Sunnetin, Omer İbn Abdulaziz doneminde tedvîn edildiği doğru olmakla birlikte eksik bir goruştur.. ve bu hususta gozden kacırılan onemli bir nokta vardır ki, Rasûlullah’ın sağlığında bazı sahabîler tarafından Kur’Ân gibi sunnetin de yazılıp, kayda gecirildiğidir.

1. Kur’Ân’la Gelen Okuma Yazma Seferberliği
Devr-i RisÂletpenÂhî’de Araplar buyuk olcude okuma yazma bilmiyorlardı ama, bilhassa Mekkelilerin etraf kabilelerle surekli munasebetleri olduğundan iclerinde okuyupyazanlar hic de az değildi. Ayrıca, Kur’Ân’ın inmeye başlamasıyla okuma yazma kapıları da butun butun acıldı; zira her Musluman Kur’Ân’ı, Kur’Ân’ın ahkÂmını din adına bellemek mecburiyetindeydi. Bu itibarla da Âdet Kur’Ân’ın inişiyle beraber bir ilim, kultur seferberliği başlamıştı. Tabakat kitaplarının kaydettiğine gore, Allah Rasûlu’nun etrafında kırk civarında vahiy kÂtibi vardı.154 Bunlar, sıradan okuma yazma bilen insanlar değildi.. vahiy katibi demek, kendisini Kur’Ân’ı yazmaya adamış insan demekti ki; bugunku tabirle, Efendimiz’in (sav) ozel kalem mudurleri, sekreteri ve bu işe tahsis edilmiş katipleriydi.
O gunlerde okuma yazma o derece teşvik ediliyordu ki, Bedir Muharebesi’ni muteÂkip esirlerin (kurtuluş) fidyesi olarak, bir esirin on kişiye okuma-yazma oğretmesi kararlaştırılması onemli bir hadiseydi155 ve o gune gore cok ileriydi. Evet o gun, herkes okuma-yazmaya koşuyor-du; zira hayatlarını alÂkadar eden, yepyeni ve orijinal bir şey vardı ortada. Bu dindi, Kur’Ân’dı. Dine susamış insanlar onu her yonuyle alacak, belleyecek, hazmedecek ve hayatlarına hayat yapacaklardı. Koylusu-şehirlisi; evinde, bağında, bahcesinde Kur’Ân icin kalemi kulağında bekli-yordu ki, daha sonra, hadîsle iştigal edenler, ‘kalemin kulakta olmasını’ bu işin ÂdÂbından sayacaklardı. Boylece, belki de insanlık tarihinde ilk defa İlÂhi bir kitap, kıyÂmete kadar kalacak, gecerliliğini koruyacak ve korunacak şekilde tesbit ediliyordu.
Kur’Ân-ı Kerîm bu şekilde kayıtlara gecip, yazıldığı, tesbit edildiği gibi, onun mufessiri, acıklayıcısı, anahtarı.. icmalini tafsil, mubhemini tefsir, mutlakını takyîd ve umûmunu tahsis eden ve ayrıca ikinci bir teşri’ kaynağı olan sunnet de kaydediliyor, korunmaya alınıyor, kullî, umûmî ve resmî tedvîne hazır hale getiriliyordu.

