Tevhid, Tevhit Nedir, Tevhidin Anlamı, Tevhidin Sırları (2)
Tevhit bir bilgi olarak yuce Allah (c.c.) tarafından insanların ruhsal dunyalarında icselleştirilmiştir. Kucuk bir cocuk buyuklere tevhit dersi verecek ruhsal bir olgunluğa sahiptir. Ama bunu ifade edecek durumda değildir. Dil ve mantık dunyası henuz yeterince gelişmemiştir. İnsanlar buyudukce ruhsal dunyalarındaki safiyetlerini yitirirler, ilgili tevhit bilgisi gittikce silikleşmeye başlar. Gunahlar ve masiva (dunya nimetleri) kalbi ve ruhu karartır, tevhit nurunu da olumsuz yonde etkiler, hatta sondurebilir.

Cocukların ruhsal dunyalarında anne ve babalarından birisine veya ikisine buyuk bir yoneliş vardır. Onlardan sevgi, merhamet ve şefkat beklerler. Bu bekleyiş duygusu yuce Allah’a (c.c.) iman etmede cok buyuk bir oneme sahiptir. Kucuk bir cocuğun bu fıtri yapısı tevhit akidesini ve iman esaslarını kabul etmede buyuk bir altyapı sağlar.

İlk yazımızda cocuk oyunlarının iman esaslarını kabul etmede ve tevhit nurunu algılamada onemli semboller icerdiğini belirtmiştik.

Cocuk oyunlarının iman esaslarına ve tevhide hizmet etmesinin nedenini elbette fıtri yapıda ve ruhsal eğiliminde aranmalıdır. Bu konuda insanlara verilen ilk ders, Elest bezminde olmuştur. Bu ders insan yaratılmadan once ruhlar Âleminde iken gercekleşmiştir. Bu dersi insanlara yuce Allah (c.c.) bizzat Kendisi vermiştir. Yuce Allah (c.c.) Kuran-ı Kerim’de bu konuya şoyle değinmektedir: “Rabb’inin Âdem oğullarından soz aldığını da duşunun: Rabb’in onların bellerinden zurriyetlerini almış ve onların Kendi hakkındaki şahitliklerini isteyerek ‘Ben sizin Rabb’iniz değil miyim?’ buyurunca onlar da ‘Elbette!’ diye kabul etmişlerdi. Kıyamet gunu ‘Bizim bundan haberimiz yoktu.’ veya ‘Ne yapalım, daha once babalarımız Allah’a şirk koşmuşlardı, biz de onlardan sonra gelen bir nesil idik, şimdi o batılı başlatanlar nedeniyle bizi imha mı edeceksin?’ gibi bahaneler ileri surmeyesiniz diye Allah bu sozu sizden aldı (A’raf suresi, ayet 172-173).”

Elest bezminde yuce Allah (c.c.) tarafından verilen bu tevhit ve iman dersi dunyaya geldiğimizde unutturulmaktadır. Fakat ruhsal dunyada guclu bir eğilim olarak bu ders kendisini gostermektedir. Onun icin ilgili ayette ‘’Kıyamet gunu ‘Bizim bundan haberimiz yoktu.’ veya ‘Ne yapalım, daha once babalarımız Allah’a şirk koşmuşlardı, biz de onlardan sonra gelen bir nesil idik, şimdi o batılı başlatanlar nedeniyle bizi imha mı edeceksin?’ gibi bahaneler ileri surmeyesiniz diye Allah bu sozu sizden aldı’’ denilmektedir. Şayet Elest bezminde ruhlara verilen tevhit ve iman dersi bu dunyada etkili olmasaydı yuce Allah Elest bezmini kurmazdı, ilgili ayette de bu ifadelere yer vermezdi.

