Madde ne hayÂldir

NE DE VEHİM



HAYÂL YİYİP
HAYÂL İCİYORUZ
Maddenin var olmadığı, hayÂlden ibaret olduğu meselesi uzerine birkac yıldır, surekli mesajlar almaktayız. Gectiğimiz ağustos ayı icinde de gelen yoğun talepler uzerine sizler icin bu calışmayı yaptık. Mesele kamuoyuna yansıyan ismi ile "maddenin ardındaki sır". Bu isimlendirme, bilenlerine yabancı olmamakla beraber bilmeyenlere bu başlıkta bir sorun gozukmuyor dedirtebilir.
Şimdi biraz sonra "maddenin ardındaki sır"dan ne anlatılmak istendiği goreceksiniz. Maddenin ardındaki sırdan kasıt "gercekte madde yoktur, bu yaşadığımız, yani algıladığımız varlık Âlemi bir vehimler Âlemidir," daha acık bir ifade ile "hayÂl Âlemidir."
Yazar hangi mantık ve duşunce ile bu duşunceye vardı bilemiyoruz, ancak bildiğimiz bir şey var, o da bu hususta bircok insanın kafasının karıştığıdır. Konu ile ilgili olarak bu tezi ortaya atan yazar şu kanaate varmış:
"Maddenin, evrenin ve icindeki her şeyin bir hayÂl, bir "algılar butunu" olduğudur."(1)
Yazar bu durumun nasıl meydana geldiğini insanların anlayabilmesi icin icilmeye hazır bir bardak cayın orneğini veriyor:
"İnsan, bunların beyninde bir algı olduğunu hic fark etmeden, bardağı dışarıda zannederek, zevkle cayını icer ve yine goruntusu beyinde oluşan arkadaşı ile neşe icinde sohbet eder. İnsanın, bardağının sertliğinden, ısısından, kokusundan, tadından etkilenerek gorduklerinin gercek olduğunu sanması, bardağın uzaklığının beyninde bir algı olduğunu bilmemesi, verilen hislerin hayret verici netliğini ve mukemmelliğini gostermektedir."(2)
Yazarın anlattıklarından şunu anlıyoruz: İnsanlar cay icerken gercekte cay icmiyorlar, cayı beyinlerinde tasarlamışlar, cay meydana gelmiş, yanında da bir arkadaşın varsa o da beyinde meydana gelmiş, gercekte ne cay var, ne de arkadaş, hepsi birer hayÂl.
İctiğimiz cay hayÂl olduğuna gore, yediklerimizin de hayÂl olması gerekir. Peki, burada şu sorunun cevabı nasıl verilecek: İcecekleri icen, yiyecekleri de yiyen insan bunları def–i hacet ederek dışarı cıkarıyor. HayÂl yiyip icen insan, yine hayÂl def–i hacet mi yapıyor? Olmayan şeyin def–i haceti nicin olsun?
Yazarın yanıldığı bir başka husus da şudur:
"Beyninizde algıladığınız hislerin kafatasınızın dışında bir varlığı olduğunu duşunmek icin hicbir deliliniz yoktur. Eğer beyninize giden gorme sinirlerini kesseniz, bir anda goruntu yok olur. Aynı şekilde işitme sinirlerinde bir problem olsa, dışarıda var olduğunu zannettiğiniz ses de bir anda kesilir."(3)
Burada korler nasıl izah edilecek, korler goremiyor, dolayısıyla da yazarında dediği gibi gormeyenin goruntusu bir anda kesiliyor. Goruntu kesilince maddenin de ortadan kalkması gerekir...

Fakat korler gormemesine rağmen, maddede bir değişiklik olmuyor. Aynı şey sağırlar icinde gecerli, sağır duymuyor diye sesler ortadan kaybolmuyor.
Yazarın "maddenin yokluğunu kimler istemez" tezi de son derece isabetsizdir.
"Maddenin bir hayÂlden ibaret olduğu anlaşıldığında, luks kafelerde, eğlence merkezlerinde gosteriş yapmanın, insanları aşağılamanın, buyuklenmenin, diğerleri ile alay etmenin, kaş goz işaretleri yapmanın ne derece anlamsız olduğu idrak edilecektir. Materyalist zihniyetteki insanların tum korkularının ve gercekten kacmalarının nedeni budur."(4)
Madde var olunca herkes icin, butun mahlûkat icin var oluyor. Madde yok, sadece bir hayÂl olsa, o zaman da herkes icin hayÂl olacak. Yani değerde ya da değersizlikte bir şey değişmeyecek. Varlığın yerini hayÂl alacak. İnsan hayatında fiilî olarak bir şey değişmeyeceğine gore, hayat aynı devam edeceğine gore, elimizdeki imkÂnların gercek olması ile hayÂl olmasının arasında bir fark yok. Bir insan duşunun, binek olarak bir merkebi var, diğerinin de ucağı var. Maddenin hayÂl olduğunu duşunursek, merkep de hayÂl, ucak da hayÂl olmuş oluyor. Madde var olsa, merkep de gercek, ucak da gercek oluyor. Bu durum ise, kimseye bir artı ve eksi kazandırmaz.

