Kur'an; şefaatı dunyevi manalarda ele alıp, kimlerin ve hangi varlıkların şefaatının gecerli olduğunu belirttikten sonra, Ahiret hayatında şefaatın gercekleşmeyeceğini vurgulamaktadır. Ahirette şefaatın gercekleşmesine engel teşkil eden faktorleri şu şekilde sıralamak mumkundur:
1- Kur'an; ahirette şefaatın olmayacağını vurgulamaktadır.
Kur'an: dunyaya ait şefaatın kaide ve kurallarını tesbit ederken, ahirette şefaatın olmayacağına da işaret etmektedir. "Kimsenin kimseden faydalanmıyacağı, kimseden bir şefaat kabul edilmiyeceği, kimseden bir fidye alınmayacağı ve yardım gorulmeyeceği gunden korkun" ayeti, net bir uslupla ahirette şefaatın olmayacağını belirtmektedir. Aynı ifadelere, Bakara sûresindeki diğer bir ayette, "kimsenin kimse namına bir şey odemiyeceği, kimseden fidye alınmayacağı, kimseye şefaatın yarar sağlamayacağı ve onların yardım gormeyeceği gunden korkun" denir. Bu ayetlerde zikredilen olgular, insanların dunyada, bir cezadan kurtulmak veya bir menfaat temin etmede kullandıkları olgulardır. Bu iki ayette, şefaat ve fidyenin yer değiştirmesi, dunya hayatında, bir kimsenin cezadan kurtulması veya isteğine ulaşması icin bu olgulara verdiği onem sırasını belirtmektedir.
Allah'ın, aracılar vasıtasıyla gunahkar muminlerin azaplarını kaldırarak cennete koyması şeklindeki bir şefaat anlayışını benimseyenler, bu ayetlerden bir onceki ayetlerde hitabın yahudilere olmasını gerekce gostererek, şefaatın olmayışının yahudi ve hırıstiyanlara has olduğunu vurgulamışlardır. Bu ayetlerdeki ifadelerin yahudi ve hırıstiyanlara tahsis edilmesi imkansızdır. Bu tahsise olanak vermeyen nedenleri şu şekilde sıralayabiliriz:
a- Bu ayetler; yahudiler ve hırıstiyanlar ile ilgili, tarihi bir vakıadan soz etmemekte, ahiretle ilgili genel prensiplerden soz etmektedir. İnsanlar ahirette, aynı kurallar altında, inanc ve inancsızlık yonunden yargılanacaklardır. Elbette; bu yargılamada, insanların kendi dinlerinde var olan bazı ozel yasaklar ve emirler dolayısıyla da yargılanacaklardır. Bu emir ve yasaklara uygun hareket etme veya etmeme, inanc ve inancsızlıktan gelmektedir.
b- Bu ayetlerden bir onceki ayetlerdeki hitabın yahudilere olması, bu ayetin hukumlerini onlara has kılınmasını gerektirmez. Cunku, aynı suredeki, "Ey İnananlar! Alışverişin, dostluğun, şefaatın olmayacağı gunun gelmesinden once, sizi rızıklandırdığımızdan hayra sarf edin. İnkar edenler ancak yazık edenlerdir" ayetindeki hitap inananlaradır.
c- Bu ayetlerdeki şefaat hakkında inkarcı tutum yahudi ve hıritiyanlara has kılınırsa; ayetlerde şefaatla aynı kategoride ele alınan fidye, alışveriş, dostluk ve yardımın olmaması olgularının da onlara has kılınması gerekir. Bu durumda; muslumanların, ahiretteki azaptan kurtulmak icin fidye, alışveriş, dostluk gibi metodları kullanarak, azaptan kurtulabilecekleri ortaya cıkmış olur ki, Allah'ın fidye karşılığı inanları azaptan kurtarması duşunulemez. Cunku; diğer bir ayette, fidye tek başına yer almakta ve fidye ile azaptan kurtulanamayacağı vurgulanmaktadır.