Ruhsal dunyada tevhide ve imana olan eğilimi nefsin icguduleri ile kıyaslayabiliriz. İnsan nasıl ac ve susuz duramıyorsa tevhit ve iman olmadan da ruhu buyuk bir ıstırap cekmektedir. Ruh hicbir zaman olmez. Kişi olse bile o sağ kalmaktadır. Tevhit ve imanla hayat bulur. Yoksa zayıflar, cılızlaşır. Hayat bulmasındaki sır da onun manevi organları olan letaiflerinin yukselmesidir. Tevhit ve iman, ruhun letaiflerini arşa doğru kutsal bir yolculuğa cıkarmaktadır. Tabii herkesin ameline gore letaifleri belli bir hıza ve yukselişe sahiptir. Ruhları tevhit ve imandan uzak olan kişiler, bundan mahrumdurlar. Letaifleri bu dunyaya tabiri caizse cakılıp kalmışlardır. Onlar haramlardan, bu dunyadan zevk alma yolundadırlar. Tabii bu dunyadan, haramlardan alınan nefsani hazlar hicbir zaman ruhu tatmin etmez. Hayat felsefesi, yaşam tarzı itibariyle gunahlara, bu dunyaya batmış insanların yuzlerinde hemen kendisini gosteren zulumat (karanlık), uğursuz ifadelerin nedeni ruhlarının, hususiyle letaiflerinin yukselememeleri, bu dunyaya cakılıp kalmalarıdır. Bir muminin yuzundeki nur, ruhunun ve letaiflerinin yukseldiğine bir işarettir. Yuzdeki nurun asıl nedeni budur. Tevhit ve imanla ruh bu dunyanın gunahlarına, masivaya saplanıp kalmaz, yukselir, bu sırada yuzu kısmen nurlanır. Tabii ibadetler bu etkiyi cok daha kesif ve somut olarak gercekleştirirler. Tevhit ve iman nuruna sahip olup da ceşitli nedenlerle ibadetlerden biraz uzak olan veya istenilen duzeyde bir ibadet hayatı olmayan insanların yuzlerinde nur olmasa da pozitif enerji olarak adlandırabileceğimiz bir aydınlık vardır. Kısacası bakmasını bilen bir goz tevhit ve imanın bir nur ve aydınlık kaynağı olduğunu kısa zamanda keşfeder; inkÂrın, gunahların, dunyaya saplanıp kalmanın da yuzdeki zulumatın, uğursuzluğun nedeni olduğunu anlar.

Elest bezminde tevhit ve iman dersi ile bu dunyaya imtihan icin gonderilen bir cocukta gorulen butun etkinlikler ve ozellikle cocuk oyunları buyuk hikmetler ve derin manalar ihtiva eder. Bu acıdan hemen tum dunyada cocukların birbiriyle sozleşmiş gibi aynı oyunları oynamaları da manidardır. Saklambac bu turde bir oyundur. Cocukların saklanmaları, ebenin onları bulması basit bir oyun değildir. Bu, tevhit ve iman mucadelesini sembolize etmektedir. Cunku yuce Allah (c.c.) dunya imtihanı gereği tevhidi ve iman esaslarını eşyanın, kişilerin, varlıkların ardına saklamıştır. Onu bulmak icin bu dunyada bir ebe olduğumuzu, yani imtihana tabi tutulduğumuzu kabul etmek gerekir.

Eşyanın, kişilerin ismini bilmenin onemini kavramak icin Kuran-ı Kerim’e kulak verelim: ‘’Hani, Rabbin meleklere ‘Ben yeryuzunde bir halife yaratacağım.’ demişti. Onlar, ‘Orda bozgunculuk yapacak, kan dokecek birini mi yaratacaksın? Oysa biz Sana hamd ederek daima Seni tespih ve takdis ediyoruz.’ dediler. Allah da ‘Ben sizin bilmediğinizi bilirim.’ dedi. Allah, Âdem’e butun varlıkların isimlerini oğretti. Sonra onları meleklere gostererek ‘Eğer doğru soyleyenler iseniz, haydi Bana bunların isimlerini bildirin.’ dedi. Melekler, ‘Seni butun eksiklerden uzak tutarız. Senin bize oğrettiklerinden başka bizim hicbir bilgimiz yoktur. Şuphesiz her şeyi hakkıyla bilen, her şeyi hikmetle yapan Sensin.’ dediler. Allah, şoyle dedi: ‘Ey Âdem, onlara bunların isimlerini soyle.’ Âdem, meleklere onların isimlerini bildirince Allah, ‘Size, goklerin ve yerin gaybını şuphesiz ki Ben bilirim, yine acığa vurduklarınızı da, gizli tuttuklarınızı da Ben bilirim demedim mi?’ dedi. (Bakara suresi, 30-33)’’