ZAMANIN
VE MEKÂNIN
OLMADIĞI TEZİ
Yazarın Muddessir sûresi 11. Âyet–i kerimesi ile maddenin hayÂl urunu olması arasında nasıl bir bağlantı kurduğunu anlamakta zorlanıyoruz. Muddessir sûresi başında uyarı ile başlıyor, sekizinci Âyetten itibaren Sur'a ufuruleceği gun ve o gunun dehşetinden bahsediyor. Sonra da o dehşetli gunde, "Vay kÂfirlerin hÂline, onlar icin o gun cok cetin olacak!" diyor. Yazar bu Âyet–i kerime icin şu acıklamayı yapmaktadır:
"Bu gercekle birlikte, bir Allah, bir de kendileri kalmıştır. Nitekim Allah, "kendisini tek olarak (ve yapayalnız) yarattığım (şu adam)ı bana bırak." (Muddessir sûresi,11) Âyetiyle, her insanın kendi katında aslında yapayalnız olduğu gerceğine dikkat cekmiştir."
Oysa Âyetin devamı olan Âyetlerde şoyle denilmektedir:
"Tek olarak yaratıp, kendisine geniş servet ve gozu onunde duran oğullar verdiğim, kendisi icin (nimetleri onune) serdikce serdiğim o kimseyi bana bırak!" (Muddessir; 11–14,)
Bu Âyetlerin maddenin hayÂl olması ile ne alÂkasının olduğunu biz anlayamadık, baktığımız tum tefsirlerde, yazarın acıklamasına benzer bir acıklamaya rastlamadık. Demek ki tefsir Âlimleri de bu Âyet–i kerimeleri yazar gibi anlamamış.
Yazarın buyuk celişkiye duştuğu ve tamamen gercek dışı olan bir duşuncesine daha tanık olduk:
"21. yuzyılda, 19. yuzyılın materyalist inancları tarihin copluğune atılacak, Allah'ın varlığı ve yaratışı kavranacak, mekÂnsızlık, zamansızlık gibi gercekler anlaşılacak, insanlık asırlardır gozunun onune cekilen perdelerden, aldatmacalardan ve bÂtıl inanışlardan kurtulacaktır."(5)
Bu tespitte gecmiş İslÂm Âlimlerine hakaretler olduğu gibi bilincle, şuurla yapılması hÂlinde bu tespitlerden, Allah korusun kufur kokuları gelmektedir. Şoyle ki:
Yazar burada bir doğru tespitin yanında bir de ciddî bir hataya duşmektedir. "Materyalist inancın copluğe atılacağı" tezine kimse karşı cıkmaz, ancak bunun yanında "mekÂnsızlık ve zamansızlık gibi gercekler de anlaşılacak" diyor.
Halbuki zamanın varlığını Allah Celle CelÂluhu Kur'an–ı Kerim'de bize şoyle haber veriyor:
"Allah, gokten yere kadar her işi duzenleyip yonetir. Sonra butun bu işler, sizin sayageldiklerinize gore bin yıl tutan bir gunde O'nun nezdine cıkar." (Secde sûresi, 5)
Allah bu Âyet–i kerimede zamanın varlığını haber veriyor. Zaman birimlerini saniye, dakika, saat, gun, hafta, ay, yıl olarak dikkate aldığımızda bu Âyet–i kerime de oyle bir gunden bahsediliyor ki, "bizim zaman olcusu gunlerimizle bin gun kadar olan bir gun". Bir başka Âyet–i kerimede de:
"Melekler ve Ruh, oraya, miktarı (dunya senesi ile) ellibin yıl olan bir gunde yukselip cıkar." (Mearic sûresi, 4) buyrulmaktadır. Burada da yine zaman birimi olarak "gun" haber verilmektedir. Demek ki zaman vardır, zamanla direk bağlantılı olarak da mekÂn devreye girmektedir. Zaman ile mekÂn birbirlerini tamamlayan varlıklardır. HÂl boyle olunca da zamanın ve mekÂnın yok olduğunu iddia etmek akılla izah edilir bir şey değildir.
Yazar, tezine dayanak olarak İmam RabbÂnî'yi gostermektedir.


