EVRENİN HESAPLANAMAYAN BUYUKLUĞU

Muhteşem buyuklukteki evrenin sahip olduğu hassas dengeler, bu kusursuz duzenin Allah’ın ustun yaratışı sonucunda var olduğunu kanıtlamaktadır.
Bilimsel gelişmelerin bizlere işaret ettiği cok onemli bir nokta var. Evrenin muhteşem buyukluğu!Evrenin buyukluğu uzerinde duşunduğumuzde karşımıza cok muazzam boyutlar cıkar.
Dunya gezegeni, bildiğimiz gibi Guneş Sisteminin bir parcasıdır. Bu sistem, evrenin icindeki diğer yıldızlara gore orta-kucuk bir yıldız olan Guneş'in etrafında donmekte olan dokuz gezegenden ve onların elli dort uydusundan oluşur. Dunya, bu sistemde Guneş'e en yakın ucuncu gezegendir.
Guneş'in capı, Dunya'nın capının 103 katı kadardır. Bunu bir benzetmeyle acıklayalım; eğer capı 12.200 km. olan Dunya'yı bir misket buyukluğune getirirsek, Guneş de bildiğimiz futbol toplarının iki katı kadar buyuklukte yuvarlak bir kure haline gelir. Ama asıl ilginc olan, aradaki mesafedir. Gerceklere uygun bir model kurmamız icin, misket buyukluğundeki Dunya ile top buyukluğundeki Guneş'in arasını yaklaşık 280 metre yapmamız gerekir. Guneş Sisteminin en dışında bulunan gezegenleri ise kilometrelerce oteye taşımamız gerekecektir.
Ancak bu kadar dev bir boyuta sahip olan Guneş Sistemi, icinde bulunduğu Samanyolu Galaksisine oranla oldukca kucuk boyutlardadır. Cunku Samanyolu Galaksisinin icinde, Guneş gibi ve coğu ondan daha buyuk olmak uzere yaklaşık 250 milyar yıldız vardır. Bu yıldızların icinde Guneş'e en yakın olanı Alpha Centauri'dir. Eğer Alpha Centauri'yi az once yaptığımız olceğe, yani Dunya'nın misket buyukluğunde olduğu ve Guneş ile Dunya'nın arasının 280 metre tuttuğu olceğe yerleştirirsek, onu Guneş'in 78 bin kilometre uzağına koymamız gerekir!
Modeli biraz daha kucultelim. Dunya'yı gozle zor gorulen bir toz zerresi kadar yapalım. O zaman Guneş ceviz buyukluğunde olacak ve Dunya'ya uc metre mesafede yer alacaktır. Bu olcek icinde Alpha Centauri'yi ise Guneş'ten 640 kilometre uzağa koymamız gerekir.
Samanyolu Galaksisi, işte aralarında bu denli devasa mesafeler bulunan 250 milyar yıldızı barındırır. Spiral şeklindeki bu galaksinin kollarının birisinde, bizim Guneşimiz yer almaktadır.
Ancak ilginc olanı, Samanyolu Galaksisinin de uzayın geneli duşunulduğunde cok "kucuk" bir yer kapladığıdır. Cunku uzayda başka galaksiler de vardır, hem de tahminlere gore, yaklaşık 300 milyar kadar. Bu galaksilerin arasındaki boşluklar ise, Guneş ile Alpha Centauri arasındaki boşluğun milyonlarca katı kadardır.
George Greenstein, bu şaşkınlık uyandıran buyuklukle ilgili, The Symbiotic Universe (Simbiyotik Evren) adlı kitabında şoyle yazar:“Eğer yıldızlar birbirlerine biraz daha yakın olsalar, astrofizik cok da farklı olmazdı. Yıldızlarda, nebulalarda ve diğer gok cisimlerinde suregiden temel fiziksel işlemlerde hicbir değişim gercekleşmezdi. Uzak bir noktadan bakıldığında, galaksimizin gorunuşu de şimdikiyle aynı olurdu. Tek fark, gece cimler uzerine uzanıp da izlediğim gokyuzunde cok daha fazla sayıda yıldız bulunması olurdu. Ama pardon, evet; bir fark daha olurdu: Bu manzarayı seyredecek olan "ben" olmazdım... Uzaydaki bu devasa boşluk, bizim varlığımızın bir on şartıdır.” (George Greenstein, The Symbiotic Universe. s. 21)Greenstein, bunun nedenini de acıklar; uzaydaki buyuk boşluklar, bazı fiziksel değişkenlerin tam insan yaşamına uygun bicimde şekillenmesini sağlamaktadır. Ayrıca Dunya'nın, uzay boşluğunda gezinen dev gok cisimleriyle carpışmasını engelleyen etken de, evrendeki gok cisimlerinin arasının bu denli buyuk boşluklarla dolu oluşudur.
