İslam’ın ilk emri ‘oku’ olmuştur.” sozunu duymayanımız yoktur herhalde. Bazıları, yeteri kadar okumadığımızdan yakınırken laf dokundurmak icin kullanır bu sozu. Bazıları ise okumaya teşvik maksadıyla… Her oğretim yılı başında Cuma hutbelerinde bu cumle mutlaka sarf edilir. Dindar kesimler gazete, dergi, kitap gibi basılı yayınlarını genellikle “oku” emrini hatırlatarak surerler piyasaya. Dinle diyanetle arası pek hoş olmayanların bile, mesela okur-yazarlık kurslarına rağbet gosterilmesi, kız cocuklarının okula gonderilmesi icin bu soze sarıldıkları vakidir.
Doğru, İslÂm’ın ilk emri “Oku!” olmuştur. Efendimiz s.a.v.’e Cebrail a.s. vasıtasıyla gelen ilk vahiy Alak suresinin baştaki beş ayetidir ve bilindiği uzere bu sure “İkra’: Oku!” emriyle başlar. Buna rağmen okumadığımız yahut cok az okuduğumuz da doğrudur. Fakat galiba bizim icin az okumaktan daha vahim olan husus, “Oku!” emriyle Allah TealÂ’nın neyi murat ettiğini hesaba katmayışımızdır.
Bir okuma problemimiz var ama
Millet olarak az okuduğumuzdan dem vuranlar belirgin bir hayranlıkla Batı toplumlarını ornek gosterirler bu konuda. Onların basılı yayınlarının tirajını, kişi başına duşen kitap, gazete sayısını bizimkilerle kıyaslayıp aradaki buyuk farka esefle dikkat ceker, oralarda her yerde ve her fırsatta bir şeyler okunduğuna dair sahneler aktarırlar.
Bu yaklaşıma gore bizim “okuma problemimiz” nitelikle değil nicelikle, yani işin miktar kısmıyla ilgilidir. Okur-yazarların sayısı arttıkca bu problem de cozulmuş olacaktır.
Bu yaklaşım okumanın mahiyeti, metodu ve maksadı uzerinde durmamakta, adeta “okumuş olmak icin okuyalım” gibi sacma bir anlayışı savunmaktadır. Oysa yapılan her iş gibi okuma eylemi de hem ferde hem topluma bir “hayır” veya “fayda” sağlasın diye gercekleştirilir. Hayır veya fayda ise tek tek kişilerin kendi akıl ve hevalarına gore belirleyeceği, şartlara gore tarifini değiştireceği kavramlar değildir; vahiyle tespit edilir. Bu demektir ki başkaları nasıl yaparsa yapsın, musluman, her davranışında olduğu gibi okumadaki niyet ve metodunu da vahiy cercevesinde kalarak belirlemek zorundadır. Esas itibariyle bizim okuma problemimiz, okuyan sayısının azlığından ziyade, bu vahiy cercevesini gozetip gozetmemekle ilgilidir.
Ayetin devamını okumayınca
Şuphesiz az okumak da bir eksiklik. Fakat yine vahiy cizgisini ihmalden kaynaklanan bu eksikliğimizin gostergesi, modernleşmiş toplumların istatistiklerini esas alan kıyaslamalar değildir. Butun bunları ideal ornekler diye Batı’dan devşirip onların doğru yaptığına dair peşin bir kabulu sorgulamadan benzer bir tutumu takınmaya calışıyor olmamız, gercekten okumadığımızı, az okuduğumuzu gosteriyor. Kaldı ki az okumak her zaman sayı yetersizliğini ifade etmez. Bazen butunun ihmal edilmesi, yarım bırakılması da az okumaktır. Nitekim farkında mısınız, buyuk coğunluk, İslÂm’ın ilk emrinin “oku” olduğunu soylerken bu emrin başında yer aldığı ayetin devamını okumuyor. Halbuki Cenab-ı Hak, Hz. Peygamber s.a.v.’in şahsında sadece “Oku!” diye emretmiyor bize. “Yaratan Rabb’inin adıyla oku!” buyuruyor.
Bu sebepledir ki “Rabbimizin adıyla” yahut “Rabbimiz adına” okumayınca, okuyanların veya okunanların sayısındaki artış bir hayır ve fayda sağlamıyor. Bizim okuma hususunda halletmemiz gereken oncelikli meselemiz bu. Zira Tanzimat’tan beri Batılılar gibi okuyanların bu milleti aydınlatacağım diye yaktığı meşalelerle maneviyat dunyamızda cıkardığı yangınların dumanı hÂl tutuyor. Samimi bile olsalar, boylelerinin yağlı bir cıra gibi verdiği cılız ışık, kalplerde bıraktığı is karasına değmedi.
