Hak, Gerceklik, İslam, Allah’ın el-Hakk Guzel İsmi
Allah (c.c.) haktan yanadır. Her zaman haklı kazanır. Bazen haksız olan kazanıyor gorunse de mutlaka sonucta haklı olan galip gelir. Yalnız hakkın ahrete bırakıldığı durumlar da vardır.
Musluman’a en yakışmayan şey, yalan soylemektir. Bunun icin peygamberimiz (s.a.s) muminin yalan soyleyemeyeceğini beyan buyurmuşlardır. Cunku yalan gerceğe zıt bir şeydir. İslam ise gerceğe dayanır. Musluman yalan soylediğinde haktan kopmaktadır. Onu yalan kadar zedeleyen başka bir şey yoktur. İslam hak din olduğundan muntesiplerinin de hicbir zaman haktan kopmamalarını, hicbir suretle yalan soylememelerini istemektedir.
İlahi adalet hep haktan yana ilerler. Batılın bazen galip gelmesi bir imtihan sırrıdır. Allah’ın (c.c.) gercek inanan kulları ile kalbinde kuşku bulunanları birbirinden ayırdığı bir surectir. Boyle bir durumda iken mumin haktan hic kuşku duymaz, onun bir gun tecelli edeceğini bilir. Cunku hak Allah’ın (c.c.) sozudur, değişmez.
Duyu organları ile algıladığımız her varlık, olay, olgu ile Allah’ın (c.c.) el-Hakk (Allah gerceği ortaya serer, yalanı, yanlışı gecersiz kılar) guzel ismi tecelli eder. Onun icin gercekle hayali birbirine karıştırmamak gerekir. Gercekte el-Hakk guzel ismi tecelli ederken hayalde arzularımız, duşuncelerimiz boy gosterir. Şahitlik, gerceği temel alır. Adalet hakkı ortaya cıkarmak uğraşısıdır. Hakkın lehine şahitlikten kacınmak ise buyuk bir vebaldir: “Ey iman edenler, kendiniz, anne-babanız, yakınlarınız aleyhinde bile olsa Allah icin şahitler olarak adaleti ayakta tutun (Nisa suresi, ayet 135).”
Hakkın karşısında batıl bulunur. Batıl daima değişmeye mahkûmdur. Cunku insan kafasının ve arzularının mahsuludur. Hayallerden doğmuştur. Gercekle bağlantısı yoktur. Allah (c.c.) Kuran-ı Kerim’de batıl icin şoyle buyurmaktadır: “O gokten yağmur indirir de vadiler, dereler kendi olculerince dolup sel olup akar. Sel, suların ustunde kabaran kopuğu alıp goturur. İnsanların sus veya bazı eşyaları yapmak icin ateşte erittikleri madenlerin de buna benzer bir kopuğu vardır. İşte Allah, hak ile batılı boyle bir temsil ile anlatır: Kopuk yok olur gider, insanlara yararı olan cevher kısmı ise dipte kalır. Allah işte boyle misaller verir (Ra’d suresi, ayet 17)”
El-Hakk guzel ismi, Allah’ın (c.c.) varlığının delillerle ispat etmeye gerek duyulmaksızın apacık olarak ortada olduğu anlamına gelmektedir. Her şey O’nun sıfat ve guzel isimlerinin tercumanlığını yapmakta, O’ndan soz etmektedir. Buna rağmen yuce Allah (c.c.) rahmetinden peygamberler gondermiş, kitaplar indirmiştir. Peygamberler hem mucizeleri hem birbirlerini aynı dava ile tasdik etmeleri hem de ornek ahlakları ile hak olduklarını ispat etmişlerdir. Kutsal kitaplar, ozellikle Kuran-ı Kerim ise Allah’ın (c.c.) sozu olduğunu her ayetiyle gonullere, akıllara duyurmaktadır. Kuran-ı Kerim’le Allah’ın (c.c.) el-Hakk guzel ismi adeta tecelli etmiştir. Ondaki her bilgi, hukum, hikmet ezeli ve ebedi olan Allah’a (c.c.) aittir. Allah (c.c.) her şeyi en doğru bilendir. O’nun bilgisinde bir değişme, yanılma ve eksiklik olmaz.
