Dini ve dunyayı batılılar gibi anlama hastalığına tutulalı beri, kimi muslumanların İslÂm hakkında tuhaf ve yabancı fikirler uretmeye, şimdiye kadar rastlanmamış yorumlar yapmaya başladığını goruyoruz. Batılıların kendi gecmişlerinde Hz. Musa ve Hz. İsa a.s.'ın tebliğ ettiği dine reva gorduğu muameleye, bugun bir kısım muslumanlar da kendi dinlerini reva gorme sevdasındalar.
Bugun Hıristiyanlık hakkında bizzat hıristiyanlar tarafından uretilmiş muhtelif bakış acıları var. Bunun sebebi, dinlerini keyfi yorumların tahribinden koruyacak mekanizmalardan mahrum bırakmış olmaları. Mesela İnciller'in Afrikalılara gore farklı, Avrupalı ve Amerikalılara gore farklı yorumlarından soz edilmektedir. Keza kadınlara ve erkeklere, zencilere ve beyazlara gore değişen İncil yorumları bulunduğunu yine bizzat Batılılar soyluyor. Katolik, Protestan, Ortodoks mezheplerinin İncil yorumları arasındaki farklılıklar zaten malum. Adeta her hıristiyanın kendine mahsus bir Hıristiyanlık anlayışı var.
Bir din nasıl bu hale gelir?
Hayatı kendi istek ve cıkarları doğrultusunda şekillendirme hastalığına muptela olan Batılı insan, nasıl tabiatı, dunyanın yeraltı ve yerustu zenginliklerini, uzayı, hatta diğer insanları, bu arzunun gercekleşmesi amacıyla kullanılacak birer arac olarak goruyorsa, onun gozunde dinin de bundan farkı yoktur. Ona gore din, insana yine insanın istediği bicimde hizmet etmelidir.
“Her şey bizim icin” diyen Batılı insan, İncil'i bunun icin tahrif etmiştir. Beşeri arzularına uymayan ilÂhi oğretilerin kiminin yerini değiştirmiş, kimini cıkarmış ve yerine kendisine uyan hukumleri koymak suretiyle aslından uzaklaştırmıştır. Bunun uzerine bir de, “ben boyle anlıyorum” keyfiliği eklenince, Kur'an'ın “hevÂyı ilÂhlaştırmak” dediği durum ortaya cıkmıştır.
Tevrat'ın başına gelenler de bundan farklı değildir. Gerci Yahudilik “evrensellik” iddiası olmayan, sadece belli bir ırka (İsrailoğulları'na) ait olduğu kabul edilen bir din olması sebebiyle, Hıristiyanlık'ta olduğu kadar fazla sayıda “serbest” yorumun nesnesi olmamış. Fakat Yahudi ve Samirî Tevratları arasında bulunan altı bin civarındaki farklılık ve modernist Yahudilerin din yorumlarının klasik Tevrat yorumları ile taban tabana zıt olması, bu dinin de beşer arzularına gore tahrif edildiğinin en onemli gostergelerindendir.
Muslumanlara ne oldu?
Kutsal kitabı tahrif edilmiş butun dinlerin başına gelen bu durumu anlamak ve izah etmek mumkundur. Zira dini kendi menfaati doğrultusunda anlamak ve kendisine hizmet ettirmek gayesindeki insan icin bunda şaşılacak bir durum yoktur.
Peki, Kur'an her turlu tahrif ve mudahaleye karşı ilÂhi koruma altında iken, ona bağlı olduklarını soyleyenler, kendi dinleri ve kitapları hakkında sacma sapan yorumları nasıl normal karşılayabiliyorlar? Nasıl oluyor da Kur'an'da yer almayan, Rasul-i Ekrem s.a.v. Efendimiz'den nakledilmeyen, Sahabe'nin tanımadığı ve ilk nesillerin yabancı olduğu bir din telakkisi, kendisine boyle yaygın bir bicimde yer bulabiliyor?
İslÂm'ın ilk asırlarında meydana gelen fırkalaşma vakıasını, ayrı bir yazının konusunu teşkil ettiği icin şimdilik goz ardı ederek konuşursak, şunu soyleyebiliriz: Bu sorunun cevabının izini, cok basit şekliyle, muslumanlara benimsetilmek istenen bir kısım slogan cumlelerde surebiliriz. Gunluk hayatta belki coğumuzun duşunmeden kullandığı bu kalıpların, zaman icinde din anlayışımızı belirleyen değer yargılarına donuştuğunu fark etmek, coğu kimse icin ne yazık ki mumkun olmuyor.
