Hz. EBU BEKİR ES SIDDÎK (r.a) (571-634)
Hz. Muhammed (s.a.s.)'in İslĂ‚m'ı tebliğe başlamasından sonra ilk iman eden hur erkeklerin; raşit halifelerin, aşere-i mubeşşerenin ilki. CĂ‚miu'l Kur'an, es-Sıddîk, el-Atik lakaplarıyla bilinen buyuk sahabi.
Kur'Ă‚n-ı Kerim'de hicret sırasında Rasûlullah'la beraber olmasından dolayı, "...mağarada bulunan iki kişiden biri..." (et-Tevbe, 9/40) şeklinde ondan bahsedilmektedir. Asıl adı AbdulkĂ‚be olup, İslĂ‚m'dan sonra Rasûlullah (s.a.s.)'in ona Abdullah adını verdiği kaydedilir. Azaptan azad edilmiş mĂ‚nĂ‚sına "atik"; durust, sadık, emin ve iffetli olduğundan dolayı da "sıddik" lĂ‚kabıyla anılmıştır. "Deve yavrusunun babası" manasına gelen Ebû Bekir adıyla meşhur olmuştur. Teym oğulları kabilesinden olan Ebû Bekir'in nesebi Murre b. KĂ‚'b'da Rasûlullah'la birleşir. Anasının adı Ummu'l-Hayr Selma, babasının ki Ebû Kuhafe Osman'dır. Kunyesi Abdullah b. Osman b. Amir b. Amir... b. Murra ...et-Teymî'dir. Bedir savaşına kadar muşrik kalan oğlu Abdurrahman dışında butun ailesi musluman olmuştur. Babası Ebû Kuhafe, Ebû Bekir'in halifeliğini ve olumunu gormuştur. Hz. Ebû Bekir'in Rasûlullah (s.a.s.)'den bir veya uc yaş kucuk olduğu zikredilmiştir. İslĂ‚m'dan once de saygın, durust, kişilikli, putlara tapmayan ve evinde put bulundurmayan "hanif" bir tacir olan Ebû Bekir, olumune kadar Hz. Peygamber'den hic ayrılmamıştır. Butun servetini, kazancını İslĂ‚m icin harcamış, kendisi sade bir şekilde yaşamıştır.
Hz. Ebû Bekir, Fil yılından iki sene birkac ay sonra 571'de Mekke'de dunyaya gelmiş, guzel hasletlerle tanınmış ve iffetiyle şohret bulmuştur. İcki icmek cĂ‚hiliye doneminde cok yaygın bir Ă‚det olduğu halde o hic icmemiştir. O donemde Mekke'nin ileri gelenlerinden olup Arapların nesep ve ahbĂ‚r ilimlerinde meşhur olmuştur. Kumaş ve elbise ticaretiyle meşgul olurdu; sermayesi kırk bin dirhemdi ki, bunun buyuk bir kısmını İslĂ‚m icin harcamıştır. Rasûlullah'a iman eden Ebû Bekir (r.a.) İslĂ‚m dĂ‚vetciliğine başlamış, Osman b. AffĂ‚n, Zubeyr b. AvvĂ‚m, Abdurrahman b. Avf, Sa'd b. Ebî Vakkas ve Talha b. Ubeydullah gibi İslĂ‚m'ın yucelmesinde buyuk emekleri olan ilk muslumanların bir coğu İslĂ‚m'ı onun dĂ‚vetiyle kabul etmişlerdir.
Hz. Ebû Bekir hayatı boyunca Rasûlullah'ın yanından ayrılmamış, cocukluğundan itibaren aralarında buyuk bir dostluk kurulmuştur. Rasûlullah bircok hususlarda onun goruşunu tercih ederdi. Umûmî ve husûsî olan onemli işlerde ashĂ‚bıyla muşavere eden Peygamber (s.a.s.) bazı hususlarda ozellikle Ebû Bekir'e danışırdı. (İbn Haldun, Mukaddime, 206). Araplar ona "Peygamber'in veziri" derlerdi.
Teymoğulları kabilesi Mekke'de onemli bir yere sahipti. Ticaretle uğraşıyorlar, toplumsal temasları ve geniş kulturlulukleri ile tanınıyorlardı. Hz. Ebû Bekir'in babası Mekke eşrafındandı. Hz. Ebû Bekir, cĂ‚hiliye doneminde de guzel ahlĂ‚kı ile tĂ‚nınan, sevilen bir kişi idi. Mekke'de "eşnak" diye bilinen kan diyeti ve kefalet odenmesi işlerinin yurutulmesiyle gorevliydi. Muhammed (s.a.s.) ile buyuk bir dostlukları vardı. Sık sık buluşur, Allah'ın birliği, Mekke muşriklerinin durumu ve ticaret gibi konularda muşĂ‚vere ederlerdi. İkisi de cĂ‚hiliye kulturune karşıydılar, şiir yazmaz ve şiiri sevmezlerdi, daha ziyade tefekkur ederlerdi.
İslĂ‚m'ı Benimsemesi
Hz. Ebû Bekir, Hira dağından donen Hz. Muhammed ile karşılaştığında, Rasûlullah (s.a.s.) ona, "Allah'ın elcisi" olduğunu soyleyip "Yaratan Rabbinin adıyla oku" (el-AlĂ‚k, 96/1) diye başlayan Ă‚yetleri bildirdiği zaman hemen ona: "Allah'ın birliğine ve senin O'nun rasûlu olduğuna iman ettim" demiştir. Hz. Hatice'den sonra Rasûlullah'a ilk iman eden odur. Hz. Peygamber (s.a.s.) İslĂ‚m'ı tebliğinin ilk zamanlarında kiminle konuştuysa en azından bir tereddut gormuş, ancak Ebû Bekir şeksiz ve tereddutsuz bir şekilde kabul etmiştir. Hatta Hz. Peygamber (s.a.s.), "Butun insanların imanı bir kefeye, Ebû Bekir'in ki bir kefeye konsa, onun imanı ağır basardı " diye lĂ‚tif bir benzetme de yapmıştır. Mu'min Ebû Bekir, hayatının sonuna kadar tum varlığını İslĂ‚m'a adamış, butun hayırlı işlerde en başta gelmiştir.
Ebû Bekir Mekke doneminde guclu kabilelere mensup kişileri İslĂ‚m'a kazandırmaya calıştı, ote yandan muşriklerin işkencelerine maruz kalan gucsuzleri, koleleri korudu; servetini eziyet edilen koleleri satın alıp azad etmekte kullandı. BilĂ‚l, Habbab, Lubeyne, Ebû Fukayhe, Amir, Zinnire, Nahdiye, Ummu Ubeys bunlardandır. Kendisi de Mescid-i Haram'da muşriklerin saldırısına uğramıştı. Ebû Bekir, iman ettikten sonra İslĂ‚m'ı tebliğe gizli gizli devam ediyordu. Annesi, karısı Ummu Ruman ve kızı Esma da iman etmiş, fakat oğulları Abdullah, Abdurrahman ve babası Ebû Kuhafe henuz iman etmemişlerdi. Osman b. Affan, Sa'd b. Ebî Vakkas, Abdurrahman b. Avf, Zubeyr b. AvvĂ‚m, Talha b. Ubeydullah gibi ilk muslumanları İslĂ‚m'a dĂ‚vet eden odur. Muşriklerin eziyetleri coğalıp muslumanlara yapılan baskılar arttıktan sonra Hz. Peygamber Hz. Ebû Bekir'e de Habeşistan'a goc etmesini soylemiş ve Ebû Bekir yola cıkmış; ancak Berku'l-GımĂ‚d'da Mekke'nin ileri gelen kabilelerinden İbn Dugunne ile karşılaştığında İbn Dugunne onu himayesine aldığını ve Mekke'ye donmesi gerektiğini belirterek, ikisi birlikte Mekke'ye donmuşlerdir. Ancak şartlı olarak Ebû Bekir'i himayesine alan İbn Dugunne, Ebû Bekir'in acıktan acığa ibadet etmesi ve inancını yaymaya devam etmesi sebebiyle şartları yerine getirmediğini iddia ederek ona ibadetini gizli yapmasını soylediğinde Ebû Bekir, onun himayesine ihtiyacı olmadığını, zaten kendisine soz de vermediğini ifade etmişti: "Senin himayeni sana iĂ‚de ediyorum. Bana Allah'ın himayesi yeter." Boylece onuc yıl Mekke'de Rasûlullah'ın yanında kalan Hz. Ebû Bekir, Hz. Aişe'nin rivĂ‚yetine gore, Rasûlullah hicret emrini alıp Ebû Bekir'e gelerek ona beraberce hicret edeceklerini soyleyince Ebû Bekir sevincten ağlamaya başlamıştı (İbn HişĂ‚m, es-Sire, II, 485).