d- Yahudilerin, ahirette, gunahkarların gunahlarından dolayı kazandıkları azabın, şefaatcılar vasıtasıyla affedilmesi şeklinde ahirete ait bir şefaat inancına rastlamıyoruz. Yahudilerin, ahiret gunune, cennet ve cehenneme inandıklarına Kur'an şu şekilde işaret etmektedir: "Yahudi ve Hırıstiyan olmayan kimse, elbette cennete giremiyecektir" derler. Bu onların kuruntularıdır. De ki, eğer sozunuz doğru ise, delillerinizi getirin." Fakat onlar, ahiretteki azabın sadece belirli gunlerde kendilerine dokunacağına da inanmaktadırlar. "Ateş bize sadece birkac gun değecektir" derler. Sor: "Allah katından bir soz mu aldılar?" Eğer oyle ise, Allah sozunden caymayacaktır. Yoksa Allah'a karşı bilmediğiniz bir şeyi mi soyluyorsunuz" Onların, kendileri icin azabın bir kac gun olacağı inancları, ileri surulen bu gerekceyi red etmektedir.
e- Bu ayetlerdeki hukumlerin yahudilere tahsisi, Musa'nın dinine uymuş ve ona tabi olmuş inananların da şefaattan mahrum edilmesi demektir. Bu tahsiste, Musa'nın şeriatını benimseyenler, şefaatın kapsamı dışında bırakılamaz. Cunku; Allah'ın, bazı inananlara bu hakkı vermesi, bazılarını da bu haktan mahrum etmesi duşunulemez.
Meryem suresindeki; "Sakınanları o gun, Rahman'ın huzurunda O'na gelmiş konuklar olarak toplarız. Sucluları suya ***urur gibi cehenneme sureriz. Rahman'ın katında bir ahd almış olandan başkası asla şefaatta bulunmayacaktır" ayeti ve Taha Suresindeki "O gun Rahman'ın izin verdiği, sozunden hoşnut olduğu kimseden başkasının şefaatı fayda vermez" ayeti de, ahirette şefaatın varlığına delil olarak sunulamaz. Birinci ayette, şefaatta bulunmak icin, Allah'tan ahit almak şart koşulmuştur. Ahirette şefaatta bulunmak icin, Allah'tan ahit almış bir varlık bulunmamaktadır. İkinci ayette ise; Allah'ın, şefaatcının sozunden hoşnut olması şartı getirilmiştir. Bu ayetler, insanın, kıyamet gununde, amelleriyle baş başa kalacağını, hic bir nesnenin insanların cezasını kaldırmaya guc yetiremeyeceğini vurgulamaktadırlar. Bu ayetlerde uzerinde durulan, kimin icin şefaatcı olunacağı değildir. Ahiret gunundeki olgulardan bahsedilen Sebe Suresinin son kısımlarında, "O goklerin, yerin ve her ikisi arasında bulunanların Rabb'idir. O, onunde kimsenin konuşmayacağı Rahman olan Allah'tır. Cebrail ve meleklerin dizi dizi durdukları gun, Rahman olan Allah'ın izni olmadan kimse konuşmayacaktır. Konuştuğu zaman da doğruyu soyleyecektir." Kıyamet gununde Allah'ın huzurunda konuşmasına izin verilen tek nesne, insanların organlarının kendileri hakkındaki şahadetleridir. Kur'an, buna şu şekilde işaret etmektedir: "İşte o gun, ağızlarını muhurleriz. Bizimle elleri konuşur. Ayakları da yaptıklarına şahitlik eder." Konuşma imkanı dahi verilmeyen melekler veya insanlar, nasıl olur da şefaatta bulunurlar?
Diğer taraftan; Meleklerin dunya hayatındaki şefaatları, gunah işleyen inananların işlemiş oldukları gunahları Allah'ın affetmesi şeklinde gercekleşmektedir. Fakat, Ahiret hayatında insanın gunah veya sevap işlemesinin imkanı yoktur. Bu neden olmadan, yani gunah işleyen insan olmadan, meleklerin şefaatının gercekliliği imkansız olmaktadır.