Soz gelimi, “İslÂm kolaylık dinidir” dediğimiz ve bunu genel bir kaide haline getirdiğimiz zaman, insan icin gucluk arzeder gibi gorunen her dinî hukmu, bize kolay geleniyle değiştirme yolunda ilk adımı atmış oluruz.
Yahut, “İslam hoşgoru dinidir” gibi bir ifadeyi, sınırsız bir mutlaklık cercevesinde kabul edip dilden dile yaydığımızda, dinimizin hicbir olumsuzluğa itiraz etmediği, hicbir cirkinliği reddedip dışlamadığı gibi bir anlayış, yavaş yavaş kendisine yer bulmaya başlar.
Mecelle'de yer alan “zamanın değişmesiyle hukumler de değişir” maddesi bir başka ornektir. Bu hukmu de herhangi bir kayıt ve şarta bağlamaksızın mutlaklaştırdığımızda, butun hukumleri değişime maruz kalan bir dinin ortaya cıkması kacınılmaz olacaktır.
Aslında bu orneklerde zikredilen tesbit cumleleri, temel birer dinî prensiptir. Problem şurada ki, bunlar, kendileriyle aynı oneme sahip diğer dinî prensiplerle bir butun oluşturacak tarzda ele alınmadığı zaman, tek başlarına her turlu art niyetli yoruma zemin teşkil etmektedir.
Dinî hukumlerin ozelliği
Vahyin son ve tahriften korunmuş biricik temsilcisi olma huviyetini kıyamete kadar surdurecek olan İslÂm dininin butun hukum ve oğretileri, kendi icinde pek cok sır ve hikmet barındırır.
Modern zamanlarda İslÂm'ın insan menfaatlerine ne kadar uygun bir din olduğunu ispatlama gayreti alabildiğine yaygınlaştı. Namaz, oruc gibi ibadetlerin insan sağlığı ve zekÂt, sadaka gibi ibadetlerin toplumsal hayat uzerindeki olumlu etkileri uzerinde uzun uzun duruluyor. Dinî hukumleri topluma benimsetme maksadıyla yapılan bu yorumlar, ibadetlerin zamanla başka niyet ve maksatlarla yapılmasına yol acabileceği icin son derece tehlikelidir. Namaz kılmak uzere hazırlanan bir kimse, “namaz kılmalıyım, cunku bedenime faydası var” diye duşunduğunde, niyet değiştiği icin kıldığı namazın sevabından mahrum kalma tehlikesiyle yuz yuzedir. Bu durum butun ibadetler icin gecerlidir. Dinimizde niyetin onemi buradan gelmektedir. Buharî'nin, el-Cami'u's-Sahih isimli unlu eserine, “Niyet hadisi” diye bilinen rivayetle başlaması da bu bakımdan son derece manidardır.
Burada uzerinde durmak istediğimiz asıl nokta, meselenin bir başka vechesidir. Din bir butundur ve ancak kendisine teslim olanları kemÂle goturur. Mecelle'de “Mevrid-i nassda ictihada mesağ yoktur” (Hakkında acık ve kesin ayet-hadis bulunan meselede şahsî yorum ve ictihad yapılmaz) şeklinde ifade edilen kaidenin de anlattığı gibi, delÂleti ve subutu kesin nasslar dinin ozunu oluşturur ve bunlar yoruma kapalıdır. Dinin hedef ve maksatları da, bu nassların bildirdiği hukumler ideal tarzda hayata aktarıldığında gercekleşir.
Huzura temiz cıkmak
Konuyu bir ornekle acacak olursak; nasıl ki zekÂtın zenginlerin malını temizleme ozelliği varsa, bir takım suclara verilen cezaların da temizleme ozelliği bulunduğu bir vakıadır. ZekÂtı verilmeyen mal/servet nasıl manen kirli ise, bazı gunahları işleyen kimseler de, o suclara verilen cezalar vasıtasıyla temizlenmedikleri surece manen kirlidirler.
Bu gercek doğrultusunda şunu soylememiz gerekir: Servet sahipleri, (eda etme şekli, miktarı, zamanı, odeme yerleri gibi unsurlarıyla) zekÂtı iptal edip yerine başka bir şey koymaya kalktığında, servetini temizlemiş olmayacağı gibi, herhangi bir suc işleyen kimse de, dinin ongorduğunden farklı bir muameleye tabi tutulduğunda, o sucun gunahından temizlenmiş olmayacaktır.