Hz. Peygamber'in bir gecede Mekke'den Kudus'e oradan Sidretu'l Munteha'ya gittiği İsra ve MirĂ‚c * hĂ‚disesini duyan muşrikler bunu Hz. Ebû Bekir'e yetiştirdikleri zaman; "O dediyse doğrudur." demiştir. Bu sozunden sonra Ebu Bekir'e; ihlĂ‚slı, asla yalan soylemeyen, ozu doğru, itikadında şuphe olmayan anlamında, "Sıddık" lĂ‚kabı verildi. Kur'an tĂ‚biriyle, "O, ne iyi arkadaştı " (en-NisĂ‚, 4/69) denilebilir.
İşte o "Sıddîk" ile o "Emîn", o iki arkadaş beraberce Sevr dağındaki mağaraya hareket ederek hicret etmişlerdir.
Hicreti
Sevr mağarasına ilk giren Hz. Ebû Bekir, (r.a.) mağarada keşif yaptıktan sonra Rasûlullah iceri girmiştir. Ebû Bekir'in kızı Esma yolda yemeleri icin azıklarını hazırlamıştı. Onlar Mekke'den ayrılınca muşrikler her tarafa adamlarını yollayarak aramaya başladılar. Kureyş kabilesinin muşrikleri Ebû Cehil başkanlığında Esma'nın evini aradılar, hakaret edip dayak attılar.
Hz. Ebû Bekir (r.a.) hicret yolculuğuna cıkarken yanına butun parasını almıştı. Buna rağmen kızı Esma onun nerede olduğunu, nereye gittiğini kĂ‚firlere soylememiştir. İz suren Mekkeli muşrikler Sevr mağarasına kadar geldiler. Rasûlullah bu sırada Kur'Ă‚n'da anlatıldığı bicimde şoyle diyordu: "Uzulme, Allah bizimledir" (et-Tevbe, 104/40). Nitekim Allah ona guven vermiş, goremedikleri askerleriyle onu desteklemiştir; Allah gucludur, hakimdir. KĂ‚firler tum aramalara rağmen onları bulamadılar. Mağarada uc gun kaldıktan sonra Medine'ye yonelen Rasûlullah ile Ebû Bekir Kuba'ya vardılar.
Ebû Bekir mağarada kaldıkları gunu şoyle anlatır: "Rasûlullah (s.a.s.) ile beraber bir mağarada bulundum. Bir ara başımı kaldırıp baktım. O anda Kureyş casuslarının ayaklarını gordum. Bunun uzerine, 'Ya Rasûlullah, bunlardan birkacı gozunu aşağı eğse de baksa muhakkak bizi gorur' dedim. O, 'Sus ya Ebû Bekir. İki yoldaş ki, Allah onların ucuncusu ola, endişe edilir mi?' buyurdu.
Kuba'da uc gun kalan Rasûlullah ile Hz. Ebû Bekir nihayet Medine'ye vardılar. Medine'de Hz. Ebû Bekir humma hastalığına tutuldu. Hastalık ilerleyip yatağa duştuğunde Rasûlullah, "Allah'ım Mekke'yi bize sevgili kıldığın gibi Medine'yi de bize sevgili kıl, hummayı bizden uzaklaştır' diye dua ettiği zaman Hz. Ebû Bekir ve hasta olan diğer sahĂ‚bîler iyileştiler. Bu aradĂ‚ Hz. Âişe ile Hz. Muhammed (s.Ă‚.s.)'in duğunleri yapıldı. Mescidi Nebî inşĂ‚ edildi. Masrafların bir kısmını Hz. Ebû Bekir karşıladı. Medine'de kardeşlik tesis edildiğinde Ebû Bekir'in kardeşliği Harise b. Zeyd oldu.
Hz. Ebû Bekir Medine'de Mescidi Nebî'nin inşasına katıldı. Rasûlullah İslĂ‚m'ı yaymak ve duşmanlar hakkında bilgi toplamak icin seriyye denilen keşif kollarını Medine dışına gonderiyor, bunlara bazen Hz. Ebû Bekir de katılıyordu. Rasûlullah ile birlikte bizzat carpıştığı savaşlarda (Bedir'de, Uhud'da, Hendek'te) Ebû Bekir de yer aldı. O, Mureysi, Kurayza, Hayber, Mekke, Huneyn, Taif gazvelerinde de bulundu. Rasûlullah'ın bizzat idare ettiği harplere gazve denir. Ebû Bekir, bu sozu gecen buyuk savaşlardan başka, otuzdan fazla gazveye katılmıştır. Carpışma olmaksızın Veddan, Buvat, Bedr-i ÛlĂ‚, Uşeyre gazveleriyle de duşmanlar itaat altına alınmıştır. Butun bu gazvelerde Hz. Ebû Bekir, Rasûlullah'ın en yakınında yer almış olup onun "veziri" gibi idi. Bedir'de, oğlu Abdurrahman muşrikler safında yer aldığında Ebû Bekir oğluyla carpışmıştır. Sadece o değil, Bedir'de bircok sahĂ‚bî, oğlu, kardeşi, babası, dayısı ile carpışmıştı. Bedir savaşı, muslumanların İslĂ‚m'ı herşeyden ustun tuttuklarını, Allah icin en yakınları olan muşrikleri kan bağı veya kabile taassubu icinde kalmadan, başka insanlardan ayırdetmeden oldurduklerini gostermektedir. Rasûlullah'ın bir amcası Hamza, İslĂ‚m ordusu safındayken oteki amcası Abbas, duşman safındaydı. Yeğeni Ubeyde kendi yanındayken, oteki yeğenleri Ebû Sufyan ve Nevfel muşriklerle beraberdi. HattĂ‚ kızı Zeyneb'in eşi Ebû'l-As da Rasûlullah'a karşı muşriklerle birlikte savaşıyordu.
Hicretin 9. yılında Medine'de buyuk bir kıtlık oldu. Bu arada Bizans İmparatoru, Şam'da Hicaz bolgesini istilĂ‚ etmek uzere buyuk bir ordu hazırladı. Rasûlullah, bu orduya karşı İslĂ‚m ordusunu hazırlarken, kıtlık sebebiyle zorluklarla karşılaştı. Ebû Bekir malının hepsini bu ordunun hazırlanmasında kullandı. Onuncu yılda "VedĂ‚ Haccı"nda bulunan Allah'ın Rasûlu, onbirinci yılda hastalandı.
HilÂfeti
Hicrî onbirinci yılda hastalanan Rasûlullah (s.a.s.) 13 Rebiyulevvel Pazartesi gunu (8 Haziran 632) vefĂ‚t etti. Onun vefĂ‚tını duyan muslumanlar buyuk bir uzuntuye kapıldılar ve ilk anda ne yapmaları gerektiğine karar veremediler. Ama o da bir olumluydu. Hz. Omer, onun Hz. Musa gibi Rabbi ile buluşmaya gittiğini, O'nun icin "oldu" diyen olursa ellerini keseceğini soyluyordu. Ebû Bekir, Rasûlullah'ın iyi olduğu bir sırada ondan izin alarak kızının yanına gitmişti. VefĂ‚t haberini duyar duymaz hemen geldi, Rasûlullah'ı alnından optu ve "Babam ve anam sana fedĂ‚ olsun ya Rasûlullah. Olumunde de yaşamındaki kadar guzelsin. Senin olumunle peygamberlik son bulmuştur. ŞĂ‚nın ve şerefin o kadar buyuk ki, uzerinde ağlamaktan munezzehsin. YĂ‚ Muhammed, Rabbinin katında bizi unutma; hatırında olalım ..." dedi. Sonra dışarı cıkıp Omer'i susturdu ve; "Ey insanlar, Allah birdir, O'ndan başka ilĂ‚h yoktur, Muhammed O'nun kulu ve elcisidir. Allah apacık hakikattir. Muhammed'e kulluk eden varsa, bilsin ki o olmuştur. Allah'a kulluk edenlere gelince, şuphesiz Allah diri, bĂ‚kî ve ebedîdir. Size Allah'ın şu buyruğunu hatırlatırım: "Muhammed sadece bir elcidir. Ondan once de peygamberler gelip gecmiştir. Simdi o olur veya oldurulurse siz okcelerinizin uzerinde geriye mi doneceksiniz? Kim okcesi uzerinde geriye donerse Allah'a hicbir ziyan veremez. Allah şukredenleri mukĂ‚fatlandıracaktır" (Âl-u İmrĂ‚n, 3/144). Allah'ın kitabı ve Rasûlullah'ın sunnetine sarılan doğruyu bulur, o ikisinin arasını ayıran sapıtır. Şeytan, peygamberimizin olumu ile sizi aldatmasın, dininizden saptırmasın. Şeytanın size ulaşmasına fırsat vermeyiniz" (İbn HişĂ‚m, es-Sire, IV, 335; Taberî, TĂ‚rih, III, 197,198).
