Muhabbetullah, Allah TeÂlÂ’nın kemÂl ve cemÂlini idrak ve takdir oranında kalpte oluşan ilÂhî bir nurdur. Bu muhabbet ile insan ruhu, kederlerden ve huzunlerden kurtulur. Safî neşe ve huzura kavuşur. İnsan ruhunu erdeme ulaştıran sebeplerin en sağlamı, Allah sevgisidir.

CenÂb-ı Hak, insanın kalbine sonsuz bir muhabbet kabiliyeti yerleştirmiştir. Bu sonsuz muhabbet, ancak zÂt ve sıfatlarıyla sonsuz kemÂlde bulunan Allah icindir. YÂni, insana lutfedilen bu sevgi kabiliyeti Allah’ı sevmek icindir.

İnsan bir şeyi ya ondaki kemÂl, yahut ondan aldığı lezzet ve gorduğu menfaat icin sever. MeselÂ, bir Musluman peygamberleri, evliyaları, irfan ve fazilet sahibi zÂtları, onlardaki “kemalÂt-olgunluk-erdem” icin sever. Kendisine ihsan eden kimseleri, onlardan gorduğu lutuf ve ikramları icin sever. Yediği yemek ve meyveleri ise lezzetleri icin sever. İnsan, aklen ve vicdanen bilir ki, kemÂllerini takdir ettiği, ihsanlarından memnun olduğu ve lezzet aldığı butun bu varlıklar Allah’ındır. Hepsini O yaratmıştır. Bunlarda tecelli eden butun kemÂl, cemÂl ve ihsanlar, hep Ondan gelmektedir.

Oyleyse, insan kendindeki bu nihayetsiz muhabbet kabiliyetini, evvela ve bizzat Allah’a verecek, diğer butun muhabbete lÂyık zÂtları, nimetleri ve ihsanları da Allah icin sevecektir. Bozulmamış her akıl ve vicdan, bu hakikati kabul eder.

Her Musluman, şu konuyu dikkatle goz onune almalıdır: Kur’Ân-ı Kerim, insanların dunyevî ve uhrevî butun durumlarına olcu getirmiştir. Konuşmalarına, yiyip icmelerine, ticaretlerine olcu koyduğu gibi; fikir ve his Âlemlerine de olculer koymuştur.

MeselÂ, konuşmaya olcu getirmiştir: Musluman yalan konuşamaz. Duşunce tarzına olcu getirmiştir: İnsan CenÂb-ı Hakk’ın zÂtını, mahiyetini ve nasıl olduğunu duşunemez. Aynı şekilde Allah’ı sevmeye ve Ondan korkmaya da olcu getirmiştir. Allah sevgisinin olcusu, “iyi amel işlemek”, Allah korkusunun olcusu ise, “takv” yÂni gunahlardan sakınmaktır.

Allah’ı sevmenin nasıl olacağına gelince, bu hususta Kur’Ân-ı Kerim şu olcuyu koymuştur:

“De ki: Eğer Allah’a muhabbetiniz varsa hemen bana uyun ki, Allah da sizleri sevsin ve suclarınızı affetmekle ortsun. Allah Gafûr’dur, Rahîm’dir.”(Âl-i İmrÂn, 3/31)

Yukarıdaki ayet-i kerimenin tefsirinde şoyle buyurulmaktadır:

“Allah’a (c.c.) imanınız varsa, elbette Allah’ı seveceksiniz. Madem Allah’ı seveceksiniz, Allah’ın sevdiği tarzı yapacaksınız. Ve o sevdiği tarz ise Allah’ın sevdiği zÂta benzemelisiniz. O’na benzemek ise, O’na ittiba etmek (tÂbi olmak)tır. Ne vakit O’na ittiba etseniz Allah da sizi sevecek. Zaten siz Allah’ı seversiniz; t ki, Allah da sizleri sevsin.”

Bu ayet-i kerime ve izahından anlaşıldığı gibi, Allah’ı sevmenin yolu, Peygamber Efendimiz (asm.)'a uymaya calışmaktır. Bir mumin, itikat, ahlÂk ve ibadette Resulullah’a benzemek ve O’nun getirdiği butun hukumleri mumkun olduğu kadar uygulamakla Allah’ı sevmiş olur. AshÂb-ı KirÂm'ın buyukluğu, Resulullah’a tÂbi olmakta en ileri seviyede olmalarındadır. Bu vadide, Hz. Ali (ra.) ve Âl-i Beyt’in de cok ozel bir yeri vardır. Oyleyse onları seven her mumin de onlar gibi Peygamberimiz (asm.)'a tÂbi olmakla sorumludur.

Sonuc olarak, Peygamberimiz (asm.) Allah’ın sevdiği, razı olduğu insan modelidir. Bir mumin O Rehber-i Ekmel’e benzediği olcude, Allah’ı sevmiş ve Onun muhabbetini kazanmış olur.

Peygamberimize benzemek ise, fiilleri, sozleri, ahlakı ve davranışlarıyla Onun butun Sunnet-i Seniyye’sine tÂbi olmakla mumkun olur.

Buna gore, Sunnet-i Seniyye’ye tam uymak isteyen bir mumin, Resulullah Efendimiz (asm.) gibi -farz, vacip, sunnet- butun namazlarını kılacak, orucunu tutacak, zengin ise hacca gidecek ve zekÂt verecek, Kur’an’ı okuyacak, Onun sevdiklerini sevecek, sevmediklerini sevmeyecek. Onun ahlÂkına mumkun olduğu kadar uymaya calışacaktır.

__________________