İnsanlık medeniliği O’ndan (sallallahu aleyhi vesellem) oğrendi. O hep medeniydi. O (s.a.), bedevi bir cağı medeni hale getirdiği gibi cağlar boyunca hep medeniliğin oncusu olmuştur.
Medeni oluşun ilkelerini insanlık O’ndan (s.a.) oğrenmiş iken ve şimdi birileri o ilkelerden medeniyetler oluşturma cabası verirlerken, biz bunca sermayeye rağmen neden halen bedevilikte diretiyoruz?
Neden İslam toplumlarını oluşturan fertler Resulullah’ın bu medenî ve tabi ki insanî ilkelerini hayatlarına taşıyamıyor, hayatlarını bu ilkelerle inşa edemiyorlar?
Bu sorunun temelinde iki sebep yatıyor: İlki; Resulullah’ın (s.a.) sunnetini yani yaşama tarzını ve ilkelerini tam anlamıyla tanıyamamak. İkincisi; O’nun (s.a.) O yuce sunnetini hayata taşıyamamak, yaşadığımız hayat ile o ilkeler arasında bağ kuramamak…
Birinci sebenin telafisinin yolu bellidir. Sahih kaynaklardan, hadis kulliyatından, O’nun siyer ve tarihini anlatan kitaplardan istifade ederek sunneti tanıma, onunla hemhal olma, onu en ince ayrıntısına kadar tahlil etmedir.
İkinci sebebin telafisi ise, anlamak ve tanımak uzerine bina edilecek bir anlayışın geliştirilmesinde saklıdır. Zaten en fazla ihmal ettiğimiz alan da burasıdır. Sunneti hayata taşımak, onu iyice anlayıp, tanıdıktan sonra Arapca deyimi ile “fehm ettikten” sonra onu kavrayıp hayat ile bağını kurmak yani “fıkhetmek”tir. Fıkh edilmeyen bir sunnet anlayışı ne yazık ki hayata taşınamadığı gibi, şekilcilik ve taasuptan ileri de gidememektedir.
Peki sunnet nasıl fıkh edilir yani kavranılır? Bu sorunun cevabını şoyle verebiliriz: Sunnet; yapanın (yani Efendimiz’in) o eylemi yaparken yada ortaya koyduğu tavır veya sozun maksadını ve maksudunu gozeterek,o olaydan istifade ederek gunumuze taşıyabilmektir. Okuduğumuz bir hadiste yada O’nun (s.a.) bize ulaşan tavır ve davranışlarını anlatan rivayetlerde ortaya koyduğu eylemin sebebini okuyabilmek, o sebep yada ona benzer bir sebebin ortaya cıkması ile aynı eylemin tekrar yapılabileceğini kavrayabilmektir. Bunu gunluk hayatımızda cokca karşılaştığımız bazı olayları ornek getirerek anlamaya calışalım.
- Biliyoruz ki Resulullah (s.a.) her işini sağdan başlayarak yapardı, yol hakkını sağdakine verirdi. Bu gerceği bilen bizler bazen kapıda dakikalarca birbirimize geciş hakkını ikram ederiz.
Yaptığımız ve bildiğimiz bu sunneti ne yazık ki gunluk hayata taşıyamaz, mesela, trafikte aynı sağduyuyu gosteremeyiz. Sanki sunnet yayaların uygulayacağı bir yontemmiş gibi algılar bu onemli sunneti yayalara hasreder, binekli halde bu sunneti ihmal eder uygulamayı aklımıza dahi getirmeyiz.
- O (s.a.) hic kimsenin hatasını yuzune soylemez, yanlışları eğer duzeltecek ise genel ifade kullanarak duzeltirdi.
Bu sunnet; O’nun (s.a.) temel bir ozelliği olan engin hoşgoru ve musamahasının bir tezahhuruydu. Ama bu sunnet te de yazık ki hayatlarımıza taşınamadı. Biz bu cağın insanları olarak tahammulsuz, hoşgorusuz insanlar oluverdik.
