Gunumuz İslam dunyasının durumunu değerlendirdiğimizde dikkatimizi ceken ilk şey, Muslumanlar arasındaki parcalanmışlık ve duşmanlıktır. Kimi İslam ulkeleri, milletleri, cemaatleri ve cemiyetleri arasında derin anlaşmazlık ve ihtilaflar vardır.

Musluman ulkelerin bazılarında coğunlukla etnik ve siyasi sorunlar nedeniyle ic savaş ve catışmalar yaşanmaktadır. Maalesef bu ayrılık ve catışmalardan da en fazla istifade edenler, İslam duşmanlarıdır. Yani Muslumanları vurmaya calışanların, bir Musluman gurubu kendine alet edip, diğer Musluman gurubu onunla ezdiğine, sonra kullandığı o aleti de kırdığına tarih şahittir.

Bu konuda asrımız alimlerinden Bediuzzaman Said Nursi, Osmanlıyı asıl yıkanın, duşmanın kuvvetinin değil, bizzat yavruları ve kardeşleri hukmundeki Muslumanların olduğunu şoyle ifade etmektedir:
"İşte Hind, duşman zannederek halbuki pederini oldurmuş ayak ucunda oturmuş bağırıyor. İşte Kafkas ve Turkistan, oldurulmesine yardım ettiği şahıs bicare valideleri olduğunu " ba'de harabil Basra" ( iş işten gectikten sonra ) anlıyor, baş ucunda ağlıyor. İşte Afrika, kahraman kardeşini bilmeyerek oldurdu, şimdi vaveyla ( ağıt ) ediyor. İşte Arap, kardeşini tanımayarak oldurdu, şimdi hayretinden ağlamayı da bilmiyor."( Sunuhat)

Evet İngilizler Hintli Muslumanları kullanarak Osmanlıyı vurdular, ama Hindistan'ı da kırdılar. Ruslar Kafkaslı kardeşlerimizi aleyhte kullandılar ama onları da ezdiler. İtalyan ve Fransızlar Kuzey Afrika'yı bizden ayırdılar, ama onlar oradan ayrılmadılar. Arapları alet ettiler, ama Arapların her yonden rahat etmedikleri ortada. İşte Filistin, işte Irak, işte Suriye...

Diğer yandan İslam dunyasının dort bir yanında birbirinden farklı dini yorumlar, goruşler ve modeller hakimdir. Bu yorum, goruş ve modellerin birbirinden farklı oluşu, Muslumanların birbirine duşman olmasına değil, aksine birbirlerine yardım etmelerine vesile olması gerekir. Nasıl ki, vucut azalarının birbirinden farklı olması, ruhun ihtiyacını karşılamaktadır. Bir uzvun olmaması veya sakat olması tum vucudun hareketini sınırlandırmaktadır. Aynı şekilde "Milliyetimiz bir vucuddur, ruhu İslamiyet aklı iman ve Kur'andır" (Munazarat) hakikatinden hareketle ruhumuz hukmundeki İslamiyet'e, her millet ve cemaat bir uzuv gibi hizmet etmekte ve bir vazifeyi icra etmektedir. O millet ve cemaatin olmaması veya sakat olması durumunda, herkesin zarar goreceği muhakkaktır.

İttihÂd-ı İslÂmın, yani İslam birliğinin varlığı ve devamı icin:

1- İslÂm milliyetini - ummetciliği - esas alıp, ırkcılık fikrini bırakmak;

Boylece her millet kendi nufusu ve gucu kadar değil, İslam dinine mensup olan fertler ve milletler kadar guc ve kuvvet kazanacaktır. İşte o zaman dunyaya hakiki adaleti yerleştirebilecek ve gucun nerede kullanılması gerektiğini gosterebilecektir. Yoksa "Ne hayatımızı muhafaza ve ne de hukukumuzu mudafaa edebiliriz."

2- İslÂm dunyasındaki dini cemaatler, tarikatlar ve mezhepler gayede ve dinin esaslarında ittifak edip teferruat meseleleri munakaşa etmemek;

Cunku, İslam toplumu; buyuk bîr ordu gibidir, bu orduda da her turlu kısımlar ve guruplar mevcuttur. Fakat bu kısımların ve gurupların ayrılığı sadece isim olarak vardır. Yani Kara Kuvvetleri, Hava Kuvvetleri, Deniz Kuvvetleri v.s. gibi isim almaktadırlar. Ama bunların binler tarzda ve şekillerde birlikleri var. Devletleri bir, vatanları bir, bayrakları bir, orduları birdir.

Aynı şekilde Musluman milletlerin ve cemaatlerin sadece isimleri farklıdır. Ama Halıkları bir, Rezzakları bir, Peygamberleri bir, kıbleleri bir, kitapları bir, bir, bir, bir, bir., binler kadar bir, bir... İşte bu kadar bir, birler; kardeşliği, sevgiyi ve birliği gerektirir. Yoksa "Muslumanları birbirine bağlayan manevi rabıtaları bilmemek", bir Musluman icin en buyuk bir talihsizlik ve felakettir.

