Kısaca Resulullah (s.a.a)’in Hayatı
Resulullah (s.a.a), Fil yılı, Rabiulevvel ayının on yedisinde (M.570’de) Cuma gunu şafak vakti Mekke şehrinde dunyaya geldi.[1] Resulullah (s.a.a)’in değerli babası, Abdullah bin Abdulmuttalip bin Haşim bin Abdumenaf idi; değerli annesi ise Veheb bin Abdumenaf’ın kızı Amine idi. Gorulduğu gibi her iki şahsiyetin akrabalık bağı Abdumenaf’da birleşiyor.
Hz. Peygamber’in mubarek ismini, İlahi emir gereği Muhammed[2] kunyesini ise Ebu’l Kasım[3] koydular.
İmam Bakır (a.s)’ın buyurduğuna gore, Hazretin doğumunun yedinci gunu Ebu Talib, Peygamber (s.a.a) icin bir kurban kesti ve akrabalarını misafirliğe davet ederek şoyle dedi: "Bu Ahmed’in akikasıdır.” Misafirler; “Onun ismini neden Ahmed koydun?” diye sorduklarında, Ebu Talib; “Yer ve gok ehlinin ovgusunden dolayı onun ismini Ahmed koydum.” dedi.[4] İşte bundan dolayı Emir-ul Muminin Ali (a.s), Hz. Resulullah (s.a.a)’in de, iki ismi bulunan peygamberlerden olduğunu soylemiştir.[5]
Peygamber (s.a.a) henuz daha dunyaya gelmeden babasını kaybetti;[6] dunyaya geldikten sonra da onu, sut emmesi icin Halime-i Sadiyye’ye emanet ettiler. İbn-i Sad’ın yazdığına gore, Halime Hazreti kucağına alır almaz goğsu sutle doldu; oyle ki, Peygamber ve Halime’nin aclıktan uyumayan cocuğu da o sutten doydular.[7]
Peygamber (s.a.a) uc yaşına kadar annesi Amine’nin de gozetimiyle sut annesi Halime’nin yanında kaldı, daha sonra Mekke şehrine giderek kendi annesinin yanında yer aldı.
Peygamber (s.a.a) altı yaşında iken annesi Amine ve bakıcısı Umm-u Eymen’le birlikte akrabalarını gormek icin Medine’ye gittiler. Bir ay Medine’de kaldıktan sonra Mekke’ye donuşte Ebva’ya (Cuhfe’den 37 km. uzak) ulaştıklarında Hazretin değerli annesi vefat edip orada defnedildi. Ummu Eymen Hz. Peygamber’i Mekke’ye goturdu, orada da Abdulmuttalip onun sorumluluğunu ustlendi.[8] Ama iki yıl sonra Abdulmuttalip de dunyadan goctu.[9] Onun vasiyeti gereğince Ebu Talib yeğeni Hz. Muhammed (s.a.a)’in sorumluğunu ustlendi.[10]
İbn-i Abbas’ın naklettiğine gore Ebu Talib Hz. Peygamber ile oylesine ilgileniyordu ki, gece ve gunduz ondan bir an olsun ayrılmıyordu, onu kendi yanında yatırıyor ve onun hakkında kimseye guvenmiyordu.[11]
Resulullah (s.a.a) on iki yaşında[12] Ebu Talib’le birlikte Şam’a yolculuğa cıktı. Bu yolculukta Buheyra isminde bir rahiple karşılaştılar. Buheyra, Mesihi (Hıristiyan) alimlerinin en bilginlerindendi. Hz. Peygamber’i gorur gormez, O’nun ahir-uz zaman Peygamberi olduğunu hemen anladı. Buheyra Ebu Talib’e donup şoyle dedi: “Onceki semavi kitaplarda bu gencin peygamberliğiyle ilgili haber vardır."[13]
Resulullah (s.a.a) erginlik cağına kadar Ebu Talib’in evinde kaldı. Hazret ahlak, yiğitlik, halkla gecinmek ve emanete riayet etmek bakımından oyle bir ahlaka sahipti ki, halk ona “Emin” lakabını takmıştı.[14]
Resulullah (s.a.a) yirmi yaşında iken “Hilf-ul Fudul” antlaşmasına katıldı. Bu antlaşma Beni Haşim, Beni Zuhre ve Beni Temim arasında yapılan en iyi antlaşma idi. Bu antlaşma gereği mazlumlarım hakları zorbalardan alınacak ve gereken yardımlar onlardan esirgenmeyecekti.[15]
* * *
Hz. Hatice asaletli ve serveti olan bir kadındı ve erkekler vasıtasıyla ticaretle uğraşıyordu. Resulullah'ın doğru konuşan ve emanettar biri olduğunu oğrenince O Hazrete, kolesi Meysere ile birlikte ticaret yapmak icin Şam’a gitmesini ve kendisine diğer tacirlerden daha fazla pay vereceğini onerdi. Resulullah (s.a.a) Hatice’nin bu onerisini kabul ederek onun malı ile Şam’a doğru yola cıktı. O memlekette mallarını satıp işlerini bitirdikten sonra Mekke’ye doğru hareket etti. Mekke’de ise oradan getirdikleri malları satıp, oncekilere oranla iki kat veya daha fazla kÂr elde etti. Ustelik Meysere de yol boyunca Resulullah’tan gorduğu hareket ve davranışları Hatice’ye anlattı.
