İNSANIN YARATILIŞI
İnsan, hayatı boyunca sahip olduğu bedenle gorur, işitir, nefes alır, yurur, koşar ve zevk alır. İnsan bedenini oluşturan kemikler, kaslar, damarlar, ic organlar mukemmel bir duzene sahiptir. Bu duzen incelendiğinde ise, daha da şaşırtıcı gerceklerle karşılaşılır. Birbirinden farklı gibi gorunen bu vucut parcalarının tamamı aynı malzemelerden oluşmaktadır. Bu malzeme hucredir.Hucre, bir organın orneğin kemiğin en kucuk parcasıdır. Bir hucre o kadar kucuktur ki, bir milyon tane hucre biraraya gelse ancak bir iğne ucu kadar yer kaplar.
İnsan bedenini oluşturan 60-70 kiloluk et ve kemik kutlesinin ozu, insanın doğumundan 9 ay 10 gun once tek bir hucrede toplanmıştır. Bu hucre, anneden gelen yumurta hucresiyle babadan gelen sperm hucresinin annenin bedeninde birleşmesiyle oluşur.
İnsan bedenini oluşturan 60-70 kiloluk et ve kemik kutlesinin ozu, insanın doğumundan 9 ay 10 gun once tek bir hucrede toplanmıştır. Bu hucre, anneden gelen yumurta hucresiyle babadan gelen sperm hucresinin annenin bedeninde birleşmesiyle oluşur.
Hedefe Kilitlenmiş Kusursuz Bir Ordu
Sperm ve yumurta hucrelerinin anne bedeninde birleşmesi, yani annedeki bir yumurtanın dollenmesi icin her seferinde yaklaşık 300 milyonluk bir sperm ordusu babanın vucudunda hazır hale getirilir. Bu sayının bu kadar yuksek olmasının nedeni, yumurtanın dollenmesini engelleyecek herhangi bir durumu ortadan kaldırmaya yoneliktir.
Dollenme işlemi icin erkek bedeninden atılan spermlere ceşitli bezlerden salgılanan sıvıların oluşturduğu bir karışım eşlik eder. Meni denen bu salgılar ve sperm karışımında sadece spermlerin dolleme yeteneği vardır. Kuran'da meniden karmaşık bir su olarak şoyle soz edilir:"Şuphesiz, Biz insanı karmaşık olan bir damla sudan yarattık. Onu deniyoruz. Bundan dolayı onu işiten ve goren yaptık." (İnsan Suresi, 2)
Spermin yapısında dollenmeyi kolaylaştırıcı ozellikler bulunur. Spermin baş, orta, kuyruk bolumleri vardır. Metrenin milyonda biri kadar olan baş bolumune bir hucreyi bir insana donuşturen babadan gelen tum bilgi sığdırılmıştır. Spermin bir diğer onemli parcası da kuyruktur. Kuyruk surekli bir kamcı hareketi yaparak yumurta hucresine ulaşmayı sağlar.
Yeni Bir İnsanın Oluşumunda Rol Oynayan Yumurta Hucresi
Dollenmenin kolaylıkla gercekleşebilmesi icin kadın bedeninde de bircok sistem hazırlanmıştır. Yumurta, yumurtalık adı verilen ve her detayıyla bu iş icin yaratılmış bir organda uretilir. Yumurtalıklar, rahimin sağında ve solunda yer alır ve rahme ince tuplerle bağlıdırlar. Yumurtalıkta uretilen yumurta daha sonra bu tuplerin ozel yaratılışı sayesinde spermle buluşur. Bu tuplerin icindeki kucuk tuycukler ileri geri hareket ederek hareketleriyle yumurtayı sperme doğru ilerletirken spermi de yumurtaya doğru ilerletirler. Dollenme bu tupun icinde gercekleşir.
Yumurtanın dış kısmı icinde yağ, şeker ve protein bulunan bir zarla cevrilidir. Bu zar, yumurtaya sperme doğru yapacağı hareket icin gereken enerjiyi sağlar. Peki kucucuk hucre, daha yumurtalıkta uretildiği anda boyle bir yola cıkacağını ve bu yolculuk sırasında kendisine enerji gerekeceğini bilebilir mi?
Yumurtanın dış kısmı icinde yağ, şeker ve protein bulunan bir zarla cevrilidir. Bu zar, yumurtaya sperme doğru yapacağı hareket icin gereken enerjiyi sağlar. Peki kucucuk hucre, daha yumurtalıkta uretildiği anda boyle bir yola cıkacağını ve bu yolculuk sırasında kendisine enerji gerekeceğini bilebilir mi?
Bebeğin Buyumesi İcin Yaratılmış En Guvenli Yer: ANNE RAHMİ
"Alak" kelimesinin Arapca'daki anlamı, "bir yere asılıp tutunan şey" demektir. Hatta alak kelimesi asıl olarak deriye yapışarak oradan kan emen sulukleri tanımlamak icin kullanılır.
Dollenmiş yumurta da tam olarak ayette bildirildiği gibi rahim duvarına asılıp tutunmaktadır. Bundan 1400 sene oncesinde indirilmiş olan Kuran'da, anne karnında gelişmekte olan hucreyi bu ozelliğiyle tarif eden bir kelime kullanılması, Kuran'ın mucizelerinden biridir. O donemin bilim duzeyi ile keşfedilmesi mumkun olmayan bu bilginin, asırlar once Kuran'da bildirilmiş olması Kuran'ın Alemlerin Rabbi olan Allah tarafından indirildiğini bir kez daha tasdik etmektedir.
Sadece bir hucre topluluğu olan bu minik et parcası (alak), nasıl olur da gelişimi icin en uygun yeri secer? Bu şuurlu davranış, insan vucudunda gercekleşen işlemlerin ustun bir aklın kontrolunde gercekleştiğini gosterir:
"Dol yataklarında size dilediği gibi suret veren O'dur. O'ndan başka ilah yoktur; ustun ve guclu olandır, hukum ve hikmet sahibidir." (Al-i İmran Suresi, 6)
"Dol yataklarında size dilediği gibi suret veren O'dur. O'ndan başka ilah yoktur; ustun ve guclu olandır, hukum ve hikmet sahibidir." (Al-i İmran Suresi, 6)
Hucreler Farklı Gruplara Ayrılıyor!
Rahime tutunan ve birbirinin aynı olan hucreler belli bir sure sonra bolunerek coğalır. Her gecen gun bazı hucreler diğerlerinden farklı bir yapıya burunmeye başlar. Butun hucreler adeta gorev yerine dağılan işciler gibi boluk boluk hareket ederler. Bu yoğun faaliyet sonucunda bazı hucreler kemik, bazısı deri, bazısı da kas hucresi olacaklardır.
Bu hazırlığın nasıl yapılacağı, hangi hucrenin hangi dokuyu, hangi organı meydana getireceği her hucre grubuna ayrı ayrı ilham edilmiştir. Başta birbirinin aynı olan hucrelerin coğalmasıyla vucutta yaklaşık 200 tur hucre oluşur. Bu oluşumda hicbir karışıklık olmaz; her hucre nerede nasıl davranacağını cok iyi bilir. Bu kusursuz duzeni sağlayan ve hucrelere neler yapacaklarını ilham eden, her şeyin hakimi olan yuce Allah'tır.
İki Canlı Arasındaki Hayat Koprusu: Plasenta
Kemiklerin Kasla Sarılması
Cok yakın bir zamana kadar kemiklerle kasların birlikte ortaya cıkarak anne karnında geliştikleri sanılıyordu. Ancak yapılan son araştırmalar cok farklı ve insanların hic farkında olmadıkları bir gerceği ortaya koydu. Şoyle ki; anne karnındaki bebekte kıkırdak dokunun sertleşmesiyle once kemik oluşur, daha sonra kas hucreleri kemiklerin etrafındaki dokulardan oluşup kemiği sararlar.Oysa bilimin yeni keşfettiği bu gercek, Kuran'da 1400 sene once insanlara bildirilmiştir: "Sonra o su damlasını bir alak (hucre topluluğu) olarak yarattık; ardından o alak'ı bir ciğnem et parcası olarak yarattık; daha sonra o ciğnem et parcasını kemik olarak yarattık; boylece kemiklere de et giydirdik; sonra bir başka yaratışla onu inşa ettik. Yaratıcıların en guzeli olan Allah, ne yucedir. " (Muminun Suresi, 14)
Bebeğin Hayat Suyu: Amniyon Suyu
Bebek, gelişimini tamamladığı 9 ayı anne karnında ici sıvı dolu bir kesede gecirir. Bu sıvı amniyon sıvısıdır. Bu sıvı pek cok ozelliği ile bebeği dış dunyaya hazırlar. Bebek bu sıvı icinde dış dunyaya alışmak icin hareket eder. Duzenli olarak bu sıvıyı icer, dili tat almaya, bağırsakları emilime, bobrekleri de suzme işine alıştırılır. Bu sıvı aynı zamanda dışarıdan gelecek darbelere karşı da bebeği korur. Cunku, sıvılara herhangi bir yonden gelen basınc her tarafa eşit olarak dağıtılır.