Hz. Ebû Bekir bu konuşmasıyla orada bulunanları teskin ettikten sonra Rasûlullah'ın techiziyle uğraşırken, EnsĂ‚r, Benû SĂ‚ide sakifesinde toplanarak Hazrec'in reisi olan Sa'd b UhĂ‚de'yi Rasûlullah'tan sonra halife tayini icin bir araya gelmişlerdir. Ebû Bekir, Hz. Omer, Ebû Ubeyde ve Muhacirlerden bir grup hemen Benû Saîde'ye gittiler. Orada EnsĂ‚r ile konuşulduktan ve hilĂ‚fet hakkında ceşitli muzakereler yapıldıktan sonra Hz. Ebû Bekir, Omer ile Ebû Ubeyde'nin ortasında durdu ve her ikisinin ellerinden tutarak ikisinden birine bey'at edilmesini istedi. O, kendisini halife olarak one surmedi. Hz. Ebû Bekir'in konuşmasından sonra Hz. Omer atılarak hemen Ebû Bekir'e bey'at etti ve, "Ey Ebû Bekir, muslumanlara sen Rasûlullah'ın emriyle namaz kıldırdın. Sen onun halifesisin ve biz sana bey'at ediyoruz. Rasûlullah'a hepimizden daha sevgili olan sana bey'at ediyoruz" dedi. Hz. Omer'in bu Ă‚ni davranışı ile orada bulunanların hepsi Ebû Bekir'e bey'at ettiler. Bu ozel bey'attan sonra ertesi gun Mescid-i Nebî'de Hz. Ebû Bekir butun halka hutbe okudu ve resmen ona bey'at edildi. Rasûlullah'ın defni salı gunu gercekleşirken, onun nereye defnedileceği hakkında da bir ihtilĂ‚f meydana geldiğinde Hz. Ebû Bekir yine firasetini ortaya koydu ve "Her peygamber olduğu yere defnedilir" hadisini ashaba hatırlatarak bu ihtilĂ‚fı giderdi. Rasûlullah'ın cenaze namazı imamsız olarak gruplar halinde kılındı. Butun bunlar olurken, Hz. Ali'nin Hz. Fatıma'nın evinde Haşimoğulları ve yandaşları ile toplandığı ve bey'ata ilk zamanlar katılmadığı nakledilir. Hz. Ali rivĂ‚yetlere gore, el-Bey'atu'l-KubrĂ‚'ya bey'at edildiği haberini alır almaz, elbisesini yarım yamalak giydiği halde evden fırlamış ve gidip Hz. Ebû Bekir'e bey'at etmiştir (Taberî, TĂ‚rih, III, 207). Onun aylarca Hz. Ebû Bekir'e bey'at etmediği haberleri gerceğe uygun olmasa gerektir. Cunku onun Ebû Bekir'in ustunluğunu bildiği, onun hakkında yaptığı konuşmalar ve tarihin akışı, diğer rivĂ‚yetlere aykırıdır.
RĂ‚sulullah'ın en yakın ashĂ‚bı arasında -hattĂ‚ Ebû Bekir ile Omer arasında- zaman zaman ihtilĂ‚flar, goruş ayrılıkları meydana gelmişse de ilk iki halife zamanında da gorulduğu gibi dĂ‚ima birliktelik devam ettirilmiştir. Anlaşmazlık gibi gorunen hĂ‚diselerin bircoğunda huy ve karakter farklılığı rol oynuyordu. MeselĂ‚ Ebû Bekir yumuşak ve sĂ‚kin davranırken, Omer sertlik yanlısıydı. Ama her zaman birlikte hareket ettiler. Ebû Bekir'in yonetiminde, Hz. Ali ve Zubeyr b. Avvam Ridde savaşlarında kararların icinde, namazlarda Ebû Bekir'in arkasında yer almışlardır (İbn Kesir, el-BidĂ‚ye ve'n NihĂ‚ye, V, 249). Hz. Ali, Rasûlullah'ın bir vasiyeti olsaydı olunceye kadar onu yerine getireceğini soylemiş (Taberî, a.g.e., IV, 236) ancak, İbn Abbas'ın Rasûlullah hastalandığı zaman ona gidip hilĂ‚fet işini sormak istemesini geri cevirmiştir. Yani Hz. Ebû Bekir'in halifeliğine karşı kimseden bir cıkış olmamıştır. Zaten tabii, fıtrî, akli ve maslahata uygun olan da onun halifeliğidir. Hz. Peygamber olmeden once yazılı bir ahidname bırakmamış, ancak Hz. Ebû Bekir'in faziletine dair Mescid'de konuşmuş, hasta yatağındayken onu ısrarla cağırtmış ve yerine İmam tĂ‚yin etmiştir.
Hz. Ebû Bekir, kendisine Rasûlullah'ın mirasından pay almak icin gelen Hz. FĂ‚tıma'ya, "Rasûlullah'ın yaptığı hicbir şeyi yapmaktan geri durmam" diyerek, FĂ‚tıma'nın peygamberin kızı olmasını dinin ustun tutulmasından daha onemsiz gormuş ve Rasûlullah'ın yanındayken ondan ne duymuş, ne gormuşse onu tatbik etmiştir (Taberî, III, 220). Sonraları Hz. Ali'nin hilĂ‚feti zamanında FĂ‚tıma'ya -ki, Ebû Bekir'e gidip miras isterken onu savunmuştu- mirastan hicbir şey vermemesi de ashĂ‚bın Rasûlullah'ın sunnetine nasıl itaat ettiklerinin delilidir (İbn Teymiye, MinhĂ‚c'us-Sunne, III, 230). Hz. Ebû Bekir "Rasûlullah'ın Halifesi" secildikten sonra Mescid'de yaptığı konuşmada, "Sizin en hayırlınız değilim, ama başınıza gectim; gorevimi hakkıyle yaparsam bana yardım ediniz, yanılırsam doğru yolu gosteriniz; ben Allah ve Rasûlu'ne itaat ettiğim muddetce siz de bana itaat ediniz, ben isyan edersem itaatiniz gerekmez..." demiştir (İbn HişĂ‚m, es-Sire, IV, 340-341; Taberî, TĂ‚rih, III, 203).
Murtedlerle Mucadele, Irak ve Suriye Futuhatı
Hz. Ebû Bekir Rasûlullah'ın halifesi olduktan sonra, onun vefĂ‚tıyla Arabistan'da Mekke ve Medine dışındaki bolgelerde gorulen dinden donme hareketlerine, yalancı peygamberlere, "namaz kılarız, ama zekĂ‚t vermeyiz" diyenlere karşı savaş actı. Esvedu'l-Ansı, Museylemetu'l-KezzĂ‚b, Secah, Tuleyha gibi yalancı peygamberlerle yapılan savaşlarla bu zararlı unsurlar yok edilmiş, isyan bastırılmış, zekĂ‚t yeniden toplanmaya ve Beytu'l-Mal'e konulup dağıtılmaya başlanmıştır. Rasûlullah'ın hazırladığı, ancak vefĂ‚tı sebebiyle bekleyen UsĂ‚me ordusunu Urdun'e yollayan Ebû Bekir, Bahreyn, Umman, Yemen, Muhre isyanlarını bastırmıştır. İcte isyancılarla mucĂ‚dele edilirken, dışta da iki buyuk imparatorluğun, İran ve Bizans'ın ordularıyla karşılaşılmıştır. Hîre, EcnĂ‚din ve EnbĂ‚r, savaşlarla İslĂ‚m diyarına katılmış, Irak fethedilmiş, Suriye'nin de onemli kentleri ele gecirilmiştir. Yermuk savaşı devam ederken Hz. Ebû Bekir vefĂ‚t etmiştir. Onun ordusuna verdiği oğutlerde şu ibareler vardır: "Kadın, cocuk ve yaşlılara dokunmayın, yemiş veren ağacları kesmeyin, ma'mur bir yeri tahrip etmeyin, haddi aşmayın, korkmayın." Gercekten İslĂ‚m ordusu fethettiği yerlerde kimseye zulmetmemiş, adaletiyle duşmanların takdirini kazanmış, musluman olmayıp da cizye vererek İslĂ‚m'ın himayesine giren milletler huzur ve emniyet icinde yaşamışlardır.