Kelamî ve kevnî ayetleri okumak
Kur’an-ı Kerim’deki “oku” emri, “Her ne olursa olsun okuyun!” manasına gelmez. Bu emrin ilk muhatabı ummî, yani okuma yazma bilmeyen bir peygamber olduğuna, kendisine yazılı bir metin sunulmadığına gore, okumayı mutlaka “yazılı bir metni anlamaya calışmak” ve okur-yazarlık becerisine bağlamak da doğru değil. Peki oyleyse Alak suresinin, okumaya teşvik sadedinde surekli atıfta bulunulan şu meşhur ilk ayetini nasıl anlamalı?
Tefsir alimleri okumayı “hem kelamî hem kevnî ayetleri” okumak şeklinde anlamışlardır. Ayet, Hakk’ı ve hakikati tanıyıp bilmemizi sağlayan işaret, iz, apacık alamet demektir. Kelamî ayetler, Rasul-i Ekrem s.a.v.’in mubarek kalbine vahyedilerek indirilen Allah kelamıdır. Alak suresinin ilk beş ayetinin nuzuluyle ilgili bir haberde Cebrail a.s.’ın Hz. Peygamber s.a.v.’e “Oku!” dediği, Efendimiz’in “Ben okuma bilenlerden değilim.” cevabı uzerine Fahr-i KÂinat’ı kanatlarıyla sarıp sıkarak “Oku!” emrini tekrarladığı nakledilir. Rasulullah s.a.v.’in “Oku!” emrine her muhatap oluşunda “Ben okuma bilenlerden değilim.” cevabına karşılık Cebrail a.s.’ın “muÂnaka” denilen kucaklayıp şiddetle sıkması uc defa tekrarlanır. Mufessirler bu muÂnakalar esnasında vahyin Hz. Peygamber’in kalb-i selimine ilk edildiği (aktarıldığı) ve nitekim ucuncusunde Âlemlerin Efendisi’nin okumaya, yani kendisine vahyedileni lisana dokerek seslendirmeye başladığı goruşundedir.
Kur’an’ı kalbimize indirmeden olmaz
Hz. Aişe r.a. validemizden gelen bu haber bize “Oku!” emrinin vahyedilenlerle ilgili olduğunu, oncelikle kelamî ayetleri okumamızın istendiğini ama bundan da evvel yahut bunun sahih bir şekilde gercekleşmesi icin Kur’an-ı Kerim’i kalbimize indirmemiz gerektiğini soyler. Bu mukellefiyet kevnî ayetleri doğru okuyabilmenin de on şartıdır. Kevnî ayetler, tefekkur etmek suretiyle kÂinattaki varlık ve hadiselerden cıkarılan mesajlardır. Kur’an’ı bir iman konusu olarak kalbimize indirmeden, vahiyle tasavvurlarımızı, niyetimizi ve bakış acımızı duzeltmeden bu mesajları ne doğru okuyabilmek ne de doğru anlayabilmek mumkundur. Kaldı ki kevnî ayetleri okumak Kur’an’ın emridir. Bircok ayette kÂinattaki varlıklar uzerinde duşunup Allah TealÂ’nın sonsuz ilim ve kudretini anlamamız, nakledilen gecmiş bazı hadiselerden ibret almamız istenir. Mufessirler, “oku” emrinin gectiği ayette Cenab-ı Hakk’ın “yaratma” sıfatını bilhassa zikretmesini, “yaratılan her şeyin okunması” gerektiğine yorarlar.
“İkra’: Oku!” emrine dair yapılan ve farklı gibi gorunen tefsirler, mesela “hayatın hakikatini anla”, “kÂinattaki işleyişin hikmetini gor” yahut “sana indirilenleri insanlara tebliğ et, onları Allah’ın varlığına ve birliğine cağır” gibi manaların hepsi aynı kapıya cıkar. O kapı Kur’an-ı Kerim’dir. Zira butun bunlar ancak vahyi icselleştirerek, Kur’an’da bildirilenleri tam bir idrakle yaşayarak gercekleştirilebilecek fiillerdir.