Amniyon sıvısı anne sağlığı icin de onemlidir. Sıvı icinde yuzen bebek anne rahmine ağırlık yapmaz ve bu sayede normal gelişimini tamamlayabilir.
Yeni Bir Dunyaya Doğru…
Bu arada bebek de dışarı cıkış icin en uygun hali yani başın rahim boynuna sokulduğu pozisyonu alır. Peki bebek doğum icin en uygun pozisyonun bu olduğunu, daha onemlisi doğum zamanın geldiğini nasıl bilir? Henuz şuuru tam oluşmamış bir varlığın boylesine şuurlu davranışlar sergilemesi elbette onun, kendi iradesiyle değil, yaratıcısı olan Allah'ın ilhamıyla hareket ettiğinin apacık gostergesidir. Allah, bunu Kuran'da şoyle bildirir:Ey insanlar, eğer dirilişten yana bir kuşku icindeyseniz, gercek şu ki, biz sizi topraktan yarattık, sonra bir damla sudan, sonra bir alak'tan (embriyo), sonra yaratılış bicimi belli belirsiz bir ciğnem et parcasından; size (kudretimizi) acıkca gostermek icin. Dilediğimizi, adı konulmuş bir sureye kadar rahimlerde tutuyoruz. Sonra sizi bebek olarak cıkarıyoruz, sonra da erginlik cağına erişmeniz icin (sizi buyutuyoruz). Sizden kiminizin hayatına son verilmekte, kiminiz de, bildikten sonra hicbir şey bilmeme durumuna gelmesi icin omrun en aşağı ucuna (yaşlılığa) geri cevrilmektedir. Yeryuzunu kupkuru olu gibi gorursun, fakat biz onun uzerine suyu indirdiğimiz zaman titreşir, kabarır ve her guzel ciftten (urunler) bitirir. (Hac Suresi, 5)
SAVUNMA SİSTEMİ MUCİZESİ
"Fagositoz" olarak adlandırılan bu olayda makrofaj cok sayıdaki bakteriyi yutmak icin uzanıyor (ustte). Bakteriler makrofajın bir uzantısı tarafından sarılmış durumda (sağ ustte). Ve bir hucre tarafından yutuluyorlar (sağda). Daha sonra makrofaj icindeki guclu kimyasal maddeler saldırganı parcalarına ayırıp yok etmektedirler. Bir diğer deyişle makrofaj duşmanı yutmakta, sindirmekte ve acığa cıkan maddeleri kullanmaktadır.
1 SAVAŞ BAŞLIYOR Virusler bedende yayılırken bir kac tanesi makrofajlar tarafından yutulur. Makrofajlar virusun antijenlerini ayırarak kendi yuzeylerine yerleştirirler. Kan dolaşımında bulunan milyonlarca yardımcı T hucresinden cok azı bu ozel antijeni 'okuma' yeteneğine sahiptir. Makrofaja bağlanan bu T hucreleri etkin hale gecerler.
2 SAVUNMA HUCRELERİ COĞALIYOR Yardımcı T hucreleri etkin hale gecince coğalmaya başlarlar. Daha sonra az sayıdaki, duşman viruse duyarlı olan oldurucu T hucrelerini ve B hucrelerini uyarırlar B hucrelerinin sayısı artarken yardımcı T hucreleri onlara antikor yapmaları icin işaret verir.
3 HASTALIĞIN YENİLMESİ Bu sırada viruslerin bir kısmı hucrelerin icine girmişlerdir. Virusler sadece hucre icinde coğalabilir. Oldurucu T hucreleri salgıladıkları kimyasal maddelerle bu hucrelerin zarlarını delerek olumlerine neden olur, boylece hucre icindeki virusun coğalmasını onlerler. Antikorlar da doğrudan virusun yuzeyine bağlanarak onu notralize eder hucrelere girişini onler ve icine sızılan hucreleri yok edecek kimyasal tepkimeler başlatırlar.
4 SAVAŞ SONRASI Hastalık yenilgiye uğratılınca baskılayıcı T hucreleri tum saldırı sistemini durdururlar. Bellek T ve B hucreleri, eğer tekrar aynı virusle karşılaşılırsa hemen harekete gecmek uzere, kan ve lenf sisteminde kalırlar.
GOZDEKİ KUSURSUZ TASARIM

Bu cumleyi siz okuyup bitirinceye kadar gozunuzde yaklaşık yuz milyar (100.000.000.000) işlem yapıldı. Dunyanın bu en ilginc, en hızlı ve en kusursuz bilgi transferi, her an kesintisiz devam ediyor.
Gozleriniz olmasaydı bir rengin, bir şeklin, bir manzaranın, bir insan yuzunun, guzellik denen kavramın nasıl bir şey olduğunu hicbir zaman hayalinizde canlandıramazdınız. Fakat, gozleriniz var ve bu sayede etrafınızı goruyor, şu anda da bu yazıyı okuyorsunuz. Bunun ne kadar buyuk bir mucize olduğu, coğu insan gibi belki bugune kadar sizin de aklınıza gelmemişti.
Dış dunyadaki ışık parcacıkları, gozunuzun onundeki şeffaf kornea tabakasından, sonra iris denen cember şeklindeki dokudan, daha sonra da odaklama yapan mercekten geciyor ve gozun arka tarafındaki retinaya duşuyor. Retina, organik hucrelerden oluşmasına rağmen, uzerine duşen bu goruntuyu, dunyanın en hızlı bilgisayar işlemcisinden cok daha hızlı bir bicimde yorumlayarak "bilgi"ye yani elektrik sinyallerine donuşturuyor. Elektrik sinyalleri haline gelen goruntu, sinirler aracılığıyla beyindeki gorme merkezine iletiliyor. Bu merkezdeki hucreler ise, bu bilgiyi yeniden yorumlayarak tekrar goruntu haline getiriyor.
Gozun mukemmel yapısı, elbette burada ozetlediğimizden cok daha fazla detaya sahip. Orneğin mercek, ışınları retina uzerine odaklarken, surekli olarak kalınlığını ayarlıyor. Bu "otomatik odaklama" sistemi sayesinde, 20 cm uzaktaki elinize baktıktan hemen sonra, 100 m uzaklıktaki bir ağaca bakabiliyor ve anında net bir goruntu elde edebiliyorsunuz. Eğer merceğin boyle bir ozelliği (ve bu iş icin etrafına yerleştirilmiş onlarca minik kas) olmasaydı, sadece belirli bir mesafedeki cisimleri net gorebilecektiniz. Daha uzak ve daha yakındaki maddeler ise her zaman cok bulanık gorunecekti. Kısacası, goz, "otomatik odaklama" ozelliğine sahip olan -ve son 10 yıl icinde geliştirilen- modern kameraların yaptığı işi, milyonlarca yıldır yapıyor. Ustelik hicbir kamera goz kadar kusursuz odaklama yapamıyor.
Gozun parcalarından biri olan iris dokusu ise daha farklı bir ayarlamayı ustlenmiş durumda. İris, gozunuze rengini veren doku, ama asıl işlevi goze girecek ışık miktarını belirlemek. Biraz loş bir ortama girdiğinizde, iris hemen genişliyor ve ortasındaki "goz bebeği" buyuyerek retinaya daha fazla ışık girmesini sağlıyor. Guneşe cıktığınızda ise tam tersi gercekleşiyor ve iris, kamaşmayı en aza indirmek icin, cok hızlı bir bicimde daralıyor. Eğer iris boyle bir işleve sahip olmasıydı, sadece belirli bir ışıkta etrafı iyi gorebilirdiniz. Biraz daha loş bir ortam zifiri karanlık haline gelir, biraz daha aydınlıkta gozleriniz tamamen kamaşırdı.
Goz Kapakları
Goz kapakları, gozun korunması icin yaratılmış olan en onemli parcalardan birisidir. Goz kapaklarının gorevi, goz kuresini korumakla birlikte "kornea"yı her an belli bir nem oranında tutmaktır. Goz kapaklarının ic kısmında bulunan damarlar, uykuda oksijen alamayan gozun dış tabakasını beslerler.
Herkes gun icinde hic farkında olmadan binlerce kez gozlerini kırpar. Bu hareket istem dışı olarak yapılır ve bu sayede gozler yoğun ışık temasından ve yabancı maddelerden korunur. Bu işlemin hicbir caba sarf etmeden yapılması da coğu insanın farkında olmadığı bir nimettir.