Evrenin bu buyukluğunu ve muhteşem duzenini kusursuz bir uyum icinde yoktan vareden alemlerin Rabbi olan Allah’tır. Evrenin buyukluğu ve sahip olduğu hassas dengeler, Allah'ın ustun yaratma sanatının apacık delilleridir. Modern bilimin ulaştığı bu sonuc ise, Kuran'da bundan 14 yuzyıl once haber verilmiş olan bir gerceğin doğrulanmasından ibarettir.Gercekten sizin Rabbiniz, altı gunde gokleri ve yeri yaratan, sonra arşa istiva eden Allah'tır. Gunduzu, durmaksızın kendisini kovalayan geceyle orten, guneşe, aya ve yıldızlara Kendi buyruğuyla baş eğdirendir. Haberiniz olsun, yaratmak da, emir de (yalnızca) O'nundur. Alemlerin Rabbi olan Allah ne yucedir. (Araf Suresi, 54)
VAN ALLEN KUŞAKLARI
"Van Allen Kuşakları" denilen ve Dunya'nın manyetik alanından kaynaklanan bir tabaka, gezegenimize gelen zararlı ışınlara karşı bir kalkan gorevi gorur. Guneş'ten ve diğer yıldızlardan surekli olarak yayılan bu ışınlar, insanlar icin oldurucu etkiye sahiptir. Ozellikle Guneş'te sık sık meydana gelen ve "parlama" adı verilen enerji patlamaları, Van Allen Kuşakları olmasa, Dunya'daki tum yaşamı yok edebilecek guctedir.
Van Allen Kuşakları'nın yaşamımız acısından onemini Dr. Hugh Ross şoyle anlatmaktadır:
Dunya, Guneş Sistemi'ndeki gezegenler arasında en yuksek yoğunluğa sahiptir. Bu geniş nikel-demir cekirdeği buyuk bir manyetik alandan sorumludur. Bu manyetik alan Van Allen radyasyon koruyucu tabakasını meydana getirir. Bu tabaka yeryuzunu radyasyon bombardımanından korur. Eğer bu koruyucu tabaka olmasaydı Dunya'da hayat mumkun olmazdı.
Manyetik alanı olan ve kayalık bolgelerden oluşan diğer tek gezegen Merkur'dur. Fakat bu manyetik alanın gucu Dunya'nınkinden 100 kat daha azdır. Van-Allen radyasyon koruyucu tabakası Dunya'ya ozeldir.
Gectiğimiz yıllarda tespit edilen bir parlamada acığa cıkan enerjinin, Hiroşima'ya atılanın benzeri 100 milyar atom bombasına eş değer olduğu hesaplanmıştır. Parlamadan 58 saat sonra pusulaların ibrelerinde aşırı hareketler gozlenmiş, Dunya atmosferinin 250 km ustunde sıcaklık sıcrama yapıp 2500° C'ye yukselmiştir. Kısacası, Dunya'nın uzerinde, kendisini sarıp kuşatan ve dış tehlikelere karşı koruyan mukemmel bir sistem işler.
EVRENİN GENİŞLEME HIZINDAKİ MUCİZEVİ OLCU
Evrenin genişleme hızı, evrenin şu anki yapısının oluşabilmesi acısından son derece kritik bir değere sahiptir. Eğer genişleme hızı cok az daha yavaş olsaydı, butun evren, daha Guneş Sistemleri tam anlamıyla duzenlenemeden tekrar icine cokmuş olacaktı. Eğer evren biraz daha hızlı genişliyor olsaydı, madde ne galaksileri ne de yıldızları bir daha asla oluşturamayacak bicimde boşlukta dağılıp gidecekti. Her iki durum da, canlılığın ve bizlerin var olamaması anlamına geliyordu.Ancak bunların hicbiri gercekleşmemiş ve evrenin genişleme hızının sahip olduğu son derece hassas değer sayesinde şimdiki evren ortaya cıkmıştır. Peki bu denge ne kadar hassastır?
Avustralya'daki Adelaide Universitesi'nden unlu matematiksel fizik profesoru Paul Davies, bu soruyu cevaplamak icin uzun hesaplar yapmış ve inanılmaz bir sonuca ulaşmıştır Davies'e gore, kainatın yaratıldığı buyuk patlamanın ardından gercekleşen genişleme hızı eğer milyar kere milyarda bir oranda (1/1018) bile farklı olsaydı, evren ortaya cıkamazdı. Milyar kere milyarda bir ifadesi rakamsal olarak şoyle yazılır:
"0,000000000000000001".
Yani bu derece astronomik kucuklukte bir farklılık dahi evrenin var olamaması demekti. Bu nedenle Big Bang herhangi bir patlama değil, her yonuyle cok iyi hesaplanmış ve duzenlenmiş bir oluşumdur.
GOK CİSİMLERİNİN ARALARINDAKİ MESAFELER
Dunya gezegeni, bildiğimiz gibi Guneş Sistemi'nin bir parcasıdır. Guneş Sistemi ise, kusursuz bir planın ve mukemmel dengelerin bulunduğu bir mekandır. Guneş'in capı, Dunya'nın capının 103 katı kadardır. Bunu bir benzetmeyle acıklayalım: Eğer capı 12.200 km olan Dunya'yı bir misket buyukluğune getirirsek, Guneş de bildiğimiz futbol toplarının iki katı kadar buyuklukte yuvarlak bir kure haline gelir. Asıl ilginc olan, aradaki mesafedir. Gerceklere uygun bir model kurmamız icin, misket buyukluğundeki Dunya ile top buyukluğundeki Guneş'in arasını yaklaşık 280 metre yapmamız gerekir. Guneş Sistemi'nin en dışında bulunan gezegenleri ise kilometrelerce oteye taşımamız gerekecektir.