2. Tedvîne Zıt Deliller
Bu mevzûda, once sunnetin Efendimiz’den (sav) cok sonraları yazılıp kayda gecirildiğini ileri suren musteşriklerin ve onların tesirindeki Musluman yazarların kendilerine delil edindikleri hadîslere bir goz atalım:
Takyîdu’l-İlm’de Ebû Saîdi’l-Hudrî naklediyor: “Biz, kitÂbet mevzûunda peygamberden izin istedik de, bize izin vermedi.”156
Goldziher ve takipcilerinin delil diye ileri surdukleri bu rivÂyeti hadîs mutehassısları kayda değer bulmamışlardır. Tabii bu arada, Muslim-i Şerif gibi sıhhatli bir kaynakta, yine Ebû Saîdi’l-Hudrî’nin rivayet ettiği şu hadîs de var : “Benden bir şey yazmayınız. Kim, benden Kur’Ân dışında bir şey yazmışsa, onu imh etsin.”157
Yine, “Takyîdu’l-İlm”de, hadîse cok onem veren ve hadîsin kaydını şiddetle arzu eden, fakat kayda luzum gormeden duyduğu şeyi bir defada ezberleyen hÂfıza dÂhisi Hz. Ebu Hureyre’den (ra) şu rivÂyet nakledilmektedir: “Allah Rasûlu (sav) yanımıza geldi. Bazı arkadaşlarımız, hadîsle alÂkalı bir şeyler yazıyorlardı. “Ne yazıyorsunuz?” diye sordular. Onlar da; “Sizden duyduğumuz hadîsleri yazıyoruz” diye cevap verince Rasûlullah şoyle buyurdular: “Sizden onceki ummetlerin, Allah’ın kitabının yanı sıra başka kitaplardan da birşeyler yazdıkları, (başkalarının sozlerini de kayda gecirdikleri) icin sapıttıklarını biliyor musunuz?”158
Naklettiğimiz rivÂyetlerde yasağın mantığı bellidir: Kur’Ân olsun, Tevrat veya İncil olsun, Allah’ın kitabının başka yazı ve sozlerden tecrid edilmesi; etrafına, nebîlerin veya daha başkalarının sozlerinin yazılmaması gerekirken, buna uyulmamış; neticede de Tevrat’a kenarlarından cok şey sızmış, İncil birken, birkac yuz yıl sonunda kabarmış, mucelledlere ulaşmış.. ve derken her iki cemaat de bu şekilde sırÂt-ı mustakîmden ayrılıp, dalÂlet yollarına sapmışlardır. Bu hakikat, bilhassa hadîsin yazılmasına musaade eden, hatt emreden ve yasaklayan hadîslerden cok daha fazla, tesbit uzerinde duran sahih rivÂyetle bir arada mutÂlÂa edildiğinde daha iyi anlaşılacaktır.
Yukarıda kendisinden “yazma”yı nehyeden hadîsin rivÂyetini aldığımız Hz. Ebû Hureyre (ra), şoyle demektedir: “AshÂb-ı Rasûlullah (sav) arasında benden daha fazla hadîs sahibi kişi yoktur, ancak Abdullah b. Amr İbn el-Âs mustesnÂ; cunku, ben yazmazdım, o yazardı”159. Gercekten, bizzat Abdullah b. Amr Hazretlerinin ifadesine gore, o Rasûlullah’tan (sav) duyduğu her şeyi yazardı. Kendisine “Sen, Allah Rasûlu’nun (sav) ağzından cıkan her şeyi yazıyorsun; halbûki, o da bir beşerdir. Ofkelendiği zaman da olur, hoşnut olduğu zaman da” diyenler oldu. (Bu sozleri kimlerin soylediğini edeb acısından ve gerekmediği icin hadîs rÂvileri ketmederler.) Abdullah İbn Amr, bunun uzerine yazmayı bıraktı ve mes’eleyi Allah’ın Rasûlu’ne arzetti. Efendimiz (sav) elini fem-i mubareklerine goturerek şoyle buyurdular: “Yaz; hayatım elinde olan (Allah)’a yemin ederim ki, buradan haktan başkası cıkmaz.”160
O, bir beşer de olsa, yine nebî idi; gazaplanması da, hoşnudluğu da Allah icindi ve her halûkÂrda hakkı soylerdi. Evet O’nun hicbir sozu hevÂsından değildi ve beşerî arzularından kaynaklanmıyordu.. daha doğrusu O, kendinden konuşmuyor; ancak kendine vahyolunanı soyluyordu (Necm, 53/3).
Fıtratı, vazifesiyle butunleşmiş ve her şeyiyle peygamberÂne idi. Sadrı acılarak şeytanın ve nefsin payı her ne ise o cıkarılmıştı ve artık fıtrat-ı beşeriye ve tabiatın, O’nun nurlu nubuvvet hayatına mudahaleleri sozkonusu değildi. O’nun soylediği her şey dindi; dolayısıyla “yaz” buyurmuşlardı.