Hatice, birisi vasıtasıyla Resulullah’a şoyle bir mesaj gonderdi: “Ey amca oğlu, aramızdaki akrabalık bağından ve kavmin arasında yuce, şerefli, soylu, emanettar, iyi huylu ve doğru konuşan biri olmandan dolayı seninle evlenmek istiyorum.”
Hatice’nin bu evlenme teklifi oyle bir zamanda oldu ki, Hatice o zamanlar nesep acısından en koklu, şeref ve mal bakımından da butun kadınların en ustunu idi; herkes onunla evlenmek istiyordu, ama o hic kimseyi kabul etmiyordu.[16]
Resulullah (s.a.a) Hz. Hatice’nin evlenme teklifini kabul ederek amcalarını onu istemeye gonderdi.[17]
Resulullah (s.a.a) evlendiği zaman yirmi beş[18], İbn-i Abbas ve bir grup diğer bilginlerin sozune gore Hz. Hatice de yirmi sekiz yaşında idi.[19]
Hz. Peygamber (s.a.a)’in Hz. Hatice ile evlenmesinden, ikisi erkek, dordu kız olmak uzere toplam altı cocuğu oldu. Erkeklerin isimleri; Kasım ve Tahir; kızların isimleri ise Ummu Gulsum, Rukayye, Zeyneb ve Fatıma’dır.[20]
Hatice-i Kubra (a.s) Resulullah (s.a.a) ile ortak yaşantısında cok fedakarlıklar yapmıştır. O butun mal ve servetini aziz eşinin ihtiyarına bırakmış ve butun kadınlardan once Hz. Resulullah’a iman etmişti. Resulullah (s.a.a) onun hakkında şoyle buyurmuştur:
“O, insanlar kafir olduğunda bana iman etti, halk beni tekzip ettiğinde o beni tasdik etti, halk beni mahrum bıraktığında o kendi malıyla bana yardımda bulundu.”[21]
* * *
Hz. Resulullah’ın yaşantısının en hassas donemi, 40 yaşına girdiği ve Receb’in 27. gunu (M.610) peygamberliğe secildiği andır.[22] O zamandan itibaren uc yıl boyuca halkı gizlice İslam’a davet etti.[23] Hz. Resulullah’a ilk iman eden Emir-ul Muminin Hz. Ali olmuştur.[24] Ondan sonra da Hz. Hatice iman etmiştir.
Bi’setin ucuncu yılında Resulullah (s.a.a), halkı acıkca İslam’a davet etmeye emr olundu. Bu emir gereği once kendi yakınlarını misafirliğe davet ederek onlara şoyle buyurdu:
“Allah-u Teala beni, sizi O’na davet etmeye emretmiştir. İcinizden kim beni tasdik edip bu işte bana yardımcı olursa, sizin aranızdaki kardeşim, vasim ve halifem olacaktır.”[25]
Teberi’nin yazdığına gore Ebu Talib oğlu Ali, Peygamber’e yardımcı olacağını ilan eden tek şahıs idi. Peygamber (s.a.a) de oradakilere şoyle buyurdu:
“Bilin ki, bu şahıs, benim sizin aranızdaki kardeşim, vasim ve halifemdir; onun sozlerini dinleyin ve emirlerine itaat edin.”[26]
Resulullah (s.a.a) akrabalarını İslam’a davet ettikten sonra, halktan da putlarını bırakıp sadece Allah’a ibadet etmelerini istedi. Bu soz onlara cok ağır geldi; az bir grup haric hepsi Hazrete duşman kesilmeye başladı. O kritik anda, Mekke’nin buyuğu ve Peygamber’in amcası olan Ebu Talib, kardeşi oğlunun yardımına koştu ve onu yalnız bırakmayacağına dair yemin etti.[27] Gercekten oyle de yaptı. Ebu Talib, hayatta olduğu muddetce Kureyş Hz. Peygamber’i fazla incitemiyordu.