Herkes gun icinde hic farkında olmadan binlerce kez gozlerini kırpar. Bu hareket istem dışı olarak yapılır ve bu sayede gozler yoğun ışık temasından ve yabancı maddelerden korunur. Bu işlemin hicbir caba sarf etmeden yapılması da coğu insanın farkında olmadığı bir nimettir.
Goz Bebeği
Goze giren ışık miktarı, goz bebeği acıklığının derecesine gore yaklaşık 30 kat değişebilir. Orneğin bir flaş patlaması ile 0.1 saniyede yapılacak değişim sonucunda goz bebeği hemen ayarlanıp ışığı kırar.
Elbette tum bu saydıklarımız gozde cok ustun bir "tasarım" olduğunu ispatlamaktadır. Bu oyle bir sistemdir ki, tek bir parcası, orneğin sadece gozyaşı bezleri ya da korneanın şeffaflığı olmasa, goz hicbir işe yaramaz. Yani, gozun işlev gormesi icin butun temel parcalarının (yaklaşık 40 ayrı dokunun) aynı anda, gereken yerde, gereken işlev ve yapıda olması gerekir. Bu denli kompleks bir tasarımın "evrim"le, yani bir rastlantılar zinciriyle oluşması ise elbette ki imkansızdır. Acık olan gercek, gozun ustun bir aklın eseri olduğudur. Bu Rabbimiz'in benzeri olmayan aklıdır. Allah, insanlara yol gosterici olarak indirdiği kitabında şoyle bildirir:"Allah, sizi annelerinizin karnından hicbir şey bilmezken cıkardı ve umulur ki şukredersiniz diye işitme, gorme (duyularını) ve gonuller verdi." (Nahl Suresi, 78)
Elbette tum bu saydıklarımız gozde cok ustun bir "tasarım" olduğunu ispatlamaktadır. Bu oyle bir sistemdir ki, tek bir parcası, orneğin sadece gozyaşı bezleri ya da korneanın şeffaflığı olmasa, goz hicbir işe yaramaz. Yani, gozun işlev gormesi icin butun temel parcalarının (yaklaşık 40 ayrı dokunun) aynı anda, gereken yerde, gereken işlev ve yapıda olması gerekir. Bu denli kompleks bir tasarımın "evrim"le, yani bir rastlantılar zinciriyle oluşması ise elbette ki imkansızdır. Acık olan gercek, gozun ustun bir aklın eseri olduğudur. Bu Rabbimiz'in benzeri olmayan aklıdır. Allah, insanlara yol gosterici olarak indirdiği kitabında şoyle bildirir:"Allah, sizi annelerinizin karnından hicbir şey bilmezken cıkardı ve umulur ki şukredersiniz diye işitme, gorme (duyularını) ve gonuller verdi." (Nahl Suresi, 78)
En Mukemmel Goz Damlası:Gozyaşı
İcinde boyle son derece guclu bir dezenfektan bulunan gozyaşı, gozun kimyasal yapısına en uygun şekilde yaratılmıştır. Bu yağlama-nemlendirme sistemi sayesinde gozunuz kurumaz. Eğer bu sistem var olmasa ya da eksik calışsaydı, o zaman goz ile goz kapağı arasında surekli bir surtunme olur, gozunuz birkac dakika icinde kurur, goz kapaklarınız yapışır ve oldukca acılı bir surec sonucunda kor olurdunuz.
İSKELETİN YARATILIŞI
Gulme, koşma, yurume, oturma, kalkma, ayakta durma, yatma, yazı yazma... Her insan butun bu işlemleri kemikleri sayesinde yapar. Kemikleri sayesinde yurur, yine onlar sayesinde ayakta durur, yatar, guler, kemikleri sayesinde yemek yer. İnsan bedeninin catısı 206 tane sert parcanın biraraya gelmesiyle oluşmuştur. İnsan vucudunda bulunan ve her biri farklı fonksiyonlara sahip olan kemikler, Allah'ın yaratma sanatının yuceliğini bize gosterirler.
Kemik dokusu coğu kimsenin zannettiği gibi cansız değildir. Kemik dokusu vucutta kalsiyum, fosfat gibi bircok onemli mineralin bankasıdır. Vucudun ihtiyacına gore bu mineralleri depo eder veya daha onceden depo ettiklerini vucuda verir. Butun bunların yanı sıra kırmızı kan hucrelerinin uretimi de kemik iliği tarafından yapılır.
İskeletin Mukemmel İşlevi
İskelet butun olarak mukemmel bir işleve sahip olmasının yanında, onu oluşturan kemikler de ustun bir yapıya sahiptir. Vucudun taşınması ve korunması gibi onemli bir gorevi ustlenen kemiklerimiz, bu işi rahatlıkla yerine getirebilecek kapasite ve sağlamlıkla yaratılmıştır. Hatta bu yonde oldukca geniş bir guvenlik payı bırakılmış ve vucudun muhatap olacağı zor durumlar da hesaba katılmıştır. Orneğin; uyluk kemiği, dikey durumda bir ton ağırlığı kaldırabilecek kapasitededir. Nitekim atılan her adımda bu kemiğimize vucut ağırlığımızın uc katı yuk binmektedir. Hatta sırıkla yuksek atlama yapan bir atlet yere inerken kalca kemiğinin her santimetrekaresi 1400 kiloluk bir basınca maruz kalır. O halde, kemik denen ve bir tek hucrenin bolunmesi sonucunda ortaya cıkan bu yapıyı, bu kadar kuvvetli kılan nedir?
Kemiklerin ic yapısı , insanların binalarda ve koprulerde kullandığı kafes yapı sistemine benzer bir yapıda inşa edilmiştir. Onemli bir farkla; kemik icindeki sistem, insanın geliştirdiğinden cok daha ustun ve karmaşıktır. Bu sayede kemikler, hem son derece sağlam, hem de insanın rahatlıkla kullanabileceği hafiflikte olurlar. Eğer aksi olsaydı, yani kemiklerin ici, dışı gibi sert ve tamamen dolu olsaydı, hem kemiklerin ağırlığı insanın taşıyabileceğinin cok uzerinde olurdu, hem de kemiğin yapısı gevrek ve sert olup en kucuk bir darbede catlayabilir veya kırılabilirdi.
Tasarım Harikası Kemiklerimiz
Kemiklerimizin bu mukemmel tasarımı, bizim son derece rahat bir hayat surmemizi, cok zor hareketleri kolaylıkla ve hic acı duymadan yapabilmemizi sağlamaktadır. İnsana duşen kuşkusuz bu mukemmel bedeni onun icin yaratmış ve emrine vermiş olan Allah'ı bilmesi ve O'na şukredici olmasıdır. İnsan vucudundaki kemiklerin esneklikleri ihtiyaca gore değişebilir. Orneğin kadınlarda leğen kuşağı kemikleri, hamileliğin son aylarına doğru gevşer ve birbirinden biraz ayrılırlar. Bu son derece onemli bir ayrıntıdır, cunku bu gevşeme sayesinde bebeğin başı doğum sırasında ezilmeden dışarı cıkabilir. Acaba leğen kemiği, dunyaya yeni gelecek bir canlının başının ezilmemesi icin kendisini daha esnek bir hale getirmeye nasıl karar vermektedir? Boylesine onemli bir ayarlama, evrimin yani tesaduflerin bir hediyesi asla olamaz. Acık olan tek gercek vardır. Tum bunların cevabı kusursuz ve planlı bir yaratılıştır.
Kemiklerin esnekliğine başka bir ornek olarak bebekleri verelim. Bebeklerin kafatası ve diğer kemikleri cok yumuşaktır ve birbirleri uzerinde az da olsa hareket edebilirler. Bu esneklik sayesinde bebeğin başı doğumda bir hasar gormeden cıkabilir. Eğer bu kafatası kemikleri doğum sırasında sert olsaydı, anne karnından cıkarken catlayabilir hatta kırılarak bebeğin beyninde buyuk hasarlara yol acabilirdi. Bu aşamada tekrar kacınılmaz bazı sorularla karşılaşıyoruz. Acaba bebeğin kafatası kemiklerinin doğum sırasında karşılacakları tehlikeyi kim, nereden bilmekte, bu onlem nasıl alınmaktadır? Acıktır ki annenin de, cocuğun da boyle bir engelle karşılaşacaklarından haberleri yoktur. Ustelik haberleri de olsa herhangi bir şekilde mudahalede bulunamazlar. Bebeğe ve annesine hayat veren de, onlar icin boyle bir sistemi yaratan da kuşkusuz ustun ilim sahibi olan Allah'tır.