3. Hadîslerin Tedvîn Edildiğini Gosteren Deliller

Kaynaklarda yine yazma ile alÂkalı olarak şunu goru-yoruz:
Bir adam, Huzûr-u RisÂletpenÂhî’ye gelerek: “YÂ Rasûlallah, ağzınızdan cok şey duyuyoruz; ama bunları anında ezberleyemiyoruz. Bu hayÂtî şeyler, cok defa kacıp gidiyor” diyerek hıfzından şikÂyette bulundu. Bunun uzerine Efendimiz (sav), ona: “Sağ elinden yar-dım iste”161 yani yazarak, hıfzına yardımcı ol buyurdular.
Yine, Takyîdu’l-İlm’de şunu okuyoruz:
RÂfi’ İbn Hadic, Efendimiz’e (sav): “YÂ Rasûlallah, sizden cok şey işitiyoruz, yazalım mı?” diye sordu. Allah Rasûlu de ona şu cevabı verdiler: “Yazın, hic mahzuru yok.”162
Bunlardan ayrı olarak İmam DÂrimî ve İbn Hacer’in, kitaplarında, Efendimiz’in (sav) kısas, diyet ve şerÂia dair yazdırdığı bazı hukumleri, Yemen’de Amr İbn Hazm’a gonderdiğini ve ayrıca VÂil b. Hucr’e ahdnÂme yazdığını okuyoruz.163
Yine, İmam DÂrimî, kitabının mukaddimesinde zikrettiği uzere, Efendimiz (sav): “İlmi yazarak, kaydedin”164 buyurmuşlardır.
Yine, sahih hadîs kaynaklarının, Ebû Hureyre’den (ra) rivÂyetine gore, Mekke’nin fethinde Efendimiz (sav), bir munÂsebetle hutbe îrÂd buyururken, Yemenli Ebû ŞÃ‚h isimli bir zat ayağa kalkarak: “Y Rasûlallah bunları benim icin yazınız” der, Efendimiz (sav) de: “Ebû ŞÃ‚h icin yazınız”165 buyururlar.
Allah Rasûlu’nun (sav) irtihÂlinden birkac gun onceydi ki, hastalığının ağırlığına rağmen ummetinin selÂmeti adına: “Bana bir kalem kÂğıt getirin; veya defter gibi bir şey getirin; size bir şey yazayım da, benden sonra dalÂlete duşmeyin” buyurdular. Bunu soylediklerinde ızdırapları cok fazlaydı; o esnada Hz. Omer: “Elimizde Allah’ın kitabı var, o bize yeter” dedi.. dedi ve bu bir sahabî ictihadıydı. Buna karşılık İbn Abbas ise: “Rasûlullah’la yazacağı şey arasına girildi, yazık oldu”166 dedi. O, buna omru boyunca uzulecekti; fakat yine omru boyunca, araya giren Hz. Omer’e karşı da icinde hicbir şey hissetmeyecekti.. hissetmek şoyle dursun onun hep yakınında olacaktı.. Hz. Omer, nerede hutbe îrÂd edecek olsa, Mekke’de ise Mekke’den, Basra’da ise Basra’dan kalkar ve oraya gelirdi.167 Bu itibarla denebilir ki, bu mevzu ile alÂkalı, Hz. Omer hakkında kalblerde en ufak birşey hasıl olmamıştı.. olamazdı da; zira Rasûlullah (sav), o sozunu bir daha yenilemediler. Efendimiz’in (sav) ummetinin dalÂlete duşmemesi icin yazmak istediği, ister kendinden sonraki halifeyle alÂkalı olsun, ister başka konularla alÂkalı.. bilinen bir hakikat varsa o da kendinden sonraki halifeye -bir kişi dışında herkesin biat etmesiydi. Daha sonra aynı makama gelen Hz. Omer’e ilk başta itiraz edenler olduysa da, bilahare biat etmeyen kalmadı. Hz. Osman ve Hz. Ali zamanında ise ayrılıklar baş gosterdi... Yoksa, Hz. Ebû Hureyre’nin: “Rasûlullah’tan iki kap dolusu ilim belledim; bunlardan birini sactım, neşrettim; diğerini neşretseydim, bu başım kesilirdi”168 sozuyle ifade ettiği ilim miydi? Veya Hz. Huzeyfe’ye (ra) verdiği sırlar mıydı? Efendimiz’in (sav) yazacağı şey gizli kaldı ama, burada esas bizi alÂkadar eden husus, devr-i risÂletpenÂhîlerinde hadîslerin yazıldığı, bizzat kendisinin yazdırdığı ve yazdırmak istediği gerceğidir.