2- Ahiret Gununde Allah'ın Otoritesi:
Allah; bu kainatın idaresi icin belirli kanunlar koyduktan sonra (adetullah), bu kanunların devamlılığını da kendi fiillerinin bir parcası olarak tayin etmiştir. Hatta, Allah'ın bu kainatı sevk ve idarede bir anlık dalgınlığı, kainatın duzeninin bozulmasının nedeni olarak gorulmektedir. İnsan ise; bu dunya hayatında, hal ve hareketlerinde ozgurdur. İnsanın dunya hayatında yaptığı her şeyden sorumlu olması, onun davranışlarında ozgur olmasını zorunlu kılmaktadır. Bu dunyada filleri bakımından ozgur olan insan, ahirette ise bu ozgurluğunu kaybetmektedir.
Allah: kıyamet gununun tek otoritesi kendisinin olduğunu belirtmektedir. "Din Gununde otorite onundur" ayetinde ahiret gununde sadece Allah'ın hakimiyetinin olacağı, diğer hic bir varlığın hakimiyetinin olmayacağına işaret edilmektedir. Bu manayı ifade eden pek cok ayet bulmak mumkundur. "O gun onlar meydana cıkarlar. Onların hicbir şeyi Allah'a gizli kalmaz. Bu gun hukumranlık kimindir?" denir. Hepsi "Gucu her şeye yeten tek Allah'ındır" derler." Ahirette şefaatın gercekleşeceği inancı, bu otoriteyi Allah'tan başka varlıklara verilmesi demektir. Bu hakimiyeti sağlayan unsurları şu şekilde sıralayabiliriz:
a- Allah'ın İzin Vermesi:
İzin; bir konuda icazet vermek, onun mubah olduğunu belirtmektir. Bir şeyin gercekleşmesine musade etmeyi ifade eder. "Oysa, Allah'ın izni olmadıkca, onlar kimseye zarar veremezlerdi" ayetindeki izin, sihrin olumlu bir olgu olmamasıyla beraber, onun insanlar uzerindeki etkisine Allah'ın musade verdiği anlamındadır. Aynı zamanda bir şeye izin vermek, dunyadaki hakimiyetin de bir parcasını oluşturmaktadır. Kur'an, sihirbazlar Allah'a iman ettiklerinde, Firavun'un "ben size izin vermeden mi siz ona inandınız" sozunu naklederek, izin vermenin, otoritenin bir unsurunu teşkil ettiğine işaret etmektedir.
Şefaatı Allah'ın iznine bağlayan ayetleri iki kategoride ele almak mumkundur: Birincisi; Şefaatcı icin Allah'ın izin vermesi, ikincisi ise; Allah'ın şefaat edilecek kişi icin izin vermesi. Allah, şefaatcı olmak icin meleklere, şefaat edecekleri varlıklar icin de mu'minlere izin verdiğini belirtmiştir.
b- Allah'ın Dilemesi:
Allah'ın dilemesi ve irade etmesi aynı anlamı ifade etmektedir.Bazı alimler ise; meşiet ve dileme arasında fark olduğunu, Allah'ın dilemesinin bir şeyin varlığını gerektirdiğini, Allah'ın iradesinin ise bir şeyin varlığını gerektirmediğini ileri surmektedirler. Her ne kadar bu iki kelime arasındaki bu farka işaret etmese de; Allah'ın dilemesinin bir şeyin varlığını gerektirdiğinden hareketle, haklı olarak, Tekvir Suresi 29. ve İnsan Suresi 30. ayetlerdeki Allah'ın dilemesini, "Allah sizin dilemenizi dilemesi, iradenizi irade etmesiyle siz diliyorsunuz" şeklinde izah etmektedir.
Kur'an'da, Allah'ın dilemesi, onun kudretinin ve mutlak hakimiyetinin bir gostergesi olarak yer almaktadır.
