
Muhyiddin Şekûr’un ‘Su Ustune Yazı Yazmak’ kitabıyla şeyhlere, dervişlere ve muridlere olan hurmetimi bir kez daha tazeledim.
Yaratıcımın isimlerini temÂşa etmekle surdureceğim mÂn yolumun başıydı ki kendi ismimin anlamını oğrenmek ve uzerinde duşunmek sevdası oluşmuştu. Sonrasında, tanışacağım tum insanlara da isimlerinin anlamını soracaktım. Gozlerinde oluşan “ismimin anlamını bilmiyorum” şaşkınlığını ya da “evet biliyorum” cevabını birlikte okuyacak, isminin denizine kurekler cekecektik. “Kendini bilen Rabbini bilir” ise, ismini bilen Rabbinin isimlerini bilmeyi de isteyecekti. “İsim Yolculuğu” (Esm TÂlimi) bir yandan surerken bir yandan da medya bazı kelimeleri katledecek ve onun katlettiği kelimelerin ‘asıl’sız anlamlarını soluyacaktık karbondioksit gibi! Ve zehirlendiğimizi de anlayamayacaktık, uzun yılların pek karanlık gecelerince!
Cunku kelimeleri, silahlarına kurşun yaptılar
İstisnai aileler ve cocukları dışında ‘tarikat’, ‘şeriat’, ‘şeyh’, ‘hacı hoca’, ‘-cı’, ‘-cu’ kelime ve takılarından hangimiz urpermedi ki o zamanlar! Bilmemenin, oğrenmek icin gayret etmemenin toplumsal felÂketi miydi bu, bilemiyorum. Ama adı her ne ise; fena yaralandık!.. Kelimeleri silahlarına kurşun gibi dizdiler adeta, bizi kendi kelimelerimize yabancı ve daha da kotusu ‘duşman’ yaptılar.
Medya, hocaları ‘kurban’ olarak secti
Arkadaşım annesine bir Hoca’dan bahsediyor, “kitaplarını okudum, ne guzelmiş” diyor. Annesi, “ben o Hocayı sevmiyorum!” diyor. Arkadaşım soruyor, “Neden, anne?” Annesi hicbir şey demeden (diyemeden), “Sevmiyorum işte” diyor, inatla. Zira olumsuz yanını soyleyecek hicbir veri yok elinde.
İşte boyle zehirlendi zihinlerimiz. Amansızca! Neyse ki hanım teyzemiz inadını kırıyor ve kendiyle yuzleşiyor. Sevmeyeceği hicbir şey olmadığını, medyanın o hocayı ‘kurban’ olarak sectiğini anlıyor. (Peki ya yuzleşemeyenler nasıl anlayacak?) Ciddi ve kasıtlı bir kusurunu bulmaksızın, bilmeksizin, aslını araştırmaksızın ‘her hangi birini sevmiyorsak’ işte burada durmalı ve sormalıyız kendimize: Neden! Bu zalimlik nerden?
Muhyiddin Şekûr’den ornek bir kitap
Şimdilerde Muhyiddin Şekûr’un Su Ustune Yazı Yazmak kitabının koklerine saldım kendimi. Yazarın tarikat yolunda Rabbine ulaşma, O’nun sevgisini kazanma, hayatın sırlarını keşfetme azmi okunmaya ve soluklanmaya değer. Hatta kitabı okurken, bir yandan kendinizi ve toplumunuzu gozden gecirme fırsatı da buluyor, toplum olarak nerelerde ayağınıza celme takıldığını daha iyi anlıyorsunuz.

Hayatın icinden orneklerle eğitim
Şekûr’un kalbî yuruyuşunun bizzat kendi dilinden anlatıldığı kitapta kimi zaman karşınıza cicek cıkıyor. Ondaki sır paketlerini acıyorsunuz yaprak yaprak. Kimi zaman ceşitli yonleriyle bir araba anlatılıyor. Ki bu defa ‘araba’ deyip gecemiyor, aranızdaki benzerliği uzerinde uzun uzun duşunuyorsunuz. Kimi zaman da Doğudan ve Batıdan enfes şiirlerle hayatı yudumluyorsunuz.
‘Şeyh’ kelimesine hurmet etmeli
Kitabın bir bolumunde Muhyiddin Şekûr’un dilinin soylediğiyle kalbinden gecenler farklıdır. Şekûr’un yaptığı yanlış bir tavırdır. Bu sebeple Şeyh’i kızar ve kalbinden geceni onun yuzune soyler, onu uyarır! Şekûr olayı tefekkur ederken, “evet, bir kişinin şeyh olabilmesi icin muridlerinin kalbinden gecenleri okuyabilmeli” der. Şeyh’ine itimat etmediğinin farkına varır. Ve cok uzulur. Demek oyle kolay şey değilmiş, şeyh kelimesini dilimize rastgele almak. Keşke o kelime katlediciler de bilebilselerdi her kişiye değil ‘er’ kişiye ‘şeyh’ denilebileceğini. Tarikat kelimesinin ‘tarik’ten oluştuğunu ve ‘tarik’in de ‘yol’ anlamına geldiğini, ‘yol’a gireninse guzel insan olma adayı olduğunu keşke bilebilselerdi!
__________________