Allah’ın (c.c.) insana verdiği kabiliyet, dil yapmadır. Eşyaya, varlıklara, olaylara, olgulara isim vermedir. Konuya bu acıdan bakmak cok yuzeyseldir. Bunu akıl sahibi meleklerin gercekleştirememesi duşunulemez. Hz. Âdem’in (a.s) meleklere verdiği ders, varlıkların, olay ve olguların isimlerini etiketlemesi ve bunlarla tevhit ve imani konular arasında ilgi kurmasıdır. Yeryuzunde mevcut olan ve insanların icat ettikleri her şey, tevhit ve iman esaslarına acıklık getirmek, yorumlanmak icin yuce Allah (c.c.) tarafından yoktan yaratılmıştır. Her eşyaya, varlığa, olay ve olguya bu gozle bakmak ancak insana ozgudur. Meleklerin eşya ile bir munasebeti yoktur. Onlar yemez icmez varlıklardır. Nurla, feyizle gıdalanırlar. Dolayısıyla bizler gibi imana da ihtiyacları yoktur. Cunku onlara gayb hazineleri acıktır. Goren birisi icin iman mevzu bahis olamaz. Oysa mumin eşya ve varlıklar karşısında Hz. Âdem (a.s) gibidir. Onları Allah’ın verdiği tevhit ve iman nuru ile keşfetmeye calışır. Tıpkı saklambac oyununda olduğu gibi izlere ve işaretlere cok dikkat eder. Her eşya ve varlık aslında gercekliğiyle gozlerden saklanmış durumdadır. Onun arkasındaki tevhit ve iman gercekliğini gormek, bilmek veya oğrenmek her insanın uzerine farzdır. Yuce Allah (c.c.) insan ruhunu buna uygun olarak yaratmıştır. Fıtratını gunahlarla, dunya hayatına razı olmak ile bozmamış bir insan eşya ve varlıklar karşısında mutlaka bir arayışa girer, tevhit ve iman esaslarını ders olarak okumaya calışır.

İşte saklambac oyunundaki ebenin rolu, aslında insanın bu dunyadaki yaratılış amacını simgelemektedir. Her insan eşyanın, varlıkların, olayların ve olguların arkasındaki tevhit ve iman sırlarını bulmakla mukellef tutulmuştur. Bunu da rahatlıkla gercekleştirebilecek durumdadır. Yeter ki, insanlar fıtratlarını gunahlarla masivaya cokca dalmakla bozmasınlar.

Eşya, varlık, olay ve olguların arkasından tevhit ve iman dersi cıkarmak icin cokca akıllı ve zeki olmak gerekmez. Gunahlardan uzak durmak ve dunyaya cokca bağlanmamak insanlarda tevhit ve iman dersleri icin hikmet kapılarını acar.

Tehvit ve imanın dunyadaki işlevi insanları kardeş yapmaktır. Bu kardeşlik, kan bağındaki kardeşlikten daha ustundur. Zira biliyoruz ki kan bağı ile olan kardeşlik coğu zaman insanları aynı goruşte, duşuncede, inancta tutamamaktadır. İnsanın insanlığı ise kan gibi maddi bir şeyden ziyade goruş, duşunce ve inancta kendisini gostermektedir. Dunyada kardeş olan pek cok kişi ahrette aynı mekÂna duşemeyebilir, biri cehenneme girebilecekken diğeri cennete gidebilir. Demek ki, aslolan din kardeşliğidir. İnsanların gonullerinin, tevhit ve iman esaslarında birleşmesidir, aynı anne babanın evlatları gibi yuce Allah’a (c.c.) kullukta toplanmasıdır.