"Allah dilediğine ve razı olduğuna izin vermediği muddetce, goklerde bulunan nice meleklerin şefaatı fayda vermez" ayeti ile, meleklerin şefaatının, Allah'ın izin verdiği ve dilediği kimselere fayda vereceğine işaret edilmektedir. Meşietin ifade ettiği "bir şeyin varlığının gercekleşmesi" manasından hareketle, bu ayeti, "Allah meleklerin, mu'minler icin şefaat etmelerini dilemiştir" şeklinde anlamak mumkundur. Aynı zamanda bu ayet; "melekleri ilahlaştıran ve onlara tapınan muşrikler icin şefaatın olmadığına" işaret etmektedir.
c- Allah'ın Razı Olması:
Bir şeyden razı olmak da hakimiyetin ayrılmaz bir parcasıdır. Ayetlerde Allah'ın razı olması, meleklerin şefaat edecekleri varlıklardan razı olması şeklinde yer almaktadır. "Allah, onların yaptıklarını ve yapmakta olduklarını bilir. Onlar Allah'ın razı olduğu kimseden başkasına şefaat edemezler" ve "Allah, dilediğine ve razı olduğuna izin vermedikce, goklerde bulunan nice meleklerin şefaatı fayda vermez." Her iki ayette de, meleklerin şefaatının melekleri tanrılaştıran muşrikler icin olmadığı, fiillerinin şirk olması dolayısıyla Allah'ın onlardan razı olmayacağı belirtilmektedir. Allah'ın razı olduğu kimseler ise mu'minlerdir.
3- Allah'ın va'di değişmez.
Kur'an; Allah'ın vadini ve va?dini değiştirmeyeceğini vurgulamaktadır. "Senden, başlarına acele azap getirmeni istiyorlar. Allah sozunden asla caymayacaktır" ayetindeki vad, vaid (tehdit) kelimesinin ifade ettiği manayı icermekte ve Allah'ın vaidinden donmeyeceğine işaret edilmektedir. Aynı uslup, "Cennetlikler cehennemdekilere, "biz Rabb'imizin bize vad ettiğini gercek bulduk. Rabbinizin size vad ettiklerini gercek buldunuz mu?" diye seslenirler. Onlar da; "Evet" derler" ayetinde de mevcuttur.
Bazıları Arap lugatında ve arapların nazarında vaidden donmenin yalancılık değil de bir fazilet olmasından oturu, Allah'ın vaidini değiştireceğini ifade etmektedirler. Her ne kadar arap dili ve kulturu acısından, tehditten donmek bir fazilet kabul edilse bile, Kur'an; "Allah'a verdikleri sozden dondukleri ve yalancı oldukları icin, Onunla karşılaşacakları gune kadar, Allah kalplerine nifak soktu." ayetiyle, sozden donmenin fazilet değil, yalancılık olduğuna işaret etmektedir. Yalancılık, insanlar icin kotu bir sıfat olarak nitelendirilirse, Allah icin nasıl fazilet olarak kabul edilebilir?
Allah'ın vaidinden donmesi caiz olursa, vadinden donmesi de caiz olur. Cunku; Vad ve vaid kelimeleri birbirinin zıddı olan iki kelimedir. Vad; gelecekte insanları faydalı olan bir şeye ulaştırmayı, vaid ise, gelecekte insanları zararlı olan bir şeye ulaştırmayı iceren haberlerdir. Bu iki kelimenin zıddı da sozden donmektir. Allah'ın vaidinden doneceğini ileri surmek, Allah'ın Kur'an'da acıkladığının zıddına muslumanlara sorumluluk yuklemesi demektir.