3- İslÂm devletleri arasında, meşvereti yaygınlaştırmak;

Meşveret etmek manevî bir cihattır. Meşveret, tıptaki koruyucu hekimliği andırıyor. Hastalığın vuku bulmaması icin gerekli tedbirleri almak en buyuk tedavidir. Bunda başarılı olmadığımız zaman diğer tedavi yollarına ve en sonunda da ameliyata sıra gelir. Her ne kadar koruyucu hekimlik uzun zaman ve buyuk sabır istese de ameliyattan kurtulmak gibi buyuk bir faydayı temin ettiği icin bu zor yola severek girmek gerek.

Bu maddeler, Muslumanların birlik ve beraberliği icin ehemmiyet arz eden sebeplerden sadece uc tanesidir.

Muslumanların bu dinî kardeşliğinden gelen ve birbirlerine destek olmaktan oluşan bu muazzam kuvvetle, dinimiz, milletimiz, vatanımız her turlu tehlike ve duşmanlardan muhafaza edilir ve toplumsal barışa vesile olur.

Bunun icindir ki, bu maddî ve mÂnevi kuvvetin karşısında dayanamayacağını cok iyi bilen din duşmanları, bu kuvvetin dağılıp parcalanması icin her ceşit hîle ve plÂnlarla Âlem-i İslÂm'ın birlik ve beraberliğini bozmağa calışmaktadırlar.

İşte bu bozguncuların aldatmalarına karşı uyanık olmağa ve dinimizin cok ehemmiyetle emrettiği İslÂm kardeşliğinin mÂna ve ehemmiyetini bilmeğe ve icaplarını yapmağa gayret gostermek gerektir. Bu konuda tum İslam milletleri, devletleri ve ozellikle Turk ve Araplara buyuk işler duşmektedir. Cunku İslam ordusunun iki muhim kanadını, bu iki hakiki kardeş ve bahadır millet oluşturmaktadır.

Bu konuda Bediuzzaman Said Nursi Şam'da verdiği meşhur hutbede; "Hakikî milliyetimizin esası, ruhu ise ÎslÂmiyet'tir. Ve Turk Ordusunun o milliyete bayraktarlığı itibariyle, o İslÂmiyet milliyetinin kalesi hukmunde Araplar ve Turkler hakiki iki kardeş olarak, o kudsi kalenin nobetcileridirler.

İşte, bu kudsî İslam milliyetinin manevi bağlarıyla, umum Muslumanlar bir tek aşiret hukmune geciyor. Aşiretin fertleri gibi İslÂm milletleri de, birbirine manevi bağlar ile irtibat ve alÂka kurarlar. Birbirlerine manen (luzum olsa maddeten) yardım eder. Guya butun İslÂm milletleri bir nurani zincir ile birbirine bağlıdır."

Şu ayet, Muslumanlar arasında yardımlaşma ve dayanışma olmaması halinde buyuk fesatların meydana geleceğini haber vermektedir:

"Dini inkÂr edenler de birbirlerinin velileridir. Eğer siz bunu yapmazsanız, birbirinize yardımcı olmazsanız, dunyada bir fitne kopar, muthiş bir bozukluk, bir fesat ortaya cıkar." (Enfal suresi,73)

Bu ayetin ne kadar doğru olduğunu, dunyadaki kaos ve zulum ateşine, hakkın değil kuvvetin esas olduğuna bakarak anlamak mumkundur.

İslam alemi hangi sıkıntıyla sancı cekiyorsa, vatanımız da aynı hastalıkla muzdariptir. Burada da birlik ve beraberliğimizi bozacak tarzdaki calışmalar butun şiddetiyle devam etmektedir.

Bu vatan hepimizin ve hepimiz bir vucut gibiyiz. Beğenmediğimiz ve hasta olan organlarımız da bizim. Bunları bunyemizden sokup atamayız.

Hastahanelerde, sıra sıra dizilmiş kalabalıklar bize bu dersi vermiyorlar mı? Bunların her birisi vucudunun bir yerinden, bir organından rahatsız değiller mi? Ama nicin tedaviye koşuyorlar? O hasta uzvu iyileştirmek icin değil mi? Biz de hastalara değil hastalıklara duşman olsak ve sosyal bunyemizin sıhhate kavuşması icin elimizden gelen butun gayreti gostersek, erişemediğimiz ve guc yetiremediğimiz sahalarda Rabbimizin lutuflarına erecek, yardımını goreceğiz.

Ama biz hastaları daha da hasta edecek bir yola koyulmuşsak ve bunu da sıhhat adına yaptığımızı zannediyorsak, yanıldığımızı anlayıncaya kadar cok kan kaybedecek ve kuvvetimiz her gecen gun biraz daha azalacak.

Bunun ise, daha once de belirttiğimiz gibi sadece ve sadece duşmanlarımızın işine yarayacağında şuphe yok. "Zararın neresinden donulse kÂrdır" derler. Geliniz, kendimizle kavgayı bırakalım. Birbirimizi tedaviye gonul verelim. Zira, Âlemlere rahmet olarak gonderilen iki cihanın şanı yuce efendisi Peygamberimiz (sav), bir hadis-i şeriflerinde: "Muminler bir binanın taşları gibidirler. Birbirlerini yıkılmaktan muhafaza ederler" buyurarak muminler arasındaki muhabbet ve kardeşliğin onemini en veciz bir şekilde ifade etmiştir.
__________________