalım. Unutmayalım ki, boyle davranırsak Rabbimiz, toplumumuzda var olan pek cok olumsuzu olumluya, belaları hayra, kotulukleri iyiliklere dondurecektir.


Zuhur Dergisi

__________________