Allah; insanların verdiği sozu yerine getirmemelerinin kotu bir fiil olduğuna işaret etmektedir.Yeminlerinden dolayı insanların sorumlu tutulması buna bir ornektir. "Allah size rasgele yeminlerinizden dolayı değil, bile bile yaptığınız yeminlerinizden dolayı hesap sorar... Yemin ettiğinizde yeminlerinizi tutun." Bu ayette yeminlerinden dolayı muslumanların sorumlu tutulması, sozlerine Allah'ı şahid tutmakla birlikte, sozlerini yerine getirmemelerinden oturudur. Cunku, yeminlere bağlı kalındığında, bir sorumluluk olmadığı gibi, keffaret de gerekmemektedir. Aynı şekilde; "Ey İnananlar! Yapmadığınız şeyleri nicin yaptığınızı soylersiniz? Yapmadığınız şeyleri yaptık demeniz, Allah katında buyuk gazaba neden olur." Bir insanın yapmadığı şeyi yaptım diye soylemesi Allah'ın gazabına neden olduğu gibi, yapmayacağı şeyi soylemesi de Allah'ın gazabına neden olur. Cunku, her ikisi de yalancılığa işaret etmektedir.
Vaid bildiren ayetlerin, yine Kur'an ile tahsisi caizdir. "Kim bir mumini kasten oldururse, cezası icinde temelli kalacağı cehennemdir" ayeti, "kim bir muslumanı oldurmeyi helal kabul ederek oldururse" anlamındadır. Cunku, diğer ayetler, buyuk gunah işleyeni mumin olarak nitelendirmektedir.
4- "Ahirette şefaat" anlayışının temelleri
Ceşitli fırkaların ahirete ait şefaat anlayışının temelleri icin pek cok fikir ileri surulmuştur. Wensick'e gore; sunni cemaatın şefaat fikrini benimsemesi, "Hıristiyan fikirlerinin tesirinde olduğu kadar, kadere mukabil bir şey bulmak ihtiyacından" ileri gelmiştir. Watt'a gore; "Hz. Muhammed'in kendi ummetinin gunahkarlarına şefaatı akidesi, aşırı ahlaki ciddiyetin sebep olduğu umitsizliği def etmek maksadına hizmet etmiştir." Muslumanların Peygamber'e şefaat yetkisi vermelerinin sebebi, insan psikolojisinden kaynaklanan, kendilerinden olan Peygamber'e duyulan daha cok guven olgusu olsa gerektir.
SONUC
İslam kulturunde, şefaat konusunda iki temel eğilim hakim olmuştur. Birincisi; haricilerin ortaya attığı, mutezilenin de kabul ettiği, şefaatın inananların cennette derecelerinin yukseltilmesi ve sevaplarının artırılması şeklinde olduğudur. İkincisi ise; murcie?nin ortaya attığı, şia ve ehl-i sunnetin kabul ettiği, buyuk gunah sahibinin cezasının kesintiye uğrayarak cehennemden cıkarılarak cennete sokulmasını icermektedir. Bu goruşlerin temeli, o mezhebin iman konusundaki duşuncesine kadar uzanmaktadır. Amelleri imandan bir cuz olarak kabul eden, şirk haricindeki diğer gunahları işleyenleri Allah'ın af etmesinin mumkun olmadığını ve buyuk gunah sahibinin azabının devamlı olacağını ileri surenler birinci goruşu, imanın tasdikten ibaret olduğunu, şirk haricindeki buyuk gunahların imanı ortadan kaldırmadığını ve onun azabının devamlı olmadığını kabul edenler ise ikinci goruşu benimsemişlerdir.