İskeletin Hareket Kabiliyeti
İskeletlerin hareket kabiliyeti de uzerinde durulması gereken onemli bir ayrıntıdır. Her adım atışımızda omurgamızı meydana getiren omurlar birbiri ustunde hareket eder. Bu surekli hareket ve surtunme, omurların aşınmasına neden olabilir. Oysa bunu onlemek icin her bir omur arasına disk denilen dayanıklı kıkırdaklar yerleştirilmiştir. Bu diskler amortisor gorevi yapar. Dahası her adım atışta, vucut ağırlığı yuzunden yerden vucuda bir tepki kuvveti gelir. Bu kuvvet, omurganın sahip olduğu amortisorler ve "kuvvet dağıtıcı" kıvrımlı şekli sayesinde, vucuda zarar vermez. Eğer tepkiyi azaltan esneklik ve ozel yapı olmasaydı, ortaya cıkan kuvvet doğrudan kafatasına iletilirdi ve her adım attığımızda beynimiz sarsılırdı.
Tum bunlar insan bedeninin cok mukemmel bir tasarımın, daha doğrusu bir yaratılışın urunu olduğunu gostermektedir. İnsan bu mukemmel tasarım sayesinde birbirinden cok farklı hareketleri buyuk bir hız ve rahatlık icinde yerine getirir. Oysa boyle olmayabilirdi. Cok daha sert, cok daha kaba bir iskeletimiz olabilirdi. Orneğin tum bacağımızın tek bir uzun kemikten meydana geldiğini duşunun. Boyle bir durumda yurumek buyuk bir sorun haline gelecek, son derece hantal ve hareketsiz bir bedenimiz olacaktı. Bir yere oturmak bile gucleşecek, bu tur hareketler sırasındaki zorlamalar nedeniyle bacak kemiği kolaylıkla kırılabilir hale gelecekti.
Oysa yapmak istediğimiz her harekete izin veren, dahası bunları kolaylaştıran ve guvenli hale getiren bir iskeletimiz vardır. Fakat biz ne iskeletimizin tasarımını yaptık, ne de kemiklerimizi meydana getirdik. Bunları herhangi bir tesadufi guc ya da doğal bir surec de meydana getirmedi. Bunları bizim icin en mukemmel şekilde yaratan Allah'tır. Rabbimiz bizleri bu gercek uzerinde duşunmeye şoyle davet eder:"... Kemiklere de bir bak nasıl biraraya getiriyoruz, sonra da onlara et giydiriyoruz?" (Bakara Suresi, 259)
KANIN HAYATİ FONKSİYONUTum bunlar insan bedeninin cok mukemmel bir tasarımın, daha doğrusu bir yaratılışın urunu olduğunu gostermektedir. İnsan bu mukemmel tasarım sayesinde birbirinden cok farklı hareketleri buyuk bir hız ve rahatlık icinde yerine getirir. Oysa boyle olmayabilirdi. Cok daha sert, cok daha kaba bir iskeletimiz olabilirdi. Orneğin tum bacağımızın tek bir uzun kemikten meydana geldiğini duşunun. Boyle bir durumda yurumek buyuk bir sorun haline gelecek, son derece hantal ve hareketsiz bir bedenimiz olacaktı. Bir yere oturmak bile gucleşecek, bu tur hareketler sırasındaki zorlamalar nedeniyle bacak kemiği kolaylıkla kırılabilir hale gelecekti.
Oysa yapmak istediğimiz her harekete izin veren, dahası bunları kolaylaştıran ve guvenli hale getiren bir iskeletimiz vardır. Fakat biz ne iskeletimizin tasarımını yaptık, ne de kemiklerimizi meydana getirdik. Bunları herhangi bir tesadufi guc ya da doğal bir surec de meydana getirmedi. Bunları bizim icin en mukemmel şekilde yaratan Allah'tır. Rabbimiz bizleri bu gercek uzerinde duşunmeye şoyle davet eder:"... Kemiklere de bir bak nasıl biraraya getiriyoruz, sonra da onlara et giydiriyoruz?" (Bakara Suresi, 259)
Kan bedenimize canlılık vermek icin yaratılmış bir yaşam sıvısıdır. Vucudumuzda dolaştığı surece onu ısıtır, soğutur, besler, korur, enerji verir ve icindeki zehirli maddelerin atılmasını sağlar. Bedenimizdeki haberleşmenin neredeyse tamamını ustlenir. Ayrıca damarlarda oluşan her yırtığı anında kapatır. Sistem boylelikle kendini surekli olarak yeniler. 60 kg ağırlığındaki bir insanın damarlarında ortalama 5 lt kan dolaşır. Kalp, bu miktarı bedende rahatlıkla bir dakikada dolaştırabilir. Hatta fiziksel bir zorlanma sırasında ya da spor yaparken, bir dakikada bu miktarın beş katını dolaştırabilir.
Oksijen Taşıyıcısı
Soluduğumuz hava, yaşamın en gerekli maddesidir. Ateşin, odunu yakabilmesi icin nasıl oksijene gereksinimi varsa, hucrelerin de enerji uretimi sırasında şekeri parcalayabilmek icin oksijene gereksinimleri vardır. Bunun icin, oksijenin akciğerlerden kaslara ulaştırılması gereklidir. İşte, karmaşık bir boru hattına benzetebileceğimiz kan dolaşım sistemimiz de bu gorevi ustlenir. Oksijeni taşıma gorevini, alyuvarların icindeki hemoglobin molekulu yerine getirir. Yassı, yuvarlak ve her iki yanı basık bir yapıda olan alyuvarların yalnızca biri neredeyse 300 milyon hemoglobin taşır.
Alyuvarların, kusursuz bir calışma sistemi vardır. Oksijeni taşımakla kalmayıp, onu gerektiği yerde de bırakabilirler. Bunu da en gerekli yer ve zamanda, orneğin cok calışan bir kas hucresinin yanından gecerken yaparlar. Alyuvarlar, oksijeni bu şekilde gerekli dokulara verirken, şekerin yakılması sonucunda acığa cıkan karbondioksiti de alarak akciğere taşır ve orada bırakırlar. Bunun ardından hemen yeniden oksijenle bağlanır ve onu yeniden gerekli dokulara taşırlar.
İdeal Bir Tasarıma Sahip Olan Hucreler
Alyuvarlar, miktar bakımından diğer kan hucrelerine gore coğunluktadır. Yetişkin bir erkeğin damarlarında 30 milyar alyuvar yuzer. Bu sayıdaki alyuvarlarla bir futbol sahasının neredeyse yarısı kaplanabilir. Kanımıza, dolayısıyla tenimize renk veren hucreler alyuvarlardır. Alyuvarlar yassı disklere benzerler. Esneklikleri sayesinde de en dar kılcal damarlardan ya da en kucuk gozeneklerden bile gecebilirler. Alyuvarların bu esneklik ozelliği olmasaydı, vucudun pek cok noktasında takılı kalırlardı. Bunun sebebi kılcal damarların yalnızca 4-5 mikrometre kalınlığında olmasıdır. (1 mikrometre=milimetrenin binde biri). Oysa alyuvarların capları 7.5 mikrometredir.
Alyuvarlar boylesine buyuk bir esneme ozelliğinde yaratılmamış olsalardı ne olurdu? Bu sorunun cevabını şeker hastalığını araştıranlar bilir. Şeker hastalarının kan hucreleri genellikle esnekliklerini yitirir. Bu nedenle, hastaların gozlerindeki hassas dokular esnek olmayan kan hucreleri tarafından tıkanır. Bu tıkanma ise zaman icinde korluğe yol acabilir.
Alyuvarlar boylesine buyuk bir esneme ozelliğinde yaratılmamış olsalardı ne olurdu? Bu sorunun cevabını şeker hastalığını araştıranlar bilir. Şeker hastalarının kan hucreleri genellikle esnekliklerini yitirir. Bu nedenle, hastaların gozlerindeki hassas dokular esnek olmayan kan hucreleri tarafından tıkanır. Bu tıkanma ise zaman icinde korluğe yol acabilir.
Mukemmel bir Ulaşım Sistemi
Kandaki hucrelerin dışında, vucuda giren bircok madde de kanın plazma denen kısmında taşınır. Bu sıvı, kan hucreleri icermediği icin sarı berrak bir renktedir. Plazma, beden ağırlığının %5'ni oluşturur ve bunun da %90'dan fazlası sudur. İcinde tuzlar, mineraller, karbonhidratlar, yağlar ve yuzlerce değişik turde protein yuzer. Kandaki proteinlerin bazıları taşıyıcı proteinlerdir. Bunlar yağları kendi uzerlerine bağlayıp onları gerekli dokulara ulaştırır. Eğer yağlar proteinler tarafından bu şekilde taşınmasaydı, birbirleriyle birleşir ve kanda, corbadaki yağ obekleri gibi, denetimsiz bir şekilde yuzerlerdi. Bu durum ise olumcul sağlık sorunları meydana getirirdi.