Abdullah İbn Amr b. el-Âs’dan başka Efendimiz’in hadîslerinden hic olmazsa bazılarını yazan başka sahÂbîler de vardı. MeselÂ, Seyyidin Hz. Ali (ra), icinde yaraların diyeti, Medine’nin hurmeti, kÂfir karşısında mu’minin oldurulmeyeceği ve daha başka hususlarla alÂkalı hukumler bulunan bir sahifeyi kılıcının bir yanında asılı taşırdı. Şîası: “Sende Rasûlullah’ın bizzat sana tevdi ettiği, husûsî bir şey var mı?” diye sorduğunda: “Hayır, umuma ait emirlerden bir kısmı var” demiş ve yukarıda zikrettiğimiz şekilde, nelerin bulunduğunu soylemişti.169 Yine, Hz. Omer’in kılıcının bir yanında, icinde savÂim, yani kırda yayılan hayvanların zekÂtıyla ilgili hukumler bulunan bir sahife vardı170. Aynı şekilde, İbn Sa’d’ın Tabakat’ında kaydedildiğine gore, İbn Abbas, vefatında geriye bir deve yuku kitap bırakmıştı ki, bunlar umumiyetle Allah Rasûlu’nden ve ashÂb-ı kirÂmdan duyduğu şeyleri ihtiva ediyordu171. İbn HişÃ‚m’ın naklettiğine gore, Efendimiz (sav) Medine’ye teşriflerinde Yahudilerle bir anlaşma akdetmiş ve bazılarınca hukuk acısından İslÂm’ın ilk anayasası kabul edilen bu anlaşma kayda da gecmişti. Bu anlaşma: “Bu Kureyş’ten mu’minler ve Muslumanlarla -ihtimal, mu’minlerin icinde henuz imanı iclerine tam sindiremeyenler ve munÂfıklar da bulunduğundan, ayrıca ‘Muslumanlar’ lafzı da kullanılmıştı- ehl-i Yesrib ve onlara tabî olanlar, katılanlar ve onlarla beraber mucÂhede edenler arasında kavl-i fasl olarak Rasûlullah Hz. Muhammed’in (sav) kitabıdır” diye başlıyordu.
Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, Amr İbn Hazm’a Efendimiz’in (sav) gonderdiği diyet ve kısas gibi hukum-lerle alÂkalı yazısı,172 torununun torunu Ebû Bekir b. Muhammed’e.. aynı şekilde, Efendimiz’den (sav), Âzadlısı Ebû RÂfî’ye gecen bir tomar kÂğıt ise, tabiîn doneminde Ebû Bekir İbn Abdurrahman İbn HÂris’e intikal ediyordu.173 Tabiînin en buyuk fakihlerinden olan bu zÂt, bu klasoru hayatında eline gecmiş en buyuk ganimet olarak telÂkki ederdi. Efendimiz (sav) zamanında aynen Kur’Ân gibi yazılan, ağac parcaları, kemikler ve deriler uzerine kaydedilen hadîsler, aynen tabiîn ve tebe-i tabiîne intikal ediyor, onlar da bunu muhafaza ve naklediyorlardı. Aynı şekilde tabiînin buyuk imamlarından MucÂhid İbn Cebr, Abdullah İbn Amr İbn el-Âs’ın “es-Sahîfetu’s-SÂdıka” denilen, Efendimiz’den (sav) duyduğu hadîsleri topladığı kitabı gormuştu. Mucahid, onu: “Abdullah b. Amr’ın onunde gordum, hatt elimi uzattım ama, elimi dokundurtmadı” diyordu. Evet Mucahid, binbir ihtimam icinde saklıyor ve koruyordu onu. İbn Esîr’in verdiği bilgiye gore, bu klasorun icinde bin kadar hadîs vardı. Bu hadîsler, daha ziyade, “an Zeynil-Abidîn, an Huseyn, an Ali b. Ebî TÂlib” gibi, bir kesime gore hadîste “silsiletu’z-zeheb” (altın silsile) denilen, senede benzer şekilde, İbn Amr’ın kendisi, oğlu ve torunundan muteşekkil “an Amr İbn Şuayb, an ebihi, an ceddihi” senediyle kaynaklara gecmiştir. Bu silsileyle gelen 500 kadar hadîs vardır, sahih hadîs kaynaklarında.

