Bir hadisi kudside: “Ben, yer ve gok kurelerine sığmam ama mu’min kulumun kalbine sığarım” (Aclûnî, Keşfu'l-HafÂ, II, 195) diye buyuruyor Yuce Rabbimiz. Bu kadar kutsal gorevi ustlenen kalp, sadece vucuda kan pompalayan basit bir organ olabilir mi? Elbette hayır!

Her turlu beşeriyetten munezzeh olan CenÂb-ı Hakk, acaba bize neyi işaret ediyor? Kalbimiz her sistol (kan pompalama) ve her diastolde (kalbe kan dolması) ZÂt-ı Zu’l-CelÂl’i haykırmıyor mu? (2 aşama ve 2 hece: AL-LAH)

Yuce Yaratıcı, ona beşeri gorevinden cok daha onemli olan manevî bir rol vermiştir.

Nice sırlar taşıyan kalbimiz, hayat boyu hic durmadan calışır ve kendi uzerinde taşıdığı sinir sisteminden faydalanır. Bu sinir demetinin başlangıc bolumu (sinoatriyal nod) kalbin sağ kulakcığında bulunur ve dakikada 70-80 impuls (uyarı) oluşturup kalbin calışmasını sağlar. Yani kalbin kendi beyni vardır, diyebiliriz. Ve bu iki temel fonksiyonla (sistol-atım, diastol-alım) mutemadiyen calışarak hem kendisi CenÂb-ı Hakk‘ı durmadan zikreder, hem de bu maksadı anlayan gonullere gece gunduz Yaradan’ın zikredilmesini haykırır.

İlginc olan; bu değere, vucudumuzu yonettiği bilinen beynin değil de kalbin sahip olması değil mi? Tabi ki beynin yapı ve fonksiyonları da bircok yaradılış mucizesi icerir. Akıl, mantık, irade vb. melekelerin kaynağı olarak addedilen beynimiz; aslında, manen sınırlı fonksiyonlara sahiptir. İnsan, aklıyla Yuce Yaradan’ın varlığını biliyor ama tam olarak idrak edemiyor. Zatını ve sıfatlarını tahayyulden cok cok uzakta... Cunku insan ve dolayısıyla insan aklı neticede bir mahlûk değil midir? Mahlûk da, mahlûkatı Yaradan’ı idrak edemez, ozelliklerini tam manasıyla anlayamaz. Bu yonuyle kalbimiz de bir mahlûktur. Ama Rabbimiz, ona manen oyle bir değer bahşetmiştir ki o, Marifetullah ve Muhabbetullah’a bununla erebilir. Nitekim kirÂmen kÂtibîn melekleri, insanın iyi ya da kotu eylemlerini kaydedip, kalpten geceni ise Yuce Yaradan’ın takdiri ilahisine bırakmıyorlar mı?

Bu kadar buyuk şereflere nail olma yollarını bize gosteren, sonsuz lutuf ve keremiyle insana nimetler bahşeden CenÂb-ı Hakk’ı layıkıyla anabiliyor muyuz? O’na olan borcumuzu odeyebilir miyiz? Maalesef hayır!

Oyle olabilseydi; şu muazzam kÂinattaki mikro Âlemlerden makro Âlemlere kadar NÂm-ı Celîli’ni haykıran cumle mevcudatı gordukce tek tek, her birinde CELLE CELÂLUHÛ dememiz gerekmez miydi? Sadece birkac ornek verirsek;

- Her nefes alıp verişte (dakikada 15-20 kez) Celle CelÂluhû demek gerekmez mi?

- Her kalp atımında (dakikada 60-100 kez) Celle CelÂluhû demek gerekmez mi?
- Her adım attığımızda her bir kas icin (1 adımda yaklaşık 100 kas calışır) Celle CelÂluhû demek gerekmez mi?

- Elli bin farklı kokuyu hatırlayabilen burnumuzu duşunup, her koku alışımızda Celle CelÂluhû demek gerekmez mi?

- Dunyanın cevresini (40.000 km.) iki kez dolaşacak uzunluğa sahip olup, yaklaşık 200 trilyon hucremizi her gun kandaki besin ve oksijenle besleyen damar ağını bize bahşeden yuce MevlÂ’ya her bir hucre icin Celle CelÂluhû demek gerekmez mi?

Bu da mutenÂhî insanoğlu icin imkÂnsız otesi bir şeydir. Dolayısıyla Âhiret gununde insanı ameli değil, Rahmetullah kurtaracaktır.

Âlemlere rahmet olarak gonderilen Nebiler Sultanı, nihayetinde “Ben de bir beşerim” diyerek bize O’nu yani CenÂb-ı Hakk’ı işaret etmiyor mu?

“O olmasaydı kÂinat yaratılmazdı” hitabına mazhar olan Hz. Muhammed Mustafa‘nın (s.a.s) mubarek ismi her gectiğinde salÂt u selÂm getirmekle, nurlu yolda rehberimiz olduğunu ve bize bıraktığı iki kutsal emanete sımsıkı sarılarak, MarifetullÂh ve Muhebbetullah’ı 23 sene gibi kısa bir zaman da gonullere nakşettiğini unutmazsak belki O’na olan borcumuzu odeyebiliriz. Rabbimize olan borcumuz ise namutenahidir.

Gunumuz insanı, MarifetullÂh’ı yeterince anlayamadığından oluşan manevi boşluk ikliminde, deryadaki yalnız bir kayık gibi sağa sola yalpalayıp duruyor. Her an duşme tehlikesi gecirenler olduğu gibi, bazen de duşup boğulanlar oluyor (hafazanallah). Cağımızın vebası psikosomatik bozuklukların coğu işte bu zeminde gelişiyor. Manevi eksiklik, ruhun rahatsızlanmasına ve sonucta fiziki hastalıklara davetiye cıkarıyor. Tedaviyi Allah’ın “Rahmet” sıfatına sığınmakta değil de materyalist yaklaşımlarda arama gafletine dalıyor.
Allahu ZulcelÂl ayet-i kerimede şoyle buyurmuştur:

“Kalpler ancak Allah'ın zikriyle mutmain olur.“ (Ra'd, 13/28)

Bazı bilim adamları bilimsel ve teknolojik gelişmeleri daha cok şu yonde kullanıyor: Acaba uzun yaşamanın sırrı nedir, yaşlanmayı nasıl geciktirebiliriz?

Maalesef bu gibi safsatalarla omurlerini ziyan edip gidiyorlar. Orneğin; son yapılan calışmalarda, insan kromozomlarının uc kısmında bulunan telomer denen yapının her hucre bolunmesinde bir miktar kısaldığı ve omrun sonunda bu telomerlerin tamamen yok olduğu iddia ediliyor. Bu şekilde insanın ne zaman oleceği tespit edilebiliyormuş!

Ey insanoğlu, uyan artık gaflet uykusundan,

Bilmiyor musun gaybı Allah’tan başkası bilemez!


Zuhur Dergisi



__________________