Kıraat tilavetten ibaret değil
Arapcada bugun bizim anladığımız manada okumaya “tilÂvet” denir. Tilavet, yazılı bir metni, hususen de Kur’an-ı Kerim’i yuzunden veya ezbere sesli ya da sessiz okumak demektir. Halbuki Cenab-ı Hak “Oku!” emrini verirken mastarı tilavet değil de “kıraat” olan “İkra’” kelimesini secmiştir. Kıraat tıpkı bizdeki okuma kelimesi gibi tilaveti de icine alan bir mana genişliğine sahiptir. Turkcede de okumak, “bir metinde ne yazıldığını cozmek” yanında, “seslendirmek, anlamak, bir şeyin arka planına vÂkıf olmak, tahsil gormek, davet etmek” gibi manalar taşır. “Oku” emriyle neyin murat edildiği konusunda yapılan tefsirlerin ceşitliliği bu mana genişliğinden kaynaklanmaktadır. Fakat farklı gibi gorunen bu manaların hepsi bir noktada buluşur ki kıraat yahut okumayı butun mana zenginliğini yansıtacak şekilde o ortak nokta uzerinden anlamak gerekir. Buna gore okumak bir “bilgilenme yontemi”, bir “algı imkanı”dır.
Bazı mufessirler “oku” buyruğunun yer aldığı ayette gecen Rab ismiyle, insana Allah Teal tarafından bu bilgilenme veya algı imkanını kullanabilme kabiliyetinin verildiğine işaret edildiği goruşundedirler. Gercekten de herkes, her an bir şeyleri gorerek algılamakta yahut okumaktadır.
Herkes bir şeyler okuyor
Okumak, sadece yazılı bir metni cozmekten ibaret olmadığına, algılamak manasıyla herkes her an bir şeyler okuduğuna gore az okumaktan soz edemeyiz. Kimi kitaplardan, kimi televizyonda seyrettiklerinden, kimi icinde bulunduğu cevreden, şahit olduğu olaylardan kendince bir şeyler okuyup bunlardan aldıklarıyla tutum ve davranışlarını belirliyor. Buna rağmen herkesin doğru bir idrake, doğru bir bilgiye ulaştığını soylememiz mumkun değil. Coğu insan okuyor, mevki makam sahibi oluyor ama adam olamıyor. Okuduklarıyla sapıtıp yoldan cıkanlar var. Kısaca herkes surekli bir şeyler okusa da Hakk’ı ve hakikati bulamayabiliyor. Şu halde ne kadar okuduğumuzdan ziyade, neyi, nasıl ve nicin okuduğumuz onemli.
Musluman once diğer butun okumalarına pusula olacak Kur’an-ı Kerim’i, butun mana zenginliğiyle kıraat etmeli. Kur’an’a bunun icin “Kur’an” (okunan, kıraat edilen) denilmiş zaten. Sonra hem kelamî hem kevnî ayetleri Allah TealÂ’nın emrettiği gibi O’nun adıyla, O’nun adına okumalı. Nihayet butun bu okumalarının maksadı kendini bilmek, Allah’ı tanımak, dunyanın ve hayatın hakikatini kavramak, dunya imtihanından yuz akıyla cıkabilmek icin yaradılış maksadına uygun bir omur surmeye calışmak olmalıdır.
Rabbimizin adıyla okumak
Hatırlayalım, Alak suresinin ilk ayetinde “Yaratan Rabb’inin adıyla oku!” buyuruluyordu. Okunması emredilen Kur’an-ı Kerim olunca, ayet-i kerimeleri Rabbimizin ismiyle okumak “besmele cekerek başlamak” manasınadır denilmiştir. Besmele, yani okuma da dahil herhangi bir işe Allah TealÂ’nın adını anarak başlamak hem bir duadır hem de bir bilinc yahut farkındalık halinin kuşanılmasıdır.
Besmele oncelikle bir dua olarak, başladığımız bir işte bizi muvaffak kılması icin Rabbimizden yardım istemektir. Zira O’nun yardımı, izni ve iradesi olmadan hicbir işi hakkıyla yapmanın imkanı yoktur. İkinci olarak besmele, yaptığımız işin Allah’ın rızasına uygun ve doğru bir iş olduğu kabulunu yansıtan bir farkındalık halidir. Başladığımız o işi sonuclandırıncaya kadar meşru daire icinde kalacağımızı taahhut etmektir. Yaptığımız her işte Allah’ın varlığını hatırda tutmak, O’nun tarafından her an denetlendiğimizin bilincinde olmaktır. Bu bilinc varsa, neyi, ne kadar, hangi sıklıkta okuyacağımız en doğru şekilde kendiliğinden belirlenecektir.
Rabbimiz adına okumak
Ayetteki “b’ism-i Rabbike” ibaresinin “Rabbinin adına” manasına gelebileceği de soylenmiştir. Bu takdirde insanın Allah tarafından kendisine verilen hilafet sorumluluğu cercevesinde Kur’an’ı ve kÂinatı okuması, dunya hayatını bu okumanın sağlayacağı idrakle yaşaması kastedilmiş olur. Halife, kendisine o yetkiyi verenin iradesi, rızası ve talimatı doğrultusunda hareket edendir. Aksi halde insan başına buyruk davranıyor demektir ki en iyimser tespitle gaflete duşmenin neticesidir. Gaflet icindeyken yapılan hicbir işten hayır gelmez.