Gok cisimlerinin uzaydaki dağılımı ve aralarındaki bu devasa boşluklar Dunya'da canlı hayatının var olabilmesi icin zorunludur. Gok cisimleri arasındaki mesafeler Dunya'daki yaşamı destekleyecek bicimde pek cok evrensel gucle uyumlu bir hesap icinde duzenlenmiştir. Bu mesafeler, gezegenlerin yorungelerini hatta varlıklarını doğrudan etkiler. Bu mesafeler biraz daha az olsaydı, yıldızlar arası kutle cekim gucleri gezegenlerin yorungelerini kararsız hale getirecekti. Bu kararsızlık ise gezegenlerde cok uc sıcaklık değişimlerine yol acacaktı. Eğer uzaklıklar biraz daha fazla olsaydı, supernovalarla uzaya fırlatılan ağır elementlerin dağılımı cok seyrek olacak ve Dunya gibi dağlık gezegenler oluşamayacaktı.
Yıldızlar arasındaki şu an var olan boşluklar bizimki gibi bir gezegen sisteminin var olabilmesi icin en ideal mesafeye sahiptir.
ATOMDA SAKLI OLAN BUYUK GUC
Allah, sonsuz kudretiyle evrenin en guclu kuvvetini evrenin en kucuk parcası olan atomların icine sığdırmıştır. Bu durum Allah'ın yaratma sanatının en buyuk delillerinden biridir.19. yuzyılın ilk yarısından bu yana yuzlerce bilim adamı atomun sırlarını ortaya cıkarabilmek icin gece gunduz calıştılar. Atomun şekli, hareketi, yapısı gibi ceşitli ozelliklerini gun ışığına cıkaran bu calışmalar, maddeyi ezeli ve ebedi bir varlık olarak kabul eden klasik fiziği temellerinden yıktı ve modern fiziğin temellerini attı.
Son derece kucuk olan bu parcacıklar, kendi iclerinde mukemmel bir organizasyona sahiptirler. Ancak atomdaki mucizevi yon bu kadarla kalmaz; atom aynı zamanda icinde cok muazzam bir enerjiyi de barındırır.
Cekirdekte Saklı Guc
Atom cekirdeğinin icinde, protonları ve notronları birbirine bağlayan cok guclu bir kuvvet vardır. Bu kuvvete, "Guclu Nukleer Kuvvet" adı verilir. Nukleer enerji, cekirdekteki bu kuvvetin serbest bırakılmasıyla ortaya cıkar. Bu kuvvet uzerinde bir oynama yapılmadığı zaman kimseye bir zararı yoktur, ama insan mudahalesiyle milyonları olduren bir guc haline gelebilmektedir. Atomun cekirdeğinde bulunan ve milyonlarca kişinin hayatını tehlikeye sokabilecek olan bu olağanustu kuvveti, "fisyon" (nukleer parcalanma) ve "fuzyon" (nukleer kaynaşma) tepkimeleri acığa cıkarmaktadır.
Atomun icinde saklı olan bu guc oylesine buyuktur ki, insanlık bu enerjinin keşfiyle artık okyanusları birleştiren dev kanallar acabilmekte, dağları oyabilmekte, suni iklimler uretebilmekte ve bunlar gibi daha bircok faydalı işi yapabilmektedir. Ama şunu da belirtmek gerekir ki, atomun icinde saklı olan guc, bir yandan bu şekilde insanlığa hizmet ederken, diğer yandan da insanlık icin cok buyuk bir tehlike oluşturmaktadır. Oyle ki bu gucun kotuye kullanımıyla, 2. Dunya Savaşı sırasında Hiroşima ve Nagasaki’de on binlerce insan birkac saniye gibi cok kısa bir sure icinde hayatlarını kaybettiler. Yakın gecmişte de, Rusya'daki Cernobil Nukleer Santrali'nde meydana gelen bir kaza, cok sayıda insanın olmesine ya da sakat kalmasına yol acmıştı.
Bu kadar kucuk bir tanenin icine bu kadar buyuk bir enerji sığdırılması olağanustu bir mucizedir. Allah insanlara sonsuz gucunu, yarattığı varlıklarda gostermekte, dilediği gucu dilediği yerde var etmektedir. İnsanlara da sonsuz ilminden ancak dilediği kadarını vermektedir.
ELEKTRONLARIN YORUNGESİ
Allah gorduğumuz ve goremediğimiz her yeri sonsuz bir sanatla yaratmış ve bizim haberimiz bile olmadığı halde yarattığı sayısız nimetleri bizim emrimize vermiştir."Allah, gercekten kendisinden başka ilah olmadığına şahitlik etti; melekler ve ilim sahipleri de O'ndan başka ilah olmadığına adaletle şahitlik ettiler. O'ndan başka İlah yoktur." (Al-i İmran Suresi,18)
Atomu oluşturan parcacıkların kendi eksenleri etrafında olağanustu bir hızla donuşlerine "spin" adı verilir. Evrendeki pek cok sistemde spin hareketi onemli bir rol oynar. Atomun icindeki parcacıklardan uzaydaki yıldızlara kadar butun sistemler bu hareket uzerine kurulmuştur. Parcacıkların spin hareketi ise ilk kez 1925 yılında fark edilmiş ve bu donuş "Pauli Dışlama İlkesi" olarak anılmaya başlanmıştır. Bu ilkeye gore, iki benzer parcacık aynı duruma sahip olamazlar, yani belirsizlik ilkesinin tanımladığı sınırlar icinde hem aynı konumda, hem de aynı hızda bulunamazlar. Bu kuralı şu şekilde acıklayabiliriz: Bildiğiniz gibi atom son derece kucuk bir yapıdır ve o kucuk yapının icinde de cok karmaşık bir trafik vardır. Eğer bu yapıyı oluşturan birbirine benzer parcacıklar aynı hızda ve aynı yonde hareket etselerdi ne olurdu, bir duşunelim:

Oncelikle protonu oluşturan 3 kuarkı ele alalım. 3 kuark aynı anda, aynı hızda ve aynı yonde hareket ettikleri takdirde, artık 3 kuark diye bir şey kalmaz, hepsi de tek bir kuark halini alırlar. Boyle bir durumda da protonların oluşması mumkun olmaz ve cekirdek, dolayısıyla atom oluşamaz. Cunku kuark bir enerjiden ibarettir ve aynı yonde ve aynı hızda hareket eden 3 ayrı enerji olabilmesi mumkun değildir. Bunların bir şekilde birbirlerinden ayrılmaları gerekir. Bu ayrım da ancak hareket farklılıklarıyla oluşabilmektedir. Ancak bu şartla, kuarklar (enerji paketcikleri), notronları ve protonları oluşturabilirler. Şayet, kuarkların hepsi aynı yonde ve aynı hızda hareket etselerdi, ne protonlar, ne notronlar, ne de cekirdek oluşabilirdi. Sonuc olarak, atomlar, molekuller dolayısıyla da madde var olamazdı.