O (s.a.) mescide bevleden şahsı bile azarlamamış, onu guzel bir dil ile sadece uyararak terbiye etmişti. Sahabe O’ndan bu ahlakı oyle guzel oğrenmişti ki; bir yanlış yapan arkadaşlarının asla ismini zikretmeksizin “Falanca, filanca şoyle yaptı, Resulullah da şoyle uyardı” diye bize nakilde bulunmuşlardır. Hata yapan sahabenin ismini anıp o hatayı yapan ile ozdeşleştirmemek icin boyle bir ahlak oluşturmuşlardı.
Efendimiz’in (s.a.) hatayı insanın yuzune vurmayışına en guzel orneğe şu rivayeti gosterebiliriz. Bir gun Efendimiz (s.a.) ve sahabeden bir grup insan oturmuş deve eti yiyorlardı. Daha sonra cemaate katılan ve utangaclığıyla meşhur bir sahabe sofraya otururken gaz cıkardı. Efendimiz sofra sonrası namaza kalktığında o şahsın mahcup olmaması ve tanınmaması icin; “Men ekele lahmu’l cemel fe huve yetevadda” “Her kim ki deve eti yedi ise o abdest alsın” dedi. Sahabelerin tumu et yedikleri icin hepsi abdest aldı. Resûlullah’ın (s.a.) bu sozu soylerken maksadını anlayamayan bazı şarihler deve etinin abdest bozduğunu bile ileri surmuşlerdir.
Ama Resûlullah (s.a.) boyle davranarak hata eden bir insanın şahsiyetinin zedelenmesine musaade etmemiş, o insanın toplum icerisinde mahcup olmasına gonlu razı olmamıştır.
d234s021r1.jpg
- O (s.a.) eşyasını kendi taşır, başkalarına asla ozel eşyalarını taşıtmazdı. O (s.a.) bu tavrı ile insana “yuk olma, yuk al” mantığını yerleştirmek istiyordu. İdeal insan yonetici bile olsa kimseye yaslanmaz, ayakları uzerinde durur, alan el değil veren el olurdu. Bu tavır, cok onemli bir sunnet olması yanında ilişkilerin surekliliği icin de cok zaruridir.
- Ziyaret etmeyi tavsiye eder, ziyaretin makbul olanının kısa olduğunu soylerdi. O (s.a.) dostlarını ziyaret eder, başkalarını da gitmeye teşvik ederdi. Ama bu ziyaretlerde muhatabın zamanına ve mekanına saygı gosterir, gereksiz konuşmalarla onu meşgul etmez, oldukca kısa ve seyrek tutarak karşıdakine bıkkınlık vermezdi.
Bir gun Ebu Hureyre’ye sordu: Dun neredeydin? Ebu Hureyre dedi ki: Ya Resulullah yakınlarımdan birini ziyarete gitmiştim. Onu şoyle uyardı: “Seyrek ziyaret et ki muhabbetiniz artsın.”
O (s.a.) ilişkilerin zedelenmemesi icin boyle bir tavsiyede bulunurdu. Gercekten bunun ne kadarını yapabiliyoruz, durup duşunmemiz gerekmez mi?
- O (s.a.) birinin kapısına gittiğinde uc kez kapıyı calar, selam verir, icabet edildiğinde iceri girer, ses gelmeyince doner giderdi. O’nun (s.a.) bu sunnetini nasıl hayata taşıyacağız?
Oncelikle O’nun bu tavrı Nur suresinin 27-29. ayetlerinde de anlamını bulan “isti’zan” konusunun pratik gostergesiydi. Şu anki deyimi ile randevu Kur’an’ın da cok onem verdiği bir konudur. Ziyaretine gitmek istediğimiz muhatabımız hazırlıklı olmayabilir. Bunun icin izin almak, randevu talep etmek ona değer verişimizin bir işareti olmasının yanında ziyaretimizin verimli gecmesinin de olmazsa olmazıdır.