Kureyş buyukleri, Ebu Talib’in koruması altındaki Hz. Peygamber’i tam baskı altına alamadıklarını gorunce, yeni musluman olanları eziyet ve işkence etmeye başladılar. Peygamber (s.a.a), Muslumanların Kureyş’in zulum ve eziyetinden kurtulmaları icin onlara Habeşistan'a hicret etmeleri icin izin verdi.
Hicretin altıncı yılında, Mekke muşrikleri, Peygamber (s.a.a)’i oldurme kararı aldılar. Bu yuzden Muhammed (s.a.a)’i kendilerine teslim etmedikce Beni Haşim’le muamele yapmayacaklarına ve onlardan evlenmeyeceklerine dair kendi aralarında bir antlaşma imzaladılar. Bu antlaşmayı bir deri sayfasına yazarak Ka’be’nin duvarına astılar. Beni Haşim de canlarını korumak icin Peygamber (s.a.a) ile “Şi’b-i Ebu Talib” deresine sığındılar; uc yıl boyunca orada kaldılar. Uc yıl sonra Allah-u Teala Peygamberine, antlaşmayı “Allah” lafzı haric karıncaların yediğini haber verdi. Ebu Talib bu haberi Kureyişlilere iletti ve onlara; “Eğer Muhammed’in soyledikleri doğru cıkarsa ne yaparsınız?” diye sordu. Onlar da: “Artık el cekeriz” dediler. Kureyşliler Ka’be’ye gidip oraya astıkları antlaşmanın “Allah” lafzı haric karıncalar tarafından yenildiğini gorunce kendi antlaşmalarından vazgectiler. Bi’setin onuncu yılında vuku bulan bu olay neticesinde Mekke halkından bircok kimseler İslamiyeti kabul ettiler. Boylece Beni Haşim Şi’b-i Ebu Talib’den dışarı cıkabildi.[28]
Peygamber (s.a.a), bi’setin onuncu yılında iki buyuk yardımcısı olan Hz. Ebu Talib ve Hz. Hatice’yi kaybetti.[29] bu iki buyuk şahsiyetin olumu Hazrete cok ağır geldi, bundan dolayı o yılın ismini “Huzun yılı” koydu.[30]
İmam Zeyn’ul- Abidin (a.s) şoyle buyurmuştur:
“Resulullah (s.a.a), Ebu Talib ve Hatice’yi kaybettiğinde artık Mekke’de kalması gucleşmişti... Allah-u Teala bundan dolayı Hz. Peygamber’in, Mekke’de yardımcısı olmadığından orayı terk edip Medine’ye doğru hareket etmesini emretti.”[31]
Ebu Talib merhum olduktan sonra Kureyş’in Peygamber’e eziyeti gittikce fazlalaştı, Hazrete defalarca ihanet edip O’nun canına kıymak istediler.[32]
Mekke muşrikleri, bi’setin 13. yılı “Dar’un Nedve” denilen bir yerde toplanıp Peygamber’i oldurme kararı aldılar. Bu karara gore ceşitli kabilelerden oluşan gencler hep birlikte Hazret’e saldıracak ve kimin tarafından oldurulduğu bilinmeyecekti.[33] Hz. Peygamber (s.a.a) İlahi vahiyle bu komplodan haberdar oldu ve geceleyin Mekke’den ayrılarak Medine’ye doğru yola cıktı. Emir’ul- Muminin Hz. Ali de Peygamber (s.a.a)’in canını korumak icin O’nun yatağında yattı.[34]
* * *
Peygamber (s.a.a), Rabi’ul- Evvel ayının ilk gunu Mekke’den ayrıldı ve aynı ayın 12. gunu Medine’nin yakınlarında olan “Kuba” denilen yere vardı ve orada yaklaşık on gun Hz. Ali’yi bekledi.[35]
Bu muddet icerişinde de Kuba camisini yaptırdı. Daha sonra Hz. Ali’nin gelmesiyle Medine’ye teşrif buyurdular .