MADDE VARDIR,
ZAMAN VARDIR,
MEKÂN VARDIR
İmam RabbÂnî Kuddise Sırruhu Hazretleri "MektûbÂt"ında konu ile ilgili uc goruşe yer verir. Once sofestai yani Allah Celle CelÂluhu'nun yok saymak icin butun eşyayı da yok sayan akıma değinir. İmam RabbÂnî Hazretleri once bunların goruşune acıklar:
"Evrenin sadece vehim ve hayÂllerden ibaret olduğunu kabul eden sofesta-i taifesi, zanneder ki vehim ve hayÂl ortadan kalkarsa, butun kainat da ortadan kalkar. Bu goruşlerini şu tez uzerine oturturlar: Maddenin varlığı, bizim inancımıza tÂbidir. Gercekte madde yoktur. Eğer gokyuzunu yer olarak duşunur ve oyle iman edersek, gokyuzu yer olur. Tersini duşunursek, yeryuzu gokyuzu olur. Ya da tatlıyı acı olarak duşunursek, tatlı şey acı olur, acıyı da tatlı duşunursek, acı da tatlı olur.
HulÂsa bu akılsız deliler yuce yaratıcının guc, kudret ve iradesini inkÂr ederler. Maddeyi Allah TeÂlÂ'nın yoktan yarattığını inkÂr ederler. Bunlar hem sapıtmış hem de insanları saptırmışlardır."
"Sofilere gelince, onlar maddenin dış Âlemde vehim ve hayÂl urunu olduğuna inanırlar. Ancak onlar surekli var olan sabit ve istikrarlı bir varlığın var olduğuna da inanırlar. Onlar derler ki, "Var olan, istikrarlı olan varlık, vehim ve hayÂlin ortadan kalkması ile ortadan kalkmaz." Onlar bu dunya hayatının o varlık sayesinde ebedî Âhiret hayatı ile birbirine bağlı olduğunu soylerler."(6)
İmam RabbÂnî sofilerin goruşunu de anlattıktan sonra İslÂm ulemÂsının goruşune gelir:
"Ulem maddenin var olduğunu, kÂinattaki her şeyin Allah tarafından yaratıldığını ve ilÂhî kanun gereği var olduğunu soylerler. Eğer Hak TeÂlÂ'nın varlığının yanında, maddeyi kıyaslayacak olursanız, o zaman madde cok zayıf ve sonuk kalır. Hatta Allah Celle CelÂluhu'nun varlığının yanında maddenin varlığı yok hukmundedir, derler."
Her uc goruşten sonra İmam RabbÂnî kendi duşuncesini acıklar:
"Her iki goruşten anlaşılan maddenin varlığının sabit olduğudur. Bu dunyanın ve Âhiretin hukumleri dahi maddeye bağlıdır. Ve bu var olmak, vehmin ve hayÂlin ortadan kalkması ile kalkmaz. Sonuc boyle olunca da sofiler ve ulem arasında ihtilaf da ortadan kalkar."
"Burada sofilerin durumunu şoyle acıklayabiliriz. Sofiler, yukseliş zamanlarında maddenin varlığı onların nazarlarından silinir, onlar bu yukselişlerinde Allah'ın varlığından başka bir şey duşunmezler, bilmezler. İşte bu anda Hak TeÂlÂ'nın varlığından başka bir şey kalmadığını duşunen sofiler maddeyi vehim olarak kabul ederler."
"UlemÂ, varlığa, maddeye, vehim ya da hayÂl demekten kacınmıştır. Bu ve benzeri ifadeleri kullanmaları durumunda, işin aslını kavramaktan yoksun olan cahiller derler ki, madem ki, madde vehim ve hayÂldir, vehim ve hayÂl ortadan kalkınca, madde de ortadan kalkacak, dolayısıyla ebedî ceza da, ebedî mukÂfat da olmayacaktır." İşte cahillere bu kapının acılması ulemÂyı korkutmuştur.(7)
Maddenin vehim ve hayÂl olduğuna dair Âyet–i kerimelerde en kucuk bir işaret ve bilgi bulunmamakta, Âyetler bunun aksini soylemektedir. Hadis–i şeriflere gelince, Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimizin, "Madde yoktur, varlık bir hayÂl urunudur." bicimindeki tezi uzaktan yakından destekleyecek ne bir sozu ne de uygulaması bulunmaktadır.
İslÂm ulemÂsına gelince; başta itikadî ve amelî mezhep imamlarımızın, muctehit imamlarımızın hicbirinin konuyu destekleyen beyan ve acıklamaları yoktur.
Sadece, bir kısım sofilerin, cezbe hÂllerinde yaşadıkları hadiseler vardır ki, bunlar sadece kendilerini bağlar. Buna ornek, Hallac–ı Mansur Kuddise Sırruhu ve Muhyiddin–i Arabî Kuddise Sırruhu gosterilebilir. Bu sofilerde cezbe ile meydana gelen sekr hÂli, onlara cok farklı şeyler gostermiş ve soyletmiştir. Orneğin, "Ene'l–Hak" demişlerdir. Sonraki ulem bu konuda şoyle demiştir. Onlar bunu soyledikleri makam itibariyle hoş gorulmuşlerdir. O makamın haricinde, soylendiğinde kufur olur. İşte sofilere cezbede gelen sekr hÂlinde, maddeyi vehim ve hayÂl olarak gormeleri, o hÂl ve makamda değerlendirilecek bir husustur. O hÂl ve makamın haricinde soylenmez, soylense de bir mÂna ifade etmediği gibi gerceği de yansıtmaz.
__________________