4. Değerlendirme

Evet, hadîsler, musteşriklerin iddia ettikleri gibi, Efendimiz’den yuz sene sonra Omer İbn Abdulaziz’in emriyle kaydedilmedi; aksine bizzat t Efendimiz zamanında kaydedildi, kaydedildi ve ezberlendi.. ve bu metinler daha sonra da gerek yazılı gerekse sozlu olarak arkadan gelen nesillere aktarıldı. Uhud’un buyuk şehidi Abdullah İbn Cahş’ın oğlu buyuk sahabî CÂbir de, vefatında İbn Abbas gibi, arkaya buyuk bir miras, yani Allah Rasûlu’nun hadîslerini kaydettiği buyuk bir kaynak bırakmıştı174. Butun bunlardan ayrı olarak, HemmÂm b. Munebbih’in “es-Sahîfetu’s-Sahîha”sı da aynı donemden kalma en muhim hadîs kaynaklarından biri olma imtiyazını taşır. HemmÂm, Ebû Hureyre’den hic ayrılmaz, bu hÂfıza dÂhîsi buyuk sahÂbînin naklettiği her hadîsi yazardı. O kadar ki, bir defasında bizzat ustadından duyduğu bir hadîsi kendisine okuduğunda, Ebû Hureyre (ra): “Ben bunu pek hatırlamıyorum” deyince, bizzat hadîsi kaydettiği defteri getirip gostermiş ve ustadını ikna etmişti. Bu sahifeler, gunumuzde Muhammed Hamidullah tarafından neşredilmiş, zannediyorum yapılan karbon tahlillerinde de, Sahîfe’nin onuc asır oncesine ait olduğu anlaşılmıştı. Ayrıca, ne enteresandır ki, bu hadîsler aynen İbn Hanbel’in Musned’inde bulunmakta, yine muhim bir kısmı itibariyle Buharî, Muslim gibi sahih kaynaklarda da yer almaktadır. Bu da, hadîslerin, daha Efendimiz (sav) zamanında kaydedildiğini gosterdiği gibi, O’ndan sonra da eksiksiz, yanlışsız ve tam olarak sahÂbe, tabiîn ve tebe-i tabiîn kanallarıyla hadîs kulliyatına gectiğini acıkca ortaya koymaktadır.