Allah (c.c.) Kuran-ı Kerim’de bazı hakları belirlemiştir. Bazı hakları ise toplumların, medeniyetlerin, insanlığın gelişmesine bırakmıştır. Bunlardan birincisine kısas orneklenebilir. Allah (c.c.) Kuran-ı Kerim’de olen kişinin velisine kısas veya diyet alma (kan bedeli) hakkı tanımıştır. İkincisine de koleliğin kaldırılması ornek olarak verilebilir. İslam dini koleyi ozgurluğune kavuşturmayı buyuk bir iyilik olarak teşvik etmiş, doğabilecek olumsuzluklardan oturu de onu tek taraflı kaldırmak istememiştir. Cunku savaşların kazanılıp kaybedilmesinde oldurulme kadar esir olup yaşamını kole olarak surdurme kaygısı da cok onemli bir rol oynamaktaydı. Bu kaygıdan karşı taraf kurtulursa daha cesur hareket edebilecek, Muslumanların kaygısı da şiddetlenecekti. Dunya uluslarının ortak bir antlaşması ile koleliğin kaldırılması bir insan hakkıdır. Allah’ın (c.c.) el- Hakk guzel isminin tecellisidir.
Allah (c.c.) dışında olan her şey aslında yoktur. Yoktan yaratılmışlardır. Ama gorunuşte varlıklar vardır ama Allah (c.c.) yoktur. Gercekte var olan sadece Allah’tır. Bu nedenle mutasavvıflardan benliğini Allah’ta (c.c.) yok etme makamına ulaşanlar (fenafillÂh ehli), bu gerceği gormuşler, yani aslında kendilerinin yok olduğunu, Allah’ın (c.c.) var olduğunu farklı bir bilinc duzeyiyle algılamışlardır. Bunun uzerine bazıları ilahi aşkın verdiği sarhoşlukla kendinden gecip “Enel-Hakk (Ben Hakk’ım)” demişlerdir. Bu sozle onlar Allah (c.c.) olduklarını veya ilahi bir ozellik kazandıklarını değil kendi varlıklarının ortadan kalkıp el-Hakk olan Allah’ın (c.c.) kendilerinde tecelli ettiğini vurgulamışlardır. Aslında her varlık, Allah’ın bu guzel isminin tecellisi ile var olmuştur.
Her dunya goruşu sadece duşunce temeline dayanır. Yani ideolojiler kafadadırlar. Hayaller gibidirler. Onların gerceklerle ilgileri zayıftır. Elbette onların icerisinde guzel duşunceler, insanların duygularını okşayan iyi niyetler vardır. Ama insan nefsini unuttukları icin buyuk eksiklikler icerirler. Gerceğe bir turlu donuşemezler. İslam dini boyle değildir. Beş şartından dordu, somut birer yaşantı ister. Yani ceşitli yaşantı sureclerini gerektirir. Namazın farzları bedenin hareketlerine dayanır. Cemaatle namazda zengin fakir aynı safta bir tarağın dişleri gibi eşittirler. Oruc gun boyunca aclık, susuzluk, cinsel ilişki yasağı ile insanları cetin bir yaşantı sınavına sokar. Bu sayede insan temel ihtiyaclardan yoksun kimselerin durumunu daha yakından bilir, tanır. ZekÂt insanların genellikle gerceğin gerceği olarak telakki ettikleri, coğu kişinin de bir ilah gibi taptığı paranın kucuk bir kısmını toplumda buna ihtiyac duyan insanlarla paylaşmaktır. Bu sayede zengin ile fakir arasında bir duşmanlık ve kin oluşmaz. Hac hem bedensel hem de ekonomik bir ibadet olmanın yanında belli bir zaman icin ceşitli kurallarla belirli bir yaşantıyı ve ziyaret yerlerini gerekli kılan en somut ibadettir. Hacda butun dunya Muslumanları aynı kıyafetle biraraya gelip kardeşliği doya doya yaşarlar. Kelime-i şahadet ise İslam dininin dunya goruşunu teşkil eder. Kelime-i şahadette bir babanın evlatları arasında ayrım yapmaması gibi Muslumanların da Allah karşısında eşit olduğu, bunun icin peygamberin ornek hayatına uymaya calışma vurgulanmaktadır. Şayet İslam’ın şartı sadece kelime-i şahadetten oluşsaydı diğer dunya goruşleri ile aynı ozelliklere sahip olacaktı. Ama kelime-i şahadet İslam’ın diğer dort şartı ile birlikte bir gercekliğe donuşmektedir. İnsanlar kelime-i şahadetle İslam dinine girmekteler ama bu dinde muminlik vasfında gelişmeleri ancak diğer dort şartı da yerine getirmelerine bağlı olmaktadır. Onun icin İslam salt bir ideoloji değildir, hayatın butunun kucaklayan bir dindir. İslam, insanların cinsel hayatından tutun sosyal hayata kadar her şeyi duzenlemekte, kendince hayatın her alanını şekillendirmektedir.