Allah’ı inkÂr edip de maddi olanaklarımızı paylaşarak kardeş olalım duşuncesi dunyada tutmadı. Buyuk acılar getirdi. Komunizm ancak polis devletlerini turetti. Bunlar da yıkılınca ortaya buyuk sefalet tabloları cıktı.

Tevhit ve iman kardeşliği, dunyadaki tum insanların aradığı ve temel sorunları olan eşitlik ve ozgurluk demektir. Yuce Allah (c.c.) kulluğunda onlara bu nimetleri sunmaktadır. Yoksa nefsinin ve şeytanların kulları olan insanların eşitlik ve ozgurluk adına soyledikleri her soz birer yalan ve aldatmacadan başka bir şey değildir.

Butun dunya tevhit ve iman kardeşliğine adeta susamış durumdadır. Zira aşağı yukarı her ulkede yaşanan temel sorunların cozumu ancak tevhit ve iman kardeşliği ile mumkundur. Dunyada barış, kardeşlik; eşitlik, ozgurluk ancak tevhit ve iman nuru ile gercekleştirilebilir. Cunku yuce Allah (c.c.) bizleri yarattığına gore bizlerin dunya ve ahrette mutlu olabilmemiz icin gerekli olan şeyleri de bilendir. Ayrıca bizlere bunları sunandır.

Tevhit ve iman nuru bizlerin hem bireysel hem toplumsal temel sorunlarımıza devadır.

Tasavvufun temeli, ozu vahdet-i vucuttur. Vahdet-i vucut, yuce Allah (c.c.) dışında başka gercek varlık kabul etmemek demektir. Dolayısıyla bu duşunce tevhidin en son noktasıdır.

Yuce Allah (c.c.) her şeyi yoktan yaratmıştır. Varlık sahasına cıkan her şey yuce Allah (c.c.) karşısında gercek bir varlığa sahip değildir.

Elbette yaratılan varlıkların bir gercekliği vardır. Bunu inkÂr edemeyiz. Cunku duyu organları ile bunları algılamaktayız. Ama bu gerceklik uykuda iken gorulen duşe benzer bir yapıdadır. Kendi vucudumuz dahil butun varlıklar fanidir. Yuce Allah’ın (c.c.) varlığı karşısında adeta yok hukmundedirler. Yuce Allah (c.c.) varlık Âlemini Kendi guzel isimlerini ve sıfatlarını tecelli ettirmek icin yoktan yaratmıştır. Bu tecelli tıpkı aynadaki suretler gibidir. Butun varlık Âlemi, yuce Allah’ın isimleri ve sıfatları karşısında aynadaki suretler gibi bir gercekliğe sahiptirler. Nasıl insan aynadaki suretlere el atıp yakalamak istediğinde hicbir şey eline gecemiyorsa gerceklik duzleminde Allah’ın isim ve sıfatları ile bunların tecellileri olan suretleri arasındaki ilişki de bu şekildedir. Onları birbiriyle karşılaştırmak, birbirine benzetmek buyuk bir hatadır. Aynı kabul etmek ise buyuk bir sapkınlıktır. İnsanlar acık olarak değil de sezgileri ile varlık Âlemi ile yuce Allah’ın isim ve sıfatları arasında bir ilgi kurup tevhit ve iman hakikatlerine ulaşabilmektedirler.

Dunyadaki butun ağac yaprakları renkleri ve şekilleri itibarı ile birbirine benzer. Bu, onların yaratıcısının Bir (el-Vahid) olduğunu gosterir. Yine aynı ağactan da olsa birbirinin aynı olan iki yaprağa tesaduf edilemez. Bu da eşsiz, benzersiz olan yuce Allah’ın (c.c.) bir başka guzel isminin tecellisine işarettir (el-Ahad).