Şimdi, cevaplanması gereken cok onemli bir soru vardır ki bu soru bizi en başa dondurmektedir: Neden tum parcacıklar bu stratejiye uymakta, yani itaat etmektedirler? Neden tek bir parcacık bile bu kurala itiraz etmemektedir? Tum bu parcacıkların, burada saydıklarımızı uygulayabilecek şuur, akıl, irade ve zekaları mı vardır? Elbette hayır. Kutlesi bile olmayan, sadece enerjiden ibaret olan bu parcacıkların, hic şuphesiz ne kendilerine ait bir akılları, ne de mustakil bir iradeleri olabilir. Burada karşımıza cıkan, Allah'ın sonsuz aklı, sonsuz gucu ve sonsuz ilmidir. Allah, tum bu parcacıklara, boyun eğdirmiş ve boylece evreni yaratmıştır. Allah bir ayette bu gerceği bize şoyle bildirmektedir:"... Hayır, goklerde ve yerde her ne varsa O'nundur, tumu O'na gonulden boyun eğmişlerdir." (Bakara Suresi, 116)
GALAKSİNİN EN KONFORLU YERİ
" ... Guneş'i ve Ay'ı sizin emrinize verdi; yıldızlar da O'nun emriyle emre hazır kılınmıştır." (Nahl Suresi, 12)
Samanyolu Galaksisi, evrendeki yaklaşık 300 milyar galaksiden sadece bir tanesidir. 300 milyar galaksi... Bir cırpıda soylenebilen bu rakamı bir duşunun... Eğer her bir saniyede bir galaksi sayacak olsanız tumunu saymanız yaklaşık 10.000 yıl surecektir. Dahası, 10.000 yıllık donemde tek bir saniye olarak sayacağınız galaksimizin icindeki yıldız sayısı yaklaşık 200 milyardır. Guneş ise bu yıldızlardan sadece bir tanesidir.
Guneş'in tum ozellikleri dunyadaki yaşam icin ayarlanmıştır: Ortalama buyuklukte bir yıldız olması; dunyaya uygun mesafede bulunması; yaydığı ışığın ozellikleri; icerdiği element oranının bizim icin uygun olması gibi. Isı ve ışık kaynağımız olan Guneş'in tum ozellikleri Allah'ın rahmetiyle bizler icin ayarladığı seviyededir. Evrenin yaratıcısı Yuce Allah bir Kuran ayetinde şoyle bildirmektedir:
" ... Guneş'i ve Ay'ı sizin emrinize verdi; yıldızlar da O'nun emriyle emre hazır kılınmıştır." (Nahl Suresi, 12)
Galaksideki tum yıldızlar -Dunyamızın Guneş etrafında donduğu gibi- galaksinin merkezi etrafında donmektedir. Bu merkez etrafında donen yaklaşık 300 milyar yıldızın her birinin yorungesi farklıdır. Guneş ve elbette onunla beraber biz de, bu merkez etrafında surekli olarak donmekteyiz. Guneş'in bu merkez etrafındaki tek bir turu tamamlamasının yaklaşık olarak 230 milyon yıl surduğu hesaplanıyor.
Korunan Guneş
Guneş'in yorungesini araştıran astronomi profesoru Guillermo Gonzalez Guneş'in bu yolculuğunda galaksideki tehlikeli bolgelerden korunduğunu fark etti. Gonzalez, Guneş'in bu ozel yorungesinin altında, onu benzeri yıldızlardan ayıran bazı ozgun nitelikler yattığını belirtiyor. Boylece Guneş'in konumu, galaksinin yaşamı destekleyebilecek ozellikte gorunen cok ender yerlerinden biri olarak goze carpıyor.
Gonzalez bu acıdan Guneş Sistemimizin "Yerleşilebilir Galaktik Bolge" olarak tanımladığı bolgede yer aldığını belirtiyor. Ve ekliyor: "Gezegenimizdeki tum canlılar -en basit bakteriden en kompleks yapıda canlılara kadar hepsi- varlıklarını bu faktorlerin eşsiz dengesine borcludur".