Komunizm davasıyla devrim yapmış, sonra yıkılmış devletin (SSCB) yerine kurulan yeni devletlerin bazılarında ceşitli aralıklarla toplam beş yıl kadar bulundum. Bu uzun zaman suresince oralarda hep şunu merak etmişimdir: Gercekten 70 yıl bu ideoloji ve kulturle yetişmiş ve komunist olması icin onca yıl eğitim almış bunca insan arasında ekonomik olanaklarını başka bir komunist arkadaşıyla paylaşan birisi var mıdır? Bu ideolojinin gerceğe donuşen bir eylemini yakalayabilecek miyim? Oyle ya uğruna milyonlarca insan katledildi. Bu, boşuna olamaz. Numunelik de olsa mutlaka bir iki ornek insan yetiştirilmiştir. Bu konuda kendimce cok araştırmalar yapmıştım. Ama maalesef bir kucuk orneğe bile tesaduf edemediğim gibi komşuluk ilişkilerinde pek cok bencilliklere de şahit olmuşumdur. Orada insanlar genellikle ya cok zenginler ya da cok fakirler. Orta tabaka pek yok gibi. Garip olan durum ise, zenginlerin genellikle belli yerlerde toplanmayıp (henuz gettolaşmaya fırsat ve zemin bulamadılar herhalde) fakirlerle ic ice yaşamasıdır. Yani aynı mahalleyi ve sokağı paylaşmalarıdır. Bunun dışında birbirleri ile hicbir ilgilerinin olmamasıdır. O zaman şu gerceğin doğruluğunu bir kez daha derinden kavradım: ‘İnsan nefsi duşunce ve duygu egzersizleri ile eğitilemiyor. Nefis, yaşantıların dili ile bicimleniyor.’ Yani dinimizin zekÂt ve sadaka emri ve yukumluğu olmasaydı bir Musluman da bir komunist gibi kafasında ve kalbinde yoksul kişilere karşı guzel duşunceler ve duygular besleyecekti ama hicbir zaman maddi olanaklarını onlarla paylaşamayacaktı. Nefsi buna engel olacaktı. İslam’ın buyukluğu ve guzelliği, Allah’ın (c.c.) el-Hakk guzel ismine uygun olarak somut yaşantıları gerektirmesi ve insan gercekliğini (ozellikle nefsini) dikkate almasıdır. İnsan bedenini ve malını Allah’ın (c.c.) emri istikametinde bir derece kullanırsa Allah (c.c.) onun dunya goruşunu de gercekliğe donuşturmektedir. İslam her halukarda bir hayat dinidir. Devleti olmasa bile kişiyi belli yaşantı bicimlerine ve sureclerine uymaya zorlamaktadır. Allah’ın dini olan İslam bu dunyayı ve ebedi ahret yurdunu cennete cevirmek icin gelmiştir. Onun icin İslam dinine dunyevi ideolojiler gibi bakmak onu salt bir ideoloji olarak gormek ve değerlendirmek buyuk bir yanlışlıktır. O her şeyden once gercekliğe, Allah’ın el-Hakk guzel ismine dayanmaktadır. Hayatı temel almaktadır.
El-Hakk (Allah gerceği ortaya serer, yalanı, yanlışı gecersiz kılar) guzel ismi ile kula duşen gorev, hakka şahitlik yapmaktan kacınmamaktır. Hakkın tecellisine calışmaktır. Hakkı haklıya vermektir.
İşin ehline verilmesi de el-Hakk guzel isminin başka bir gereğidir. Nitekim bu konuda ayet-i kerime de vardır (Bk. Nisa suresi, 58).
Allah (c.c.), her daim bizleri hakkı arayan, haktan yana olan, hakka şahitlik yapan kullarından eylesin. Âmin.
Muhsin İyi
__________________
Hak, Gerceklik, İslam, Allah’ın el-Hakk Guzel İsmi
Dini Bilgiler0 Mesaj
●16 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Eğitim Forumları
- İslami Bilgiler
- Dini Bilgiler
- Hak, Gerceklik, İslam, Allah’ın el-Hakk Guzel İsmi