Kur'Ă‚n-ı Kerîm'in Toplanması, "Mushaf''ın Meydana gelmesi
Hz. Ebû Bekir, Ridde harplerinde, vahiy kĂ‚tiplerinin ve kurrĂ‚'nın bircoğunun şehid olması uzerine, Hz. Omer'in Kur'Ă‚n'ın toplanması fikrine once sıcak bakmamışsa da sonra ona hak vererek, Kur'Ă‚n Ă‚yetlerinin toplanmasını sağlamıştır. Rasûlullah zamanında peyderpey inen vahiy, kĂ‚tiplerce ceylan derilerine, beyaz taşlara, enli hurma dallarına yazıldığı gibi, ashĂ‚bın coğu da Kur'Ă‚n hĂ‚fızı idi. Ancak, yazılı olan Ă‚yetler dağınıktı, kurrĂ‚ da azalınca Kur'Ă‚n'ın muhafazası hususunda endişe edildi. Ebû Bekir, Zeyd b. SĂ‚bit'in başkanlığında bir heyet teşkil ederek, herkesin elindeki Ă‚yetleri getirmesini emretti. Ayrıca şĂ‚hitlerle Ă‚yetler doğrulanıyor, kurrĂ‚' ile te'kid ediliyordu. Boylece butun Ă‚yetler toplandı ve "Mushaf" meydana getirildi. Bu Mushaf Ebû Bekir'den Omer'e, ondan da kızı Hafsa'ya gecti ve Hz. Osman zamanında coğaltılarak DĂ‚ru'l-İslam'ın butun vilĂ‚yetlerine dağıtıldı.
VefĂ‚tı
HilĂ‚feti iki sene uc ay gibi cok kısa bir muddet surmesine rağmen Hz. Ebû Bekir zamanında İslĂ‚m devleti buyuk bir gelişme gostermiştir. Hz. Ebû Bekir Hicrî 13. yılda CemĂ‚ziyelĂ‚hir ayının başında hicretten sonra Medine'de yakalandığı hastalığının ortaya cıkması uzerine yatağa duşunce yerine Omer'in namaz kıldırmasını istedi. AshĂ‚bla istişĂ‚re ederek Hz. Omer'i halifeliğe uygun gorduğunu soyledi. Hz. Omer'in sert ve kaba oluşu gibi bazı itirazlara cevap verdi ve hilĂ‚fet ahitnamesini Hz. Osman'a yazdırdı. Ebû Bekir (r.a.) de, cok sevdiği Rasûlullah gibi altmışuc yaşında vefĂ‚t etti. Vasiyeti gereği Rasûlullah'ın yanına -omuz hizasında olarak- defnedildi. Boylece bu iki buyuk insanın, iki buyuk dostun, kabirlerinde de birliktelikleri devam etti.
Kişiliği ve Yonetimi
TĂ‚cir olarak geniş bir kulture sahip olan Hz. Ebû Bekir, durustluğu ve takvĂ‚sı ile ashĂ‚b icinde ilk sırada yeralır. Karakteri; yumuşak huyluluk, cok duşunup cok az konuşmak, tevĂ‚zu ile belirgindi. Hz. Âişe'nin rivĂ‚yetine gore, "gozu yaşlı, gonlu huzunlu, sesi zayıf" biri idi. CĂ‚hiliye doneminde muşrikler ona guvenir, diyet ve borc-alacak işlerinde onu hakem tanırlardı. Rasûlullah'ın en sadık dostu olan Ebû Bekir'in MirĂ‚c olayında sergilediği sonsuz bağlılık orneği ona "es-Sıddık" lĂ‚kabını kazandırmıştır. O bu olayda "O ne soyluyorsa doğrudur" demiştir. Comertlikte ondan ustunu de yoktur. Butun malını mulkunu İslĂ‚m icin harcamış, vefĂ‚t ederken vasiyetinde, halifeliği muddetince aldığı maaşların, topraklarının satılarak iĂ‚de edilmesini istemiş ve geride bir deve, bir koleden başka birşey bırakmamıştır. Dort eşinden altı cocuğu olan Ebû Bekir, kızı Âişe'yi Rasûlullah ile hicretten sonra evlendirmiştir (Tabakat-ı İbn Sa'd, VI, 130 vd.; İbnu'l-Esir, II, 115 vd).
Hicret sırasında mağarada iken ayağını bir yılan soktuğunda ve ayağı acıdığında o sırada dizine yatıp uyumuş olan Peygamber'i uyandırmamak icin sesini cıkarmaması, ağlarken Hz. Peygamber uyanıp ne olduğunu sorduğunda, "Anam-babam sana fedĂ‚ olsun ya Rasûlullah" demesi olayı Ebû Bekir'in Rasûlullah'a olan bağlılığının orneklerinden sadece biridir. Hz. Ebû Bekir'in beyaz yuzlu, zayıf, doğan burunlu, sakallarını kına ve civit otuyla boyayan sakin bir adam olduğu rivĂ‚yet edilir (İbnu'l Esir, el-KĂ‚mil fi't-TĂ‚rih, II, 419-420). Rasûlullah'tan sonra bu ummetin en hayırlısı Ebû Bekir'dir. O, Hz. Peygamber'in veziri, fetvĂ‚larda en yakını idi. Rasûlullah'ın, "İnsanlardan dost edinseydim, Ebû Bekir'i edinirdim" (BuhĂ‚ri, SalĂ‚t, 80: Muslim, MesĂ‚cid, 38: İbn MĂ‚ce, Mukaddime, II) ve "Herkeste iyiliklerimin karşılığı vardır, Ebû Bekir haric" demesi ve son hutbesinde, "Allah, kullarından birini dunya ile kendi katında olan şeyleri tercih hususunda serbest bıraktı; kul, Allah katında olanı tercih etti'' diye Ebû Bekir'i ovmesi ve mescide acılan tum kapıları kapattırıp yalnız Hz. Ebû Bekir'in kapısını acık bırakması ona verdiği değeri gostermektedir.
Hz. Ebû Bekir'in nasslara aykırı hicbir goruşu bize ulaşmamıştır, cunku boyle bir reyi yoktur. Ebû Bekir nĂ‚sih sunneti cok iyi biliyor, Rasûlullah'ı herkesten cok tanıyordu. Bu yuzden hilĂ‚fetinde kendisine karşı icte muhĂ‚lif bir hareket olmamış ve fitneler gorulmemiştir (BuhĂ‚ri, FedĂ‚ilu'l-AshĂ‚bı'n-Nebî, 3 ). İhtilĂ‚f veya ihtilĂ‚flarda cozumsuzluk, bid'atler onun devrinde yaşanmamıştır. "Uzulme, Allah bizimle beraberdir" buyuran Rasûlullah'ın haberi sanki lĂ‚fızda ve mĂ‚nĂ‚da Hz. Ebû Bekir'de zĂ‚hir olmuştur (İbn Teymiye, Kulliyat Tercumesi, İstanbul 1988, IV, 329).
Kaynaklarda onun, "Ben ancak Rasûlullah'a tĂ‚biyim, birtakım esaslar koyucu değilim" diye kararlarında cok titiz davrandığı zikredilir (Taberî, IV, 1845; İbn Sa'd, III, 183). Bir meseleyi hallederken once Kur'Ă‚n'a bakar, bulamazsa Sunnet'te araştırır, orda da bulamazsa ashĂ‚bla istişĂ‚re eder ve ictihad ederdi. Ganimetin boluşumu meselesinde MuhĂ‚cir-EnsĂ‚r eşitliği'nin ihtilĂ‚fa yol acmasında Omer'in MuhĂ‚cirlere daha cok pay verilmesini savunmasına rağmen ganimeti eşit olarak boluşturmuştur. O sebeple hilĂ‚fetinde huzursuzluk cıkmadı. Rasûlullah ve kendisi, bir mecliste bir anda verilen uc talĂ‚kı bir talĂ‚k saymışlar, bu daha sonra-bircok "maslahat gereği" diye yapılan değişiklik gibi- uc talĂ‚k sayılmıştır. Yani Ebû Bekir, Rasûlullah'ın tum uygulamalarını aynen tatbik etmek istemiş; bazen -kalpleri İslĂ‚m'a ısındırmak istenenlere toprak vermesi gibi- maslahat gereği veya zamanın değişmesiyle hukumlerin değişmesini soyleyen ashĂ‚bına uymuştur. Muslumanlar henuz otuzsekiz kişiyken Mekke'de Mescid-i Haram'da İslĂ‚m'ı tebliğ eden ve muşriklerce dovulen Ebû Bekir'e hilĂ‚fetinde "Halifet-u Rasûlillah" denilmiş, sonraki halifelere ise "Emîru'l-Mu'minîn" denilmiştir. MĂ‚lî işlerini Ebû Ubeyde, kadılık ve kazĂ‚ işlerini Hz. Omer, kĂ‚tipliğini Zeyd b. SĂ‚bit ve Hz. Ali, başkumandanlığını UsĂ‚me ve Halid b. Velid yapmıştır. Medine DĂ‚ru'l-İslĂ‚m'ın başkenti olmuş, Mekke, Taif, San'a, Hadramevt, Havlan, Zebid, Rima, Cened, Necran, Cureş, Bahreyn vilĂ‚yetlere ayrılmıştır. Yonetimi merkezî olup, ganimetlerin beşte biri Beytu'l-Mal'de toplanmıştır.