Hz. Peygamber’in hicreti ardınca Mekke Muslumanları da yavaş-yavaş Medine’ye hicret etmeye başladılar. Hz. Peygamber (s.a.a) Muhacir ve Ensar (Medine halkı) arasındaki samimiyet bağını guclendirmek icin onların aralarında kardeşlik bağı oluşturdu.
Peygamber (s.a.a) bu teşebbusu ile Medine’de İslami bir toplum oluşturmuş ve Muhacirlere yardım icin de uygun bir zemin hazırlamıştı.
Bu kucuk İslam toplumunun kuruluşundan daha 19 ay gecmemişken Muslumanlarla Mekke muşrikleri arasında savaş ateşi tutuştu. İlk onemli ateş Bedir savaşı idi, onun peşi sıra Uhud, Hendek, Hayber, Tebuk vb. savaşlar da vuku buldu.
Peygamber (s.a.a)’in savaşları iki ceşittir; birincisi, kendisinin katıldığı savaşlardır, bu savaşlara “Gazve” denilir. Diğeri ise kendisinin katılmadığı savaşlardır, bu savaşlara da “Seriyye” deniliyor. Gazvelerin sayısının 28, seriyyelerin sayısının ise 38 tane olduğunu soylemişlerdir.[36] Bunca savaş, dokuz yıldan az bir zamanda vuku bulmuştur.
Bu gazve ve seriyyeler, Muslumanların Hicaz topraklarında azamet ve guclerinin aşikar olmasına ve bircok Arap kabilelerinin Hz. Peygamberle barış antlaşmaları imzalamalarına sebep oldu.
Bu antlaşmaların en onemlisi, Hudeybiye antlaşması idi. Hz. Peygamber bu antlaşmayı, hicretin altıncı yılında Mekke muşrikleriyle yaptı. Bu antlaşma, Hicaz toprağında nisbi bir emniyet ve huzurun oluşmasına yol actı ve diğer topraklarda da İslam’ın yayılmasına bir ortam hazırladı.
Peygamber (s.a.a), hicretin yedinci yılında İslam’ın geniş bir şekilde yayılmasını sağlamak icin bircok mektuplar yazmış ve bu mektupları İran, Rum, Habeş, Mısır, Yemame, Bahreyn vb. ulkelerin kral ve padişahlarına gondererek kendi mesajını onlara iletmiştir.[37] Resulullah bu mektuplarda onları İslam’a davet ediyordu. Bu vesileyle Hz. Peygamber’in evrensel risaleti dunyanın her tarafına bildirilmiş ve boylece İslam’ın mesajı uzak memleketlere de ulaşmıştır.
* * *
Hicretin sekizinci yılının Ramazan ayında Mekke şehri Peygamber tarafından fethedildi.[38] Resulullah (s.a.a) ordusuyla birlikte savaşmaksızın Mekke şehrine girdi, ilk teşebbusunde Mekke halkının hepsini affetti ve Kabe’de bulunan uc yuz atmış putu oradan temizledi[39] ve sonra minbere cıkarak şoyle buyurdu:
“Ey insanlar! Allah Teala cahiliyet tekebburunu ve atalarla ovunmeyi sizin aranızdan temizledi. Bilin ki siz Ademdensiniz, Adem de balcıktandır. Bilin ki, Allah’ın en iyi kulları O’ndan korkan ve gunah işlemeyendir.”[40]
Resulullah (s.a.a), Mekke’de kısa bir muddet kaldıktan sonra Medine’ye doğru hareket etti. Bir kac aydan sonra, Rum ordusunun İslam ulkelerine saldırıp o topraklarda ilerlemeyi amacladıklarını oğrendi. Hazret bu haberi oğrenir oğrenmez İslam ordusunun, Rum ordusuna karşı koymak icin Şam sınırlarına doğru hareket etmelerini emretti, kendisi de ordunun komutanlığını uzerine aldı. Uzun bir mesafeyi kat ettikten sonra Hicretin dokuzuncu yılının Şaban ayında, Şam sınırında bulunan Tebuk topraklarına ulaştılar. Ama Rumlulardan hicbir eser yoktu. Cunku Rum ordusu, Hz. Peygamber’in komutanlığındaki İslam’ın guclu ordusunun hareketinden haberdar olmuş ve Muslumanlar karşısında yenilgiye uğramak korkusundan aldıkları kararlarından vazgecmişlerdi.