Gonzalez'in tehlikelerine dikkat cektiği iki bolge galaksimizin merkezi ve galaksimizin dışında yer alan spiral kollardır. (Bircok galaksi spiral şekildedir. Bu galaksilerdeki yıldızlar, bir helezonu oluşturan cizgilerdeki gibi dizilirler. Kollar ise galaksinin en dışında yer alan kollarıdır)
Buna gore, eğer galaksinin merkezine yakın olsaydık; Galaksinin merkezinde Guneş'in tam 3 milyon katı kutleye sahip bir kara delik bulunmaktadır. Bu karadelik muhteşem cekim kuvvetiyle etrafındaki tum yıldızları yutarak onları yemektedir. Bilim adamları bu buyuklukte bir karadeliğin Dunyamızı yutmasının sadece bir saniye sureceğini belirtmektedirler.
Galaksinin merkezinde bu cok tehlikeli cekim kuvvetinin yanısıra, bizim icin cok zararlı olan radyasyon da yayılmaktadır. Bu radyasyon, dev yıldızları oluşturan maddenin, karadeliğin kutlesine katılırken sıkıştırılıp aşırı ısınmasından kaynaklanmaktadır.
Eğer bu bolgeye yakın olsaydık, yuksek radyasyondan dolayı yeryuzunde yaşam mumkun olmazdı. Galaksinin merkezinden yayılan zararlı gamma ışınları, X-ışınları ve kozmik ışınlar tek bir canlı hucre dahi bırakmazdı. Ancak Guneş Sistemimiz galaksinin merkezine yaklaşık 28.000 ışık yılı (266. 000.000.000.000.000 km-İkiyuzaltmışaltı katrilyon kilometre) uzaktadır ve tum bu zararlı etkilerden uzakta ve guvendedir.
Eğer galaksinin spiral kollarında olsaydık;Guneş, galaksinin merkezindeki tehlikelerden korunduğu gibi galaksinin dış cemberinde yer alan spiral kollardan da korunmaktadır. Bu spiral kollar cok sayıda yıldızın doğum yeridir. Burada devasa buyuklukte bircok yıldız bulunur ve toplam kutleleriyle galaksinin spiral kollarını yoğun bir cekim alanı haline getirir. Bu kollar ozellikle Guneş Sistemindeki kuyruklu yıldızları etkileyerek Dunya icin tehlike oluşturabilirler.
Guneş Sisteminde trilyonlarca kuyruklu yıldız bulunur. Bunlar sistemin en dışında yer alır ve tum sistemi bir kure gibi kuşatırlar. Bu kuyruklu yıldızlar normalde Guneş'in etrafında yorungededirler, ancak Guneş dışında bir kutlenin devreye girmesi durumunda yorungeden cıkabilirler.
Eğer Guneş Sistemi galaksinin spiral kollarında olsaydı, bu kolların guclu cekim kuvveti kuyruklu yıldızları yorungelerinden kolaylıkla fırlatır, bu durumda dunyamız her an kuyruklu yıldızların bombardımanı altında kalırdı.
Ancak Gonzalez'in bildirdiğine gore guneşin iki ozelliği bizi bu bombardımandan korumaktadır. Birincisi Guneş'in hızıdır. Guneş'in hızı spiral kolların hızına yakındır. İkisi de galaksi merkezinde yaklaşık aynı hızla donmektedirler. Boylece Guneş'le spiral kolların yorungesinin sık kesişmesi engellenmiş olur. Burada bizim yaşamamız icin cok ozel bir denge bulunduğu ortaya cıkmaktadır. Cunku Gonzalez yıldızların %95'inin hızının spiral kollara uyumsuz olduğunu belirtmektedir. Guneş'in sahip olduğu bu ozel hız sayesinde spiral kolların tehlikeli cekim etkilerinden korunuruz.
Guneş'in bizi spiral kollardan koruyan ikinci mucizevi ozelliği yorungesinin şeklidir. Guneş, yaşıtı olan yıldızlardaki gibi elips değil, cember şekilli bir yorungeye sahiptir. Gonzalez bu konuda şunları soylemektedir:
"Eğer Guneş'in galaksi merkezi etrafındaki yorungesi biraz daha az cembersel olsaydı, Guneş'in spiral kolların icinden gecme ihtimali yukselirdi."
SUYUN ŞAŞIRTICI OZELLİKLERİ
Suyun ısıyla ilgili (termal) ozellikleri dunya uzerindeki canlı yaşamının surekliliğinde buyuk rol oynar. Bunlardan birkac tanesini şoyle sıralayabiliriz: Bilinen tum sıvılar, ısıları duştukce buzuşur, hacim kaybederler. Hacim azalınca, yoğunluk artar ve boylece soğuk olan kısımlar daha ağır hale gelir. Bu yuzden, sıvı maddelerin katı halleri, sıvı hallerine gore daha ağırdır. Su ise, bilinen tum sıvıların aksine, belirli bir ısıya (+4°C'ye) duşene kadar buzuşur, daha sonra birdenbire genleşmeye başlar. Donduğunda ise daha da genleşir. Bu nedenle suyun katı hali, sıvı halinden daha hafiftir. Buz, aslında "normal" fizik kurallarına gore suyun dibine batması gerekirken, su ustunde yuzer.
Suyun bu ozelliği dunya uzerindeki denizler acısından cok onemlidir. Bu ozellik olmasa, yani buz suyun uzerinde yuzmese, dunya uzerindeki suyun cok buyuk bir bolumu tamamen donacak, gollerde ve denizlerde hicbir canlı kalmayacaktı.
Buz eridiğinde ya da su buharlaştığında, etraftan ısı cekilir. Bunun tersi gercekleştiğinde ise, dışarıya ısı verilir. Bu, "gizli ısı" olarak bilinen bir kavramdır. Tum sıvıların gizli ısıları vardır. Ancak suyun gizli ısısı, bilinen tum sıvıların en yukseği sayılabilir. Ayrıca suyun "termal kapasitesi", yani suyun ısısını bir derece artırmak icin gereken ısı miktarı, bilinen diğer sıvıların cok buyuk bolumunden daha yuksektir.
