Dağların ardında kızıl bir topu andıran guneş, son ışıklarıyla şehri selÂmlıyordu. Her yer gri akşam yalnızlığına terk ediliyordu yavaş yavaş. Ama dışarıda bir sukûnun kucağına koşan insanlar da yok değildi. Sessizliğe adım adım ilerleyen bir şehirdi burası. Bu şehirde diğer Anadolu şehirleri gibi aydınlık yarınları bekliyor; karanıkların bağrına ışık huzmeleri gonderiyordu.
Gunlerden perşembe idi. Salih, arkadaşı Kerim'le yurdun idare katında oturuyordu. Her ikisi de yarını duşunuyor, Âdeta yarının ızdırabıyla kıvranıyorlardı.
“Ah bir yarın gecse, şu iş bir yoluna girse Allah'ım ne olurdu! Ne kadar Âciz kaldık, ne yapacağız Salih Bey?” dedi Kerim.
Salih vakarını koruyan bir tavırla: “Sabret arkadaşım, gun doğmadan neler doğar, hele biraz daha sabredelim.” dedi.
Salih, Erzurumluydu. İliklerine kadar dadaştı. Sabrın acı meyvesini henuz kucuk yaşlarda tatmıştı. Annesini sekiz yaşında iken kaybeden Salih'i babası yetiştirmişti. Babası, Salih'in iyi bir insan olması icin elinden gelen butun gayreti gostermişti. Onunla yeri geldiği zaman kardeş, yeri geldiği zaman da bir sırdaş olurdu. O sabrın tevekkulle olan aşkını cok genc yaşlarda babasından oğrenmişti. Babası: “Oğlum ilim ve irfan oğreneceksin, bu milletin irşada ihtiyacı var. Sen kendini iyi yetiştir ki; senin yetiştireceğin insanlar da iyi birer vatandaş olsun.” demiş ve onu universiteye kadar okutmuştu. O şimdi, bir oğrenci yurdunda idareciydi. Universite oğrencilerinin kaldığı Serhat Yurdu, gercekten şehrin en guzel ve en mustesna yerindeydi. Serhat Yurdu’nda iken Salih zamanın nasıl gectiğini anlamazdı. Oğrencilerin her biriyle ayrı ayrı ilgilenen Salih Bey, geceleri arkadaşı ve dostu Kerim’le tek tek yatakhaneleri kontrol ederdi. Uzeri acılmış, battaniyesi duşmuş bir oğrenci gorduğunde, bir anne şefkatiyle battaniyeyi yerden kaldırır ve oğrencinin uzerini orterdi. Salih: “Evet, Kerim bunlar bize birer emanet, bu emanetlere sahip cıkmazsak Allah bize bunun hesabını sorar; bunun otesinde bu arkadaşların bir an once yetişmeleri gerekir. Dunyanın ilme, ahlÂka, fazilete her şeyden once sevgiye ihtiyacı var. Bu arkadaşlarımız birer sevgi kahramanı olacak. Onlar, funûn-u medeniyeyi vicdanın ziyasıyla birleştirecekler. Dunyanın dort bir yanı bu bahar ciceklerini bekliyor.” derdi.
Oturdukları koltuktan once Kerim kalktı ve “Ağabey sana bir şey soyleyeceğim; ama bu soylediğime ikimiz de şartsız itaat edeceğiz tamam mı?” dedi. Kerim'deki bu Âni heyecan Salih'i de heyecanlandırmıştı. Kerim'in heyecanlı olması normaldi. O, deniz dalgalarının maviliklerinde, Trabzon'da doğmuştu. Karadeniz'in cakır gozlu cocuğu Kerim, hem universite okuyor, hem de yurtta rehber oğretmenlik yapıyordu. Bolumu de guzeldi; psikolojik danışmanlık ve rehberlik. Dershanedeki rehber oğretmeniyle secmişlerdi bu bolumu. Dershaneye gittiği yıllarda, rehberlik hocası ondaki kabiliyeti keşfetmiş ve ona bu bolumu tavsiye etmişti. Şimdi o son sınıftaydı.
Kerim odanın icinden akşamın koyu karanlığına bakarak; “Salih Ağabey, yarın cuma, bu gece seninle teheccude kalkıp sabaha kadar dua edelim. Ben senin duana 'Âmin' diyeyim, sen de benimkine. Ve sabahın ilk ışıklarıyla şehirdeki butun işyerlerini sırasıyla dolaşıp derdimizi anlatalım olmaz mı?” Dua her zaman, bilhassa caresizlikte en buyuk guctu. Samimî yapılırsa nelere vesile olmazdı. Salih birden heyecanlandı; “Neden olmasın Kerim.” dedi ve ekledi: “Ama şoyle bir şart koyalım kendimize, istisnasız onumuze hangi işyeri cıkarsa cıksın girip derdimizi, arzumuzu anlatacağız onlara; ister dinlerler, ister dinlemezler, bu, onların bileceği iş.” sonra odadan ayrıldılar.
Gecenin ilerleyen saatlerinde iki dertli gonul, odanın loş ışıkları altında inleyen bir ney gibi iki buklum olmuştu. Seccade dua ikliminde yaşaran gozlere Âdeta eşlik ediyordu. Kerim’in lisanı “Gurbet Ufukları”nı soluklayan o dertli insanın nağmeleriyle coştu: “Ey Rabb'im! Elimizden tut, dostlarının yuzune baktığın gibi bize de rahmetinle teveccuhte bulun… İc dunyamızı varlığının ziyasıyla nurlandır ve bizi Sensizliğin zulmetlerinden, zindanlarından halÂs eyle ve eşiğine baş koymuş kapının şu sÂdık kullarını yalnız bırakma. Sen’den kalblerimize ışık, iradelerimize guc, duşuncelerimize istikamet, niyetlerimize de hulûs istiyoruz. Bizleri ic dunyamızla yeniden inşa ederek ruhlarımıza ahsen-i takvîm sırrını duyur.” Kerim'in bu icten duasına, Salih hıckırıklarıyla: “Ne olursun Allah'ım bizi mahcup etme, bize emanet edilen şu kardeşlerimizin dertlerine derman ol!” diyerek ‘Âmin’ dedi.