Hz. Ebû Bekir, Mukillîn* denilen cok az hadis rivĂ‚yet eden ashĂ‚bdan sayılır. O, yanılıp da yanlış birşey soylerim korkusuyla yalnızca yuz kırk iki hadis rivĂ‚yet etmiş veya ondan bize bu kadar hadis rivĂ‚yeti nakledilmiştir. Hutbe ve oğutlerinden bazıları şoyledir:
"Rasûlullah vahy ile korunuyordu. Benim ise beni yalnız bırakmayan bir şeytanım vardır... Hayır işlerinde acele edin, cunku arkanızdan acele gelen eceliniz var... Allah icin soylenmeyen bir sozde hayır yoktur... Herhangi bir yericinin yermesinden korktuğu icin hakkı soylemekten cekinen kimsede hayır yoktur... Amelin sırrı sabırdır... Hic kimseye imandan sonra sağlıktan daha ustun bir nimet verilmemiştir... Hesaba cekilmeden kendinizi hesaba cekiniz.
OMER B. HATTAB (r.a)
İkinci Raşid Halife. İslĂ‚mı yeryuzune yerleştirip, hakim kılmak icin Resulullah (s.a.s)'ın verdiği tevhidî mucadelede ona en yakın olan sahabilerden biri. Hz. Omer (r.a), Fil Olayından on uc sene sonra Mekke'de doğmuştur. Kendisinden nakledilen bir rivayete gore o, Buyuk Ficar savaşından dort yıl sonra dunyaya gelmiştir (İbnul-Esîr, Usdul-ĞĂ‚be, Kahire 1970, IV,146). Babası, Hattab b. Nufeyl olup, nesebi Ka'b'da Resulullah (s.a.s) ile birleşmektedir. Kureyş'in Adiy boyuna mensup olup, annesi, Ebu Cehil'in kardeşi veya amcasının kızı olan Hanteme'dir (bk. a.g.e., 145).
Kaynaklar Hz. Omer (r.a)'in musluman olmadan onceki hayatı hakkında fazlaca bir şey soylemezler. Ancak kucukluğunde, babasına ait surulere cobanlık ettiği, sonra da ticarete başladığı bilinmektedir. O, Suriye taraflarına giden ticaret kervanlarına iştirak etmekteydi (H. İbrahim Hasan, Tarihul-İslĂ‚m, Mısır 1979, I, 210). Cahiliyye doneminde Mekke eşrafı arasında yer almakta olup, Mekke şehir devletinin sifare (elcilik) gorevi onun elindeydi. Bir savaş cıkması durumunda karşı tarafa elci olarak Omer gonderilir ve donuşunde onun verdiği bilgi ve goruşlere gore hareket edilirdi. Ayrıca kabileler arasında cıkan anlaşmazlıkların cozumunde etkin rol alır ve verdiği kararlar bağlayıcılık vasfı taşırdı (Suyûtî, Tarihul-HulefĂ‚, Beyrut 1986, 123; Usdul-ĞĂ‚be, IV, 146).
Hz. Omer, sert bir mizaca sahip olup, İslĂ‚ma karşı aşırı tepki gosterenlerin arasında yer almaktaydı. Sonunda o, dedelerinin dinini inkĂ‚r eden ve tapındıkları putlara hakaret ederek insanları onlardan yuz cevirmeğe cağıran Muhammed (s.a.s)'ı oldurmeye karar vermişti. Kılıcını kuşanarak, Peygamberi oldurmek icin harekete gecmiş, ancak olayın gelişim şekli onun muslumanların arasına katılması sonucunu doğurmuştu. Tarihcilerin ittifakla naklettikleri rivayete gore, Omer (r.a)'in musluman oluşu şoyle gercekleşmişti: Omer, Resulullah (s.a.s)'ı oldurmek icin onun bulunduğu yere doğru giderken, yolda Nuaym b. Abdullah ile karşılaştı. Nuaym ona, boyle ofkeli nereye gittiğini sorduğunda o, Muhammed (s.a.s)'i oldurmeye gittiğini soylemişti. Nuaym, Omer'in ne yapmak istediğini oğrenince ona, kızkardeşi ve eniştesinin yeni dine girmiş olduğunu soyledi ve once kendi ailesi ile uğraşması gerektiğini bildirdi. Bunu oğrenen Omer (r.a), ofkeyle eniştesinin evine yoneldi. Kapıya geldiğinde icerde Kur'an okunmaktaydı. Kapıyı calınca, icerdekiler okumayı kesip, Kur'an sayfalarını sakladılar. İceri giren Omer (r.a), eniştesini dovmeye başlamış, araya giren kızkardeşinin aldığı darbeden dolayı burnu kanamıştı. Kızkardeşinin ona, ne yaparsa yapsın dinlerinden donmeyeceklerini soyleyerek kararlılığını bildirmesi uzerine, ona karşı merhamet duyguları kabarmaya başlamış ve okudukları şeyleri gormek istediğini soylemişti. Kendisine verilen sahifelerden Kur'an ayetlerini okuyan Omer (r.a), hemen orada imĂ‚n etti ve Resulullah (s.a.s)'ın nerede olduğunu sordu. O sıralarda muslumanlar, Safa tepesinin yanında bulunan Erkam (r.a)'ın evinde gizlice toplanıp ibadet ediyorlardı. Resulullah (s.a.s)'ın Daru'l-Erkam'da olduğunu oğrenen Omer (r.a), doğruca oraya gitti. Kapıyı caldığında gelenin Omer olduğunu oğrenen sahabiler endişelenmeye başladılar. Zira Omer silahlarını kuşanmış olduğu halde kapının onunde duruyordu. Hz. Hamza: "Bu Omer'dir. İyi bir niyetle geldiyse mesele yok. Eğer kotu bir duşuncesi varsa, onu oldurmek bizim icin kolaydır" diyerek kapıyı actırdı. Resulullah (s.a.s), Omer (r.a)'ın iki yakasını tutarak;
"Musluman ol ya İbn Hattab! Allahım ona hidayet ver!" dediğinde, Omer (r.a), hemen Kelime-i Şehadet getirerek imĂ‚n ettiğini acıkladı (İbn Sa'd, Tabakatu'l Kubra, II, 268-269; Usdul-ĞĂ‚be, IV, 148-149; Suyûtî, Tarihu'l-Hulefa, Beyrut 1986, 124 vd.).
Rivayetlere gore Omer (r.a)'ın musluman oluşu, Resulullah (s.a.s)'ın yapmış olduğu; Allahım! İslĂ‚mı Omer b. el-Hattab veya Amr b. Hişam (Ebû Cehil) ile yucelt" şeklinde bir duanın sonucu olarak gercekleşmişti (İbnul-Hacer el-AskalĂ‚nî, el-İsĂ‚be fi Temyîzi's-SahĂ‚be, Bağdat t.y., II, 518; İbn Sa'd, aynı yer; Suyûtî, a.g.e., 125).
Omer (r.a), risaletin altıncı yılında musluman olmuştur. O, iman edenlerin arasına katıldığı zaman muslumanların sayısı yetmiş seksen kişi kadardı (İbn Sa'd, aynı yer).
Mekkeli muşriklerin, gosterdiği zorbaca tepkiden dolayı muslumanlar, Beytullah'a gidip namaz kılamıyor ve ancak gizlice bir araya gelebiliyorlardı. Omer (r.a) musluman olunca doğruca Beytullah'ın yanına gitti ve musluman olduğunu haykırdı. Orada bulunanlar şiddetli tepki gosterdi. Ancak o, muşriklere karşı savaşını surdurerek onların, muslumanlara gosterdiği muhalefeti kırdı ve bir avuc muslumanla birlikte herkesin gozu onunde Beytullah'ta namaza durdu. Onun bu şekilde saflarına katılması muslumanlara buyuk bir moral desteği sağlamıştı. Abdullah İbn Mes'ud'un; "Omer'in musluman oluşu bir fetihti" (Usdul-ĞĂ‚be, IV,151; İbn Sa'd, a.g.e., III, 270) sozu bunu acıkca ortaya koymaktadır. Taberî'nin İbn Abbas'tan tahric ettiği bir hadise gore, muslumanlığını ilk ilĂ‚n eden kimse Hz. Omer (r.a) olmuştur (Suyûtî, a.g.e.,129). Omer (r.a) benliğini kuşatan imanın verdiği heyecanla, kufre karşı acık ve net bir şekilde, hic bir tehdide aldırış etmeden mucadele ediyordu. Muşrikler, şecaat ve kararlılığını eskiden beri bildikleri icin ona sataşmaya cesaret edemiyorlardı.
Musluman olduktan sonra surekli Resulullah (s.a.s)'ın yanında bulunmuş, onu korumak icin elinden gelen gayreti gostermiştir.