Şefaatı konu alan ayetleri uc kategoride ele almak mumkundur. Birincisi; Kur'an'ın indiği ortamdaki, şirk şeklinde gercekleşen muşrik arabların inanclarının yanlışlığını bildiren ayetlerdir. Bu ayetlerde, o kulturlerde var olan ve hakimiyeti Allah'tan başka varlıklara veren inancın reddedildiğini ve Allah'ın otoritesinin on plana cıkarıldığını gormekteyiz. İkincisi; şefaatın gecerli olduğu alanları belirleyen ayetlerdir. Bu ayetler; meleklerin şefaatı, insanların birbirlerine gunahlarının bağışlanması icin duaları ve sosyal hayatta şefaatın mumkun olduğuna işaret etmektedir. Meleklerin şefaatı; dunya uzerinde yaşayan inananların gunahlarının bağışlanması şeklinde gercekleşmektedir. İnananların gunahlarının bağışlanması icin, kendileri Allah'a dua edebilecekleri gibi, Peygamber ve diğer insanların da onlar adına dua etmeleri mumkundur. Sosyal hayattaki şefaatta ise; insanların haklarını korumak, haksızlığa uğrayan insanların haklarının verilmesi v.s. gibi alanlarda şefaat guzel karşılanmış; şefaatla başkalarının haklarına tecavuz edilen alanlarda ise şefaat kotu karşılanmıştır. Bu tur şefaatta ise; şefaatcının şefaat ettiği konun mahiyetine gore, şefaatcıya sorumluluk yuklenmiştir. Ucuncusu ise; Ahirette butun varlıkların şefaatının gecerli olmadığını bildiren ayetlerdir. Bu ayetlerde ise; Ahiret Gununde Allah'tan başka hicbir otoritenin bulunmadığı, hakimiyetin kesinlikle Allah'a ait olduğu vurgulanmaktadır. Bununla birlikte, insanların dunya hayatında, cezadan kurtulmak icin yoneldikleri, şefaat, fidye, ruşvet v.s. gibi olguların ahirette mumkun olmadığı, ahiretteki yerinin herkesin kendi kazancı doğrultusunda belirleneceği vurgulanmaktadır.
Ahirette şefaatın imkansız olduğunu belirten pek cok akli ve nakli delil ileri surmek mumkundur. 1- Kur'an ayetleri acık ve net bir şekilde ahiret hayatında cezadan kurtulmak icin şefaatcıların fayda vermeyeceğini belirtmektedir. Bu ayetlerin ifade ettiği manaların inkarcılara şefaatın olmayacağı şeklinde tahsis etmeye imkan yoktur. 2- Allah'ın va'di ve vaidi değişmez. Eğer Allah'ın va'dini değiştirmesi caiz olursa, vaidini değiştirmesi de caiz olur. Bu, Allah'ın insanlara Kur'an'da belirlemediği sorumluluklar yuklemesi anlamına gelir ki bu da imkansızdır. 3- Kur'an ayetleri, her insanın sadece kazandıklarının karşılığını goreceğini, Ahirette hic bir nefsin diğer bir nefisten faydalanmasının mumkun olmadığına işaret etmektedir. Şefaat, ise bu prensip ile celişmektedir. 4- Kıyamet gununde, Allah'tan başka otorite yoktur. Allah, Dunya hayatında, dilemesi, izin vermesi, razı olması, irade etmesi v.s. sonucu insana ozgurluk vermiştir. Ahirette ise; İnsanlar bu ozgurluklerinden yoksundurlar.
İnsanın kulluk bilincinin zayıflaması sonucu icine duştuğu gunahlardan kurtulması, ancak dunya hayatında mumkundur. Olumden sonra, insan icin yapılan hicbir iyilik fayda vermediği gibi, onun gunahlarından kurtulması icin gosterilen cabaların da hic bir değeri yoktur. İnsanın gunahlarından dolayı kazandığı cezadan kurtulmasının en guzel yolu tovbedir. Şefaat, aracılar vasıtasıyla cehennemden cıkarılmayı icermesine karşın, tovbe ; insanın kendi fiili sonucu hic cehenneme gitmemesini icermektedir. Bununla birlikte, gunahlardan kurtulmanın bir diğer yolu, Allah'ın belirlediği guzel fiilleri yapmaya devam etmektir. Bu durumda, inanan insanın gunahlardan dolayı kazandığı cezalar, iyiliklerden dolayı kazandığı sevaplarla ortulmektedir.
__________________
Kur'an'da Şefaat, Ahirette Şefaat
Dini Bilgiler0 Mesaj
●20 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Eğitim Forumları
- İslami Bilgiler
- Dini Bilgiler
- Kur'an'da Şefaat, Ahirette Şefaat