Sabah'ın ilk ışıklarıyla iki gonuldaş yola koyuldu. Akşam kararlaştırdıkları gibi butun iş yerlerini atlamadan dolaşacaklardı. Şehrin en işlek caddesinden başladılar işe. İlk girdikleri markete anlattılar dertlerini, oralı bile olmadılar. İkinci bir iş yerine girdiler; burası son derece luks bir giyim mağazasıydı. İş yeri sahibine dertlerini anlattılar; fakat oradan da umdukları cevabı bulamadılar. Nihayetinde Salih ve Kerim hemen hemen caddedeki butun işyerlerini dolaşmışlardı. Son bir yer vardı. Adımlarını attılar, tam iceriye girecekleri vakit kapıdaki yazıyı fark ettiler. İkisinin de yuzleri kızardı, burası bir bardı. Adımlarını gerisin geriye cevirdiler. Ama Kerim, Salih'e akşam birbirlerine verdikleri sozu hatırlattı. Bir hamleyle iceri girdiler. Alışık olmadıkları bir ortamdı. Barmenler ‘buyurun’ deyip masa gosterdiler. Salih Bey patronlarıyla goruşmek istediklerini soyledi. Barmenlerden biri Salih ve Kerim'i arka tarafta izbe bir yere goturdu. Karşılarında kırk beş-elli yaşlarında sacları kırlaşmış iri kıyım bir adam duruyordu. Salih Bey titrek bir sesle selÂm verdi. Kendini ve arkadaşını takdim etti. Adam, gÂyet nazik bir ed ile; “Hoş geldiniz, buyurun nasıl yardımcı olabilirim?” dedi. Salih Bey: “Efendim ben ve arkadaşım Serhat Oğrenci Yurdu'nun idarecisiyiz. Yurdumuzda Anadolu'muzun değişik illerinden okumak icin gelmiş oğrenciler var. Biliyorsunuz ki bu oğrencilerimizin maddî durumları iyi değil, bizler elimizden geldiği kadar siz esnaf ağabeylerimizin burslarıyla bu oğrenci arkadaşlarımıza yardımcı olmaya calışıyoruz. Yalnız bu ay durumumuz oldukca kotuleşti, fırına olan iki aylık ekmek borcumuzu odeyemedik ve şu anda borcumuzu odeyemezsek, ekmek alamayacağız, yarından itibaren oğrencilerimiz ekmeksiz kalacaklar. ŞÃ‚yet bizlere yardımcı olursanız bu guzîde evlÂtlarımızın icinde bulunduğu bu muşkul durumdan kurtarılmasına vesile olursunuz.” dedi. Adam oturduğu koltuktan kalktı, elindeki sigarasından derin bir nefes cektikten sonra hicbir şey soylemeden yan tarafta bulunan kasaya yoneldi. Kasayı actı, orada deste hÂlinde bulunan yirmi milyonluk banknotlardan iki desteyi alıp Salih'e uzattı. Salih şaşkındı, Kerim'in dili tutulmuştu. Barın sahibi Hayri Bey, Salih ve Kerim'e donerek: “İki tane zarif tertemiz delikanlı, benim calıştırdığım iş yerinin durumunu bile bile buraya gelmişler ve benden yardım istiyorlar. Cok muşkul durumda olmasaydınız, buraya gelmezdiniz.” diyerek Salih ve Kerim'e birer cay ikram etti. Cayı şaşkınlıkla icen bu iki arkadaş, teşekkur ederek buradan ayrıldılar.
Serhat Oğrenci Yurdu'nun uzerine guneşin ilk ışıkları vururken, kapı zili aralıksız calmaya başladı. Kapıyı acan nobetci oğrenciye, Salih ve Kerim Beyler soruluyordu. Nobetci oğrenci, misafiri salona aldı. Salih ve Kerim Beyler, karşılarında Hayri Beyi gorunce hem şaşırdılar, hem de korktular. Kerim icinden “Eyvah bu adam akşam bize verdiği parayı geri isteyecek galiba, ne yapacağız şimdi!” diye duşunurken Hayri Bey: “Arkadaşlar ne olursunuz gelin beni bir dinleyin hele… Ben bir ruya gordum; iri cusseli iki adam beni ateş kuyularının bulunduğu bir yere goturuyordu. O anda birden sizler cıkıverdiniz. O adamlara, bu adam cok sıkıntılı bir zamanımızda bize yardım etti, onu oraya goturmeyin, dediniz ve adamlar birden kayboldu, ateş cukurları gul bahcesine, omrumde gormediğim cicek bahcelerine donuşuverdi. Allah, sizden razı olsun. Buraya, sizlere teşekkur etmeye geldim. Ne olursunuz, bir derdiniz olduğu zaman lutfen hemen bana gelin.” dedi.
Salih ve Kerim birbirlerine baktılar, Hayri Bey ağlıyordu. Hayri Beyi ağlatan Salih ve Kerim'in samimi dualarıydı. Salih bir an babasının kendisine soylediği şu sozu hatırladı: “Allah'ın rızasını gozeterek hayır yapan bir insanı Allah hicbir yerde yalnız bırakmaz.”
__________________