O, imĂ‚n ettikten sonra muşriklere karşı cok sert davranmış ve dinini her ortamda, kimseden cekinmeden herkese meydan okuyarak savunmuştur. İslĂ‚m tebliğinin yeni bir veche kazanması icin Medine'ye hicret emrolunduğu zaman muslumanlar Mekke'den gizlice Medine'ye goc etmeye başladıklarında, Hz. Omer, gizlenme ihtiyacı duymamıştı. Omer (r.a), beraberinde yirmi arkadaşı olduğu halde Medine'ye doğru yola cıkmıştı. Hz. Ali (r.a) onun hicretini şu şekilde anlatmaktadır: "Omer'den başka gizlenmeden hicret eden hic bir kimseyi bilmiyorum. O, hicrete hazırlandığında kılıcını kuşandı, yayını omuzuna taktı, eline oklarını aldı ve KĂ‚'be'ye gitti. Kureyş'in ileri gelenleri KĂ‚'be'nin avlusunda oturmakta idiler. O, KĂ‚'be'yi yedi defa tavaf ettikten sonra, MakĂ‚m-ı İbrahim'de iki rek'at namaz kıldı. Halka halka oturan muşrikleri tek tek dolaştı ve onlara; "Yuzler pisleşti. Kim anasını evladsız, cocuklarını yetim, karısını dul bırakmak istiyorsa şu vadide beni takip etsin" dedi. Onlardan hic biri onu engellemeye cesaret edemedi (Suyûtî, a.g.e., 130). Bunun icindir ki İbn Mes'ud;
"Onun hicreti bir zaferdi" (İbn Sa'd, aynı yer; Usdul-ĞĂ‚be, IV, 153) demektedir.
Omer (r.a), Medine donemi boyunca İslamın yucelişini etkileyen butun olaylara aktif olarak iştirak etmiştir. Resulullah (s.a.s)'ın onemli kararlar alacağı zaman goruşlerine başvurduğu kimselerin başında Omer (r.a) gelir. Onun ileri surduğu goruşler o kadar isabetliydi ki; bazı ayetler onun daha once işaret ettiğine uygun olarak nazil oluyordu. Resulullah (s.a.s) onun bu durumunu şu sozuyle ifade etmekteydi: "Allah, hakkı Omer'in dili ve kalbi uzere kıldı" (Usdul-ĞĂ‚be, IV, 151).
Omer (r.a), Bedir, Uhud, Hendek, Hayber vb. gazvelerin hepsine ve cok sayıda seriyyeye katılmış, bunların bansında komutan olarak gorev yapmıştır. Bunlardan biri Hicretin yedinci yılında Havazinliler'e karşı gonderilen seriyyedir.
Omer (r.a), butun meselelere karşı net ve tavizsiz tavır koymakla tanınır. Onun kufre karşı duşmanlığı; muşriklerin, İslĂ‚ma karşı olan saldırılarını hazmedememe konusundaki hassasiyeti; bazı kararlara şiddetle karşı cıkmasına sebep olmuştur. Hudeybiye'de yapılan anlaşmanın muşrikler lehine gorunen maddelerine karşı cıkışı bunlardan biridir. Ancak o, Resulun, Allah TeĂ‚lĂ‚'nın gosterdiği doğrultuda hareket etmekten başka bir şey yapmadığı uyarısı karşısında, hemen kendini toparlamış ve olayın ic gerceğini kavramıştı.
Resulullah (s.a.s)'ın vefatının hemen peşinden ortaya cıkan karışıklığın Hz. Ebû Bekir'in halife secilmesiyle yok edilmesinde Hz. Omer buyuk rol oynamıştır. Hz. Ebû Bekir'in kısa halifelik doneminde en buyuk yardımcısı Omer (r.a) olmuştur.
Hz. Ebû Bekir (r.a) vefat edeceğini anladığında, Hz. Omer'i kendisine halef tayin etmeyi duşunmuş ve bu duşuncesini acıklayarak bazı sahabilerle istişarelerde bulunmuştu. Herkes Omer (r.a)'ın fazilet ve ustunluğunu kabul etmekle beraber, onu bu iş icin biraz sert mizaclı buluyorlardı. Hatta Talha (r.a) ve diğer bazı sahabiler ona; "Rabbin seni Omer'i hafife tayin ettiğinden dolayı sorgularsa ona ne cevap vereceksin? Bilirsin ki Omer oldukca sert bir kimsedir" demişlerdi. Hz. Ebû Bekir onlara; "Derim ki: Allahım! Kullarının en iyisini onlara halife yaptım" karşılığını vermişti. Sonra da Hz. Osman'ı cağırarak bir kĂ‚ğıda Hz. Omer'i halife tayin ettiğini yazdırdı. KĂ‚ğıt katlanıp muhurlendikten sonra, Hz. Osman dışarı cıkarak insanlardan kĂ‚ğıtta yazılı olan kimseye bey'at edilmesini istedi. Oradakilerin bey'at etmesiyle Hz. Omer'in II. Raşid halife olarak iş başına gelişi gercekleşmiş oldu (Usdu'l-ĞĂ‚be, IV,168-199; İbn Sad, a.g.e., III, 274 vd.; Suyûtî a.g.e., 92-94).
Hz. Omer Doneminde İslam Devleti ve Fetihler
Resulullah (s.a.s)'ın sağlığında Arap yarımadası İslĂ‚mın hakimiyetine boyun eğdirilmiş ve insanlar boluk boluk ihtida ederek muslumanlarla butunleşmişlerdi.
Bunun peşinden Resulullah (s.a.s), İslam tebliğinin insanlara ulaştırılmasının onunde bir set teşkil eden, muşrik zalim guclerden biri olan Bizans imparatorluğuna karşı askerî seferleri başlatmıştı. Ebû Bekir (r.a), Resulullah (s.a.s)'ın vefatından hemen sonra ortaya cıkan Ridde hareketlerini bastırdıktan sonra, Bizans hakimiyetindeki topraklara askerî akınlar başlatmış, ote taraftan cağın despot devletlerinden ikincisi olan İran imparatorluğuna karşı da askerî faaliyetlere girişmişti. Hz. Omer (r.a)'in uzerine duşen, bu siyaseti devam ettirmekten ibaretti. Hz. Omer bir taraftan Suriye'nin fethinin tamamlanması icin gayret gosterirken, ote taraftan İran cephesinde netice almak icin ordular sevkediyordu. Kadisiye savaşıyla İran ordusu hezimete uğratılmış ve KisrĂ‚, saraylarını İslam ordusuna terk ederek doğuya kacmak zorunda kalmıştı. Peşpeşe gonderilen ordularla İranın bazı bolgeleri savaş ile, bazı bolgeleri de sulh yoluyla İslam'ın hakimiyetine boyun eğdirilmişti. Kuzeye yonelen Muğîre b. Şu'be, Azerbaycanı sulh yoluyla ele gecirmişti. Ermenistan bolgesi fethedilen yerler arasındaydı.
Suriye'nin fethi tamamlandıktan sonra bu bolgedeki askerî harekĂ‚t batıya doğru kaydırıldı. Etraftaki şehir ve kasabalar fethedildikten sonra Kudus kuşatma altına alındı. Şehirdeki hristiyanlar bir sure direndilerse de sonunda barış istemek zorunda kaldılar. Ancak, komutanlardan cekindikleri icin şart olarak şehri bizzat halifeye teslim etmek istediklerini bildirmişlerdi. Durum Ebu Ubeyde tarafından bir mektupla Hz. Omer (r.a)'a bildirildi. Hz. Omer (r.a) Ashabın ileri gelenleriyle istişare ettikten sonra, Medine'den komutanlarıyla buluşmayı kararlaştırdığı Cabiye'ye doğru yola cıktı. Cabiye'de yapılan bir anlaşmadan sonra Hz. Omer, bizzat Kudus'e kadar giderek şehri teslim aldı (H.16-M. 637). Hz. Omer (r.a) kısa bir muddet Kudus'te kaldıktan sonra Medine'ye geri dondu.
Bu arada İran cephesinde durumlar karışmaya başlamıştı. Hz. Omer, bolgede bulunan orduları takviye ederek İran meselesini kesin bir sonuca bağlamaya karar verdi. Hicri 21 yılında başlayan ve surekli takviye edilen akınlarla Azerbaycan ve Ermenistan da dahil olmak uzere, Horasan'a kadar butun İran toprakları İslam devletinin sınırları icine alınmış ve Fars cephesinde askerî harekĂ‚tlar tamamlanmıştı.
Ote taraftan Amr b. el-As, hazırlayıp uygulamaya koyduğu harekĂ‚t planıyla Mısır'ı fethetmeyi başarmış, muslumanları Mısır'dan geri puskurtmek icin İskenderiyede hazırlıklara girişen Bizanslıların uzerine yuruyerek burayı ele gecirmişti (H. 21). Boylece Suriye'den sonra, Mısır'da da Bizans'ın hakimiyetine son verilmiş oluyordu (Şibli Numanî, Butun yonleriyle Hz. Omer ve Devlet İdaresi, Terc. Talip Yasar Alp, İstanbul t.y., I, 285-286).