O’nun (s.a.) uc kez kapıya vurması da bizim hayatımıza taşınması gereken bir yontemdir. Ozellikle telefon aramalarında eğer aradığımız yer ev yada cep telefonu ise ve ucuncu calmadan sonra acılmıyor ise aramaya ara verip bir muddet sonra tekrar arama yapmalıyız. Aradığımız şahıs namazda olabilir, lavaboda olabilir, evde farklı bir meşguliyeti olabilir. Bunları duşunerek ve tabi ki sunnetin maksadını anlayarak muhatabımıza eziyet etmemeliyiz.
Yine O (s.a.) kapıyı calana “kim o?” diyen ev sahibine “Benim” diye cevap verilmesinden hoşnut olmazdı. Cabir ibn Abdullah diyor ki: Bir kere Resulullah’ın (s.a.) yanına girmek icin izin istedim. Bana “kim o?” diye sordu. Ben de “Benim” dedim. Ben Ben ne demek diye bana cıkıştı. Hoşnut olmadığını fark ettim. Bir daha da boyle soylemedim. Bunun icin sahabeler O’nun (s.a.) yanına girmek istedikleri zaman yuksek sesle selam verir, “ben falancayım, Ya Resulullah iceriye girebilir miyim?” diye izin isterlerlerdi.
- O (s.a.) muhatabına saygı gosterir; kendisine bir şeyler soylemek isteyene tamamen vucudunu doner, muhatabının gozune bakar, onun sozlerini sonuna kadar dinlerdi. O (s.a.) başkasına yapacağı icabeti sadece kafasıyla yapmaz, ona değer verdiğini tum vucudunu donerek ifade ederdi. Değer veren, değer gorur mantığıyla Resulullah bu tavrı ile nice gonulleri fethederdi.
Ozellikle babalar eşleriyle ve cocuklarıyla ilişkilerde bu sunneti ihmal ederler. Cocuk kendisi icin cok onemli olan bir konuyu babayla paylaşmak ister, baba ya televizyonda, ya gazetede, ya farklı yerlerde goz gezdirerek cocuğa icabet etmez. Bu, cocuğun ozguvenini sarsar, değer gormediği icin aynı tavrı o da babaya gosterir. Bunun icin bu onemli sunnet de hayatlarda yer edinmelidir.
Efendimiz (s.a.) biriyle tokalaşırken karşıdaki elini cekinceye kadar elini cekmezdi. Muhatabı rencide olmasın diye once onun elini bırakmasını beklerdi. Bu da onemli bir insanî ilişki kuralıdır. Bu sunnet de hayata farklı yollardan taşınabilir. Mesela telefon goruşmelerinde muhatap telefonu kapatmadan telefon kapatılmaz, ozellikle telefonu acan kapatır, sonra diğeri kapatarak bu sunneti de hayata taşıyabiliriz.
- O (s.a.) nerede neyi konuşacağını cok iyi hesap eder, en uygun zamanda, en uygun sozu soylerdi.
Konuşurken tane tane konuşur, muhatabını sıkmaz, muhatabının ruh halini cok iyi tahlil eder ona gore konuşurdu. Duğunde boşanmadan, taziyede hatıralarından bahsetmezdi. Her makamın bir makalı vardır ilkesini gozetir ortama en uygun sozleri secerek konuşurdu.
Ozetleyerek sunduğumuz bu ornekler sayılmayacak kadar coktur. Efendimiz (s.a.) hayatının her karesiyle bize bir şeyler soylemekte, her alanda bizim hayatımızı inşa edecek olculer sunmaktadır. O, (s.a.) buyuk nezaket ve zerafeti ile her an bizlere en ideal ornek olma ozelliğini gostermektedir. Bize duşen bu kutlu sunnetten gereği gibi istifade edip o temel ilkeleri hayata taşıyabilmek, sunnetli bir hayat cercevesi oluşturabilmektedir.

Kaynak:M.Emin YILDIRIM- ALTINOLUK DERGİSİ
__________________