Resulullah (s.a.a) duşman tehlikesinin olmadığını gorunce ordunun Medine’ye donmesini emretti. “Tebuk” ismiyle meşhur olan bu gazve Hz. Peygamber’in en son gazvesi sayılmaktadır.
Hz. Peygamber (s.a.a)’in Hicaz topraklarındaki en fazla muvaffakiyet elde ettiği yıl, hicretin dokuzuncu yılıdır. Cunku o yılın hac merasiminde muşriklerden beraat ilan edildi.[41] Bu onemli mesele, Kurban Bayramında Emir’ul- Muminin Hz. Ali vasıtasıyla duşmanlara duyuruldu ve onlara, İslam’a karşı tavırlarını belirlemeleri icin dort ay fırsat tanındı. Bu beraatın ilanı neticesinde ceşitli kabilelerin elcileri Medine’ye doğru akın etmeye başladılar. Hepsi Hz. Peygamber’in huzuruna gelerek İslam’ı kabul ettiklerini veya İslam’ın golgesinde yaşamaları icin cizye odemeye hazır olduklarını ilan ettiler.
O yıl cok fazla elcinin Medine’ye akın etmesinden dolayı o yıla; “Amm’ul- Vefud” (Elciler Yılı) ismini vermişlerdir. Boylece puta tapma adet ve geleneği Hicaz toprağından silinmiş ve yerine tevhid dini yerleşmiştir.
* * *
Resulullah (s.a.a), hicretin onuncu yılında hac amellerini yapmak icin Mekke’ye yolculuk yapmaya hazırlandı. Muslumanlar da bu haberi duyunca, hac amellerini doğru bir şekilde kamil olarak oğrenmek icin yolculuğa hazırlandılar. Resulullah (s.a.a) Zilkade ayının sonuna dort gun kala Medine’den ayrıldı, Zilhiccenin dorduncu gunu ise Mekke’ye vardı.[42] Hac amellerini yaptıktan sonra Muslumanlarla birlikte o şehirden ayrılarak Medine’ye doğru yola koyuldu. Yuz yirmi bin civarında olan hac kervanı “Cuhfe” denilen yere yetiştiğinde, Hz. Peygamber tarafından kervanın durdurulması emredildi. Resulullah (s.a.a) namazını kıldıktan sonra Gadir-i Hum kenarında bir hutbe okudu, sonra Hz. Ali’nin elini tutup her ikisinin koltuk altları gorulecek kadar kolunu yukarıya kaldırdı. Herkes onu gorup tanıdı; sonra yuksek bir sesle şoyle buyurdu:
“Ey insanlar! Muminlerin kendilerinden, onlara daha evla kimdir?”
Halk: “Allah ve resulu daha iyi bilir.” dediler.
Bunun uzerine Resulullah (s.a.a) şoyle buyurdular:
“Allah-u Teala benim mevlamdır; ben de muminlerin mevlasıyım; ben onlara kendilerinden daha evlayım. Oyleyse ben kimin mevlası isem Ali de onun mevlasıdır.” [43]
Resulullah (s.a.a), bu cumleyi uc defa tekrarladı. (Hanbelilerin imamı olan Ahmed bin Hanbel’e gore, dort defa tekrarlamıştır.) Daha sonra şoyle buyurdular:
“Allah’ım! Onunla dost olana dost, ona duşman olana duşman ol; onu seveni sev, ona buğz edene buğz et; ona yardım edene yardım et, ondan yardımını esirgeyenden yardımını esirge; o nereye donerse hakkı onunla dondur. Biliniz ki, bu sozleri hazır olanlar hazır olmayanlara bildirmelidirler.”
Halk henuz dağılmadan Allah-u Teala şu ayet nazil etti:
“Bugun dininizi kemale erdirdim, nimetimi size tamamladım ve din olarak İslam’ı size beğendim.”
Bunun uzerine Resulullah (s.a.a) şoyle buyurdular:
“Allah-u Ekber! Din kemale erdi, nimet tamamlandı, Allah benim risaletime ve benden sonra Ali’nin velayetine razı oldu.”
Daha sonra orada bulunan insanlar Hz. Ali’yi tebrik etmeye başladılar. Ebu Bekir ve Omer Hz. Ali’yi ilk kutlayan kimselerdendir...
Bu vakıa, Zilhicce’nin on sekizinci gunu vuku buldu. Hz. Peygamber’in halife tayin etme işi birkac defa ceşitli yerlerde tekrarlanmıştır.