İslam ordularının fethettiği bolgelerdeki halk, muslumanlardan gordukleri musamaha ve Ă‚dil davranışlardan etkilenerek kitleler halinde İslĂ‚ma giriyorlardı. Asırlarca Bizans ve İran devletlerinin zulmu altında ezilen, horlanan topluluklar İslĂ‚mın kuşatıcı merhameti ile yuz yuze geldiklerinde musluman olmakta tereddut gostermiyorlardı. Kendi dinlerinden donmek istemeyenler ise hic bir baskıya maruz kalmadıkları gibi, geniş bir inanc hurriyetine kavuşuyorlardı.
Hz. Omer, bir taraftan İslĂ‚mın insanlığa tebliğinin onundeki engelleri kaldırmak icin ordular sevkederken, ote taraftan da henuz muesseselerine kavuşmamış bulunan devleti teşkilatlandırmaya calışıyordu.
Hz. Omer'den once, orduya katılan askerler ve bunlara dağıtılan paralar belirli defterlere yazılıp kayıt altına alınmazdı. Bu durum normal olarak bazı karışıklıkların cıkmasına sebep olur, gelir ve giderlerin hesabı yapılamazdı. İlk zamanlar buna pek ihtiyac da yoktu. Ancak devletin sınırları genişlemiş ve bu geniş coğrafya icerisinde devletin etkinliğini sağlayabilmek icin idarî duzenlemeler yapılması zarureti doğmuştu. O, ilk olarak askerlerin kayıtlarının tutulduğu ve fey ve ganimet gelirlerinin dağıtımının kaydedildiği "divan" teşkilatını kurdu.
Ayrıca, Suriye ve Irak'ta bulunan divanlar varlıklarını korumuşlardır. Bunlar vergilerin toplanması ile alakalı calışmaları yurutmekteydiler. Suriye ve Irak'taki divanlar her ne kadar İran ve Bizans malî teşkilatından kalma idiyse de, onun Medine'de tesis ettiği divan hicbir yabancı tesir soz konusu olmaksızın, ortaya cıkan ihtiyacları karşılamak icin kurulmuştur.
Hz. Omer, feyden elde edilen gelirlerden verdiği atıyyeleri bir gruplandırmaya tabi tutmuştur.
Hz. Omer, yargı (kaza) işlerini bir duzene koymak icin valilerden ayrı ve bağımsız calışan kadılar tayin eden ilk kimsedir. O, Kufe'ye, Şureyh b. el-Haris'i, Mısır'a da Kays b. Ebil-As es-Sehmî'yi kadı tayin etmiştir. Onun Medine'deki kadısı Ebû Derda (r.a)'dır. Bu donemin tanınmış kadılarından birisi de Ebu Mûsa el-Eşari'dir. Hz. Omer, tayin ettiği kadılara, gorevlerini ne şekilde ifa etmeleri gerektiğine dair talimatlar verir ve onların bu cerceve dışına cıkmamalarını tenbihlerdi (Mustafa Fayda, Doğuştan Gunumuze Buyuk İslĂ‚m Tarihi, İstanbul 1986, II, 176-177).
Hz. Omer (r.a)'ın, uzerinde titizlikle durduğu ve asla musamaha gostermediği en onemli konu adĂ‚let meselesiydi. O, mevki, rutbe, soyluluk vb. hicbir ayırım gozetmeden hakların sahiplerine verilmesi icin cok şiddetli davranmıştır. Bu konuda onun yanında bir kole ile efendisi arasında bir fark yoktur.
O, her tarafta adĂ‚letin eksiksiz yerine getirilmesi, muhtac ve yoksul kimselerin gozetilmesi icin ulkenin en ucra koşelerindeki durumlardan zamanında haberdar olmak icin imkĂ‚n oluşturmaya calıştı. O, muhtac kimseler konusunda din ayırımı gozetmemiş, hristiyan ve yahudilerden olan yoksullara da yardımlarda bulunmuştur.
Devletin temel gorevlerinden birisi ilmin insanlara ulaştırılmasıdır. Hz. Omer, fethedilen bolgelerde okullar acmış, buralara muderrisler tayin etmiş ve Kur'an-ı Kerim'i okumak ve onunla amel edebilmek icin gerekli olan eğitimin verilmesini sağlama yolunda gayret sarfetmiştir. İslĂ‚m'ın, musluman olan insanlara oğretilmesi ve tebliğ calışmalarının yurutulmesi icin sahabîlerden ve diğer Ă‚limlerden istifade etmiş ve onları değişik bolgelerde gorevlendirmiştir. Kur'an, Hadis ve Fıkıh oğretimi ile uğraşan bu Ă‚limlere buyuk meblağlar tutan maaşlar bağlamıştır. Hz. Omer, devletin her tarafında camiler inşa ettirmişti. Onun zamanında dort bin tane cami yapılmış olduğu rivayet edilmektedir (Ahmed en-Nedvi, Asrı Saadet, Terc. Ali Genceli, İstanbul 1985, I, 317).
İlk defa bir takvimin kullanılmasına Hz. Omer zamanında ihtiyac duyulmuş ve boylece Hicret esas alınarak oluşturulan takvimle devlet işlerinde tarihleme acısından ortaya cıkan problemler ortadan kaldırılmıştır (H. 16).
İslĂ‚m devleti, bağımsız bir devlet olmasına ve cok geniş bir coğrafî sahayı kaplayan ekonomik faaliyetlerin yurutulmesine rağmen, kullanılan paralar yabancı kaynaklıydı. Irak ve İran bolgelerinde Fars dirhemleri; Suriye ve Mısır taraflarında da Bizans dinarları tedavulde bulunmaktaydı. Bu durum o devirde henuz hissedilmeye başlanmamış olsa bile, bir ekonomik baskı tehlikesini beraberinde getirmekteydi. Hz. Omer'in, devleti muesseselere kavuşturup yapısını sağlamlaştırmaya calışırken, bu duruma da mudahale etmemesi duşunulmezdi. O, Hicri 17 de para bastırarak piyasaya surdu. Ayrıca Halid b. Velid'in Taberiye'de Hicrî 15 tarihinde dinar darbettirdiği de bilinmektedir (Hassan HallĂ‚k, DırĂ‚sĂ‚t fî Tarihil-HadĂ‚retil-İslamiye, Beyrut 1979, 13-15).
Hz. Omer (r.a), İslĂ‚m devletinin dışarıdan gelebilecek saldırılara karşı guvenliğini sağlamak ve orduları duşman bolgelerine yakın yerlerde bulundurabilmek icin ordugah şehirler tesis etmiştir. İran ve Hindistan taraflarından gelebilecek deniz akınlarına karşı Basra ordugah şehri kuruldu. Bu şehrin mevkii bizzat Hz. Omer tarafından tesbit edilmiştir. O, bu iş icin Utbe b. Gazvan'ı gorevlendirmişti. Utbe, sekizyuz adamıyla o zaman boş ve ıssız olan Haribe bolgesine gelip H. 14 yılında Basra şehrinin inşasına başladı.
Sa'd b. Ebi Vakkas, Kadisiye'de kazandığı buyuk zaferden sonra İran iclerine akınlara başlamıştı. Onun ordusu MedĂ‚in'de bulunmaktaydı. Ancak buranın ikliminin Arap askerlerin sağlığını olumsuz yonde etkilediği anlaşılınca, Hz. Omer, Sa'd'a iklim bakımından uygun ve merkez ile arasında deniz bulunmayan bir yer bulup burada bir şehir kurması talimatını verdi. Bu iş icin gorevlendirilen SelmĂ‚n ve Huzeyfe, Kufe mevkiini uygun buldular. H. 17 de kurulan bu ordugah şehir kırk bin kişiyi iskĂ‚n edebilecek buyuklukte inşa edildi.
Amr b. el-As, Mısır'ı fethettikten sonra İskenderiye'yi karargah edinmek icin Hz. Omer (r.a)'dan izin istedi. Hz. Omer (r.a), haberleşme acısından endişe duyduğu icin Kendisiyle Mısır'daki kuvvetler arasında bir nehrin bulunmasını kabul etmedi. Amr, Nil'in doğu yakasına gecerek burada Fustat adlı şehri kurdu (H. 21). Bu ordugah şehirlerinden başka yine askerî amaclı merkezler de oluşturulmuştur.