ATEŞTEKİ TASARIM

Canlılara enerji sağlayan en temel reaksiyon, karbon ve hidrojen bileşiklerinin oksitlenmesi, yani yanmasıdır. Ancak bu noktada ilginc bir soru sorulabilir: Bizim vucudumuz temelde karbon ve hidrojen bileşiklerinden oluşmaktadır. Peki nasıl olup da vucudumuz okside olmaz? Ya da daha acık bir ifadeyle, neden vucudumuz bir anda kibrit copu gibi tutuşup yanmaz?
Vucudumuzun oksijenle temas ettiği halde yanmaması, gercekten şaşılacak bir durumdur.
Bu şaşılacak durumun nedeni, oksijenin normal ısılardaki molekuler formu olan O2 molekulunun buyuk olcude "asal", yani reaksiyona girmeyen bir yapıya sahip oluşudur. Ama bu durumda bir başka soru daha ortaya cıkar; madem O2 kolay kolay reaksiyona girmeyen bir molekuldur, o halde bu molekul bizim vucudumuzun icinde nasıl reaksiyona sokulmaktadır?
19. yuzyıldan beri merak edilen bu sorunun cevabı, son yarım yuzyıl icindeki gelişmeler sonucunda anlaşılmıştır. Biyokimyasal gozlemler, insan vucudundaki bazı ozel enzimlerin, sadece oksijenin atmosferde bulunan formu olan O2'yi reaksiyona sokmakla gorevli olduğunu ortaya cıkarmıştır. Hucrelerimizdeki bu ozel enzimler, son derece karmaşık işlemler sonucunda, vucudumuzdaki demir ve bakır atomlarını katalizor (hızlandırıcı) olarak kullanmakta ve boylece oksijeni reaktif hale getirmektedirler.

Yani ortada cok ilginc bir durum vardır: Oksijen yakıcı bir elementtir ve normalde bizim bedenimizi de yakması beklenmelidir. Bunu engellemek icin, oksijenin atmosferdeki formu olan O2 ilginc bir bicimde "asal" kılınmıştır, yani kolay kolay reaksiyona girmemektedir. Ama bedenimizin enerji elde etmesi icin de, oksijenin yakıcılığına ihtiyacı vardır. Onun icin hucrelerimizin icine, bu asal gazı son derece reaktif hale getiren karmaşık bir enzim sistemi yerleştirilmiştir.

Bu arada yeri gelmişken belirtmek gerekir ki, soz konusu enzim sistemi, canlılığın rastlantılarla oluştuğunu iddia eden evrim teorisinin asla acıklayamadığı bir tasarım harikasıdır.Bedenimizin aniden tutuşmasını engellemek icin alınmış bir başka tedbir daha vardır. Bu, İngiliz kimyager Nevil Sidgwick'in ifadesiyle "karbonun karakteristik asallığı"dır. Bir başka deyişle, karbon atomu da normal ısılarda kolay kolay oksijenle reaksiyona girmez.
Kimyasal dille ifade edilen bu ozelliği, aslında hepimiz gunluk hayatta cok yakından yaşamışızdır. Soğuk bir havada odun ya da komur kullanarak ateş yakmaya calıştığımızda yaşadığımız zorluk, karbonun soz konusu "karakteristik asallığı"dır. Ateşi yakabilmek icin bir hayli uğraşmamız, odunun ya da komurun ısısını iyice yukseltmemiz gerekir. Ama ateş bir kez alev aldıktan sonra da, karbon hızla reaksiyona girer ve buyuk bir enerji acığa cıkar. Bu yuzden bir yangını başlatmak (kibrit vs. gibi ozel ateş kaynakları olmadıkca) son derece zordur. Ama yangın bir kez başladıktan sonra da cok buyuk bir ısı oluşur ve bu ısı etraftaki diğer karbon bileşiklerini de tutuşturur.
Bu durum incelendiğinde, ateşte son derece etkileyici bir tasarım olduğu gorulur. Oksijenin ve karbonun kimyasal ozellikleri oyle ayarlanmıştır ki, bunlar sadece cok yuksek bir ısıda reaksiyona girip ateş oluştururlar. Eğer boyle olmasaydı, Dunya uzerindeki yaşam imkansız hale gelirdi. Eğer oksijenin ve karbonun reaksiyona girme eğilimleri biraz daha fazla olsaydı, hava sıcaklığı biraz arttığında insanların, ağacların, hayvanların bir anda tutuşup yanmaları sıradan bir vaka haline gelirdi. Orneğin colde yuruyen bir insan, sıcaklık gun ortasında en yuksek dereceye cıktığı anda, bir kibrit copu gibi bir anda alevlere boğulabilirdi. Bitkiler ve hayvanlar da aynı tehlikeyle yuzyuze kalırdı. Elbette boyle bir Dunya'da yaşamdan soz etmek biraz zor olurdu.Eğer oksijenin ve karbonun karakteristik asallıkları daha fazla olsaydı, bu sefer de Dunya uzerinde ateş yakmak cok zor, belki de imkansız hale gelirdi. Ateşin olmadığı bir ortamda ise, insanların ısınması ve teknoloji geliştirmesi mumkun olamazdı. Cunku bilindiği gibi teknoloji metallere dayanır ve metaller de ancak cok yuksek ısılarda yumuşayıp şekillendirilebilirler.