İnsan ve hayvan yuzlerinde, yapraklarda, ciceklerde gorulen simetri, yuce Allah’ın (c.c.) sanatsal bir muhrudur. Farz-ı muhal bir insanı ortadan ikiye bolsek bir yarımı ile diğer yarımı birbirine benzer şekilde ikiye ayrılacaktır. Tek organlar insan vucudunda tam ortaya gelecek şekilde yerleştirilmiştir: Alın, burun, dudak, cene, karın gibi. Ortada olmayan organlar ise ikişer tane yaratılmıştır: Kaşlar, gozler, kulaklar, yanaklar, eller, goğusler, kalcalar, ayaklar gibi. İşte insan uzerinde boyle muhteşem bir simetrik yapı bulunmaktadır.

Simetri guzelliğin evrensel bir bicimi ve ifadesidir. Simetride insan ruhunu ceken bir cazibe vardır. Yuce Allah (c.c.) dunya imtihanı gereği bu dunyada zıtları yaratmıştır: Gece gunduz, iyilik kotuluk, kadın erkek, eksi artı, barış savaş, iman kufur gibi. Aslında simetrik olan şeyler de boyledir. Her ne kadar parcaları birbirinin aynı gibi gorunseler de bunlardan birisi sağda diğeri solda bulundukları icin ayrı ayrıdır. Birbirinin aynı değildir. Gorunuşteki benzerliklerin altında mana yonuyle tam bir zıtlık vardır. Bu zıtlık ile buyuk bir hikmeti kucaklarlar, barındırırlar. Orneğin sağ el hayırlı işlerde kullanılır, sol elle bayağı işler yapılır. HÂlbuki yaratılışta her iki el de birbirine benzer. Bu munasebetle simetri bir semboldur. Hayrı ve şerri yaratan yuce Allah’ın (c.c.) gucune işaret eder. Hadis-i şerifte ifade edildiği uzere kar ve ateşi biraya getirip bunlardan bazı melekleri yaratan yuce Allah (c.c.), her şeye kadirdir. İyilik ve kotuluk O’na zarar veremez. Dilerse bunları birarada uyumlu bir şekilde yanyana getirip hayra hizmetci kılabilir. Guzellik kaynağı yapabilir. Simetrideki cazibe mana yonuyle iki zıddın bir araya gelmesinden kaynaklanmaktadır. Simetrinin dayandığı felsefi ve duşunsel temel de budur: Hayır ve şerri yaratan yuce Allah (c.c.), bazı maksatlar icin bunları sanki aynı şeylermiş gibi biraraya getirebilir. İnsanların simetri karşısındaki hayranlığa kapılıp kendisinden gecmesi, Âşık olması, şevke gelmesi bu zıtlıktan kaynaklanır.

Kelime-i tevhitteki sırda da bu zıtlık yatar: İlk kısmı ‘la-ilahe’ nefy (ilahları ortadan kaldırma), ikinci kısmı ‘illallah’ (ancak Allah vardır) ise ispattır. Kelime-i tevhit bu acıdan simetrik bir yapıdadır.

Şayet insan uzerinde simetri olmasaydı sağ ve sol kavramları kesin cizgilerle ayrılmayacaktı. Dolayısıyla dunyadaki imtihanın kıstasları da soz konusu olmayacaktı. Hak ve batıl birbirine karışacaktı.

İnsanın manevi yaratılışındaki nefis ve ruh gercekliği adeta bu simetri ile simgelenmiş gibidir. Sol tarafındaki organlar onun nefsi yapısını, sağ tarafındakiler ise ruhunu sembolize etmektedirler. Nefis olanca gucuyle kotuluğu emrederken ruh yuce Allah’tan (c.c.) bir ilahi soluktur. İnsan bu iki zıt kutbun altında varoluşunu gercekleştirmektedir.