Bedendeki ozel haberci gorevini ise plazmada dolaşan hormonlar ustlenir. Hormonlar, organlar ve hucreler arasında kimyasal mesajlar taşıyarak haberleşmeyi sağlar.
Bedendeki ozel haberci gorevini ise plazmada dolaşan hormonlar ustlenir. Hormonlar, organlar ve hucreler arasında kimyasal mesajlar taşıyarak haberleşmeyi sağlar.
Albumin, sayıca en fazla olan plazma proteinidir ve bedende bir anlamda taşıyıcılık gorevi yapar. Kolesterol gibi yağları, hormonları, zehirli bir safra kesesi maddesi olan sarı bilirubini ve penisilin gibi ilacları kendine bağlar. Zehirleri karaciğerde bırakır, besin maddelerini ve hormonları ise gerekli oldukları yerlere goturur.
Ozel Denetim Mekanizmaları
Besin maddelerinin, atardamarlardan gerekli oldukları dokulara ulaşabilmesi icin, doku duvarını aşması gerekir. Doku duvarı, cok kucuk gozeneklere sahip olsa da, hicbir madde kendiliğinden bu duvardan gecemez. İşte bu sorunu cozen ve besinleri doku duvarından geciren etken, kan basıncıdır. Ancak besin maddelerinin dokulara gerektiğinden fazla gecmesi durumunda ise, bu kez dokuda enfeksiyon oluşacaktır. Bu nedenle, kan basıncını dengelemek icin, sıvıyı kana geri ceken bir mekanizma kurulmuştur. Bu gorevi yine albumin ustlenir. Albumin, doku duvarlarındaki kucuk gozeneklerden gecmek icin fazla buyuktur ve kandaki yuksek yoğunluğu nedeniyle, suyu bir sunger gibi emer. Albumin olmasaydı beden, adeta suda beklemiş bir fasulye gibi şişerdi.
Vucuttaki Termostat
Kan; zehirler, gazlar, akyuvarlar ve vitaminler gibi maddelerin yanında, ısı da taşır. Isı, hucrelerdeki enerji kazanımı sırasında yan urun olarak acığa cıkar. Isıyı bedenin geneline dağıtmanın ve beden sıcaklığını dış ortam sıcaklığına gore ayarlamanın yaşamsal onemi vardır. Eğer vucudumuzun ısı dağıtım sistemi olmasaydı, orneğin kol gucuyle yaptığımız bir iş sonucunda kollarımız aşırı derecede ısınır, diğer bolgelerimiz ise soğuk kalırdı. Boyle bir yapı ise metabolizmaya buyuk zarar verirdi.İşte bu nedenle ısı bedene dağıtılır. Isının bedene dağılımı kan dolaşımı yoluyla olur. Beden geneline yayılan bu ısının duşurulmesi icin de terleme mekanizması devreye girer.
Dahası, deri altındaki kan damarları genişler ve boylece kanın taşıdığı ısıyı havaya bırakması kolaylaştırılır. Bu nedenle koştuğumuz ya da yuksek tempolu başka bir fiziksel iş yaptığımız zaman, damarların genişlemesi sonucunda yuzumuz kızarır.Butun canlı turlerine hayat veren bu madde Allah'ın yaratışının acık delillerinden bir tanesidir. Allah bir ayetinde şoyle buyurmaktadır:"İşte Rabbiniz olan Allah budur. O'ndan başka ilah yoktur. Herşeyin yaratıcısıdır, oyleyse O'na kulluk edin. O, herşeyin ustunde bir vekildir." (Enam Suresi, 102)
DAMARLARIMIZDAKİ MUKEMMEL TASARIM
Damarların genişlemesi ve daralması
Peki damarlar nasıl oluyor da ne zaman genişlemeleri ya da ne zaman daralmaları gerektiğini anlıyorlar? Bu sorunun cevabının insan hayatı acısından cok onemli olduğu ortadadır. 100 bin kilometrelik damar şebekesinin herhangi bir noktasında meydana gelebilecek en ufak bir hatanın, telafisi mumkun olmayan olumsuzluklar doğuracağı acıktır.
Bilim adamları on yıl oncesine kadar, damarın icinde cok karmaşık birtakım işlemler olduğunu tahmin ediyorlar; fakat yukarıdaki sorunun cevabını veremiyorlardı. Yapılan araştırmaların sonucları kimyasal bir habercinin varlığını ortaya cıkardı. Bu haberci nitrik oksit (NO) molekuluydu. Damarlara genişlemeleri "talimatını veren" işte bu iki atomlu molekuldu. Damarlarımızın derinliklerinde nitrik oksit ureten muhteşem tesislerin sahip olduğu yapı mukemmelliklerle doludur.
KOKU VE HAFIZA
Kokuların, insan hafızasındaki anıları harekete gecirdiği herkesce bilinir. İnsan, bir şeyi kokladığında, kokuya ait molekuller burna girer. Bitkilerin koku molekulleri ucucudur, bu yuzden cok duşuk bir sıcaklıkta dahi gaz haline donuşerek havada yayılırlar. Cok hafif bir ruzgar bu kokuları buruna taşır.
Burnun arka kısmına ulaşan koku molekulleri nemli bir dokuyla karşılaşırlar. Bu doku noron adı verilen ve koku algılayan 5 milyon adet hucreden oluşur. Bu 5 milyon hucreden her biri ucunda reseptorler olan puskulumsu uzantıları dalgalandırarak koku molekullerini yakalar. Bu duyargaların diğer ucu hucrenin icine yapışıktır. Koku molekulu bu tuzağa yakalandığında seri bir sinyal hucre icinde dolaşarak beynin alt tarafındaki koklama merkezine gerekli mesajı ulaştırır. Butun bu işlemler bir saniyeden cok daha kısa bir zamanda gercekleşir. Daha sonra sinyaller buradan cıkarak beynin duygu ve motivasyonla ilgili olduğu sanılan bolumune (limbik sistem) giderler. Bu sinyal sonucunda kokunun neye ait olduğu, guzel mi yoksa cirkin mi olduğu anlaşılır. Eğer tanıdık bir kokuyla karşılaşıldıysa, o kokunun kaynağıyla ile ilgili hafıza bilgileri yeniden canlanır. Mesela limon kokusu aldığımızda aklımıza bir limonata gelebilir, ya da baharat kokuları aldığımızda iştah acıcı yemekler duşunmeye başlayabiliriz. Cok acıktır ki her biri, tum varlıkları birbiriyle mukemmel bir uyum icinde yaratan, ustun ilim ve sanat sahibi olan Allah'ın birer eseridir. Butun kokuları ve onları algılayan organları yaratan Allah, insan ruhunu da bu kokulardan etkilenecek şekilde yaratmıştır. "Yere gelince, onu da (yaratılmış butun) varlıklar icin alcalttı-koydu. Onda meyveler ve salkımlı hurmalıklar var. Yapraklı taneler ve guzel kokulu bitkiler. Şu halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?" (Rahman Suresi, 10-13)
Burnun arka kısmına ulaşan koku molekulleri nemli bir dokuyla karşılaşırlar. Bu doku noron adı verilen ve koku algılayan 5 milyon adet hucreden oluşur. Bu 5 milyon hucreden her biri ucunda reseptorler olan puskulumsu uzantıları dalgalandırarak koku molekullerini yakalar. Bu duyargaların diğer ucu hucrenin icine yapışıktır. Koku molekulu bu tuzağa yakalandığında seri bir sinyal hucre icinde dolaşarak beynin alt tarafındaki koklama merkezine gerekli mesajı ulaştırır. Butun bu işlemler bir saniyeden cok daha kısa bir zamanda gercekleşir. Daha sonra sinyaller buradan cıkarak beynin duygu ve motivasyonla ilgili olduğu sanılan bolumune (limbik sistem) giderler. Bu sinyal sonucunda kokunun neye ait olduğu, guzel mi yoksa cirkin mi olduğu anlaşılır. Eğer tanıdık bir kokuyla karşılaşıldıysa, o kokunun kaynağıyla ile ilgili hafıza bilgileri yeniden canlanır. Mesela limon kokusu aldığımızda aklımıza bir limonata gelebilir, ya da baharat kokuları aldığımızda iştah acıcı yemekler duşunmeye başlayabiliriz. Cok acıktır ki her biri, tum varlıkları birbiriyle mukemmel bir uyum icinde yaratan, ustun ilim ve sanat sahibi olan Allah'ın birer eseridir. Butun kokuları ve onları algılayan organları yaratan Allah, insan ruhunu da bu kokulardan etkilenecek şekilde yaratmıştır. "Yere gelince, onu da (yaratılmış butun) varlıklar icin alcalttı-koydu. Onda meyveler ve salkımlı hurmalıklar var. Yapraklı taneler ve guzel kokulu bitkiler. Şu halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?" (Rahman Suresi, 10-13)
VUCUDUMUZDAKİ ARITMA SİSTEMİ
Bobrekler; sadece 5-7 cm boyunda olan, hicbir bakım gerektirmeyen ve vucudumuzun ihtiyaclarına tam olarak uygun bir filtre vazifesi goren, hayati oneme sahip organlardır. Son derece karmaşık laboratuvar işlemleri gercekleştiren bobrekler, herşeyi kusursuz bir duzen icinde yaratan Allah'ın benzersiz eserlerinden biridir.