Ozetle, karbon da oksijen de, bizim yaşamımıza en uygun olacak bicimde yaratılmışlardır. Bu iki elementin ozellikleri, bizlere ateş yakabilme ve bu ateşi en uygun bicimde kullanma imkanı vermektedir. Dahası, Dunya'nın her bir yanı, cok bol miktarda karbon iceren, dolayısıyla ateş yakmak icin kolaylıkla kullanabildiğimiz ağaclarla doldurulmuştur. Tum bunlar, ateşin ve malzemelerinin de insan yaşamına en uygun bicimde yaratıldığını gostermektedir. Nitekim Allah, insanlara Kuran'da şoyle buyurmaktadır:“Ki O (Allah), size yeşil ağactan bir ateş kılandır; siz de ondan yakıyorsunuz.” (Yasin Suresi, 80)
DUNYAYI KORUYAN YENİ KALKAN:UZAY FIRTINALARI KALKANI
Uzay calışmaları, Dunyamız’ın ve evrenin yoktan var edilmiş olduğunu ortaya koyan yeni bilimsel keşifleri ortaya cıkarıyor. Kısa zaman once NASA’nın uzay mekiği ile ilgili yaptığı calışmalar sırasında Dunya’nın etrafındaki atmosferin koruyucu kalkan ozelliğine sahip olduğu keşfedildi. Ayrıca atmosferin donuşumlu bir sisteme sahip olduğu da bu calışmalar sırasında ortaya kondu.
Bilimsel gozlemler atmosferimizin dış kısmında uzay fırtınalarının yarattığı enerjiyi bir ısı kalkanı gibi emen bir koruyucu alanın mevcut olduğunu ortaya koymuştur. Gezegenimizi cevreleyen bu kalkan tabaka elektrik yuklu gaz ya da plazma bulutu oluşturup yeryuzunde yaşamı imkansız kılabilecek uzay fırtınası enerjisinin, atmosferin daha alt katmanlarına ulaşmasını engellemekte ve bu sayede Dunya'daki yaşamın surmesi icin hayati oneme sahip olan bir gorevi yerine getirmektedir.
Elektrik yuklu plazma bulutu o kadar sıcaktır ki; bu bulutu oluşturan tanecikler ısı yayarak bazen orta ve ust yorungelerdeki uyduların calışmalarını engellemektedir. Gunumuze kadar, uzay fırtınalarının oluşturduğu enerji taneciklerinin, Guneş'in meydana getirdiği ruzgarlar tarafından tutulduğu duşunuluyordu. Ancak bu goruşun aksine, NASA'nın “Image” adı verilen uzay mekiğinin calışmaları sırasında ortaya konan bu yeni keşif, atmosferin ust katmanlarından biri olan iyonosferin uzay fırtınalarına aktif olarak etki ettiğini kesin olarak ortaya cıkardı.
Dunyamız son derece hassas dengelere bağlı bu mucizevi durum sayesinde uzay fırtınalarından korunmaktadır. Bu ozel korumalı sistem elbette ki kendi kendine oluşmamıştır. Evrendeki mukemmel duzen Rabbimiz'in kusursuz yaratışıyla meydana gelmiştir.
Fırtına kalkanı sayesinde zararlarından korunduğumuz bir diğer tehlike de guneş ruzgarlarıdır. Saniyede yaklaşık 400 kilometre hızla esen guneş ruzgarları Dunya'nın manyetik alanından hızla gecip ilerleyen elektrik yuklu parcalardan oluşur. Bu yolculuk esnasında milyonlarca amperlik korkunc bir elektrik akımı ortaya cıkar. Bu elektrik akımı da dunyanın gozle gorulemeyen manyetik alan cizgilerine doğru akar ve ozellikle kutup bolgelerinde trilyonlarca watt’lık enerji, atmosfere pompalanır. Dunyamızın fırtına kalkanı olmasaydı, bu cok buyuk elektrik akımından gelen ısı, Dunyadaki yaşamı imkansız hale getirecekti.Dunyanın manyetik alanı sayesinde, guneş ruzgarlarının atmosferimize doğrudan carpması ve zamanla meydana gelecek aşınmalar engellenmiş olmaktadır.
Herşeyden haberdar olan Rabbimiz'in yarattığı eşsiz sistem sayesinde guneş ruzgarları manyetosfere carpar ve gezegenimizin etrafını kuşatırlar. Bu patlamalar, Guneş’teki patlamalar ile birlikte daha buyuk bir hıza ve yoğunluğa ulaşır, ardından uzay fırtınalarının da bu patlamaya eklenmesiyle carpmanın şiddeti cok daha buyuk bir boyuta ulaşır. Tum bu yoğun fırtına bombardımanına maruz kalan Dunyamız, Allah’ın ustun yaratışının delillerinden olan bu kalkan sayesinde korunmaktadır.
GOKYUZU KORUNMUŞ BİR TAVANDIR
Gokyuzunu seyreden insanlardan coğunun aklına atmosferin koruyucu yapısı gelmeyebilir ancak atmosferimiz sanki Dunyamızı korumak icin mucadele eden şuurlu bir varlık gibi hareket eder. Tum bilimsel gozlemler, Dunya'daki yaşamın atmosferin bu ozelliği sayesinde korunduğunu kanıtlamaktadır. Bu da, Allah’ın kusursuz yaratışı ile atmosferi hizmetimize verdiğini bize gostermektedir.
