aslında cogu sey insanın yanlıs yerde dogru seyler aramasından oluyor .
aradagımız sey huzur.
huzuru parada este dostta makam mevki arzular sehvette arıyoruz oysaki onlar yanlıs yerler .bunu ben demiyom kalbin sahibi kuranda ayette belirtmiş

“... Bilesiniz ki, kalpler ancak Allah’ın zikriyle mutmain olur (Allah’ı anmakla sukûnet bulur)." (Ra’d, 13/28)


bu ayetin ne demek istiyor bize



Kalbe “samed aynası” deniliyor. Samed, yani her şeyin kendisine muhtac olduğu, kendisi ihtiyactan munezzeh olan Allah...

Ve bu kalbin tatmini icin yegÂne recete:

“... Bilesiniz ki, kalpler ancak Allah’ın zikriyle mutmain olur (Allah’ı anmakla sukûnet bulur)." (Ra’d, 13/28)

Mideye ve ona gonderilen gıdaya, gormeye ve onu temin eden ziyaya, akla ve onu tatmin eden mÂnÂya, kısacası maddî ve manevî nice rızıklara muhtac olan bu Âciz ve fakir beşerin, o ummanlardan daha geniş kalbini, ancak butun mahlûkatın hÂlikı ve mÂliki olan Allah’ı zikir, yÂni o’nu yÂd etme, o’nu hatırlama tatmin edebilir. O halde insan, o’ndan başka neyi yÂd etse mahlûku yÂd etmiş, o’ndan gayri neyi sevse fÂniyi sevmiş olur. Bunlar ise şeref ve kıymet itibarıyla kalpten cok aşağı olan şeyler. O ulvî kalp, bu suflî eşya ile tatmin olmadığı icindir ki, gafil insanı daima rahatsız eder. İşte can sıkıntısı, huzursuzluk, bunalım, stres dediğimiz şeyler hep bu doymayan kalbin aclık feryatları, olum cığlıklarıdır.

KÂinatın meyvesi ve cennetin yolcusu olan insanı, bu fÂni dunyanın basit işleri tatmin edemiyor.

Nur Kulliyatı'ndan bir ulvî recete:

“İman tevhidi, tevhit teslimi, teslim tevekkulu, tevekkul saadet-i dareyni iktiza eder.” (Sozler, Yirmi Ucuncu Soz)

Demek ki, iki dunya saadetinin birinci şartı ve her turlu manevî hastalıkların en buyuk ilÂcı: iman. İman eden insan, sahipsiz, hÂmisiz olmadığının şuuruna ermiştir. Bu ise başlı başına ve en buyuk bir saadet. Tevhide eren insan herkesi, her şeyi ve her hÂdiseyi Allah’a isnat etmenin rahatlığına kavuşmuştur.

Anne rahminde, rabbinin rahmetine emanet olmasının ne kadar hayatî neticeler doğurduğunun şuuru icinde, bu dunya hayatında o’na "teslim" olan insanın ruhunu, hicbir hÂdise yaralayamaz, hicbir acı incitemez, hicbir keder karartamaz.

Ve sonunda "tevekkul"un ruhuna eren insan, kendisine rabbinin bir ihsanı olan cuz-i iradesini, yine o’nun namına ve rızası dairesinde kullanarak o’na tevekkul eder ve her turlu takdirine razı olur. Saadet-i dareyn, yÂni dunya ve Âhiret saadeti de bu dort esasa bağlıdır.

İşte stres, huzur ve rahatı bu dairenin dışında arayanların acı Âkıbetinin adıdır.

İki manzara: Bir yanda, insanı perişan etmek icin aralıksız calışan inanc katilleri, iffet duşmanları, en kısa ifadesiyle şer odakları... Zehir pazarlayan meyhaneler, pis havalı kumarhaneler, haya duşmanı moda odakları, korpe dimağları rezalete ozendiren romanlar, hikÂyeler... Ve dunyanın her tarafından ekranlara hucum ederek ruhu kemiren mustehcen sahneler. Umitsizlik aşılamakla kalbi perişan eden acı haberler. Bitmek bilmeyen boğuşmalar. Cinayetler, trafik kazaları... Siyaset sahnesinden hic eksik olmayan iftira camurları, karalamalar, yalanlar, gıybetler.

Beride, hurmet-muhabbet munasebetini yitirmiş virane aileler. Gorenek belÂsı, desinler tutkusu yahut demesinler korkusu yuzunden, israf ile kabaran masraf rakamları. Uyku kacıran taksitler...

Dunyanın, coğu zaman insanların eliyle icra edilen ve insanı insana Âdet bel eden bu kadar maddî ve manevî sıkıntısı karşısında Âciz, fakir ve fÂni insan...

Ve “Dunyada rahat yoktur.” hadîs-i şerifini surekli tefsir eden hastalık, ihtiyarlık ve olum...

Bu tablo, kalbin dunya ile tatmin olamayacağının en berrak bir gostergesi ve insanın nazarını bir başka diyara ceviren bir hidayet oncusu.

Gercekten de dunyada rahat yoktur. Zira şu imtihan Âleminin yapısı buna musait değildir. İmtihanda rahat olmaz. İnsan bu kÂinatın meyvesi olduğundan, elementlerin insan bedeninde, hÂdiselerin de onun ruh Âleminde misalleri, izleri, golgeleri vardır.

Âlemde olduğu gibi insanın ic dunyasında da, surekli bir bahar gozleyemezsiniz. Onun da kışı, yazı, sonbaharı vardır. Havası daima sakin değildir. Şimşeği, fırtınası, kasırgası vardır. Onu da hep aydınlık goremezsiniz. Karanlığı, golgesi, bulutu vardır. Onda da mahsuller bir cinsten değil. Ciceği, meyvesi, dikeni vardır. Sahası da engebesiz değildir. Dağı, ucurumu, deresi vardır.

Bunun boyle olduğunu kalbimize iyice sindirdiğimiz takdirde, hÂdiselere bakış acımız değişecek, yersiz kederlerden, heyecanlardan, karamsarlıklardan buyuk olcude kurtulmuş olacağız.

Ve butun bunlar dunyada rahat olmadığının birer şahidi. Şu var ki, rahatla saadeti karıştırmamak gerek. Dunyada rahat yoktur, ama huzur ve saadet vardır. Bu mefhumlar, bedene değil ruha bakarlar. Ruh ise iman, salih amel, takva ve guzel ahlÂk ile huzur bulur ve mesut olur.





Forum dışı link yasaktır
__________________