İnsan vucudunda surekli faaliyet halinde olan 100 trilyon hucre bulunmaktadır. Hucrelerin bu faaliyetleri sonucunda ortaya atık maddeler cıkar. Ure, urik asit ve keratin gibi maddelerden oluşan bu atık maddeler son derece zehirlidir. Eğer vucuttan uzaklaştırılmazlarsa vucut fonksiyonları kısa surede bozulur, vucudumuz zehirlenir ve olum kacınılmaz olur.
İşte bu noktada insan vucudundaki kusursuz tasarım bir kere daha ortaya cıkmaktadır. Nasıl motorlarda egzoz gazının tahliyesi icin ozel sistemler tasarlanmışsa, vucudun gunluk calışması sırasında ortaya cıkan zararlı maddelerin uzaklaştırılması icin de cok ozel bir sistem yaratılmıştır. Bu sistem, boşaltım sistemidir.
Hucreler, tıpkı zehirli atıklarını arıtan fabrikalar gibi, bunyelerinde uretilen atık maddeleri kan plazmasına bırakırlar. Bu durum vucudu baştan başa kat eden kan nehrinin, 100 trilyon fabrikanın atığıyla kirlenmesi demektir. Bu kirlilik insan hayatı icin oldukca zararlıdır. Bu nedenle hızla kirlenen kanın bir an once temizlenmesi gerekir.
Ancak ortada onemli bir problem vardır. Kirlenen kanın icinde ure, urik asit gibi zehirli maddelerin yanı sıra, aminoasitler, vitaminler, su ve glikoz gibi vucudun ihtiyacı olan maddeler de vardır. Oyleyse kanı temizleyecek sistemin basit bir suzme işlemi yapması yeterli olmayacaktır. Bu sistemin faydalı maddeleri tanıyıp muhafaza etmesinin yanı sıra, yalnızca zararlı maddeleri diğerlerinden ayırarak uzaklaştıracak kompleks bir arıtma tesisi gibi calışması da gerekmektedir.
Kanın bobreklerde temizlenmesi
Vucutta dolaşmakta olan kan, bobreklerde once suzme işlemine tabi tutulur. Bu işlemin gercekleşmesi icin bobreklerin icine kucuk kucuk bircok suzgec yerleştirilmiştir. Bu suzgeclerin sayısı ve işlevleri duşunulduğunde cok acık bir yaratılış mucizesiyle karşılaşılır. Tek bir bobreğin icinde 1.200.000 adet suzgec vardır. Bu mikro suzgeclere nefron adı verilir. Bir nefron, bowman kapsulu (nefronun ucunda bulunan, yarı kure şeklinde, kılcal damarlardan oluşan bir yapıdır), glomerulus, malpigi cisimciği ve bobrek damarlarından oluşur. 1.200.000 suzgecin her biri binlerce mikro deliği olan mukemmel bir tasarıma sahiptir.
Kalpten cıkan kanın yaklaşık dortte biri, bobrek atardamarları aracılığıyla bobreklere gelir. Bu, dakikada bir litreden fazla kan demektir. Kanı getiren damar, bobreğe girer girmez sayısız ince damara ayrılır. Bu ince damarlardan her biri, bir mikro suzgece bağlıdır. Kalbin yaptığı basınc sayesinde kan hızla suzgec yuzeyine carpar, zararlı maddeler ve su suzgecin diğer tarafına gecer. Proteinler ve kan hucreleri bu suzgecten gecemeyecek kadar buyuk oldukları icin geride kalırlar. Boylece suzgecin diğer tarafına gecmeyen kan suzulmuş ve temizlenmiş olur. Yaklaşık yumruğumuz buyukluğundeki bir et parcasının icine 1.200.000 adet suzgec yerleştirilmiştir. Bu suzgeclerin her birinde aynı detaylı tasarım eksiksiz olarak mevcuttur.
NASIL NEFES ALIYORUZ?
Birinci grup hucreler solunumun temel ritmini belirlerler ve icimize hava cekmemiz icin emir verirler. Boylece ihtiyacımız olan havayı icimize cekmiş oluruz.
İkinci grup hucreler ise solunumun hızını ve gidişatını belirlerler. Ancak ikinci grup hucreler devreye girdiğinde, birinci grup hucrelerin faaliyetini bir sinyalle durdururlar. Boylece akciğerin hava dolum bolumu kontrol edilir ve nefes alıp vermemiz hızlanır.
Ucuncu grup hucreler ise normal nefes duzeninde aktif değildirler. Ancak yuksek oranlarda soluk alıp vermek gerektiği zaman devreye girerler, karın kaslarımıza sinyal gonderip solunuma katılmalarını sağlarlar.
Tum bu anlatılanlar hayatta kalmamız icin yeterli midir? Hayır.
Solunum kimyasal olarak da kontrol edilir. Bizim nefes alıp vermemizin amacı kandaki oksijen ve karbondioksit miktarlarının belirli bir oranda kalması icindir. Bu orandaki değişiklikler ise solunum merkezindeki bir grup hucreyi harekete gecirir ve solunumdaki bozulan değerler, olması gereken duzeye cok hassas değişiklikler ile getirilir.
Kandaki oksijen miktarının solunum merkezine doğrudan bir etkisi yoktur. Ancak beynin dışında, şah damarı gibi bazı buyuk damarlarda bulunan cok hassas alıcılar, kandaki oksijen belli bir duzeyin altına indiğinde solunum merkezine sinyaller gonderirler boylece solunumda cok hassas değişikliklerle gerekli duzeltmeler yapılır.
Bizim hayatta kalmak icin ne kadar oksijene ihtiyacımız olduğunu bir grup hucre nasıl bilmektedir? Bilimin ancak son 20 yılda ortaya cıkardığı bu akıl almaz mekanizmayı hucreler ilk insandan bu yana nasıl bilmektedirler?
Ustelik bu oylesine hassas bir mekanizmadır ki, hayatımız boyunca otururken, koşarken ya da uyurken hic hata yapmaz. Vucudumuzdaki 100 trilyon hucreye her an tam ihtiyacı olan oksijen taşınır ve zararlı olan karbondioksit ve hidrojen iyonu gibi atıklar derhal uzaklaştırılır.
Solunum kimyasal olarak da kontrol edilir. Bizim nefes alıp vermemizin amacı kandaki oksijen ve karbondioksit miktarlarının belirli bir oranda kalması icindir. Bu orandaki değişiklikler ise solunum merkezindeki bir grup hucreyi harekete gecirir ve solunumdaki bozulan değerler, olması gereken duzeye cok hassas değişiklikler ile getirilir.
Kandaki oksijen miktarının solunum merkezine doğrudan bir etkisi yoktur. Ancak beynin dışında, şah damarı gibi bazı buyuk damarlarda bulunan cok hassas alıcılar, kandaki oksijen belli bir duzeyin altına indiğinde solunum merkezine sinyaller gonderirler boylece solunumda cok hassas değişikliklerle gerekli duzeltmeler yapılır.
Bizim hayatta kalmak icin ne kadar oksijene ihtiyacımız olduğunu bir grup hucre nasıl bilmektedir? Bilimin ancak son 20 yılda ortaya cıkardığı bu akıl almaz mekanizmayı hucreler ilk insandan bu yana nasıl bilmektedirler?
Ustelik bu oylesine hassas bir mekanizmadır ki, hayatımız boyunca otururken, koşarken ya da uyurken hic hata yapmaz. Vucudumuzdaki 100 trilyon hucreye her an tam ihtiyacı olan oksijen taşınır ve zararlı olan karbondioksit ve hidrojen iyonu gibi atıklar derhal uzaklaştırılır.
BEYNİMİZ
Anneden gelen yumurta ve babadan gelen sperm hucresinin birleşmesi ile yepyeni bir insanı oluşturacak ilk hucre meydana gelir. Bu mucivezi gelişimin ilk aşamasında hucreler bolunmeye başlar ve zamanla gelişir. Anne karnında başlangıcta bir et parcası gorunumunde olan hucreler bolunmeye devam ederek ve gruplanarak, ışığa karşı hassas goz hucrelerini, acıyı, tatlıyı, ağrıyı, sıcağı, soğuğu algılayacak sinir hucrelerini, ses titreşimlerini hissedecek kulak hucrelerini ve gıdaları sindirecek sindirim sistemi hucrelerini ve daha bircoklarını oluşturmaya devam ederler.