Bu tarihî vÂkıalar ve serdettiğimiz hadîsler karşısında, hadîs yazmayı yasaklayan haberler, son donemin buyuk hadîs Âlimlerinden Irak’ta yaşamış Ahmed Muhammed ŞÃ‚kir’in yerinde tesbitiyle, ya sonradan neshedilmiştir; ya da yukarıda izahına calıştığımız gibi, Kur’Ân’ın yanı başına yazılmaması ve hadîs de olsa Kur’Ân’a hicbir şeyin karıştırılmaması icindir.175 Bu mevzûda Efendimiz’in (sav) hassasiyeti, aynen Hz. Omer’de de vardı. Cunku, ilk nÂzil olduğu donemde Kur’Ân’ın iyice bellenmesi, anlaşılması, ehemmiyet ve fonksiyonunun kavranması ve Allah’ın kelÂmı olması olcusunde ona ihtimam gosterilmesi gerekiyordu. Aksi halde, hadîs Kur’Ân’a karışır, Kur’Ân kendine has keyfiyet ve hususiyetini kaybeder ve onceki ummetlerde yaşanan durum aynen tekrarlanırdı. Bu se-beple, Hz. Omer’in bu mevzûda gosterdiği tehÂluk, bizzat Efendimiz’in de tehÂlukuydu. Daha sonra, ashÂb-ı kiram, her şeyi apacık gorup kavradıktan ve her şey yerli yerine oturduktan, hatta “Kur’Ân nedir, hadîs nedir?” belli olduktan sonra, -izahına calıştığımız uzere- hadîsler de Kur’Ân gibi ayrıca tedvîn edildi.
Hadîslerin daha ilk donemde bu şekilde kaydedilmesinden sonra, tarihlerimizde İkinci Omer diye anılan Omer İbn Abdulaziz zamanında ise resmen tedvîn edildi. Değişik yerlerde, değişik şahısların ellerinde sahifeler vardı. Cok defa da bu hadîsler, ağızdan ağıza nakledili-yordu. HattÂ, bu yuzden ve ayrıca ezberlenip oğrenilmeleri icin, nasıl Hz. Omer, İbn Abbas, Ebû Mûsa el-Eş’arî, Ebû Saîd el-Hudrî ve Zeyd b. SÂbit gibi sahÂbeler, hadîslerin hÂfızalarda kalması ve ezberlenmesi gerektiği uzerinde durdukları gibi, Şa’bî, NehÂî gibi hadîste yed-i tûl sahibi, hÂfıza dÂhîsi tabiîn Âlimleri de ilk başta yazmaya taraftar olmamışlardı. Bununla birlikte, hem kaydedilen, hem de ağızdan ağıza nakledilen hadîsler, Omer İbn Abdulaziz doneminde resmen tedvîn edilmeye başlandı. Nasıl YemÂme’de cok sayıda Kur’Ân hafızının şehit olması, Kur’Ân’ın resmen toplanması hususunda Hz. Omer’in bu mevzudaki tehÂlukunu cekmişse, aynı şekilde hadîslerin tedvîn işi de Omer İbn Abdulaziz Hazretleri’nin sunnete ait gayretini coşturmuştu.
Coklarınca birinci muceddid kabul edilen ve Rasûlullah’ın (sav): “İnsanların bozduğunu duzeltenler”176 mujdesine onuc asır once bihakkın liyÂkat gosteren Omer İbn Abdulaziz (ra), Emevî sarayında yetişmişti. Hadîste, tefsirde, nakd-i ricÂlde soz sahibiydi. İki bucuk yıllık hilÂfeti suresince, cok genişlemiş İslÂm memleketlerinde cok yonlu tecdîd işini gercekleştirmiş ve İslÂm memleketleri sanki melekler tarafından idare edilir bir havaya, bir gorunume burunmuştu. İşte bu buyuk zÂt, onca hizmetlerine, bir de hadîslerin resmen tedvini gibi, butun hizmetlerine tÂc olacak bir buyuk hizmeti ekledi. Vaktiyle Rasûlullah’ın kendisine diyetler ve kısas gibi mevzûlarda bir sahife yazıp verdiği Amr b. Hazm’ın torunu, Medine Valisi Ebû Bekir b. Muhammed b. Amr İbn Hazm’a bu mevzûda emir gonderdi. Vali de, tÂbiînin genclerinden, fart-ı zek (yuksek zekÂ) sahibi Muhammed İbn ŞihÂb ez-Zuhrî’yi bu işle vazifelendirdi177. Zuhrî, “resmî tedvîn” diyebileceğimiz bu muhim işe hemen koyuldu.. ve İslÂm hadîs tarihinde ilk resmî “mudevvîn” olma şerefini kazandı. Vali Ebû Bekir b. Hazm, aynı işle bizzat kendisi de uğraşmasına rağmen, derlediklerini gonderemeden Omer İbn Abdulaziz Hazretleri vefat etmişti.