MÂ'iz b. MÂlik r.a. hadisesini hatırlayın: Kendisi zina ettiği zaman Rasul-i Ekrem s.a.v. Efendimiz'e gelmiş ve “Ya Rasulallah, beni temizle!” demişti. Zira biliyordu ki, işlediği sucun/gunahın kirinin temizlenmesi ancak İslÂm'ın ona tayin ettiği karşılığı gormekle mumkundur. Ve o mustesna şuur haliyle biliyordu ki, ahirete temizlenmiş olarak gitmek, bu dunyada hayatını kirli olarak surdurmeye bin kere tercih edilir.
Dinimiz, işlenen her gunahın bir kir olduğu gerceğinden hareketle, insanın kalben ve ruhen bir kir yumağı haline gelmemesi icin, her gunaha karşılık bir temizlenme tarzı ongormuştur.
Bilhassa “had cezası” dediğimiz cezalar, buyuk gunahlara karşılık birer temizlenme vasıtası olarak konmuştur. Hayatını, yuzu ahirete donuk olarak yaşayan mumin icin bu buyuk bir şanstır.
Hilafeti doneminde Hz. Omer r.a.'a icki icen birisi getirilmişti. Hastalıktan ayakta duracak takati olmayan bu sucluya ceza vermek istediğinde, orada bulunanlar şoyle dediler: “Ey Muminlerin Emiri! Bu adam zaten hasta. Eğer ona şimdi ceza verirsen olebilir. Cezasını iyileşene kadar ertelesen?”
Bu teklife Hz. Omer r.a. şoyle karşılık verdi: “Sorumluluğunu taşıdığım insanların ahirete temizlenmemiş olarak gitmesinin hesabını verememekten korkarım. Eğer cezasını cekerken olurse, ahirete temizlenmiş olarak gidecektir ki bu hem kendisi, hem de benim icin en hayırlı olandır.”
Kim kimi kandırıyor?
Dinî hukumleri maslahat, zamanın değişmesi, kolaylaştırma gibi bahanelerin ardına sığınarak hevÂlarına gore değiştirmek isteyenler, suc ve gunahların oluşturduğu kiri ve uhrevî cezayı kucumseyen bir gaflet haline duşmuşlerdir.
Yahudilerin zina etmiş bir yahudiyi Efendimiz s.a.v.'e getirerek cezasını vermesini istediklerini anlatan rivayet, pek cok hadis kaynağında yer almıştır. Ebu Davud ve daha başka hadis imamlarının bu olay hakkında zikrettiği bir detay konumuz acısından onemlidir: Buna gore yahudiler, Tevrat'ta evli iken zina edenlere verilecek cezanın ne olduğunu biliyorlardı. Ancak cok ağır buldukları bu cezayı uygulamamanın bir yolunu arıyorlardı. Kendi aralarında şoyle konuştular: “Haydi şu Peygamber'e gidelim. Eğer Tevrat'takinden daha hafif bir ceza uygularsa hem arkadaşımızı kurtarmış oluruz, hem de ahirette bize ‘Tevrat'taki cezayı nicin uygulamadınız?' diye sorulursa, sucu onun uzerine atarız.”
Ahirete kirli gitmemenin yollarını arayan o yahudilerin yaptığı neyse, İslÂm'ın bir takım hukumlerini cağa uymadığı gerekcesiyle değiştirmenin peşinde olanların yaptığı da odur. Bu zihniyetin temsilcileri, Kur'an ahkÂmı hakkında cahiliye donemi inkÂrcılarıyla aynı ruh halini paylaşıyor. Onlar da Kur'an'ın bir takım hukumlerini hevÂlarına uygun bulmadıkları icin, “Bundan başka bir Kur'an getir veya bunu değiştir.” (Yunus, 15) demişlerdi.
Butun mesele, din dediğimiz ilÂhi oğretiyi nasıl anladığımız noktasında duğumleniyor. İnsanoğlu ya ona teslim olup kurtulacak, ya da onu değiştirmeye kalkışıp, kendi arzusuyla ebedi husrana hukum giyecek...
ebubekirsifil sitesinden alıntıdır.
__________________
Din kimin emrinde?
Dini Bilgiler0 Mesaj
●19 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Eğitim Forumları
- İslami Bilgiler
- Dini Bilgiler
- Din kimin emrinde?