Burada dikkati ceken cok onemli bir konu da, Allah’ın atmosferde yarattığı bu mukemmel sistemi Kuran-ı Kerim’de bildirmiş olmasıdır. 21. yuzyıl biliminin yeni tespit ettiği atmosferin koruyucu bir kalkan oluşturması hakkındaki bir Kuran ayeti şoyledir: “Gokyuzunu korunmuş bir tavan kıldık; onlar ise bunun ayetlerinden yuz ceviriyorlar.” (Enbiya Suresi, 32)
Atmosferin Kuran’da bildirilen bir diğer onemli ozelliği de, donuşumlu bir sisteme sahip olmasıdır.
Atmosferin en dıştaki iki tabakası iyonosfer ve manyetosferdir. İyonosfer, yeryuzunden yayınlanan radyo dalgalarını yeryuzune geri yansıtarak yayınların uzak mesafelerden de algılanmasını sağlar. Manyetosfer ise, Guneş’ten ve diğer yıldızlardan yayılan zararlı radyoaktif parcacıkları, yeryuzune ulaşmadan uzaya geri dondurur.
Butun bunlar, atmosferde son derece ozel bir geri dondurme sistemi olduğunu gosterir.
Dunya'da canlılığın devamı icin en uygun ortamın hazırlanmış olması Allah’ın kusursuz ve uyumlu yaratışının delillerindendir.
Allah Kuran'da tum yarattıklarının sahibi olduğunu ve herşeyin Kendisi'ne gonulden boyun eğdiklerini bildirmiştir. Bakara Suresi'ndeki ayetlerde Rabbimiz şoyle buyurmaktadır:
“... goklerde ve yerde ne varsa O’nundur, tumu O’na gonulden boyun eğmişlerdir. Gokleri ve yeri (bir ornek edinmeksizin) yaratandır. O, bir işin olmasına karar verirse “OL” der, o da hemen oluverir.” (Bakara Suresi, 116-117)
DUNYA'NIN YARATILIŞINDAKİ MUKEMMEL UYUM
Dunya'nın "korunmuş tavan"ını oluşturan manyetik alanın var olması icin, Ay'ın ve komşu gezegenlerin buyuklukleri ve Dunya'ya olan uzaklıkları da onemlidir. Komşu gezegenlerden birinin şimdikinden buyuk olması, o gezegene buyuk bir cekim kuvveti kazandıracaktı. Komşu gezegenin sahip olacağı bu buyuk cekim kuvveti, Dunya'nın cekirdeğindeki katı ve sıvı kısımlardaki hareket hızını değiştirecek, bugunku şekilde bir manyetik alanın oluşmasına engel olacaktı. "Dunya guneş cevresinde donerken oyle bir yorunge cizer ki, her 18 milde doğru bir cizgiden ancak 2.8 mm ayrılır. Dunyanın cizdiği bu yorunge kıl payı şaşmaz, cunku; yorungeden 3 mm'lik bir sapma bile buyuk felaketler doğururdu: sapma 2.8 yerine 2.5 olsaydı yorunge cok genişolurdu ve hepimiz donardık, sapma 3.1 mm olsaydı hepimiz kavrularak olurduk." (Bilim ve Teknik Dergisi, Temmuz 1983)
Evrendeki tum cisimlerin boyle bir uyum icinde yorungelerine sadık kalarak hareket etmeleri, ortada muhakkak kontrollu bir sistemin var olduğunu hissettirir. Boyle buyuk bir sistemin başı boş işlemesi mumkun değildir.
Evrendeki cisimlerin hızlarını da hesaba kattığımızda, tum veriler daha da karmaşıklaşır. Orneğin Dunya saatte 1.670 km. hızla kendi ekseni etrafında doner. Bugun insanlar tarafından uretilmişolan en hızlı merminin saatte ortalama 1.800 km. surate sahip olduğu duşunulurse dunyanın devasa boyutlarına rağmen suratinin ne denli buyuk olduğu anlaşılır.
Dunya'nın Guneş etrafındaki hızı ise merminin yaklaşık 60 katıdır: saatte 108.000 km. Bu suratle yol alabilen bir arac yapılabilseydi, bu arac Dunya'nın cevresini 22 dakikada dolaşabilirdi.Dunya'nın ekseni yorungesine 23 derecelik bir acıyla eğim yapar. Mevsimler bu eğim sayesinde oluşur. Bu eğim şimdiki değerinden daha fazla ya da daha az olsaydı, mevsimler arasındaki sıcaklık farkı aşırı boyutlara ulaşacağından yeryuzu uzerinde dayanılmaz sıcaklıkta yazlar ve aşırı soğuk kışlar yaşanırdı.
Butun bu bilgilerin bize gosterdiği, etrafımızda son derece hassas ve "yaşam icin gerekli" dengelerden oluşan mukemmel sistemler olduğudur. Tum bu sistemleri yaratarak insanın hizmetine veren de alemlerin Rabbi olan Allah'tır. Allah'ın bu kusursuz yaratışı Kuran'da şoyle haber verilir:"O, biri diğeriyle 'tam bir uyum'icinde yedi gok yaratmış olandır. Rahman'ın yaratmasında hicbir 'celişki ve uygunsuzluk'goremezsin. İşte gozu(nu) cevirip-gezdir; herhangi bir catlaklık (bozukluk ve carpıklık) goruyor musun? Sonra gozunu iki kere daha cevirip-gezdir; o goz umudunu kesmiş bir halde bitkin olarak sana donecektir." (Mulk Suresi, 3-4)

__________________