Omer İbn Abdulaziz Hazretleri’nin başlattığı bu tedvîn faaliyeti, yalnız Medine’de İmam Zuhrî ile de sınırlı kalmamış, Mekke’de Abdulmelik İbn Abdulaziz İbn Cureyc, Irak’ta Saîd İbn Ebî Arûbe, Şam’da EvzÂî, yine Medine’de Muhammed b. Abdirrahman, Kûfe’de ZÂide b. KudÂme ve SufyÂn es-Sevrî, Basra’da HammÂd b. Seleme ve Horasan’da Abdullah b. MubÂrek, bu işi surdurmuş ve kendilerinden sonra geleceklere dunya kadar malzeme bırakmışlardı.178
Tedvîn doneminden sonra, hadîsleri mevzûlarına gore sınıflandırmak sûretiyle kitaplar “te’lif etme” mÂnÂsında “tasnif” başlamış ve bu donem, İslÂm hadîs tarihinin altın donemi olmuştur. Bir yandan, Ebû DÂvûd et-TayÂlîsî, Musedded b. Muserhed, el-Humeydî ve Ahmed İbn Hanbel gibi mumtaz simalar “Musned”lerini meydana getirirken; diğer yandan da Abdurrezzak b. HemmÂm gibi kimseler “Musannef” ler te’lif ediyorlardı. İbn Ebî Zi’b ve İmam MÂlik Muvatta’ını ve Yahy İbn Saîd el-KattÂn ve Yahya İbn Saîd el-EnsÂrî’nin “Te’lifat-ı Guzide”leri de yine bu altın doneme rastlar. Bu zÂtlar, BuhÂrî, Muslim, Ebû DÂvûd, NesÂî ve Yahy İbn Maîn gibi buyuk muhaddislerin şeyhleridirler. Nihayet, Kutub-u Sitte’nin telif vakti gelmiş ve İslÂm hadîs kulliyÂtının en mevsûk altı kitabı kabul edilen bu eserlerin muellifleri, bir zeberced cağın kapısını aralamışlardır. Hemen hemen aynı zamanlarda yaşayan bu devÂs kametler, aynı zamanda modern te’lifin de ustadlarıdırlar. Zaten, BuhÂrî ile Muslim arkadaştı.. Tirmizî, BuhÂrî’den ders almış bir muasırdı.. NesÂî ve Ebû DÂvûd da aynı donemin hadîs pîrleriydi. Bunlarla Efendimiz (sav) arasında ancak uc-dort nesil vardı.. ve bu nesillerin altın silsilelerini teşkil eden halkalar, yalanın ruyalarına dahi girmediği buyuk zÂtlardan meydana geliyordu. Dinin yarısını teşkil eden sunnet, bu şekilde, şek ve şupheye mahÂl bırakmayacak olcude, en mevsûk kanallardan, alabildiğine hassas ve kılı kırk yaran muhakkik zÂtlar tarafından, hem de t sahÂbe, tabiîn ve tebe-i tabiîn doneminden başlayarak kaydedilmiş, ezberlenmiş, muhafazaya alınmış ve sonra da harfi harfine nakledilmiş, kitaplara gecmiş ve bu gunlere gelip ulaşmıştır. Evet, sunnet, sahabi tarafından, bir dinî kaynak, onemli bir rehber, bereketli bir Kur’Ân tefsiri olarak değerlendirildiği, sahip cıkıldığı gibi, tabiîn, tebe-i tabiîn doneminde de, daha da artan bir iştiyakla sahip cıkıldı ve daha sonraki cağlara taşındı.

M.Fethullah Gulen




Haber Listemiz
Sitemizdeki yeniliklerden haberdar olmak ister misiniz?

Ekle | Cıkar
Sayac
Bugunku sayfa acılışı 5208
Bugunku tekil 638 İletişim
[email protected]


__________________