Embriyonun anne karnındaki gelişiminde 5. haftadan itibaren oluşan omurilikte cok suratli bir uretimle saniyede 5000 tane noron adlı ozel sinir hucresi uretilmeye başlanacaktır. Bu bolgede daha sonra beyin oluşacaktır. (Science Vie, Mart 1995, sayı: 190, s. 88)
Beyin hucrelerinin buyuk kısmı embriyonun ilk beş ayında oluşur ve hepsi doğumdan once beyindeki gereken konumlarını almış olurlar. Buyuk bir hızla oluşan hucreler bir sure sonra merkezi sinir sisteminin kollarını oluşturmak uzere, daha uzaklara goc etmeye başlarlar. Ancak bu aşamada her bir noronun, sinir sistemi icinde kendisi icin ayrılmış olan hedef yeri tam olarak bulması şarttır. Bu yuzden genc noronların yollarını bulabilmeleri icin mutlaka bir rehbere ihtiyacları vardır. Bu rehberler, omuriliğin ve beynin gelişme alanı arasında bir tur kablo şeklinde uzanan ozel hucrelerdir.
Noronlar uretildikleri yerden cıkıp bu rehberlere tutunarak goc ederler. Ve kendileri icin ayrılmış olan yerleri anlar, oraya yerleşirler ve hemen ardından uzantılar meydana getirerek diğer noronlarla bağlantı kurarlar.
Bu hucreler oluşur oluşmaz bilmedikleri bir yere doğru sadece kendilerine ilham edilen bilgiler doğrultusunda programlanmışcasına hareket ederler. Acıktır ki, beynin ve sinir sisteminin oluşumu sırasında yaşanan hicbir olayın tesaduflerle meydana gelmesi mumkun değildir. Cunku tek bir aşamadaki farklılık zincirleme olarak tum sistemi aksatır. Noronların meydana gelmesi ve bir sinir ağına donuşmeleri beynin ve ona bağlı calışan sinir sisteminin oluşum aşamalarından yalnızca bir tanesidir. Değil evrimcilerin iddia ettiği gibi beynin tamamının tesadufen oluşması, tek bir noronun bile rastlantılarla meydana gelmesi mumkun değildir.Noronları bu ozelliklerle yaratan, gerektiği anda gerektiği şekle sokan, gidecekleri yerlere onları tek tek yerleştiren Allah'tır. Her insan kendisinin de bu aşamalardan gecirildiğini bilmeli ve Rabbimizin kendisine bir insan olarak yaratmasındaki ihtişamı gorerek şukretmelidir. Allah'ın herşeyin Yaratıcısı olduğunu, goklerde ve yerde O'ndan başka bir guc sahibi olmadığını aklından bir an bile cıkarmamalıdır:"... Seni topraktan, sonra bir damla sudan yaratan, sonra da seni duzgun (eli ayağı tutan, gucu kuvveti yerinde) bir adam kılan (Allah)ı inkar mı ettin? Fakat, O Allah benim Rabbimdir ve ben Rabbime hic kimseyi ortak koşmam." (Kehf Suresi, 37-38)
Bu hucreler oluşur oluşmaz bilmedikleri bir yere doğru sadece kendilerine ilham edilen bilgiler doğrultusunda programlanmışcasına hareket ederler. Acıktır ki, beynin ve sinir sisteminin oluşumu sırasında yaşanan hicbir olayın tesaduflerle meydana gelmesi mumkun değildir. Cunku tek bir aşamadaki farklılık zincirleme olarak tum sistemi aksatır. Noronların meydana gelmesi ve bir sinir ağına donuşmeleri beynin ve ona bağlı calışan sinir sisteminin oluşum aşamalarından yalnızca bir tanesidir. Değil evrimcilerin iddia ettiği gibi beynin tamamının tesadufen oluşması, tek bir noronun bile rastlantılarla meydana gelmesi mumkun değildir.Noronları bu ozelliklerle yaratan, gerektiği anda gerektiği şekle sokan, gidecekleri yerlere onları tek tek yerleştiren Allah'tır. Her insan kendisinin de bu aşamalardan gecirildiğini bilmeli ve Rabbimizin kendisine bir insan olarak yaratmasındaki ihtişamı gorerek şukretmelidir. Allah'ın herşeyin Yaratıcısı olduğunu, goklerde ve yerde O'ndan başka bir guc sahibi olmadığını aklından bir an bile cıkarmamalıdır:"... Seni topraktan, sonra bir damla sudan yaratan, sonra da seni duzgun (eli ayağı tutan, gucu kuvveti yerinde) bir adam kılan (Allah)ı inkar mı ettin? Fakat, O Allah benim Rabbimdir ve ben Rabbime hic kimseyi ortak koşmam." (Kehf Suresi, 37-38)
KONUŞMA MUCİZESİ
Yaptığınız her konuşmanın, mucizevi bir sistem sayesinde gercekleştiğini hic duşundunuz mu?
Birşeyler soylemek istediğiniz anda beyninizden gelen bir dizi emir ses tellerinize, dilinize ve oradan da cene kaslarınıza gider. Beynin konuşma merkezlerini iceren bolge, konuşma işleminizde rol alacak tum kaslarınıza gerekli emirleri gonderir.İlk once, akciğerleriniz "sıcak hava" sağlar. Sıcak hava, konuşmanın hammaddesidir. Hava burnunuzdan girer, burun boşluğu, boğaz, nefes borusundan sonra bronş tuplerine, oradan da akciğerlerinize gecer. Havadaki oksijen akciğerlerinizde kana karışır. Bu sırada karbondioksit de dışarı verilir.
Birşeyler soylemek istediğiniz anda beyninizden gelen bir dizi emir ses tellerinize, dilinize ve oradan da cene kaslarınıza gider. Beynin konuşma merkezlerini iceren bolge, konuşma işleminizde rol alacak tum kaslarınıza gerekli emirleri gonderir.İlk once, akciğerleriniz "sıcak hava" sağlar. Sıcak hava, konuşmanın hammaddesidir. Hava burnunuzdan girer, burun boşluğu, boğaz, nefes borusundan sonra bronş tuplerine, oradan da akciğerlerinize gecer. Havadaki oksijen akciğerlerinizde kana karışır. Bu sırada karbondioksit de dışarı verilir.
Ciğerlerinizden geri donen hava, boğazınızdan gecerken, ses telleri denen iki doku kıvrımı arasından gecer. Bu teller, bir tur perdeye benzer ve bağlı oldukları kucuk kıkırdakların etkisine gore hareket ederler. Siz konuşmadan once ses telleriniz acık vaziyettedir. Konuşmanız sırasında teller biraraya getirilir ve soluk verdiğinizde cıkan hava ile titreştirilir. Ağız ve burun yapınız, sesinizin kendine ozgu niteliklerini verir. Siz kelimeleri arka arkaya sıralayıp konuşurken diliniz damağınıza belirli miktarda yaklaşıp uzaklaşmakta, dudaklarınız da buzulup yayılmaktadır. Bu işlemlerde bircok kasınız, buyuk bir hızla hareket etmektedir.Konuşabilmeniz icin bu işlemlerin her birinin eksiksiz gercekleşmesi gerekir. Bu olağanustu işlemler, akıl almaz bir hız icinde ve kusursuzca gercekleşirken sizin bunlardan haberiniz bile olmaz.
HAYAT BOYU SUREN KOPYALAMA: DNA
Hucreler bolunerek coğalırlar. Oyle ki, insan vucudu başlangıcta tek bir hucre iken bu hucre bolunur ve sonucta 2-4-8-16-32... oranında bir katlanmayla coğalmaya başlar.
Peki bu bolunme işlemi sonucunda DNA'ya ne olur? Hucrede tek bir DNA zinciri vardır. Halbuki yeni doğan hucrenin de bir DNA'ya ihtiyacı olacağı acıktır.
Bu acığı gidermek icin DNA, her aşaması ayrı bir mucize olan ilginc bir seri işlem yapar. Sonucta, hucrenin bolunmesinden kısa bir sure once kendisinin bir kopyasını cıkarır ve bunu yeni hucreye aktarır!...
Hucrenin bolunmesi ile ilgili yapılan gozlemlerin gosterdiğine gore hucre, bolunmeden once belirli bir buyukluğe ulaşmak zorundadır. Bu belirli buyukluk sınırını aştığı anda ise bolunme sureci kendiliğinden başlar. Hucrenin şekli bolunmeye uygun şekilde yayvanlaşmaya başlarken, DNA da az once belirttiğimiz gibi kendini eşler.