Hz. Peygamber (s.a.a) Haccet’ul- Veda yolculuğundan sonra omrunun son gunlerini yaşıyordu, nihayet hicretin on birinci yılı Sefer ayının yirmi sekizinde fani dunyadan ayrılıp ebedi yurda goc etti.[44]
Hz. Peygamber (s.a.a)’in Hatice’den altı cocuğu vardı, onların isimlerini daha once zikrettik. Mariye’den de İbrahim isminde bir oğlu vardı. Resulullah (s.a.a)’in, Fatıma (a.s) haric butun evlatları kendi hayatı doneminde vefat ettiler.[45] Hz. Peygamber’in nesli, Hz. Fatıma’dan devam etti.
--------------------------------------------------------------------------------
[1] - İkbal’ul- A’mal, c.3, s.121.
[2] - Kafi, c.8,s.301.
[3] - Tabakat, c.1,s.106.
[4] - Kafi, c.6,s.34.
[5] - Uyun-u Ahbar’ur- Rıza, c.1,s.245.
[6] - Kısas’ul- Enbiya-i Ravendi, s.316.
[7] - Tabakat, c.1,s.111.
[8] - Tabakat, c.1,s. 112-117.
[9] - Sire-i İbn-i İshak, s.68.
[10] - El- İsabe, c.4,s.115. Menakıb-i İbn-i Şehraşub, c.1,36.
[11] - Kemal’ud- Din, c.1,s.172.
[12] - Tabakat-i İbn-i Sa’d, c.1,s.121.
[13] - Sire-i İbn-i İshak, s.73. Sire-i İbn-i Hişam, c.1,s.191. Tarih-i Teberi, c.2,s.32.
[14] - Tabakat-i İbn-i Sa’d, c.1,s.128.
[15] - Tabakat-i İbn-i Sa’d, c.1,s.128.
[16] - Sire-i İbn-i İshak, s.81. Tarih-i Teberi, c.2,s.34.
[17] - Tarih-i İbn-i Esir, c.2,s.40.
[18] - Misbah’ul- Muteheccid, s.732.
[19] - Keşf’ul- Ğumme, c.2,s.136. Fusul’ul- Muhimme, s.147. Ensab’ul- Eşraf, c.1,s.98. Şezerat’uz- Zeheb, c.1,s.14.
[20] - El- Hisal, c.2,s.404. Kurb’ul- Esnad, s. 9. Tarih-i Yakubi, c.2,s.340.
[21] - İstiÂb, c.2,s.721. Usd’ul- Ğabe, c.7, s.84. el-İsÂbe, c.4, s.62. Tezkiret’ul- Havas, s.303.
[22] - Kafi, c.4,s.149.
[23] - Kemal’ud- Din, c.3,s.345.
[24] - İstiÂb, c.3,s.1090-1095.
[25] - Tarih-i Teberi, c.2,s.62.
[26] - Tarih-i Teberi, c.2,s.62.
[27] - El-Huccet-u Ala’z- Zahib, s.249.
[28] - Tarih-i Yakubi, c.1,s.350.
[29] - Tabakat, c.1,s.125.
[30] - Kısas’ul- Enbiya, s.317.
[31] - Kafi, c.8,s.340.
[32] - Tarih-i Yakubi, c.1,s.355.
[33] - Tarih-i Yakubi, c.1,s.358.
[34] - Tabakat, c.1,s.228.
[35] - Kafi, c.8,s.339.
[36] - Sire-i İbn-i Hişam, c.4,s.256.
[37] - Sire-i İbn-i Hişam, c.4,s.254.
[38] - Emali-yi Tusi, s.342. Tefsir-i Ayyaşi, c.2,s.73.
[39] - Emali-yi Tusi, s.336.
[40] - Kafi, c.8,s.246.
[41] - Tefsir-i Ayyaşi, c.2,s.72.
[42] - Kafi, c.4,s.245.
[43] - Zehair’ul- Ukba, s. 67. Menakıb-i İbn-i Meğazili, s.18.
[44] - Bihar’ul- Envar, c.22,s.514-531.
[45] - Bihar’ul- Envar, c.22,s.151.
__________________
Kısaca Resulullah (s.a.a)’in Hayatı
Dini Bilgiler0 Mesaj
●24 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Kültür & Yaşam & Danışman
- Eğitim Öğretim Genel Konular - Sorular
- Dini Bilgiler
- Kısaca Resulullah (s.a.a)’in Hayatı