Hz. Omer'in idare anlayışı Hz. Omer, toplumu ilgilendiren meselelerde karar vereceği zaman muslumanların goruşune başvurur, onlarla istişare ederdi. O "istişare etmeden uygulamaya konulan işler başarısızlığa mahkûmdur" demekteydi. İstişarede takip ettiği yontem şuydu: Once meseleyi muslumanların ulaşabildiği coğunluğu ile goruşur, peşinden Kureyşliler'in duşuncesini sorar, son olarak da sahabilerin goruşlerini alırdı. Boylece en isabetli fikir ortaya cıkar ve uygulamaya konulurdu. Hz. Omer, muslumanların yaptığı işlerde bir hata gordukleri zaman kendisini uyarmalarını isterdi. Başka dinlere mensup olup, zımmî statusunde bulunan kimselerle alĂ‚kalı işlerde de onların goruşlerine baş vurur ve meseleyi onlarla istişare ederdi. Bu durum Hz. Omer'in adĂ‚let anlayışının ne kadar kapsamlı olduğunu ortaya koymaktadır.
Hz. Omer idarede gorevlendirdiği memurlarına karşı oldukca sert davranır, onların bir haksızlıkta bulunmalarına asla goz yummazdı. Halka karşı ise son derece şefkatle yaklaşır, onların varsa gizledikleri problemlerini oğrenip cozumlemek icin gece-gunduz uğraşıp dururdu. O bu hassasiyetini: "Fırat kıyısında bir deve helak olsa, Allah bunu Omer'den sorar diye korkarım" sozu ile ortaya koymaktadır. Hz. Omer, merkezden uzak bolgelerde halkın durumunu yakından gormek icin seyahatler yapma yoluna gitmişti. O, insanların ceşitli dertlerini uzak diyarlarda olmaları sebebiyle kendisine ulaştıramadıklarından endişe ediyordu. Bazı bolgeleri dolaşmasına rağmen başka yerlere gitmeyi tasarladığı halde omru o şehirlere ulaşmasına yetmemişti. İslĂ‚m tarihinde adĂ‚letin timsali olarak yerini alan Hz. Omer (r.a) hakkında rivayet edilen şu olay onun bu sıfatla butunleşmiş olduğunun en acık delilidir.
Bir defasında Eslem'le birlikte Harra taraflarında (Medine'nin dış bolgesi) dolaşırlarken ışık yanan bir yer gordu ve Eslem'e; "Şurada, gecenin ve soğuğun caresizliğine uğramış biri var. Haydi onların yanına gidelim" dedi. Oraya gittiklerinde bir kadını iki cocuğuyla uzerinde tencere bulunan bir ateşin etrafında otururken gorduler. Hz. Omer, onlara; "Işıklı aileye selĂ‚m olsun" dedi. Kadın selĂ‚mı aldıktan sonra yanlarına yaklaşmak icin izin alan Hz. Omer ona yanındaki cocukların neden ağladıklarını sordu. Kadın, karınlarının ac olduğunu soyleyince, Hz. Omer merakla tencerede ne pişirdiğini sordu. Kadın, tencerede su bulunduğunu, cocukları yemek pişiyor diye avuttuğunu soyledi ve; "Allah bunu Omer'den elbette soracaktır" diye ekledi. Hz. Omer, ona; "Omer bu durumu nereden bilsin ki?" diye sorduğunda kadın;
"Madem bilemeyecekti ve unutacaktı neden halife oldu" karşılığını verdi. Hz. Omer bu cevap karşısında irkilerek Eslem'le birlikte doğruca erzak deposuna gitti. Doldurdukları yiyecek cuvalını Eslem taşımak istedi. Ancak Hz. Omer (r.a); "Kıyamet gununde benim yukume ortak olacak değilsin. Onun icin bırak da yukumu kendim taşıyayım" diyerek buna izin vermedi; cuvalı omuzuna aldı ve kadının bulunduğu yere goturdu. Orada bizzat yemeği Hz. Omer (r.a) hazırlayıp pişirdi ve onları doyurdu. Eslem; "O, ateşe uflerken şakakları arasından cıkan dumanları seyrediyordum" demektedir. Hz. Omer oradan ayrılırken kadın; "Siz bu işe Omer'den daha layıksınız" dedi. Hz. Omer;
"Omer'e dua et. Bir gun onu ziyarete gidersen beni orada bulursun" dedi.
Bu onun insanlara yardım etmede ve mağduriyetlerini gidermede gosterdiği hassasiyetin orneklerinden sadece bir tanesidir.
İlmi
Hz. Omer'in fıkıh ilminde ayrı bir yeri vardır. O, her yonuyle devleti teşkilatlandırmaya calışırken diğer taraftan da bu teşkilatlanmanın alt yapısı olan ilmî gelişmeyi sağlayabilmek icin gayret sarfediyordu. Fıkıh usulunun oluşumu Hz. Omer (r.a) ile başlar. Fıkıh ilminin temellerini meydana getiren kaideleri, karşılaştığı kazĂ‚î ve idarî meseleleri cozume kavuştururken takip ettiği yontemlerle belirlemeye başlamıştır. Ondan sahih senetlerle rivayet olunan fıkhî hukumlerin sayısı birkac bini bulmaktadır. Hz. Omer'in ictihadlarının İslĂ‚m hukuku acısından cok buyuk bir onemi vardır ve Resulullah (s.a.s)'ın hadislerinden başka hic bir şey onun bu ictihadlarının uzerinde değildir (Muhammed RevvĂ‚s Kal'acı, Mevsuatu Fıkhı Omer b. el-Hattab, 1981, 8; Bu kitabta Hz. Omer'in Fıkhî ictihadları bir araya toplanarak ansiklopedik bir tarzda tasnif edilmiştir).
Hz. Omer (r.a), Hadis rivayeti konusunda cok titiz davranmıştır. O, Peygamber (s.a.s)'den hadis rivayet eden bazı kimseleri sorguya cekmiş, onlardan rivayet ettikleri hadisler icin şahid istemişti. Hz. Omer'in kendisinden beş yuz otuz dokuz hadis rivayet edilmiştir (Suyutî, a.g.e., 123).
Ayrıca o, Kur'an-ı Kerim'in te'vil ve tefsirinde ilim sahibiydi. İbn Omer'den rivayet edildiğine gore, kendisine Resulullah (s.a.s) hayattayken kimlerin fetva verdiği sorulduğunda: "Ebu Bekir ve Omer'den başkasının fetva verdiğini bilmiyorum" karşılığını vermişti (H.İ. Nasan, İslĂ‚m Tarihi, İstanbul 1985, I, 319).
Şahsiyeti Hz. Omer, inandığı şeyi yerine getirme hususunda şiddetli davranmakla tanınır. O, musluman olmadan once ilk iman edenlere karşı sert muamele etmişti. Musluman olduktan sonra ise bu sertliği İslĂ‚m'ın lehine muşriklere karşı yonelmiştir.
Hz. Omer Halife olduktan sonra da doğruların uygulanması ve hakkın elde edilmesi konusunda titiz davranmaya ve en ufak ayrıntıları bile bizzat takip etmeye aşırı dikkat gostermiştir. O, bir şeyi emrettiği veya yasakladığı zaman ilk once kendi ailesinden başlardı. Aile fertlerini bir araya toplayarak onlara şoyle derdi; "Şunu ve şunu yasakladım. İnsanlar sizi yırtıcı kuşun eti gozetlediği gibi gozetlerler. Allah'a yemin ederim ki, her hangi biriniz bu yasaklara uymazsa onu daha fazlasıyla cezalandırırım".
Sert bir mizaca sahip olmasına rağmen insanlara karşı oldukca mutevĂ‚zî davranırdı. Geniş toprakları, guclu orduları olan bir devletin başkanı olması onu diğer insanlar gibi mutevazî ve sade bir hayat yaşamaktan alıkoyamamıştır. Pahalı, luks elbiseler giymekten kacınır, diğer insanlar gibi gerektiğinde alelade işlerle uğraşmaktan cekinmezdi. Tanımayan kimse onun muslumanların halifesi olduğunu asla anlayamazdı. Cunku coğu zaman giydiği elbise yamalarla doluydu.
Hz. Omer guclu bir hitabet kudretine sahipti ve konuşurken beliğ bir uslubla konuşurdu. Onun ustun kabiliyeti yazı icin de gecerliydi. Valilerine yazmış olduğu talimatları ve mektupları Arap dili icin bir numune addedilmekteydi. Hz. Omer şiire de ilgi duyan ve şiir zevki olan sahabilerden birisidir. Cok sayıda Arap şairlerinin şiirlerini ezberlemiş, az da olsa şiir yazmıştır.
Hz. Omer ibadet ederken butun benliğiyle Rabbine yonelirdi. Halife olduktan sonra gunduz işlerinin yoğun olmasından dolayı nafile namazl
Buyuk İslam onderleri ve Hayatları...Mutlaka arşivinizde bulundurun...
Dini Bilgiler0 Mesaj
●14 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Eđitim Forumlarý
- Ýslami Bilgiler
- Dini Bilgiler
- Buyuk İslam onderleri ve Hayatları...Mutlaka arşivinizde bulundurun...