Yuce Allah (c.c.), simetriyi sanatının en temel motifi yapmış, onu adeta sanatsal bir muhur gibi her canlı varlıkta belirgin kılmıştır. Tum yarattığı canlı varlıkları bu muhurle damgalamıştır. Bununla hayır ve şerrin yaratıcısı olduğunu, bunların zat-ı kudretinde bulunduğunu, gucunun her şeye yettiğini herkese ilan etmektedir.

Celal ve cemal sahibi yuce Allah’ın (c.c.) birbirine zıt olan sıfatları simetri sayesinde biraraya gelince bu insanı buyuk bir hayranlığa, acze, şevke, aşka duşurebilmektedir. Bu simetriye dikkat ederek, bu simetriyi goz onunde bulundurarak yuce Allah’ın (c.c.) varlığını inkÂr etmek mumkun değildir. Simetriye rağmen her şeyin bir tesaduf sonucu oluştuğunu, insanların, butun canlı varlıkların boyle meydana geldiğini iddia etmek insanın psikolojik dunyasının yıkılmasına, hatta onu deliliğe bile surukleyebilir. Cunku akıl ve mantık simetrinin muhteşem kompozisyonu, uyumu, estetiği karşısında hayranlıkla kendisinden gecer; bunun alelade bir tasarım, plan ve uygulayım sonucu olamadığını, Âlemlerin Rabbi tarafından ona has guzellik ve cazibe kaynağı bir muhurle yoktan yaratıldığını kabul eder. Bu acıdan simetri dehşetli bir etkiye sahiptir. Adeta helal olan bir buyu, sihir gibi karanlık bir yonu vardır. İnkÂrcıların aklını başından alır. Onların akıl ve mantıklarını iptal eder. Onlara deli divane olmak dışında başka bir secenek bırakmaz. Simetri muminlerin ise hidayetlerini ve irşatlarını artırır. İmanlarını yakinleştirir.

Simetri adeta iman ve tevhit kaynağıdır. Namahrem olmamak şartıyla insanların birbirlerinin yuzlerine bakıp simetriye dikkat ederek ‘Maşaallah’ demeleri tevhit ve iman nurunu ziyadeleştirir. Guzelliği O’nu yaratanla tebcil etmek, Allah’ın rızasına daha uygundur. Bu durum, gozlerdeki nazarı da alır.

İnsan nefis hesabıyla guzelliğe baktığında onu yıkabilmektedir. Bu, gozdeki kotu ışınlardan kaynaklanmaktadır. Buna halk arasında ‘nazar’ denir. Ama tevhit ve iman nazarıyla baktığında bu olmamaktadır. Onun icin Maşaallah sozu tevhit ve iman gozluğu ile bakmaya bir davetiyedir. Unutanlara hatırlatmakta yarar vardır.

Mecazi aşkın oluşumunda guzellik ve cazibe kaynağı olan simetrinin buyuk bir payı vardır. Genel anlamda simetri bir guzellik ve cazibe kaynağı olarak ruhu kendisine doğru ceker. Aciz bırakır. Tutsak eder.

Simetride bir de şu duşunce vardır: Bazı zamanlar hayır ve şer, eksi ve negatif kutuplar, şeytan ve melek o kadar birbirine benzer ki, tıpkı simetrideki iki şekil gibi olurlar. Bu haliyle insanın ayağını kaydırabilirler. Bunları ancak vahiyle ve peygamberin (s.a.s) adımlarını takip ederek ayırabiliriz. Bir mumin, şeytanların ve nefsin bazen hayır kapısıyla kendisine yaklaşacağını hicbir zaman unutmamalıdır. Daima temkinli ve dikkatli olmalıdır. Simetri ona bu dersi de vermelidir. Hatırlatmalıdır.

Allah (c.c.), bizlere son nefeste iman ve Kuran nasip eylesin. Âmin.
Muhsin İyi
__________________