Esasen Rabbimizin adıyla okumak, yani okumaya besmeleyle başlamak da aynı hilafet sorumluluğunun farkında olduğumuzu ifade etmektir. Dolayısıyla Rabbimizin adıyla okumak da Rabbimizin adına okumak da aslında aynı tavrı takınmaktır. O tavır mumin tavrıdır. Kayıtsız şartsız bir imanı, vahyin belirlediği cizgileri koruma duyarlılığını, her halukÂrda Allah’ın rızasını gozetmeyi gerektirir.
Boyle değilse Kur’an okumak bile fayda vermeyecektir insana. Zira Cenab-ı Hak, “her inen surenin muminlerin imanını artırdığı”nı, fakat “kalplerinde hastalık olanların kufurlerine kufur kattığı”nı (Tevbe, 124- 125) beyan buyurmuştur.
Sinelerdeki ilim
Sozun ozu, yaradılış gayemize uygun bir hayat yaşamak, Allah’a layıkı ile kul olmak, doğru bir idrakle mumkun. Bu idrake okumakla, ama Cenab-ı Hakk’ın emrettiği tarzda okumakla ulaşılabiliyor. Cenab-ı Hakk’ın emrettiği gibi okuyabilmek icin de fıtratımıza donmek şart. Fıtratımıza donmek, fıtrat uzere olmak, Âdemiyetimizi kuşanmaktır. Okumak gormeyi, gormek basireti, basiret kalb-i selimi, kalb-i selim ise beşeriyetimizden sıyrılıp Âdem olmayı gerektirir. Cenab-ı Rabbu’l- Alemin esma ilmini Âdemiyetimize talim ettirmiş, hakikati idrak kabiliyetini Âdemiyetimize yerleştirmiştir. Onun icin ilim satırlardan ziyade sadırlardadır, yani goğuslerde, iman nuruyla aydınlanmış kalplerdedir, denilmiştir.
Şu halde “Oku!” emrini yerine getirmek icin okuma yazma bilmekten, Kur’an’ı anlamak icin Arapca oğrenmekten once kalp tasfiyesine yonelmek icap ediyor. Kaldı ki Yunus Emre hazretlerinin dediği gibi “okumaktan maksat Hakk’ı bilmek”se, bunun icin illa yazılı bir metni tilavet etmek şart değil. Hakikati idrak edebilmek esas itibariyle bir ceht işidir ve bu ceht yahut caba, okuyarak da dinleyerek de tefekkurle de gosterilebilir.
Kalbimizde hangi mevsim hukum suruyor?
Baştan beri okumanın bir idrak ve bilgilenme yontemi olduğunu, ancak her okuyanın doğru bir idrake, hakikat bilgisine ulaşamayacağını soyluyoruz. Peki hakikati veya doğruyu idrakin alameti nedir? Oyle ya, okuyan herkes doğruyu bulduğunu, hakikate erdiğini soyleyebilir.
Doğru bir idrakin alameti salih ameldir. Kişi dunyaya aldanmıyor, ahireti hesaba katıyor, olumden sonrası icin hazırlık yapıyorsa, okuma yazma bilmese dahi gercekten okuyabiliyor demektir. Kulluğunu unutan, nefsinin hevasına uyan, Allah’ın emir ve yasaklarına uymayan kimseler ise kutuphaneler dolusu kitap okusalar, yine de “Oku!” emrini yerine getirmiş olmazlar. Okumak boylelerinin cehaletini artırır sadece.
Salih amellerle meyve vermesi, okumanın bizim irfanımızda pratiği olmayan bir eğlence, faydasız bir meşgale gibi gorulmediğine de delalet eder. Evliyanın buyuklerinden Malik b. Dinar k.s. hazretleri de bu konuda uyarır bizi ve şoyle der:
“Ey Kur’an okuyucuları!
Okuduğunuz Kur’an sizin kalplerinize ne ekti, ona bir bakın! Nasıl ki yağmur yeryuzunun baharı ise, Kur’an da mumin kalbinin baharıdır.”
Bizim icin okumak, kalbimizde hangi mevsimin hukum surduğuyle ilgili bir mesele olmalı oyleyse.
__________________
Okumanın Manası
Dini Bilgiler0 Mesaj
●18 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Eğitim Forumları
- İslami Bilgiler
- Dini Bilgiler
- Okumanın Manası