Bunun anlamı şudur: Hucre bir butun olarak bolunmeye "karar vermekte" ve hucrenin icindeki farklı parcalar bu bolunme kararına uygun olarak davranmaya başlamaktadırlar. Hucrenin boylesine kollektif bir işi başaracak bilince sahip olmadığı acıktır. Bolunme işlemi, gizli bir emir ile başlar ve başta DNA olmak uzere hucrenin tumu buna gore hareket eder. DNA, kendini coğaltmak icin once karşılıklı iki parcaya ayrılır.
Bu olay oldukca ilginc bir şekilde gercekleşir. Yapısı sarmal bir merdivene benzeyen
DNA molekulu, bu merdivenin basamaklarının ortasından fermuar gibi ikiye ayrılır. Artık DNA iki yarım parcaya bolunmuştur. Her iki parcanın da eksik olan yarıları ortamda hazır bulunan malzemelerle tamamlanır. Boylece iki yeni DNA molekulu uretilmiş olur. Operasyonun her kademesinde enzim denilen ve adeta gelişmiş robotlar gibi calışan uzman proteinler gorev yapar. Kopyalama sırasında ortaya cıkan yeni DNA molekulleri denetleyici enzimler tarafından defalarca kontrol edilir. Yapılmış bir hata varsa -ki bu hatalar son derece hayati olabilir- derhal tespit edilir ve duzeltilir. Hatalı şifre kopartılıp yerine doğrusu getirilir ve monte edilir. Butun bu işlemler oyle baş dondurucu bir hızla yapılır ki, dakikada 3.000 basamak nukleotid uretilirken bir yandan da tum bu basamaklar gorevli enzimler tarafından defalarca kontrol edilir ve gereken duzeltmeler yapılır. Buyuk bir hızla uretilen yeni DNA molekulunde, dış etkiler sonucunda normale gore daha fazla hatalar yapılabilir. Bu sefer hucredeki ribozomlar, DNA'dan gelen emir doğrultusunda DNA onarım enzimleri uretmeye başlarlar. Boylece DNA kendi kendini korur ve hem kendisini hem soyun devamını guvence altına alır.
İşin en ilginc yonu de, DNA'nın hem uretimini sağlayan hem de yapısını denetleyen bu enzimlerin, yine DNA'da kayıtlı olan bilgilere gore ve DNA'nın emir ve kontrolunde uretilmiş proteinler olmasıdır. Ortada icice gecmiş oyle muhteşem bir sistem vardır ki, boyle bir sistemin kademe kademe oluşan tesaduflerle bu hale gelmesi hicbir şekilde mumkun değildir. Cunku enzimin olması icin DNA'nın olması, DNA'nın olması icin de enzimin olması, her ikisinin olması icinse hucrenin de, zarından diğer butun kompleks organellerine kadar eksiksiz olarak var olması gerekir.
Bu acığı gidermek icin DNA, her aşaması ayrı bir mucize olan ilginc bir seri işlem yapar. Sonucta, hucrenin bolunmesinden kısa bir sure once kendisinin bir kopyasını cıkarır ve bunu yeni hucreye aktarır!...
Hucrenin bolunmesi ile ilgili yapılan gozlemlerin gosterdiğine gore hucre, bolunmeden once belirli bir buyukluğe ulaşmak zorundadır. Bu belirli buyukluk sınırını aştığı anda ise bolunme sureci kendiliğinden başlar. Hucrenin şekli bolunmeye uygun şekilde yayvanlaşmaya başlarken, DNA da az once belirttiğimiz gibi kendini eşler.
Bunun anlamı şudur: Hucre bir butun olarak bolunmeye "karar vermekte" ve hucrenin icindeki farklı parcalar bu bolunme kararına uygun olarak davranmaya başlamaktadırlar. Hucrenin boylesine kollektif bir işi başaracak bilince sahip olmadığı acıktır. Bolunme işlemi, gizli bir emir ile başlar ve başta DNA olmak uzere hucrenin tumu buna gore hareket eder. DNA, kendini coğaltmak icin once karşılıklı iki parcaya ayrılır.
Bu olay oldukca ilginc bir şekilde gercekleşir. Yapısı sarmal bir merdivene benzeyen
DNA molekulu, bu merdivenin basamaklarının ortasından fermuar gibi ikiye ayrılır. Artık DNA iki yarım parcaya bolunmuştur. Her iki parcanın da eksik olan yarıları ortamda hazır bulunan malzemelerle tamamlanır. Boylece iki yeni DNA molekulu uretilmiş olur. Operasyonun her kademesinde enzim denilen ve adeta gelişmiş robotlar gibi calışan uzman proteinler gorev yapar. Kopyalama sırasında ortaya cıkan yeni DNA molekulleri denetleyici enzimler tarafından defalarca kontrol edilir. Yapılmış bir hata varsa -ki bu hatalar son derece hayati olabilir- derhal tespit edilir ve duzeltilir. Hatalı şifre kopartılıp yerine doğrusu getirilir ve monte edilir. Butun bu işlemler oyle baş dondurucu bir hızla yapılır ki, dakikada 3.000 basamak nukleotid uretilirken bir yandan da tum bu basamaklar gorevli enzimler tarafından defalarca kontrol edilir ve gereken duzeltmeler yapılır. Buyuk bir hızla uretilen yeni DNA molekulunde, dış etkiler sonucunda normale gore daha fazla hatalar yapılabilir. Bu sefer hucredeki ribozomlar, DNA'dan gelen emir doğrultusunda DNA onarım enzimleri uretmeye başlarlar. Boylece DNA kendi kendini korur ve hem kendisini hem soyun devamını guvence altına alır.
İşin en ilginc yonu de, DNA'nın hem uretimini sağlayan hem de yapısını denetleyen bu enzimlerin, yine DNA'da kayıtlı olan bilgilere gore ve DNA'nın emir ve kontrolunde uretilmiş proteinler olmasıdır. Ortada icice gecmiş oyle muhteşem bir sistem vardır ki, boyle bir sistemin kademe kademe oluşan tesaduflerle bu hale gelmesi hicbir şekilde mumkun değildir. Cunku enzimin olması icin DNA'nın olması, DNA'nın olması icin de enzimin olması, her ikisinin olması icinse hucrenin de, zarından diğer butun kompleks organellerine kadar eksiksiz olarak var olması gerekir.
KARACİĞER;VUCUDUMUZDAKİ BAĞIMSIZ FABRİKA
Karaciğerinizin tek bir hucresinde 500 farklı kimyasal işlem gercekleştirilir. Milisaniyeler (saniyenin binde biri) icinde kusursuz aşamalarla gercekleşen bu işlemlerin coğu laboratuvar koşullarında hala taklit edilememektedir. Karaciğer hucresi, yediğimiz besinlerin hepsini hucrelerimizin kullanabileceği enerji olan şekere, yani glikoza cevirir. Kullanılmayan şekeri yağa cevirip depolar. Şekerin yokluğunda ise proteinleri ve yağları şekere cevirip hucrelere sunar.
Biz, canımızın istediği her turde yiyeceği yerken, karaciğer bu yiyecekleri vucudumuzun gereksinimine gore harcar, donuşturur veya depolar. Ustelik ilk insandan bu yana trilyonlarca karaciğer hucresi aynı şuurla ve şaşırmadan hareket etmektedir.
Karaciğerin Kendini Yenileme Yeteneği
Karaciğer insan vucudundaki kendi kendini yenileme yeteneğine sahip tek organdır. Karaciğerin %70 kadarı alınsa bile bir-iki hafta icinde tekrar işlevlerini yerine getirecek buyukluğune ulaşır.
Karaciğer hucreleri herhangi bir zarar veya hasar gordukleri zaman hic beklenmedik bir faaliyete girerek birdenbire coğalmaya başlarlar. Bu olayda hayranlık uyandıran nokta, hucrelerin inanılmaz bir hızda bolunmesi ve bu sırada normal gorevlerini de aksatmadan yerine getirmeleridir. Gorev yerine getirildikten sonra hucre bolunmesinin ne zaman duracağına ortak bir kararla aniden son verilmesi ise daha da şaşırtıcıdır.
Karaciğer hucreleri herhangi bir zarar veya hasar gordukleri zaman hic beklenmedik bir faaliyete girerek birdenbire coğalmaya başlarlar. Bu olayda hayranlık uyandıran nokta, hucrelerin inanılmaz bir hızda bolunmesi ve bu sırada normal gorevlerini de aksatmadan yerine getirmeleridir. Gorev yerine getirildikten sonra hucre bolunmesinin ne zaman duracağına ortak bir kararla aniden son verilmesi ise daha da şaşırtıcıdır.
DİLDEKİ KOMPLEKS SİSTEMLER
[LEFT]